Hacc, Müslümanların alamet-i farikası olarak, Ümmet bilincinin aynasıdır. Diğer bütün ibadetleri de içeren muhteşem bir diriliş manifestosu… Adeta bir çatı ibadet olarak, namaz, oruç, zekat, sadaka, sabır, tevazu, fedakarlık gibi diğer bütün emir ve güzel ahlak hasletlerini kendinde icmal eder.
Hacc, Allah içindir. Allah için çıkılan yolculuk.
Mü’min oluşun iradesiyle başlar Hacc ve kadere boyun eğmeden neticelenmez. Çünkü o çok görkemlidir. Kuran’ın kalbine doğru bir yolculuk olduğunu her safhada bir bir açılan perdelerle hissedersiniz. Hemen her rüknünde Hz. Adem’den Hz. Peygamber Efendimize kadar bütün Peygamberlerin hikayelerini, ibretlerini okursunuz. Hz. İbrahim sizi orada beklemektedir, Şu vadide Hz. Hacer koşmuştur, Hz. İsmail babasını şu menzilde özlemiştir, Resulullah şu evde doğmuştur, Hz. Hatice şu söğüt ağacının altında yatmaktadır. Gözlerinizi çevirdiğiniz hemen her ufuktan ya melek Cebrail geçmiştir, ya Hz. Ali dolaşmıştır. Hacc, bize kutsal coğrafyamızı öğreten bir zaman yolculuğudur.
Hacc, Müslümanların alamet-i farikası olarak, Ümmet bilincinin aynasıdır. Diğer bütün ibadetleri de içeren muhteşem bir diriliş manifestosu… Adeta bir çatı ibadet olarak, namaz, oruç, zekat, sadaka, sabır, tevazu, fedakarlık gibi diğer bütün emir ve güzel ahlak hasletlerini kendinde icmal eder.
Hacc, bireysel olandan çıkıp toplumsal olana yönelmektir. Modern zamanların kendi haz ve çıkar dünyasına hapsettiği insan prototipini, yalnızlığından ve yabancılığından çıkartıp, bir toplumun parçası haline getirir. Orada zengin ile fakir, Afrikalı ile Avrupalı, kadın ve erkek, yaşlı ve genç farklılıkları en aza iner. Adeta ruhların saf tutuşudur. Özellikle tavaf, Sa’y ve Arafat rükünlerinde ne paranız, ne pazu gücünüz yetmez herhangi bir iltimas kazanmaya… Herkesle bir olup, herkesle bir deniz içinde akmanın adıdır Hacc…
TANIKLIĞIN MEKANI
Haccın, iki ziyaretgâhı var, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere.
Medine, Hacc Seferi için bir hazırlanma ve bir başlangıç otağı. İslam’ın görünürlüğe dair arzı endam edişi burada temellenmiş, nebevi hukukun saati burada kurulmuş. Burası şahadetin yani tanıklığın mekanı.
Keşke Resulullah Efendimizden (sav) daha çok izler muhafaza edilebilseymiş diyorsunuz Medine ziyaretinizde. Mekânsal hafıza, medeni aidiyete dair çok önemli bir yol haritası veriyor insana. Maalesef Osmanlı’nın bu mukaddes beldelere gösterdiği iş’ari/imari hürmetin yerinde yeller esiyor. İzlerden iz bulamayınca, çaresiz siz de kalbinizdeki salavatlara teslim oluyorsunuz. Mucizevi bir iş, kalbinize dönüş. Orada yüzünü hiç görmeden sevip bağlandığınız birisi var, orada her hatırladığınızda gözlerinizi yaşartan bir hasret var, kanınızla birlikte akan, sesini hiç işitmediğiniz halde özlediğiniz birisi var orada; Sevgili Efendimiz sizin kalbinizde yatıyor… ‘’Riyasız seviyorsa şayet, insanın kalbi bir aşk türbesidir’’ Medine’de öğreniyorsunuz. Bu yüzden anayurdunuza gelmiş gibi oluyorsunuz, Medine Müslümanları kucaklayan güzel şehir…
