Bir Cumhuriyet miti: 19 Mayıs

Tarihî hakikatleri kendisinden öğrendiğimiz Üstad Kadir Mısıroğlu’nun aziz hatırasına..

1930’lu yıllarda yerleştiği Mısır’da 1954’lerdeki vefatına kadar döneminin önemli isimleriyle ilmî ve fikrî mücadeleler veren Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi bu mücadeleyi sadece kelam ve felsefe mevzularıyla sınırlı tutmaz. O, mesela Mısırlı tarihçi Muhammed Abdullah Annân gibi Türkler aleyhinde asılsız şeyler yazan kişilere cevap vermesinden başka, bunun gibi benzer yanlışlara ve bu yanlışların sahiplerine de cevap vermeyi ihmal etmez. Bunlardan biri olan Mısır Vatanperverân Partisi Reisi Hâfız Ramazan Paşa’nın Sultan Vahideddin hakkındaki doğru olmayan sözlerini şâheseri olan Mevkıfu’l-akl’da çürüten Sabri Efendi, orada netice sadedinde şöyle der: “Sultan Vahideddin’in Mustafa Kemal’e itimâdı kadar dünyada ne kimse kimseye itimâd etmiş, Mustafa Kemal’in Sultan Vahideddin’e hıyaneti kadar da ne kimse kimseye hıyanet etmiştir.”

Gerçekten de öteden beri Türkiye’de kurulan Cumhuriyet rejiminin tabularından biri olan 19 Mayıs kültü, izahını kısaca tam olarak bu cümlede bulur. İşin içerisinde olması bakımından canlı bir şahit olarak aktardıkları büyük önem arz eden Sabri Efendi, Mevkıfu’l-akl’da bu meseleyle alakalı ayırdığı uzunca kısımda şunu da söylemektedir: “Sultan Vahideddin, Mustafa Kemal ile İngilizler’e oyun oynamak istedi; İngilizler de onunla ona oyun oynadılar.” Peki nasıl olmuş da Sultan Vahideddin saltanatının sonunu getiren, bir imparatorluğu ortadan kaldırarak yerine cumhuriyet rejimini kuran Mustafa Kemal’e böylesine güvenmişti? Meseleyi anlamak için biraz geriye gitmeliyiz.

93 Harbi olarak da bilinen 1877–1878 Osmanlı–Rus Savaşı’nın neden olduğu felaket kısmen toparlanabilmiş olsa da 1911 Trablusgarb, akabinde Balkan Savaşları ve sonrasında patlak veren I. Dünya Savaşı’nın etkisiyle Osmanlı Devleti oldukça sıkıntılı bir döneme girmişti. Böyle bir dönemde veliahdlığını idrâk eden Şehzâde Vahideddin’in, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Sultan Abdülhamid ve Sultan Reşad döneminde yaptığı ziyaretlere mukabelede bulunmak ve o sırada tahtta bulunan ama sağlık sorunları dolayısıyla bu seyahati gerçekleştiremeyen Sultan Reşad’ı temsilen Almanya’ya gitmesi gerekir. Ülkeyi felaketten felakete sürükleyen İttihadçı kadro hâlâ faaldir ve Şehzâde Vahideddin’in yanında bulunacak heyeti de kendisi belirler.

Talat Paşa hükümeti tarafından belirlenen bu heyet içerisindekilerden biri de Mustafa Kemal’dir. İttihadçıların devletin neredeyse bütün birimlerine dal budak salmış olduğunu bilen ve ülkeyi kurtaracak çalışmaların kesinlikle onlarsız olacağına inanan şehzâde, bu dönemde tahta oturduktan sonra çalışacak ekibin tespitine de kısmen girişir. 1909 yılındaki İttihad ve Terakkî Kongresi’ne Bingazi delegesi olarak katılan, Selanik’ten İstanbul’a gelen “Hareket Ordusu” kurmay subayları içerisinde yer alan Mustafa Kemal’in bu yolculuk esnasında Şehzâde Vahideddin’e güvenilecek biri olarak bakmıştı.

Böyle olmakla birlikte sonradan İttihadçılarla arası açıldığı düşünülen Mustafa Kemal, Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya adlı eserinde aktardığı şekliyle İttihadçılar’ın gözünde “sarhoş, fırsatçı, ahlaksız ve doyurulması mümkün olmayan harîs” biriydi. Hilâfet ve saltanata bağlılığı, Enver Paşa’ya muhalefeti dolayısıyla Şehzâde’nin iyice güvenini kazanan Mustafa Kemal için bu seyahatin hayatının kırılma noktası olduğunda şüphe yok.

