Mana yoruma feda edilmez

Kur’an-ı Kerim okunduğu zaman, her Müslümanın içini ferahlar, ruhu huzura erer. Kimisi kendisini Mekke’de hisseder, kimisi çok farklı bir âlemde… Farklı isimlerden farklı Kur’an tilavetleri insanı bir yerden alıp başka bir yere götürüyor. Mesela İsmail Biçer’den ya da Kani Karaca’dan Kur’an dinlememiş olan birisi İstanbul tavrında Kur’an dinlemiş sayılmaz. İstanbul tavrında okuma yapanların günümüzde sayısı ne kadar azalsa da bu usulün temsilcileri hiç tükenmiyor.

Ramazan-ı Şerif bir yanda müminler için en önemli ibadetlerden orucu getiriyor, bir yandan Kur’an-ı Kerim’in müjdesini. Ayın manasını mukabele ve teravihlerde buluyoruz. Bakara suresi 185. ayette müjdelendiği üzere, “(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır.”

Kur’an-ı Kerim okumaksa, ayrı bir sanat. Yüzyıllardır Allah’ın kitabına iman eden müminler onu en iyi şekilde anlayabilmenin yollarını arıyor, okuyuş şekilleri üzerine tefekkür ediyorlar.

İslam medeniyetine önemli katkıları bulunan Türk kültürünün bir diğer katkısı da Kur’an-ı Kerim’in okunuşunda öne çıkıyor. İstanbul tavrı olarak adlandırılan bu tavra sahip olmak hem Kur’an-ı Kerim’e hâkimiyet, hem derin bir musiki bilgisi gerektiriyor.

Peki, nedir İstanbul tavrı? Günümüzde devam etmekte midir? Bu sorunun izini sürdük.

EVVELA SÖZ ANLAŞILACAK

Türk musikisinin, cami-tekke musikisi ve klasik müzik diye ikiye ayrıldığını anlatan Neyzen Ömer Erdoğdular, cami ve tekke musikisinin Kur’an-ı Kerim’e hazırlık için yapıldığını vurguluyor. Yani, alınan dini müzik eğitimi Kur’an-ı Kerim’in doğru okunabilmesi gayesiyle şekilleniyor.

Güftenin her zaman önde olduğunu, makamlı söyleyişe feda edilmemesi gerektiğini söyleyen Neyzen Ömer Erdoğdular “İlahi ve ayinler, Kur’an-ı Kerim’i daha güzel okumak için yapılan bir eğitim bana göre. Dini müzikte de evvela güfte gelir. İlahi ve ayinde çok süsleme olmaz. Kur’an-ı Kerim’de de aynı işte. Evvela söz anlaşılacak, boğulmayacak. Mısırlı hafızların güftesi anlaşılmıyor mesela” diyor.

Süleymaniye Camii baş müezzini Mehmet Koçyiğitler de Kur’an-ı Kerim’e özel bir tavır olması gerektiğini düşünenlerden:

“Özellikle Kur’an da bir tavır olmalı. İstanbul tavrı diyoruz Mısır tavrı diyoruz mesela. Mısır’ın da ağırlığı var Arap ülkeleri içerisinde. İran ve Suriye’de de var, bir ekoldür bunlar. Üsküdar tavrı da İstanbul tavrının içerisinde bulunuyor. Onun esprisi de şudur: rahmetli Üsküdarlı Ali Efendi’nin ismiyle müsemma olan Yeraltı Cami imamıydı. Sonra bir ara Üsküdar’da görev yapmış yine oralarda vefat etmiş. Onun tarzı da İstanbul tavrının içindeki Üsküdar tavrıdır.”

Ünlü hafız Kani Karaca Üsküdar tavrını bir röportajında şöyle anlatıyor:

“O tavırda kelimeler yayılmaz, yani şöyle ifade edeyim, bir okuma tarzı vardır ki bazıları hoca önünde talim eder gibi yayarak abartarak Kur’an okurlar. Eûzü Besmeleyi ele alalım mesela, (talim okur gibi yaya yaya hece hece ve heceleri abartılı vurgularla okuyor) bir de şöyle okuyayım, makamlı, çok güzel ve ustaca besmele çekiyor. Olması gerektiği gibiydi ikinci olanı. Diyelim ki uşşak makamından başlayacak, (uşşak makamıyla bir besmeleye başlıyor ve yarısına kadar geliyor) sonra şöyle devam eder… (Besmeleyi yarısından itibaren devam ediyor ve bitiriyor.) İşte bu uşşak oldu şimdi. Bunu ister hicaz yap, ister hüseyni yap, ister rast yap… Böyle okunursa yani Üsküdar tarzında okunursa, kelimeler daha ahım şahım vaziyette yerine oturur… İstanbul’un eski tarzı Üsküdar tarzıdır. ‘Hoca önünde talim okur gibi’ dedik ya.”

