Şahsiyeti esir alan veba: Moda
Popüler kültürün pompalanmasıyla birlikte günlük hayattaki tüketimimiz ihtiyaçlarımızdan çıkıp, bize gösterilenin peşinden koşmaya dönüştürüldü. Elimizdeki yeni telefon, bir üst sürümü çıktığında birden gözümüzden düşüp, eski muamelesi görüyorsa, dolabımızda kıyafetleri koyacak yer bulamazken, marka bir modaevinin yeni sezon kıyafetlerini almayı olmazsa olmaz kabul ediyorsak, moda salgınına tutulmuşuz demektir.
Markalar ise “sadık” tüketiciler oluşturmak için, sürekli yeni taktikler geliştiriyorlar. Tüketicilere bu marka telefonu, bu marka kıyafeti kullandıklarında özel olacakları, sınıf atlayacakları, hayatlarının değişeceği mesajını veriyorlar. Sonuçta, marka ürünleri satın almak, modayı takip etmek bir bağımlılık haline geliyor.
Artık insanlar bilgileri, becerileri, şahsiyetleri ve liyakatleri ile değil, giydikleri ve kullandıkları dünyalıkların marka ve şekilleriyle ölçülür hâle geldi. İnsanlar herhangi bir ürünü satın alırken kullanımını öncelemekten çok, o markanın kendisine hissettireceklerini düşünmeye başlıyor.
İhtiyacı olmamasına rağmen istediği ürünü alabilmek için borca girmeyi ya da kredi kartı limitlerini zorlamayı göze alıyor. Çünkü alışveriş ihtiyaç karşılamaktan çok çevresine mesaj vermek için yapılır hâle geldi. ‘Marka’nın felsefesini kendi hayat felsefeleri gibi benimsiyorlar. ‘Marka ürün’ kullandıklarında bu markaların taşıdıkları mesajları kendileri ile özdeşleştiriyorlar.
Mesela, bir ünlünün giydiği kıyafeti giyen kişi, kendisinin de o ünlü gibi şöhretli ve havalı olabileceğine inanıyor. İçine düştüğümüz bu girdap, bize, Nasreddin Hoca merhumun şu fıkrasını hatırlatmıyor mu?
Hoca’nın komşusuna mektup gelmiş. Adam okuma yazma bilmezmiş, çalmış hocanın kapısını ve “Hocam şunu bana okuyuver” demiş. Hoca bakmış mektup Türkçe değil, “Bu Türkçe değil Farsça, okuyamam” demiş. Adam, hocaya: “Olsun sen oku hele” demiş. Hoca: “İyi de Farsça bilmem ki” dese de adam ısrarını sürdürmüş. “Ayıp ayıp be hoca benden utanmıyorsan bari kavuğundan utan” deyince, hoca da “kavuğu adama uzatarak, marifet kavukta ise buyur sen oku demiş.”
LGBT’nin hedefi gençlik ve aile
Eşcinsel denilen ve LGBT harfleriyle tasniflenen sapkınlık, şeytanîlerin son asırda en çok yatırım yaptıkları alanların başında gelir. Kısırlaştırma projelerinin başlatıldığı 1900’lerden sonra, Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transcinsel kelimelerinin baş harflerinden oluşan LGBT teşkilatlanması başlatılır.
Bu sapkınlığın kurumsallaşma girişimini ilk başlatan, Litvanyalı Yahudi bir ailenin oğlu olan esrarkeş Harvey Bernard Milk (1930-1978)’dir. Milk, küresel baronların kendisine sağladığı büyük imkânlarla “eşcinsel hakları”nın geliştirilmesi konusunda çalışır. Eşcinsel hakları kahramanı ve ikonu ilân edilir. San Fransisko belediye başkanlığı yapan Milk, sonunda intihar eder.
Kur’an-ı Kerim, Hz Lut (a.s)’ın peygamber olarak gönderildiği kavmin bazılarında gelişen bu hâl için, “Sizden önce hiç kimsenin yapmadığı bir fuhşu mu yapıyorsunuz?” (A’râf 80 ve Ankebût 28) diyor. Bir sonraki ayette ise bu durum “azgınlık” ve “haddi aşma” olarak nitelendirilirken, onların “taş yağmuru” ile cezalandırıldığı belirtiliyor. Neml 54-55’de “hayâsızlık, edepsizlik” ve “ne yaptığını bilmeyen beyinsizlik” olarak nitelendiriliyor. Şu’ara 174’de ise bu kimselerin “iman ediciler olmadığı” haberi veriliyor.