Medine’ye vardığınızda her şey geride kalıyor, tüm yolları buradaki kesişme için kat ettiğinizi fark ediyorsunuz. Yollar yollara, gökler göklere, suretler suretlere akıyor, geçiyor ve siz de Medine’ye, tüm geçmiş zamanları, üst üste katlayarak giriyorsunuz. Kalbinizi Resulullah’a açıyorsunuz Medine’de. Sevgili Efendimizi ellerinde çiçeklerle ‘’tala al bedru aleyna’’ ilahileriyle karşılayan çocuklardan birisi oluyorsunuz adeta…
Bir hasret mektebi gibi Medine, Hacc yolculuğuna çıkmış kişilerin alfabesi gibi, hem öğretici ve davet edici, hem de kalpleri ürpertili rikkatli bir uyanışa sevk ediyor. Kimsin sen, nereden geliyorsun ey yolcu ve yürüyüşün nereyedir diye soruyor adeta… Nice ince ibretler, nazik dersler, nasihatlerle izzet ve şeref bahşettiği gibi, teselli ve dirençler ikram ediyor Medine’deki manevi birikim ziyaretçilere…
BURADA HERKES ÇOCUK
Ziyaret… Medine’nin anahtar kelimelerinden. Tene değen bir ürperti ile titreyiş, yetişemediğiniz halde oradan geçmiş bir şeyin, büyük bir şeyin izini sürmek. Velayetin kuşatıcılığını, taşıyıcılığını, bağlam kurma imkanını fark ediyorsunuz. Bir ihtiramlar, yaklaşmalar bahçesidir Ravza. Ziyaret, büyük bir lütuf. Dünyada yetişemediğinize, ahirette sizi bekleyeceğini umduğunuz kişiye bir selam, bir mektup, bir ahit, bir ısmarlanma gibi ziyaret…
Kalbinize doluyor Ravza’daki o tarifi imkansız güzel koku. Sanki sizden evvelkiler hep o bahçeye geçmiş, Sevgili Efendimizin (sav) kanatları altına girmişler, sanki orada siyer-i nebi devam ediyor, asude bir başka hayat var sanki ırmağın öteki yanında… Ya Resulullah; çok kusurlu, çok aciz, çok aceleci birisi olabilirim, ama hep sizi tuttum ve sevdiklerinizin yanında durdum ben diyor insan özür dilerken, suyu bile rahat içemiyorsunuz, insan mahcup oluyor… Medine’deki tüm düşlerimde çocuk görüyorum kendimi de, sevdiklerimi de. Burada herkes çocuk, burada herkes ağlıyor.
ALLAH’A AÇILMIŞ İKİ KÜÇÜK EL
Ve Mekke… Allah hepimize bu ziyarete vasıl olmayı nasip etsin. Gittim ve anladım ki: Büyük bir deniz dönüyor Beytullah’ın etrafında. Yıldızlar, gökler, insanlar, tarihler dönüyor etrafında, işittim ben. Ve inandım.
Hacc yolculuğunda istikamet menzilidir: Mekke, Allah’ın Evi…
Hacc, tavaf, yürüyüş demek. Dünyanın bütün yolları Kabe’ye varmak için yürünüyor. Dünyanın bütün nehirleri bu aşk denizine dökülmek için akıyor.
Hacc daha niyetiyle bile insanın omuzlarına büyük bir sorumluluk yüklüyor… Hacc aynı zamanda meşveret, temsil ve vekalet anlamında. Gelemeyen kardeşlerimizin temsili de sizlerin emanetinde… Tüm müminlerin dualarına vekaleten avuçlarınızı açarak amin diyeceksiniz.
Allah’a açılmış iki küçük elimize, tabiri caizse alemleri sığdıracağız, o küçük ellerin aminlerinden Allah’ın Melekleri, Allah’ın Kitapları, Allah’ın Resul’leri geçecek. Kudüs’ten, Bosna’dan, Arakan’a kadar bizlerden umut eden kardeşlerimiz geçecek… Hz. Muhammed’le (sav) dolup taşacak o amin avuçları. Sonra küçük şeyler de geçecek, kalbimizin pırpırları, hasretlerimiz, çoluğumuz çocuğumuz, niyetlerimiz gelip geçecek… Bir kader dolacak avuçlarımıza, Allah’ın o sonsuz yazgı denizinden, birer avuç deniz tutacağız… Allah’ım buyur Allah’ım, biz geldik, kullarınız senin, buradayız, emrine geldik… Allah’ım kolaylaştır, Allah’ım dünyada ve ahirette ne olur bize iyilikler bahşet, bizi ateşten koru ey Rabbimiz diyerek.