HEM HAFIZ HEM FUTBOLCU

Kur’an tilavetinde yorum olarak nitelendirilen İstanbul tavrında Kur’an okuyan az sayıda kişi kaldı. Bunların da birçoğu genç hafızlar tarafından bilinmiyor. Bu yorumun en bilinen isimleri de şöyle: Sami, Karabacak Süleyman, Âmâ Osman, Büyük ve Küçük Kemal, Mecid, Hasan Akkuş, Abdurrahman Gürses, Aziz Bahriyeli, Üsküdarlı Ali Efendi, Adalı Hızal Efendi, Abdurrahman Gürses, İsmail Biçer, Kani Karaca, Esat Gerede, Hasan Akkuş, Muharrem Arslantürk, Nihat Ulu, Zeki Altun, Kemal Tezergil, Hafız Fikri Aksoy, Ahmet Bolulu, Eski Beyazıt Cami imamı İsmail Biçer, Halil İbrahim Çanakkaleli, Aziz Bahriyeli, Fevzi Mısır, Âmir Ateş.

Üsküdarlı Ali Efendi gibi dönemin önemli hafızlarıyla ahbap olan Neyzen Ömer Erdoğdular, İstanbul tavrıyla Kur’an okuyan isimlerin, hocalar tarafından genç hafızlara aktarılmadığını söylüyor. İstanbul tavrıyla okuma yapan hafız ve imamların kültürlü kişiler olduğunu, en az bir enstrüman çaldıklarını, en az 3 dil bildiklerini ve birçok alanda çalışma yapmış din adamları olduğunu da ekliyor.

Erdoğdular Kur’an okuyuşunda İstanbul tavrından uzaklaşmanın radyo ve televizyonla başladığı görüşünde:

“Kani Karaca’nın kıymetini bilmezsen, Alaeddin Yavaşça gibi bir üstadı yaşıyorken hala televizyonda göremiyorsak dönüp sormamız lazım kendimize. Abdurrahman Gürses Beyazıt Cami İmamı yakın zamanda vefat etti. Gürses, Osmanlı’nın son temsilcilerindendi. Bunlar hiçbir yerde yayınlanmıyor, çocuklar neyi duyacak, neyi taklit edecekler? Osmanlı’nın kalıntılarından benim çocukluğumda imam olan Hasan Akkuş iyi bir müzisyen, Beşiktaş A takımında futbol oynamış, iyi bir güreşçi. Bunun yanında pek çok meziyetleri de olan bir insan. Fevkalade güzel Kur’an okur, Yemen’de esir düşmüş. Çok farklı bir insan…”

DİNLETMEZSEN KAYBOLUR

Genç hafızlara İstanbul tavrıyla okuyan meşhur isimleri sorduğunda tanımadıklarını öğrenen Erdoğdular, dinletilmeyen kişilerin unutulmasının kaçınılmaz hale geldiğini ifade ediyor:

“Şimdi çocuklara sordum ‘Hafız Mecid diye birini duydunuz mu, Hafız Esat Gerede diye birini duydunuz mu?’ ‘Yok’ diyorlar. ‘Gidin hocanıza yuh deyin benim adıma’ dedim. Yani sen hafızsın talebene bir evvelki neslin iyi okuyan insanlarını tanıtmaz, dinletmezsen sanat yok olur. Allah razı olsun ben hocam sayesinde Hafız Mecid’in mevlidi şerifini, İstanbul’un esas Osmanlı okuyuşuyla Esat Gerede’den ezberlemiştim.”

Kani Karaca gibi üstadın hayattayken müezzinlerin bile gidip dinlemediğini, onu dinlemeye gelenlerin hep ihtiyarlar olduğunu gözlemleyen Erdoğdular “Kani Karaca âmâdır. Eminönü’ndeki Yeni Cami’de ramazan ayında mukabele okuyor, hanımı koluna girerek Beyazıt Cami’ne getiriyor. Orada da okuyor. Oradan tekrar yürüyerek Fatih Cami’ne götürüyor ve aynı gün 3 farklı yerde Kur’an okuyor. Ben Kani Karaca’yı dinlemeye Beyazıt Cami’ne giderdim. Önüne taş çatlasın 10-15 kişi oturur, onlar da ihtiyar ve anlayan insanlar. Başka da kimse dinlemezdi” diyerek bu tavrın kaybolmasını, gereken önemin verilmemesine bağlıyor.

Kur’an’daki İstanbul yorumunu başka yorumları taklit ederken kaybettiğimizi söyleyen Süleymaniye Cami başmüezzini Mehmet Koçyiğit’se  “Üstatlara saygımız sonsuz ama Türkiye’deki bu akım nedir? Arap-Mısır usulünü niye taklit ederler, bunu anlamak oldukça zor. İstanbul’da Fatih’te hafız olmuş, makam, musiki meşk etmiş. Daha düne kadar İstanbul tavrıyla okuyanlara bakıyorsun taklitçilik yapıyor. Bitirdiler, bir şey bırakmadılar. Ne güzel kendi tavrımız var. Çeşitli makamlarımız var. Ama maalesef bir şey kalmadı” diyor.