Feminizm gibi LGBT’de de asıl hedef, gençlik ve aile. Materyalist küresel sistemin planlamacıları, toplumları iffetsizleştirmek, nüfus planlaması yapmak, tabii olanı gayritabiîleştirmek, yeni tartışma ve kavga alanları oluşturmak için çalışıyor. Transseksüelliği 2018’de ‘Hastalıkların Uluslararası Sınıflaması’ndan çıkaran Dünya Sağlık Örgütü, açıklamasında bunun bir hastalık değil, şahsi bir tercih olduğunu belirtti. Mehmet Barlas ise bir yazısında, ABD’nin çeşitli silahlarla bu sapkınlığı yaygınlaştırdığını yazdı.
Teknolojinin yetiştirdiği gençlik
Dünya tarihinin en eski suallerinden olan “Ne olacak bu gençliğin hâli” meselesi günümüzün de en şöhretli dertlerinden… Gençlik bir kıvılcım çağıdır çünkü! Deli akan, her rüzgârdan etkilenen, duracağı yeri çoğunlukla bilemeyen… Yetişkinlerin görevi yol göstermektir gençlere, nitekim çağımızda bu pek mümkün olamıyor. Eskiden nesiller arasındaki kuşak farkı 30-40 yılı bulurken, şimdilerde teknolojinin hızla gelişmesiyle 4-5 yıla inmiş durumda. Kardeşler birbirinin zamanına yabancı olurken, anne babanın uzak kalması normal kabul edilir oldu. Beraberinde getirdiği dertleri çözmek içinse henüz yeni yöntemler geliştirilmiş değil.
Büyüme çağlarında bilgisayar teknolojisiyle tanışan ‘Y kuşağı’ yerini, doğduklarında kucağında iPad ve ‘akıllı telefon’ bulan ‘Z kuşağı’na çoktan terk etti bile. “Ne olacak bu gençliğin hali” sorusunun içinde barınan umut, sitem, özlem ve öfke, yerini korkulara bırakmış durumda.
Kabul edelim genç nesil büyük bir saldırı altında. Sadece gençlik mi, yaşayan herkes. Zamane nesli, geçmiş çağlarda tahayyül edilemeyen şeylerin binlercesine aynı anda maruz kalıyor. Zor bir zamanda, zor şeylerle imtihan ediliyoruz. Kolay değil…
Biz televizyonları eleştirirken, Netflix dizilerinin yanında o bile masum kaldı. Müstehcen dizilerin yerini eşcinselliği normalleştiren, “batılı hayat” denen iblisi düzene çağıran yapımlar var artık. Saldırı her zaviyeden aynı anda yapılıyor. Biriyle mücadele etseniz, öbürünü kaçıyorsunuz. Bunlara itiraz edenler ise dışlanıyor, ötekileştiriliyor. En masum görünen oyunlar bile, gizlenmiş tuzak ve mayınlarla dolu. Anne-babaların pek çoğu ise olup bitenden bihaber!
Odasına kapanıp saatlerce oyun oynayan veya dizi izleyen gençler, netice itibariyle başka bir dünyada yaşıyorlar. Kimseyle konuşmayan, dertlerini paylaşmayan, içine kapanık, sosyal medyaya açık bir kuşak bu nesil! Bu durum hem ruhî, hem de bedenî rahatsızlıkları beraberinde getiriyor. Alkol ve uyuşturucunun, gençliğin önünde aşılması güç bir musibet olarak durduğu bahsi ise ayrı bir dert insanlığın başında! Zor zamanlardayız! Harsı ve nesli korumak için şeytanlardan daha çevik olmaya mecburuz. Çünkü her şey çığırından çıkmak üzere…
Feminizm ve Uniseks belası
Kadın hakları masalıyla kadınları iş hayatının merkezine iten feminizm, son yılların en büyük tartışma konularından biri. İslam’ın insana insan olduğu için verdiği değerleri parçalayarak erkeği kadına, kadını da erkeğe düşman etmeye çalışan şeytanîlerin asıl amacı, hak hukuk değil, aile düzenini parçalamak.
Kadın ve erkeğin farklı fitrî hasletlerini yok edip, tektipleştirme üzerine kurulu bu düzende kadına göre işleri erkeklere, erkeğe göre işleri de kadına yaptırmak istiyorlar. Kadın, iş hayatının tüm sahalarına dahil edilerek iş talebini artırarak asgari ücret veya çalışanlara ödenen ücretleri düşürmek batının gizli ajandalarından bir diğeri.
