Deliler’in ardından ‘deli’ filmler gelecek

Deliler filminin doğru maden damarını bulduğu, seyircinin nabzını yakalamakta zorlanmadığı aşikar. Teknik açıdan Hollywood standartları çoktan yakalanmış. Özgün sahne ve planlar eşliğinde konuyu senaryolaştırma, diyalog yazımı ve kurgu oluşturmaya da dikkat edilirse, giderek daha iyi çalışmalar görebiliriz. Deliler’i gerçekten ‘deli’ filmler izleyebilir.

“Onlar zulmü yeryüzünden silmeye and içtiler
Onlar Ali’nin Zulfikar’ı Ömer’in adaleti oldular
Onlar kendi acılarını yüreklerine gömüp
Ölümü zırh diye üzerlerine giydiler
Onlar başkaları ölmesin diye öldüler
Onlar yalnız yürüyüp karanlığı pusatlarıyla aydınlattılar”

Onlar kim mi? Onlar deliler! “Deliler; Fatih’in Fermanı” filmi bu cümlelerle tarif ediyor esas kahramanlarını. Osmanlı fütuhatının akıncı unsurlarından Deliler, farklı bir askeri yapılanmaya sahip bir birim. Deli olup olmadıkları belli değil ancak, kafalarındaki tahtaların sayısı konusunda şüpheler var.

KADERDE NE VARSA O GELİR BAŞA

Bu bölükteki Türkler ve Balkan halkları arasında en iri kıyım olanlarından seçilip olağanüstü bir eğitimden geçerek “Delu” oluyorlar. Osmanlı ordusunun, özellikle Balkan fetihlerinde ön kısmında savaşarak, orduya kılavuzluk ediyorlar. Giyimleri ve tarzları ile cümle düşmanın kalbine korku salıyorlar. Saçlarını ve sakallarını uzatıyorlar, aslan, kaplan, sırtlan, ayı gibi yırtıcı hayvanların postlarını giyip, kuşların kanatlarından yaptıkları aksesuarları takıyorlar. Pusatları filmde de sık sık vurgulandığı gibi kılıç, mızrak, ok, bozdoğan gibi kolay ve hızlı kullanabilen silahlar. “Kaderde ne varsa o gelir başa” bayraklarında yer alan düsturları. Fiziki yapıları o denli kuvvetli ki elleriyle adam öldürebiliyor, at devirebiliyor, gavurun çelik miğferlerine Osmanlı şamarı aşk edip iz bırakabiliyorlar.

SİNEMA OSMANLI’YI KEŞFETTİ

Tarihi olaylar ve şahsiyetler sinema dünyasının en sevdiği konuların başında geliyor. Zaten çoğu insanın az çok bildiği olayları ve hayran oldukları yahut nefret ettikleri kahramanları farklı hikayelerle işlemek, izleyiciyi yakalamak açısından avantaj sağlıyor. Dünyada bu tür hikayeler üzerinden anlatılan birçok iyi “epik” sinema örneği bulunuyor. Deliler, filmin ifadesiyle “Delular” da bu kaynaktan besleniyorlar. Öyle ki, 1960’lı ve 70’li yıllarda bir furya halinde çekilen Malkoçoğulları ve Kara Murat’lardan sonra son yıllardaki dönem dizilerine kadar neredeyse unutulan tarihi hikâyeciliğimiz yeniden hayat bulmuş gibi görünüyor.
Dünyanın kadim medeniyetlerinden biri olan ve köklü geçmişi bin yılı aşan Türk tarihi sinema sanatının aradığı doneleri fazlasıyla bünyesinde barındırıyor. Osmanlı İmparatorluğu da onlarca milletin bir araya gelerek oluşturduğu farklı toplum yapıları ile sinemanın işleyeceği malzemeyi ona sağlamakta oldukça velud alanlardan biri. Bu bereketin keşfedilmeye başlanması ve sinemaya uyarlanarak evrensel bir dile taşınması hepimiz adına oldukça sevindirici. Deliler bu yanıyla Türk izleyicisine kendi kaynaklarından beslenen, yerli bir grup “kahraman” sunuyor. Bu farklı, güçlü ve ilginç karakterlerin yanı sıra filmde adı geçen iki önemli isim daha var. Bunlardan ilki bizim açımızdan Peygamberin lütfuna mazhar olmuş bir padişah, Fatih Sultan Mehmet, diğeri tüm dünyanın “kötülükte bir marka, Kont Dracula” olarak tanıdığı ve üzerine onlarca film yapılmış, tarihin en merak edilen şahsiyetlerinden biri, nam-ı diğer Kazıklı Voyvoda. Dolayısıyla tüm bu şahsiyetleri 120 dakika içinde bir film çatısı altında buluşturan film, seyircinin teveccühünü en baştan yakalıyor.