4 Ocak 1918’de Sirkeci Garı’na ulaşan Şehzâde bundan kısa bir zaman sonra 3 Temmuz 1918’de şeker hastalığından vefat eden Sultan Reşad’ın yerine bir gün sonra tahta oturdu. Trenin İstanbul’a dönüşü esnasında rahatsızlanarak Almanya’nın Karlsbat şehrine tedavi için giden Mustafa Kemal haberi burada aldı ve gönderdiği telgraf ile yeni sultanı tebrik etti.

FİLİSTİN CEPHESİNDE HEZİMET

Tahta geçişini “Ben tahta değil, bir yangının kızgın külleri üzerine oturdum” cümlesiyle tavsif eden Sultan Vahideddin, gerçekten de devletin içerisinde bulunduğu çok zor bir dönemde bu vazifeyi deruhte eder. İstanbul’a gelir gelmez huzura kabul edilen Mustafa Kemal, kısa bir zaman sonra Filistin Cephesi’ndeki 7. Ordu’ya kumandan olarak tayin edilir. Mustafa Kemal’in buraya varmasından kısa bir zaman sonra yaşanılan inanılmaz bir hezimet ile 70 bin küsur esir ve yaklaşık 400 top kaybedilmesinden başka, çöken Yıldırım Ordular Cephesi devleti Mondros Mütârekenâmesi’ni imzalamaya da mecbur eder.

Mustafa Kemal’in Padişah’a çektiği telgrafta tavsiye ettiği kabinenin ateşkes antlaşmasını imzalamasıyla -ateşkes şartları içerisinde yer alan 7. madde ile- İstanbul da dâhil olmak üzere vatan toprağı bizzat işgale uğrar. Ateşkes anlaşmasını imzalayan Ahmed İzzet Paşa kabinesini istifaya zorlayan Sultan Vahideddin, bu ateşkesin imzalanmasında herhangi bir dahli olmadığı gibi tasvibi olmadığını da açıkça ortaya koyar.

O dönemde Mustafa Kemal’e itimâdı hâlâ canlı olan ve bir zaman daha böyle devam edecek olan Sultan Vahideddin aslında Mondros’a kadar gelen vetîrenin Mustafa Kemal’in askerî başarısızlığı dolayısıyla olduğunu daha sonra Mekke’de yazdığı müdafaanamesinde şöyle izah eder: “Vaziyet-i askeriyesi ile devleti böyle bir mecburiyet-i elîmeye düşürmekte cidden zîmethal bulunan Mustafa Kemal gibi…” 4 sene 4 ay gibi bir müddet tahtta kalan Sultan Vahideddin’in saltanatının en buhranlı zamanı da payitahtın işgaliyle böylece başlamış olur.

Bu döneme ait vukûâtın canlı şahidi olan Tarık Mümtaz Göztepe’nin “Vahideddin Mütâreke Gayyasında” başlıklı eseri o dönemi izah bakımından çok önemlidir. Mondros Mütârekenâmesi’nin imza edilmesiyle İttihad ve Terakkî liderleri olan Talat, Enver ve Cemal Paşa kaçmış ve devletin başına belâ ettikleri bu felakette devleti de sultanı da yalnız bırakmıştır.

Ülkeyi işgal eden düşmanlara ve ağır olacağına şüphe olmayan antlaşma şartlarına karşı Anadolu’da bir güç unsuru olarak karşı durmak da işte bu mevcut durumdan doğar. Sultan Vahideddin de etrafındakilerinin kendisini bu fikirden vazgeçirmeye çalışmalarına aldırmaksızın bu vazife için bizzat Mustafa Kemal’i seçer.

Bilindiği üzere Mustafa Kemal, Nutuk’unda Samsun’a gönderilmesini sürgün amacıyla olduğunu iddia eder. Mustafa Kemal’in Anadolu’ya göndermek için yanlış bir isim olduğunu Sultan Vahideddin’e söyleyen Mustafa Sabri Efendi, onun Nutuk’undaki bu iddiasına cevaben Mevkıfu’l-akl’ında şöyle der: “Mustafa Kemal’in nutkunda, Anadolu’ya o büyük vazife ve vâsi’ sulta ile gönderilmesini, “Maksat kendisi Halîfe ve hükûmeti, ellerinde ve emirleri altında bulunan, kuvvetten mücerred bu adamdan korkmuşlar; Anadolu’ya gönderip, kendilerini korkutmaya layık ve kadir bir mertebeye yükseltmek için, umûmî ordu kumandanlığına nasb etmişler!”

