Bir “öteki” düşmanı olarak Cumhuriyet karikatürü

Mizah, doğası gereği muhaliftir; devlete karşı halkın, güçlüye karşı zayıfın, kötüye karşı iyinin tarafında yer alır. Mizahın ifade biçimlerinden biri olan karikatür de tarihi boyunca bu genel kaide üzerinde ilerledi. Ancak geçmişte de bugünkü gibi iyinin, kötünün, güçlünün, zayıfın, hatta “yok edilmesi gerekenin” ne olduğunu dayatanlar ve bu dayatmalara boyun eğenler oldu. Böyle zamanlarda yeteneklerini egemenin hizmetine sunan sınıflardan biri de karikatürcülerdi. Bir kısmı kendi istek ve rızalarıyla, bir kısmı da sürgün, hapis, dergi/gazete kapatma, kınanma, sosyal çevreden dışlanma gibi cezalarla korkutularak bu yola sürüklendi.

Günümüz mizah dergilerinin, çoğu zaman “zoraki” denebilecek bir mizaha sığınmasının ardındaki nedenleri merak etmekle başlayan araştırmam, beni Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına, karikatürün neredeyse tamamen devlet tahakkümü altında olduğu döneme götürdü. Cumhuriyet’i kuran kadroların, “eski düzen” geri gelir korkusuyla Batılılaşma hareketlerini halka bir an evvel kabul ettirme çabalarının yarattığı kaotik, baskıcı ortamın karikatürlere nasıl da incitici, hatta korkunç biçimde yansıdığını gördüm.

İslam=”Yobaz­lık” denklemi

Bugünkü anlamda bir karikatür tekniğinin henüz yaygınlaşmadığı, daha ziyade resme yakın olan bu çalışmalara bakarak, tek parti rejiminin kendisine üç büyük düşman bellediğini söyleyebiliriz. Bu düşmanların birincisi ve en büyüğü, sürekli “yobazlık, şeriat, irtica, gericilik, cincilik, üfürükçülük” gibi sıfatlarla anılan ve Batılılaşma hareketinin önündeki en büyük engel olarak görülen İslam geleneğiydi. İkinci büyük düşman, “Türk yurdunu sömüren Osmanlı bakiyesi yabancı/gayrimüslim unsurlar” olarak görülen “Osmanlı bakiyesi” Yahudiler, Ermeniler ve Rumlardı. Üçüncü düşman ise, başıboş bırakılırlarsa ülkeyi kısa zamanda böleceği düşünülen Kürtlerdi.

Cumhuriyet kadrolarının en sert şekilde, kökü kazınıncaya kadar mücadele edilmesi gerektiğine inandığı, kabaca üç sınıfa ayırdığım bu “düşmanlarla” mücadelenin en büyük hedefi dindar Müslümanlardı. Gayrimüslim azınlıklar ile Kürtler, bir şekilde baş edilebilir unsurlar olarak görülürken, Müslümanlar yüzlerce yıllık Osmanlı geleneğiyle bağı koparılmazsa Cumhuriyet’i yıkabilecek yegâne güç sayılıyordu. Tek parti rejiminin bu sebeple oluşturduğu amansız baskı, dönemin karikatüristlerini oldukça didaktik bir biçimde İslam âdetlerini kötülemeye, gelenekçi Müslümanları genç kuşağa “tahammülsüz, cahil ve zalim insanlar” olarak tanıtmaya zorladı.

