Rusya diplomasisi eskiden de böyleydi

II.Abdülhamid dönemi hariciyeci­lerinden, Salih Mü­nir Paşa ‘’Geçmiş Zamanlar’’ adlı, hatıralarını anlattığı kitabında böyle bahsediyor Ruslar’dan.

Zamanın geçmiş olmasına rağmen Rusya cephesinde değişiklik yok. Uluslararası alanda uyulması gereken kuralların, kendisi dışındaki ülkeler için geçerli olduğu zannını muhafaza ediyor. Diplomatik lisan bir yana Ortadoğu’da sınır tanımaz bir serbestlikte hareket ediyor.

Suriye’deki savaşa ilk günlerden beri taraf olan Rusya, askeri güç olarak Esed’e destek bahanesi ile uçakları ve savaş gemileri ile Suriye’de konuşlandı. Nihayet DEAŞ bahanesi ile Türkmenleri bombaladı. Yetmedi uçaklarıyla Türkiye sınırını ihlal etti. Bu esnada düşürülen uçağının bedeli olarak neredeyse bütün Türkiye’yi istiyor. Putin’in aklına Türkiye’ye yönelik hergün yeni bir yaptırım geliyor. ABD’nin 12 Eylül bahanesi ile Irak’ı işgal etmesi gibi Putin de uçağının düşürülmesini bahane ederek Türkiye’ye her türlü yaptırım için kendini haklı görüyor.

Geçmişten gü­nümüze değiş­meyen emeller

Anadolu, Boğazlar ve Avrupa’nın doğusu tarih boyunca Ruslarla Avrupa devletlerinin çekişme alanı olmuştur. Ortadoğu üzerinde Rus emelleri bugün enerji kaynakları açısından önemli olsa da kadim ticaret yolu olma hasebiyle eskiden beri ilgilerini kesmedikleri bir coğrafya olma durumunu sürdürmektedir. Rusya yakın tarihimizde Kırım’ın işgalinden Balkanlar’daki ayaklanmalara kadar Osmanlı Devleti ile dosthane olmayan tutum sergilemiştir. Hatta Rus donanmaları İstanbul önlerine kadar gelmiş, Ermenileri kışkırtarak Anadolumuzun doğusunu işgal etmişlerdir.

Çarlık diplomasisinin dikkat çeken yeteneği, istikrarlı dış politika takibiydi. Rejim değişiklikleri, gelip geçen yöneticiler Rusların geçmişten günümüze aynı emellerle ve müsait zemini bulduklarında aynı lisanla konuşmalarına engel teşkil etmediğini bize gösterdi. Sınır ihlali yapan Rus uçağının düşürülmesi akabinde gelişen Türkiye-Rusya ilişkilerindeki gerilim medyada ‘’yok artık’’ manşetini attırırken siyasetçiler için de hayret uyandırıcı bulunmaktadır. Rusya’nın yaptırım kararları ve misilleme iddiaları orantısız, beklenmedik ve şok edici olarak algılanmaktadır. Oysa bir asır evvel ünlü Türk diplomatı Salih Münir Paşa Rusların dış polikalarından bahsederken bugünkü Rusya söylemlerini tahmin edebilmişti:

‘’Çarlık diplomasisinin takdire şayan bir meziyeti de fikri takiptir. Fırsat bulunca Boğazlar hakkındaki emellerini husule getireceklerinden şüphe etmem.’’

Tarihin sayfalarında gezindiğimizde bugün şaşırtıcı bulduğumuz, Putin’in ifadelerinde yer almasa da resmi kanallarının dillendirdiği Boğazlar’a savaşı taşıma suretiyle misilleme iddiaları, yakın tarihimizde Rusya’nın en önemli gündemlerinden biriydi. Rusya, Karadeniz’den Marmara ve Ege yoluyla Akdeniz’e açılma emelinden aslında hiç vazgeçmemiştir. Kadim zamanın ticaret yolları ve bu yollara hakim olma mücadelesi bugünkü sıcak savaşların gerçekleştiği bölgelerdir. Aktörlere gelince, onlar da değişmemişlerdir. Büyük ölçüde eski ittifaklar yeniden kurulmaktadır. Ve dün Osmanlı, bügün Türkiye yine arayerde durmaktadır.

Rusya dün Ermenileri desteklediği coğrafyada bugün aynı metotlarla ve aynı emellerle Kürtleri destekliyor. Rus sefiri Nelidov II.Abdülhamid’e isyan eden Ermenilerle ilgili olarak şu tavsiyelerde bulunuyor:

‘’Askeri harekat yapıp isyana kalkışanları bir kere gayet şiddetle ezip dağıtmalısınız. Böyle yaparsanız komitalara meyyal olanlarda cüret ve cesaret kalmaz, sinerler.’’

Ruslar bu telkinleri yaparlarken Batı Avrupa devletlerinin meydana gelecek sonuçtan hoşnut olmayıp, Osmanlı’ya karşı cephe alacaklarından emindirler. Osmanlı’ya dostlukla söyledikleri bu sözleri ileride unutup Türklerin ne kadar barbar olduklarını Osmanlı’nın Batılı müttefiklerine, Ermeniler üzerinden göstereceklerdir. Maksatları Şark meselesini alevlendirmektir. Bu kargaşada Osmanlı topraklarını rahatça işgal edeceklerdir. Nitekim öyle de olmuştur.

Asırlarca bizimle kardeş gibi yaşayan ve dostça muamele gören Ermenileri isyana götüren süreç nasıl geliştiyse bugünkü Kürt hareketleri de aynı seyri izlemektedir. İngiltere ve Fransa marifetiyle kışkırtılıp, Rusya tarafından silahlandırılan Ermenilerin yerini bugün Kürt hareketleri aldı. Uçağının düşürülmesini bahane eden Rusya, aleni PYD’ye silah gönderiyor.