BOL PARA YOK MU SAYILDI?

Farklı yerlerde yaptığı açıklamalarla bol miktarda tenakuza düşen Mustafa Kemal, Nutuk’ta geniş bir selâhiyet ile çıktığını yazarken, zaferden sonra İzmir Sporcuları’na İstanbul’dan “beş parasız” çıktığını söyler. Hâlbuki Anadolu’ya bizzat hatt-ı hümâyun ile neredeyse padişah vekili sıfatıyla gönderilen Mustafa Kemal’in emrine tahsis edilenlerin inkâr edilmesi mümkün değildir. Bu mevzu ile alakalı kendisine verilen paranın makbuzundan otomobil talebine kadar olan vesîkalar bugün elimizdedir. Özellikle Genelkurmay Başkanlığı tarafından 1950’lerde Harp Tarihi Vesîkaları Dergisi’nde yayınlanan vesikalar 19 Mayıs’ın rejim tarafından savunulan herzelerini dağıtması bakımından kesinlikle eşsizdir.

Karadeniz’deki Pontus Çeteleri’nin terör faaliyetleri ve buradaki asayişin temin edilememesi dolayısıyla İngilizler’in bu bölgeyi işgal edeceklerini söylemesi İstanbul’a Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderilme bahanesini verir. 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne tayin edilen Mustafa Kemal görünürdeki amacıyla “Samsun ve havalisindeki asayişsizliği yerinde görüp gerekli tedbirleri almak” için sadakat hususunda Kurân-ı Kerîm’e el basarak yemin etmesinin ardından yola çıkar. Sahip olduğu selâhiyet bile Mustafa Kemal’in bu amaç için gönderilmediğini göstermeye yeter.

Zaten o da Samsun ve havalisindeki asayişle alakalı gönderdiği raporda bu amaçla alakalı gönderilmediğini o kadar belli eder ki formalite icabı gönderdiği düşünülen bu raporda her şeyi güllük gülistanlık rapor etmesinin hemen akabinde, Ünye’de Rumlar büyük bir terör faaliyeti gerçekleştirir. Tabii Mustafa Kemal’in Anadolu’ya gönderilmesine karşı çıkanlar, hatta bunda ısrar edenler olur. Mustafa Sabri Efendi bunda yalnız da değildir üstelik.

İngiliz vizesi ile İstanbul’dan çıkan, hareket edeceği esnada tutuklanacağı haberleri yayılan ama yine ilginç bir biçimde İngilizler’in bulunduğu Samsun’a çıkan, Mustafa Kemal’i tutuklayıp İstanbul’a göndermek yerine İstanbul’a baskı yapan İngilizler şüphesiz “tavşana kaç, tazıya tut” cinsinden bir oyun oynarlar. Mustafa Kemal’i geri çağırmak durumunda kalan İstanbul’un, bunu İngilizlerin baskısı dolayısıyla yaptığı o kadar açıktır ki Mustafa Kemal’in geri çağırılmasının aslında İngilizlerin isteği ile olduğu ibaresinin yer aldığı, çekilmeyen ama nüshasının elimizde olduğu telgraf vesîkası gösterir.

Bilindiği gibi bundan sonra Mustafa Kemal askerlikten istifa ederek Erzurum Kongresi’ne katılır. Tabii elindeki hatt-ı hümayûn kendisine gereken otoriteyi verir. Oldukça karışık olan ve anlaşılması için bir yazıdan çok daha fazlasına ihtiyaç duyulan bu mesele özellikle Kadir Mısıroğlu’nun Lozan Zafer Mi Hezimet Mi? adlı 3 ciltlik eserinin 1. cildinde müdellel bir şekilde izahını bulur. İngilizlerle daha İstanbul’da temas kuran Mustafa Kemal’in de aslında İstanbul’a oynanan oyunda yer aldığı, özellikle sonraki süreç hesaba katılırsa açıkça gözükür. Sabri Efendi’nin de dediği gibi: “Sultan Vahideddin Mustafa Kemal ile İngilizler’e oyun oynamak istedi; İngilizler de onunla ona oyun oynadılar”

Benzer konular