Türk Sineması Araştırmaları, koleksiyoncuların arşivlerinde, sahafların raflarında kalan sinema külliyatını gün yüzüne çıkaran bir proje. 2013 yılında yazılı, görsel, işitsel materyallerin bulunması ve düzenlenmesi için oluşturulan veri tabanı, şimdiye kadar yapılan en kapsamlı çalışma.
Bilim ve Sanat Vakfı çatısı altında şekillenen çalışma sayesinde 6 bin afiş, 20 bin fotoğraf, 4 bin 200 film, 750 kitap, 150 süreli yayına ait 5 bin sayı fiziksel ve dijital ortamda arşivlendi.
Bu sayede ulaşılan bilgiler, bilinmeyenlere de kapı açıyor.
Sarıkamış için çekilen telgraf
Arşivin ulaştığı belgeler arasında 1915 tarihli bir telgraf var. Şifreli yazılmış telgraf Komutan Hafız Hakkı Paşa imzasını taşıyor. Kışın en soğuk ve can sıkıcı günlerinde gönderilmiş. Askerlerin moralsiz olduğu, hastaların giderek güçten düştüğü zamanda bir imdat çağrısı niteliği taşıyor.
Günlüğüne “Allahüekber Dağları’nda on binlerce şehide mezar olan metrelerce kar, bitmek bilmeyen ve canlar alan tipi ve Mehmetçiği âniden bastıran uykunun ardından ölüme götüren uğursuz ayazlara uzanan zor ve kahredici bir bozgunun yaşandığı bölge” diye not düşen Hafız Hakkı Paşa’nın komuta ettiği askerlerin moral bozukluğuna şahitlik ettiği günler.
Kendi de 1915 Şubat’ında tifüs salgınında vefat eden Paşa, İstanbul’a “ordunun gözetiminde bir sinematograf gönderip gönderemeyeceğini” soruyor. Cevap olumsuz. İkinci telgrafta, bu kez kışın can sıkıcı günlerinin çabuk geçmesi, hastaların eğlenebilmesi için iki sinema kumpanyası talebi var. Erzurum Valiliği aracılığıyla İç İşleri Bakanlığı’na gönderilen not, savaşın şiddetle yaşandığı bir bölgede, onlarca ihtiyaç arasına sıkıştırılmış.
Telgrafa cevap gelmeden askerin durumu ağırlaşıyor, bozgun başlıyor. Bu talepten geride Hafız Hakkı Paşa’nın iki satırlık notu kalmış:
“Düşman böyle bir havada taarruz etmeyeceğine kanîim. Bu sebepten askeri mevzileri yakındaki köylere çektirip bolca istirahat ettiriniz. En ziyade buna ihtiyaçları vardır.”
9 Kanûn-i sâni 1330 tarihli telgraf, 20 kelimeden oluşuyor, Dersaadet Telgrafhanesi Mektubi Kalemi’ne ulaştırılmış, “getirene bahşiş verilmeyecektir” şerhi düşülmüş. Orijinali de şöyle:
“Evvelce ordunun müsaade ve nezareti tahtındaolmak üzere bir sinematograf gönderilip gönderilmeyeceği sorulmuş ve ordudan adem-i muvafakat cevabı verilmiş idi. Şimdi Hafız Hakkı Paşa Hazretlerinden alınan telgrafta askerin kışın can sıkıcı günlerini çabuk geçirmek bi’l-hassa hastaları eğlendirmek için gitmek olup masârifi orduya ait olmak üzere iki sine kumpanyasının gönderilmesini zat-ı sâmîlerine yazmaklığımı iş‘âr ediyorlar efendim.
Erzurum Valisi Tahsin”
Sinemada Türkçe olmaz mı?
Osmanlı’da sinema, tartışmaları beraberinde getirir. 15 Şubat 1914’te Aydın Valisi Rahmi Bey tarafından yazılan şifre, aslında İzmir’de ve İstanbul’da yaşanan olayların kısa bir özeti.
Talebeler tarafından akşamları sinemada gerçekleştirilen gösterilerin talebi, gösterim esnasında yazıların Türkçe yazılmasıdır. Islık çalarak seyre mani olan talebelerin eyleminin kesilmemesi üzerine, sinemacıların müracaatıyla bir komisyon kurulur.
Ancak onca vakit geçmesine rağmen hâlâ hiçbir şey yapılmadığını gören talebeler ve destekçileri yine aynı tavrı devam ettirir. Talepleri tektir: “Türkçe yazı görmek isteriz.”