Arap harfleri düşmanlığı

“O dönemde başta Akbaba ve Karagöz dergileri ile Akşam gibi gazetelerin başını çektiği bu karikatür furyasında Cumhuriyet rejimi genç, atletik, yakışıklı, sert bakışlı erkek, yahut uzun boylu, ince, güzel, Batılı tarzda giyinmiş genç kız şeklinde tasvir ediliyordu. Buna karşın Osmanlı (ve Müslümanlar) çok yaşlı, zayıf, aşırı derecede çirkin, kötü bakışlı, sarıklı ve cübbeli, elinde tespih olan, sakalı karmakarışık erkek tiplemesiyle simgeleştiril­di. Ayrıca Arap harfleri de bu geleneğin en önemli unsurlarından biri olarak yoğun biçimde aşağıla­nıyor, Arap alfabesiyle yazılmış kitaplar ile evle­rin girişlerine/duvarlarına asılan “Maşallah, Edep Ya Hû, Ah Mine-l Aşk” yazılı levhalarla alay ediliyordu.

Ramazan ayında açı­lan mahyalar ile Arapça ezan da karikatüristler tarafından sıklıkla alay konusu edilerek aşağıla­nan İslami unsurlardan diğer ikisiydi. Karagöz dergisinde yer alan bir karikatürde, Beyazıt’tan Galata Kulesi’ne çekilmiş dev bir mahyanın üze­rinde şöyle yazıyordu: “İstanbul, Beyoğlu gibi medeni olmaya çalışma­lıdır”. Uzun yıllar zorla Türkçe okutulduktan sonra Arapça okunması serbest bırakılan ezanla ilgili bir başka karikatür­de ise iki kişi arasında şu diyalog geçiyordu: “-Yahu bunun Türkçesi yok mu? -Var, Türkçesi yobazlık.”

Çok partili rejime geçiş

Karikatürlerini tek parti rejiminin tahakkü­mü doğrultusunda çizen bu karikatüristlerden ayrı olarak, başta Refik Halid Karay ve Sabahattin Ali gibi önemli edebiyatçı­ların çıkardıkları olmak üzere, kimi dergilerde tek parti rejimine karşı sert bir muhalif söylem geliştirildi. Ne var ki bu isimler dergi kapatmalarla, sürgünle ve hapisle cezalandırılarak susturuldu. Devrin en parlak edebiyatçılarından Sabahattin Ali, yurtdışına kaçmak isterken “faili meçhul” bir cinayete kur­ban gitti.

Her şeye karşın, o dö­nemde burada anılan tipte karikatürleri çizen isimleri bugünün penceresinden bakarak yargılamak çok doğru olmaz. Basının  devlet tarafından en sert yasalarla kontrol altında tutulduğu, muhaliflerin “resmî” bir ölümün nefesi­ni ensesinde hissettiği bir ortam mevzubahisti. Bun­dan dolayıdır ki tek parti döneminin propaganda aracı olan en önemli dergiler, Demokrat Parti ile birlikte çok partili rejime geçilir geçilmez bir anda saf değiştirerek CHP’yi yerden yere vurmaya başladılar.

Değişen bir şey yok

Yalnızca karikatür üzerinden yakın tarih okuması yapmak doğru bir yöntem değil elbette. Ancak toplumsal hafıza, hatıratlar, tanıklıklar ve belgeleri de göz önünden bulundurarak bugünden geriye doğru baktığımızda, Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının sırf Osmanlı ve İslam mirasını tarihe gömmek için zalimliğe varacak sertlikte politika­lar yürüttüğü net biçimde görülüyor.

Bir medeniyetin geçmişiyle bağını kopar­mayı amaçlayan ve bunu ciddi ölçüde başaran bu politikaların, tıpkı burada paylaştığımız karikatürler gibi tarihin sayfalarına gö­mülmüş olmasını dilerdik. Fakat kalemlerini -bilerek ya da bilmeyerek- “farklı” egemenlerin amaçla­rına hizmet etmek için kullanan çizerler bugün de mevcut. Ama ne yazık ki bugün de karikatürü salt bir eğlence anlayışından, yahut hakikati mizah diliyle aktarma niyetin­den saparak insanlarla, inançlarla, kültürle alay eden; “mizahın tabusu olmaz” diye uydurulmuş bir motto ile acımasızlığı­na kılıf uyduran çizerler mevcut. Türkiye’de de, dünyada da…

 

Benzer konular