Yine yakın tarihimizde, Rusya’nın yayılmacı polikalarına karşı, İngiltere ve diğer Batılı devletler menfaatleri gerektirdiği kadar Osmanlı’nın yanında yer almışlardır. Rusya’nın Akdeniz’e ve Hindistan yoluna hakim olan yerlere inmesini istemediklerinden Osmanlı’yı zaman zaman ‘’dost ve müttefik’’ olarak tanımlasalar da bu durum kendi menfaatlerinden bir gıdım fazla değildi.

Dış politika muhabbet üzerine değil, menfaatlere dayalı inşaa edilir.

Geçmişte İngiltere, Fransa, Almanya konjonktürel olarak değişen durum ve zamanlarda Rusya’ya karşı Osmanlı’nın yanında yer almışlardı. Bugün Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye vizesiz dolaşım için yeşil ışık yakması, Obama’nın Türkiye lehine açıklamaları birden bire bize duydukları derin muhabbetin göstergesi olmaktan çok uzaktır. Ortadoğu’da kurulan yeni ittifaklarda Türkiye artık ortada duramayacak kadar sıkıştırılmıştır. Suriye üzerinden geliştirilen oyunda Rusya-İran ittifakı savaşın başından beri dışarda durmaya çalışan Türkiye’yi Batı ile ittifaka zorlamaktadır.

Komşularla ‘’Sıfır sorun’’ eksenine oturtulan Türk dış polikası bugün etrafında sorunsuz ülke kalmayacak şekilde adım adım savaşa sürüklenmek suretiyle iflas ettirilmiştir. Türkiye, Osmanlı coğrafyasında yabancı güçlerin mevcudiyetine rıza göstermemiştir. Kendi menfaatlerinin hilafına da olsa coğrafyanın mazlum halkları yanında yer almıştır. Bu açıdan dış politikada duygusal davrandığı söylenebilir. Bunu tarihi bir refleks olarak okumalıyız. Sınırlarla ayrılsa dahi Ortadoğu, Afrika, Balkanlar, Makedonya halkları ortak bir tarihi, ortak kaderi, acıları paylaştığımız gönlümüzde sınırları olmayan coğrafyalar ve halklardır. Batının çıkar odaklı birliktelikleriyle alakası olmayan, duygusal, din kardeşliği temelli, ümmet eksenli güçlü bağlarımız vardır. Dış politikanın işleyiş kuralları bu duygularla örtüşmemektedir.

II.Abdülhamit dış politikada fevkalade bir diplomasi ile parçalanmakta olan Osmanlı coğrafyasının daha az yara alarak 20. yy’a girmesini temin etmiştir.

‘’Memleketimizi düşmanlarımızın şerrinden korumanın çaresini arıyorum. Bitaraf olursak düşman taaruzuna uğramak korkusu kalkar. Nüfusumuz artar.Memleketimizde imar, sanayi ve ticaretimizi ilerletiriz. Moskofların açıktan açığa değil de gizliden bu maksadımıza engel olacaklarını düşünüyorum.’’ II. Abdülhamit bu düşüncelerini Salih Münir Paşa’ya bildirdiğinde kendisine bir de vazife vermişti. Rus sefiri Nelidov’a gidip bitaraflık düşüncesini sanki kendi fikriymiş gibi aktarmasını, onun tepkilerini ölçmesini istemişti. Aldığı cevap beklenmedik değildi. Padişahı şaşırtmadı. Çünkü Rusları iyi tanıyordu. Rus sefir:

‘’Padişahınızın ve devletinizin iyiliği ve ciddi dost olduğunuzdan, İstanbul’da ve Boğazlar’da ve memleketinizin başka taraflarında gözümüz olmadığından devletimin ve Çar’ın bu teklifinizi memnuniyetle kabul edeceğinden şüphem yoktur. Fakat İngilizlerin sizin hakkınızdaki niyetleri pak ve halis olmayıp gayet fasittir. Onların takibinden vazgeçmedikleri nokta Boğazlar’ı ele geçirmek, hiç olmazsa kendi kontrolleri altında bulundurmaktır. Rusya’nın askerlik ve ticaret nokta-i nazarından birinci derecede ehemmiyeti olan güney sahillerinize hakim olmaktır.’’

Oysa aradan çok bir zaman geçmeden Rusya doğu illerimizden memleketimizi işgale başlamıştır. İngiltere de Rus elçinin dediği gibi Osmanlı ülkesinde Kıbrıs da dahil olmak üzere yaygın işgal harekatına başlamıştır.

Dün dündür diye düşünenlerin yanıldıklarını bugün Ortadoğu eksenli savaşlar açıkça göstermişlerdir. İngiltere, Fransa, Rusya siyaseten yüz sene evvel neredeyseler bugün de aynı emellerde, aynı gayrette bulunmaktalar. Güçlü olanın kazandığı siyaset şekillenmesinde her ülke ancak menfaatleri gerektirdiği kadar diğerinin yanında durmaya devam etmektedir. Biz ise hiç değişmedik. Mazlumun ve ümmetin yanında saf tutmaya devam ediyoruz. Tarihin sayfalarını araladığımızda ise Putin bizi hiç şaşırtmıyor. Ecdat, Rusları tanımlarken nasıl kaba-sabalıklarının kusuruna bakmamışlarsa bugün biz de ‘’teşrifata ve adabımuaşerete aykırı hallerinin’’ kusuruna bakmıyoruz.

Benzer konular