İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü, 8. Yılında Türkiye’de Suriyeliler olgusunu tüm yönleriyle ele alan, iki gün süren bir atölye çalışması gerçekleştirdi. Suriye’deki iç savaştan kaçan insanların geçirdiği 8 yılın incelendiği programda doğrular, eksikler ve yapılması gerekenler ortaya koyuldu. Akademik çalışmalar, göç yönetimi ve hukuk, suç ve güvenlik, medya ve kamuoyu algısı, eğitim, sağlık, ekonomi ve istihdam, uyum, demografik yapı ve dezavantajlı gruplar, STK ve yerel yönetimler olmak üzere 10 farklı konuyu enine boyuna tartışıldı. Uzmanlar ve akademisyenler bu temalar üzerinden 8 yıllık birikimi ele aldılar, kamu kurumları, akademisyenler, uzmanlar ve STK temsilcileri ile konuları tartıştılar. Bu önemli birikim kitap olarak bu yıl içinde yayımlanacak ve ilgililerin istifadesine sunulacak. Atölyenin açılış panelinden çıkan sonuçsa şu: Suriyelilere gösterilen misafirperverlik, hiçbir Avrupa ülkesi tarafında bulunmazken, ülkemiz bu sınavdan tam notla geçti.
İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Araştırma Merkezi tarafından, 8. yılında Türkiye’de Suriyeliler Atölyesi düzenlendi. Programın atölye çalışmalarında 10 farklı temada Suriyeliler tartışıldı. Bugüne kadar yapılmış akademik çalışmaların belirli noktalara odaklanıp, belirli noktaları gözden kaçırdığı temel alınarak düzenlenen bu programda, Suriyelilerle ilgili yapılan çalışmaların dökümü çıkarıldı. Açılış paneliyle başlayan program, daha sonra farklı konularda atölye çalışmalarıyla sürdü. Panelde Suriyelilerin gelecekteki durumundan, misafirperverliğimize, uyum sürecine kadar farklı konularda sunumlar yapıldı. Panelin ilk konuşmacısı olan Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Prof. Dr. Nuray Ekşi, Suriyelilerin sığınmacı, mülteci gibi farklı kavramlarla nitelendiğini, fakat onların uluslararası koruma kapsamında şartlı mülteci olarak ülkemizde misafir edildiğini vurguladı. Suriyelilerin geçici koruma altında olduğuna dikkat çeken Ekşi, korumadaki her Suriyelinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapılmadığının altını çizdi.
UYUM İÇİN GEÇ KALINMADI
Panel konuşmasında Suriyelilerin uyum sürecinden bahseden İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel, uyum sürecini şöyle özetliyor “Uyum, göçmenlerin yeni geldikleri ülkenin bir parçası olma, ev sahibi ülke insanları ile birlikte yaşama, yani kalıcı olmalarının kabulü ile gündeme gelen bir olgu. Uyum sürecinin gündeme gelmesi ve bu alana odaklanılması, Suriye savaşının yaklaşık olarak beşinci yılından itibaren yoğunlaşmaya başladı. Savaşın kısa sürede bitmeyeceği, bitse bile göç edenlerin büyük çoğunluğunun geri dönmeyebileceği ihtimalinin güçlenmesiyle Suriyelilerin Türk toplumu ile ilişkilerinin ileriye dönük adımları atılmaya başlandı.”
İki toplumun uyumu için önümüzde uzun bir süreç olduğunu belirten Adıgüzel, “2016 yılından itibaren çalışma izinleri düzenlendi. Suriye müfredatına göre eğitim veren Geçici Eğitim Merkezleri kademeli olarak kapatılarak tüm Suriyeli öğrenciler Türk Milli Eğitim sistemine dahil edildi. Sağlık alanında düzenlemeler yapıldı. Yeni dönemde bu düzenlemelere ek olarak birlikte yaşamayı kolaylaştıracak, gerginlikleri ortadan kaldıracak, iki toplumun birbirini tanıyacağı yeni ve daha uzun vadeli programların uygulanması gerekiyor. Uyum, birinci nesilde çözülemeyecek kadar uzun vadeli ve netameli bir süreç olduğu için henüz geç kalınmış değil. Üstelik Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında Türkiye çok daha başarılı bir şekilde süreci yönetti” diyor.
GÜVEN İÇİN TANIMAK ŞART
Güvenin uyum sürecini yakından ilgilendirdiğini söyleyen Adıgüzel, güven ortamını geliştirecek yakınlaşmaların bu sorunları azaltacağı görüşünde. “Suriyelilerin, Balkanlar, Kafkaslar ve Kırım’dan gelen ve kendimizden gördüğümüz, Türkiye’nin tarihsel süreci içinde yer alan göçmenlerden farklı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Türkiye daha önce de kitlesel göçler aldı. Ancak Suriyeliler öncekilerden farklı bir şekilde, yabancı ve öteki olarak kabul edilen en büyük kitlesel göçmen topluluğunu oluşturuyor. Toplumlar doğal olarak bilmediği kişi ve topluluklara karşı itidalli ve mesafeli davranıyor. Güvenin sağlanması için iki toplumun da birbirini daha fazla tanıması lazım. Toplumsal kesişmeler, komşuluk, okul veya iş arkadaşlığı, sivil toplum kuruluşlarına katılma, evliliklerle kurulan akrabalık bağları iki toplumu daha fazla tanıştıracak ve güven ortamını güçlendirecek.”