İş hayatına katılan kadınların doğurganlığının azaltılması amacıyla da nüfusları kontrol etmek isteyen seküler düzen, bir yandan da kadına yönelik tüketimi artırarak kadının kazancını da elinden gasp ediyor.
Kadın ve erkek arasında tartışmalara yol açarak da toplum huzuru bozulurken, İslam’ın anneliğe yüklediği büyük şeref de ayaklar altına alınmaya çalışılıyor. Unisex ifadesiyle ise kadın-erkek kıyafetlerinden helalarına dek her şeyi ortaklaştırarak işi iyice çığırından çıkarmayı hedefliyorlar. Hürriyet gazetesinin öncülük ettiği kadın ve erkeklere hitapta kullanılan kelimelerin de müşterekleştirilmeye çalışılması ise şeytanî düzene taşeronluk yapmaktan başka bir şey değil. Bu mevzunun da geleceğimizi hayli meşgul edeceği kesin!
En kirli ticaret: Kadınlar ve çocuklar
30 Ağustos 2018’de yapılan BM açıklamalarına göre, insan ticareti dünya çapında artışa geçti; milyonlarca kadın ve çocuk, seks kölesi, dilenci ve madenci olarak çalıştırılıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) tahminlerine göre her yıl 2 milyondan fazla insan kaçırılıyor. Asya-Pasifik bölgesinde, özellikle de Güneydoğu Asya’da insan kaçakçılığının arkasındaki en büyük etken seks ticareti. Myanmar (Burma), Kamboçya ve Filipinler’de yoksul köylerdeki kızlar şehirlere ve komşu ülkelere masaj salonları ya da karaoke barlarında çalışmaya gidiyorlar ancak buralardan Avustralya, Japonya, Güney Afrika ve ABD’ye kaçırılıp genelevlerde seks köleliğine zorlanıyorlar.
BM Çocuk Hakları Komitesi’nin raporunda, Afrika’dan kaçırılan çocukların büyük bir kısmının İngiltere genelindeki pedofillere satıldığı ve uzun yıllar seks kölesi olarak kullanıldıkları belirtiliyor. BM, çocukların ne kadara satıldığını ise açıklamaya yanaşmıyor. İngiliz medyasında yer alan haberlere göre, satıcıların çocuk başına 15 ila 150 bin dolar istedikleri dile getiriliyor. Güzel kız çocukları ile organları alınmaya müsait sağlıklı çocuklar ise daha fazla para ediyor. Uluslararası örgütlerin resmi verilerine göre, daha çok deprem bölgeleri, savaş ve iç savaş bölgeleri ile fakir ailelerin çocukları kaçırılıyor. Dünya 2019’a gün geçtikçe artan bu kirli ticaretle giriyor.
Sentetik ölüm nöbette
Allah (c.c.) Bakara 205’de “Gücü eline geçirdi mi, harsı ve nesli mahveder/ifsad eder” buyurmuştu. İşte bu da gerçekleşti. Alman Bayer şirketi çalışanları ‘eroini’ keşfettiğinde ‘heroin’ yani ‘buldum’ diye bağırmıştı. Aradan bir asır geçti ve (h)eroin artık çok pahalı. Şimdi onlarca kat ucuz ve daha etkili sentetik uyuşturucular var her yerde. Bütün bunlar, ahlaksızların elindeki insana doğrultulmuş silah olan bilim adına yapılan çalışmaların bir neticesi.
İnsanlığın geleceği olan genç nüfus, şeytanın emrindeki şer odaklarınca hedefe alınıp, uyuşturucu batağına çekilerek etkisizleştirilmek isteniyor. Uyuşturucu maddelere ulaşmanın kolaylaştığını, bağımlılık yaşının 10’lara kadar düştüğünü göz önüne alırsak, acı gerçek üzerinde daha bir ihtimamla durulması gerekir. Türkiye sentetik uyuşturucuyla ölümde Avrupa’da birinci!
Bu çocukları bağımlılığa ne hazırlıyor hiç düşündünüz mü? Bunlar gençlerin manevî olarak aç bırakılması ve ilaçların muhteviyatı ile gıda katkı maddeleri olmasınlar sakın! Meseleyi tam kavramadan üretilen çareler, derdimize derman olmayacak. O halde meseleye kökten bir çözüm gerek! Ve de sağlık ve gıda politikalarının sil baştan düzenlenmesi şart! Aksi halde sokaklardan daha çok uyuşturucudan ölmüş ya da komaya girmiş genç toplamak zorunda kalırız.