Fransız Konsolosu, bu talebi “Zırhlıdan asker çıkaracağı” tehdidiyle karşılar. Türk Ocağı’nın İzmir Şubesi gençlere destek verir, Türkçe kullanılmayan İzmir sinemalarının uyarılması, ıslık ve düdüklerle gürültü yapılması, kentteki Rumca ve Fransızca levhaların değiştirilip Türkçe levhalar konulması için bir komite oluşturulur.
Tartışmalar savaşın sonuna kadar sürer.
Milli hassasiyetler sinemada gözetiliyor mu?
Milli, manevi hassasiyet tartışmaları da dikkat çeken konuların başında. Arşivin ilginç belgeleri arasında milli hassasiyetlerin gözetilmesini isteyen Erzurum tüccarları ve Trabzon Müftülüğü’nün talebi de var. 3 Haziran 1923’te Ramazan’ın yirmi beşinci gecesinde sinemalarda gösterilen Yusuf (as) kıssası bu tepkiye neden olmuş. Bu taleple kaleme alınan dilekçede “İçinde bulunulan çağda, her türlü ilerlemenin ve milletin seviyesini yükseltecek sanayi ve bilimlerin gelişmesine katkı sağlayacak örneklerin çoğaltılması gerekirken, saygı ve tazimde kusur edilmemesi, mukaddes peygamberler hakkında yalan yanlış tasvirlerle halkı eğlendirmenin rahatsız ediciliği vurgulanıyor” denir.
Benzer bir başka örnek 17 Nisan 1924’te yaşanır. Milli Sinema’da Anadolu Temsil Yurdu tarafından gerçekleştirilen temsil ilmiye sınıfını tahkir etmesi nedeniyle tepki çeker. Temsil hakkında “halk arasında anlaşmazlıklara yol açabileceği” gerekçesiyle kanuni tedbir alınır.
Cumhuriyetin ilanından sonra sinemanın gündeme getirdiği yeni sorun, Batı’dan gelen filmlerdeki Türk imajıdır. Binbir Gece Masalları’yla özdeşleştirilen gizemli İstanbul’un artık kalmadığı, modern tiplerin Türkiye’de ön plana çıktığı vurgusu sıklıkla yapılır.
60’lı yıllarda Halit Refiğ, Metin Erksan ve Yücel Çakmaklı tarafından Milli Türk Talebe Birliği Sinema Kulübü’nde ortaya atılan sorular bu ciddi sorunun üzerine düşünür:
“Türk Sinemasının fikri bakımdan karakteri nedir? Bu nerelerden çıkarılabilir? Türk sanatlarından ne gibi geleneksel unsurlar sinemaya intikal etmiştir? Türk sanatlarının ne gibi geleneksel unsurlarından sinemada istifade edilebilir ve bununla sinemamıza bir milli karakter kazandırabilir? Bizim insanımızı meydana getiren, millî karakterimizi teşekkül ettiren özellikler nelerdir? Bizim insanımızdaki özellikleri meydana getiren, gerek tarihsel şartlar, gerek sosyal şartlar nelerdir? Türk insanını, belli noktalarda diğer toplumların insanlarından farklı şekilde düşünmeye, farklı şekilde hissetmeye ve davranmaya götüren farklılıklar nelerdir?”
Kârie ve kâriilerimize bir sual…
Arşivde sinema kültürünün oluşumuna dair ipuçları da var. 1921’de Yarın dergisinde yapılan anket buna örnek. “Kârie ve Kâriilerimize Bir Suâl” başlığıyla üç soru soruluyor: “En beğendiğiniz aktris kimdir?; Tercih ettiğiniz aktör hangisidir?; İnkılâptan beri temsil edilen piyeslerden hangisini tercih ediyorsunuz?” Sorulara verilen cevapların ödülü, dergi aboneliği. En beğenilen aktris Eliza Binemeciyan Hanım, aktör Raşit Rızave Ertuğrul Muhsin Bey, tercih edilen piyes de Reşat Nuri Bey’in “Eski Rüya”sı oluyor. Birinciliği Hamidiye Kruvazörü Güverte Deniz Talebesinden Muhlis Fehmi Bey, ikinciliği Koca Mustafa Paşa’da Duhaniye Sokağı’nda Necmiye Hanım ve üçüncülüğü Darüşşafaka’dan Nahit Naili Bey kazanmış.