Suriyeli sığınmacıların gerek medyada gerek de siyasiler tarafından geri gönderilmeyle tehdit edilmesini de değerlendiren Yusuf Adıgüzel, bu durumun uluslararası hukuka uygun olmadığını ifade ediyor. Geri gönderilmelerinin hala süren çatışma ortamında mümkün olmadığını da savunan Prof. Adıgüzel, “uyum için kalıcılık anahtar olgulardan birisi” diyor. “Hem Suriyeliler hem de Türkiye kısa zamanda ülkelerine geri dönecekleri ihtimaline bağlı olarak burada uzun vadeli sosyal, kültürel, ekonomik yatırım yapmaz. Geri dönmeyi düşünenler en başta bulundukları ülkenin dilini öğrenme noktasında isteksiz olurken, ev sahibi ülke ise gelecekte toplumsal yapının bir parçası olarak görmediği göçmen grubuna karşı uzun vadeli değil, geçici çözümler üretir. Misafirlik kısa sürecekse, gelen sığınmacılar kamplarda tutulur. Ancak kamplar ne kadar insani olursa olsun, bir çadırda veya konteynırda yıllarca toplumdan izole bir şekilde yaşamak tahammül edilebilecek bir durum değil. Nitekim Türkiye de kademeli olarak kampları boşaltarak Suriyelilerin kendi ayakları üzerinde durabilecekleri çözümler geliştiriyor. Artık Suriyelilerin büyük bir çoğunluğu kentlerde, bizimle birlikte yaşıyor. Suriyeli çocukların yüzde 65’e yakını okullarımıza devam ediyor. 7 bin 500’den fazla şirket kurmuşlar, 100 bine yakını serbest meslek icra ediyor, 1 milyona yakını ise farklı sektörlerde çalışıyor. Türk ekonomisine önemli katkıları oluyor. Önümüzdeki dönemde Türkiye’de yetişen yeni nesil bu ülkeye daha fazla katkı sağlayacaktır.”
AVRUPA GIPTAYLA BAKIYOR
Türkiye’nin, Suriyelilerle ilişkisini haklar ve birlikte yaşama temelinde görmesi gerektiğine dikkat çeken Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi, İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Fuat Keyman, bu durumu şöyle açıklıyor, “Çalışma hakkı, bir şehirden bir şehre gitme hakkı, eğitim ve daha farklı konularla ilgili haklar. Suriyelilere bakarken ‘hemşerilerimiz’ ‘misafirlerimiz’ diyoruz ama kendi ülkelerinden zorunlu olarak ayrılmak durumunda kalmış insanların bu süreçte birlikte yaşam içinde belirli haklara sahip olmasıyla ilgili olumlu algılarımızı da artırmamız lazım.”
Türkiye’nin Suriyeliler konusunda batıya oranla daha iyi bir sınav verdiğini ifade eden Keyman, siyasete malzeme edilmediğini ifade ediyor. “Batı demokrasileriyle karşılaştırıldığı zaman, seçim yorgunu bir ülke olsak da siyasi partilerimiz Suriyelileri bir seçim malzemesi yapmıyor. Siyasi partiler seçim stratejilerini Suriyeli mülteciler üzerinden kurmuyor. Milliyetçi partilerimiz olsa da Avrupa’daki aşırı sağ, İslamofobi, yabancı düşmanlığı gibi ciddi bir sorun Türkiye’de yaşanmıyor. Biz farklı olaylardan bahsediyoruz. Mesela Suriyelilerin plajlara alınmaması, Suriyelilerin eğlenmesi gibi. Misafirperverlik testini gayet iyi geçtik. Örneğin siyaset kullanmadı, çok ciddi olaylar olmadı. Türkiye’nin kutuplaşmasında çok önemli bir kıstas oluşmadı. Dünyayla karşılaştırdığımızda çok olumlu bir sınav verdiğimizi söyleyebiliriz. Sayı olarak süreç olarak Avrupa ülkeleriyle karşılaştırdığımız zaman Türkiye çok önemli bir iş yapıyor. Hatta öyle yapıyor ki Avrupa’yla ilişkilerimiz çok kötüyken Avrupa Türkiye’ye gıptayla bakıyor. Yani misafirperverlikte başarılı olundu ama ne Suriyeliler ne Türkler için yeterli.”