EZBERLENİP TAKLİT EDİLMELİ

Üsküdarlı Ali Efendi’den hocasının ısrarıyla 20 sayfa ezberlediğini söyleyen Erdoğdular, ezbere devam edilmeyince unutulduğunu ifade ediyor. “Okumayınca, devam etmeyince unutuyorsun. Maksat bu tavrı alabilmek. Hocalar talebelerine bunları söylemezse talebe ne bilsin. Tavır sonra kayboluyor. O tavrı da yapabilmek için evvela kuvvetli bir müzik eğitiminden geçmek lazım. İyi bir hocadan evvela ses eğitimi, ondan sonra makamlar hakkında bilgi ve klasik eserlerden pek çoğunu geçmek lazım. Yoksa makam da tavır da öğrenilmez. Bu insanları ezberleyerek, bire bir taklit etmek lazım.”

MAKAM ÖĞRENMEK ŞART

Koçyiğit, İstanbul tavrında tilavet yapabilmek için bir musiki eğitimi almak gerekmediğini, iyi ve seçici bir dinleyici olmanın yeterli olduğunu söylerken, Erdoğdular ise musikiden beslendiğini ama öncelikle düzgün bir İstanbul Türkçesiyle konuşulması gerektiğini ifade ediyor. Her iki isim de ezber yöntemiyle makam öğrenilmesi gerektiğini ifade ederken Koçyiğit makamların dinleme yöntemiyle kendiliğinden geliştiğini ifade ediyor:

“Dinleye dinleye de makam öğrenirsiniz. Zaten makamlar kendi kendine oluşur, gelişir. Diyelim seslendirdiğiniz bir aşr-ı şerifin içinde farkında olmayarak, bilmeyerek 2-3 tane makam yapıyorsunuz zaten. Siz onu süslemişsinizdir ama makam yaptığınızı bilmezsiniz. Bunun içinde makam vardır. Okuduğunuz bir türkü de de makam vardır ama hangi makam da söylediğinizi bilmezsiniz. Bu sağlam kulaktan kaynaklanır.”

“MANAYI KAÇIRMAMALIYIZ”

Kur’an okurken makam-yorum olmasının normal olduğunu ama makam yaparken bunu manaya feda etmemek gerektiğini, okuyanın Kur’an’ın manasına da hâkim olması gerektiğini vurguluyor işin ustaları.

Mehmet Koçyiğit usulün makamın önünde olması gerektiğinin, İstanbul tavrının içinde çok farklı nağmeler, farklı geçişler olduğunu söyleyerek Kur’an okurken birkaç makamın gezilerek okunduğunun altını çiziyor:

“Kur’an-ı Kerim okurken Kur’an’ın usulü, makamın önünde olmalı. Tecvid, hurufat, usul kaidesi, makam arkadan gelmeli. ‘Benim sesim güzel makam da biliyorum, musiki biliyorum, nota da biliyorum şöyle bir okuyayım’ demek olmaz. Kur’an-ı süslersiniz, tavır koyarsınız, makam koyarsınız ama Kur’an’ın tecvidiyle talimini aşmadan… Biz ne yapıyoruz makamı ön plana alıyoruz.”

FARK BU TOPRAKLARDA

İstanbul tavrının 3’e ayrıldığını söyleyen Ömer Erdoğdular “Bu tavır üçe ayrılırmış. Eskilerin söylediğine göre en güzeli Üsküdar ağzıymış. İkincisi Fatih, üçüncüsü Çarşamba. O ağızlar maalesef kayboldu.” İstanbul tavrını farklı kılanın bu toprakların kültürü olduğunu belirten Erdoğdular “Şimdi bir Süleymaniye dünyanın başka bir yerinde var mı? Arap yapabilir mi yapamaz. Yapamamış da. Bir Selimiye var mı dünya da yok? Değil ki Arap yapacak. Selimiye de ona yakışır şekilde süsleme var ve ona yakışır şekilde de hafız efendiler var.”

Kur’an’ın farklı ülkelerde farklı yorumlarla okunmasını milliyetçilik olarak görülmesini değerlendiren Erdoğdular “ Tabii ki milliyetçilik. Ben Türk’üm Türk gibi okuyacağım. Arap’ta Arap ağzıyla okuyacak. Mısır’da okunur diyor değil efendi. Mısır nasıl okur ki? Tamam, güzel okuyorlar ama İstanbul farklı. Biz okuyamayız çünkü Arap değiliz, o lehçeyi kullanamayız. Arap onu güzel okur, bizim yaptığımızsa kötü bir taklit oluyor” diyor.

Benzer konular