DÜNYANIN EN GÜZEL ŞİİRİ
Hacc, dünyanın en güzel şiiri sanki. Dilindeki kalbindeki yükler kalkıyor insanın Kabe’de. Kalbi bir şelale gibi taşıp akıyor insanın…
‘’Şehirlerin annesi’’ diyor Mekke için Kuran’ı Kerim. Kutsal Kitab’ın, bir şehri anlatmaya ‘’anne’’den başlamasını nasıl karşılıyor acaba günümüz insanı. Uzman, entelektüel, analitik bakış sahipleri için ne kadar da naif, ne kadar da duygusal bir ifade değil mi… Ama Allah Teâlâ bizim kariyer ölçütlerimizle bakmıyor işlerine. İstatistiklere, medeniyet tasavvurlarına, kavramsallaştırmalara, tasniflere göre değerlendirmiyor olayları. Onun hilkat sanatında rahmet ve aşkla tenezzül var. Tenezzül etmiş de yaratmış alemleri. Yerlere göklere sığmıyor da tenezzülen yarattığı kulunun kalbine girip kuruluyor. Rahmet ve aşkla dönmeye başlayınca O’nun hilkat sanatı… Olanlar oluyor.
Allah Resulü’ne dünyadan üç şey sevdirilmiş, kadınlar, güzel koku ve gözünün nuru namaz. İbn-i Arabi’nin ifadesiyle kadınlardan hilkatin güzel kokusu yükseliyor, onlar hilkatin sırlarını taşıyor. Derken Allah’ın Evi’nin bulunduğu şehri, bir kadının ‘’sa’y’’i yani gayreti, cehdi, çabası, yönelişi kuruyor… O kadın Hz. Hacer. ‘’Su’yu arayan kadın’’. ‘’Zemzem’in annesi’’ o… Esmer tenli, başından soykırımdan köleliğe kadar çok zorlu tecrübeler geçmiş, Afrika’dan Filistin’e, oradan da Mekke’ye uzun ve birbirine eklenmiş hicretlerin içinden geliyor Mekke’ye. O kadın Hz. İbrahim’in eşi ve Hz. İsmail’in annesi. Sevgili Peygamberimizin de (sav) büyük ninesi. Biz binlerce yıldan sonra, Hz. Hacer’in koştuğu yerde koşup, onun sakinleştiği yerde yavaşlıyoruz, hangi vadiden geçmişse onun ayak izlerini sürüklüyoruz. Hac’cın ana rükünlerinden Sa’y… Hz. Hacer olunmadan hacı olunmuyor anlayacağınız…
AĞLAYARAK GİDELİM
Zemzem, tıpkı Hz. Hacer gibi görünmeyen bir deniz… Asırlardır çölün derinlerinden fışkırıyor, bitimsiz bir serinlik. Üzerinde ziraat yapılmayan, sert iklimi, sert coğrafik koşullarıyla granitten bu vadiyi, dünyanın en büyük ticaret kavşağı haline taşıyor Zemzem… İpek, Baharat ve Altın yolu, Mekke’de birleşiyor. Hz. İbrahim’le Hz. İsmail’in baba-oğul imar ettikleri ‘’Eski Ev’’, insanlara, geldikleri yere bir gün geri dönecekleri cenneti hatırlatıyor.
Kabe, iskan olduğu kadar, imkan da, hafıza ve bilincin imkanı, mekanı… Yerle göğü birleştiren ana eksen. Şimdiye kadar Kabe etrafındaki yapıların zevksizliğinden ve bu mukaddes beldenin şehir yönetimince tarihsizleştirilme çabasından hep şikayet ettim. Garip bir ironi var aslında bu biçimsizlikte. Hoyratça sağlanmış bu kültürel bağlantısızlık, gözlerinizden çok kalbinize yönelmenizi sağlıyor. Her şey gelip geçicidir çünkü. Tarihi mekansal aynılığıyla müzeleştirmek, tutup sabit kılmak, dünyevi bir muhafaza tutkusunu da barındırıyor içinde. Her şey gelip geçsin, her şey doğup batsın, her şey önce sevilsin sonra unutulsun, bulutlar gelsin gitsin, kuşlar gelsin gitsin, insanlar gelsin gitsin, ama Allah’ın evi orada hep bizi beklesin…
Ve bir Arafat günü, Allah’ın Evi’ni de bırakalım geride ağlayarak ve gidelim, gidelim, geride bırakmadığımız ne var dünyada… Ta ki Allah’ı bulalım… Sonra saçlarımızı keserek yeniden varalım Allah’ın Evi’ne. Ağlayarak önce ölümün sonra da yeniden dirilişin içinden geçelim…