ORDUNUN ‘DERVİŞ’ YÖNÜNÜ AKTARIYOR

Filmin asıl orijinal yanı ise Osmanlı tebaası altında yaşayan ve savaşan farklı grupların, farklı meşrep ve inanışlarını ilk kez beyaz perdeye taşıyor olması. Daha önceleri içinde yeniçeri barındıran çok film çekildi ama yeniçerilerin Bektaşi tarikatıyla olan bağlarını gösterene pek rastlanmadı. Ya at üstünde yalın kılıç, bağrı açık bir Osmanlı yiğidi tasvir edildi, ya başında sarığı, sırtında cübbesi, elinde tesbihiyle bir gönül ereni. İkisini buluşturan karakterlerin hikayelerini anlatmak kimsenin aklına gelmedi. Bu anlamda “Deliler” Osmanlı ordusunun “derviş” yanını da seyirciyle buluşturdu. Tıpkı Deliler gibi Kalenderiler, Bektaşiler, Cavlakiler, Mevleviler de Türk devletleri için savaşan askerlerin bir kısmının bağlı olduğu diğer tarikatlar. Herkes kendi meşrebince bir arada yaşayıp aynı devlete silahıyla hizmet ediyor. Sınırlar, mecburiyetler, benim yaptığım doğru, benim inancım sağlam, böyle olacaksın zorlamalarından azade, genel geçer günümüz ezberlerinin ve toplumsal kalıplarının aksine… Bu anlamda günümüz insanı için oldukça ufuk açıcılar. Bununla beraber bu mistisizmin filmdeki işleniş biçiminin sahihliği tartışılır. Şamanizmden fazlasıyla etkilenmiş ama adı İslam olan bir garip ritüeller dizisi söz konusu. Pagan simgeler, büyücüler, hayvanlar, boyalar, fantastik dozu ayarlanamamış ve ne olduğu belli olmayan bir duruma evrilmiş gibi görünüyor.
Tarihi filmlerin en büyük handikapı burada ortaya çıkıyor. Anlatılan hikayenin gerçekliğine müdahale edildiği hissine kapılan seyirci handikapı bu… Olaylar ya da karakterler bilinen tarihi bilgilere aykırı bir biçimde kurgulandığında seyircinin filmden kopması kolaylaşıyor ve sorgulama süreci başlıyor. Hikaye bu sorgulama sürecinin sonunda seyirciyi tatmin de edebilir, tamamen havada da bırakabilir. Burada vurgulanan sıkıntı, tarihi olayların birebir belgesel mantığında aktarılması arzusu değildir. O zaten farklı bir isimle adlandırılıyor ve adına da “film” denmiyor. Dökü-drama (docudrama) denilen bu tür, tarihi olayları aslına uygun bir biçimde hikayeleştirerek drama kalıplarında aktarımını sağlıyor. Filmler ise içinde “fiction” yani “kurgu” barındıran yapımlar. Birebir gerçeklik beklenemez ama seyirciyi koparmamak için de “kurmaca”yı abartmamak gerekiyor.

EN BÜYÜK MEYDAN OKUMA KLİŞEYLE BAŞA ÇIKMAK

Bu abartmama hali filmin mesajı söz konusu olduğunda da geçerli… İster tüm dünyada Hollywood başta olmak üzere tüm film endüstrilerince bir amaca matuf şekilde propaganda, PR, algı yönetimi, güç gösterisi vs gibi nedenlerle çekilsin, ister sadece “gişe” için çekilsin her filmin mutlaka bir amacı bulunuyor. Bu amaç para kazanmak da olabilir, kendi mesajını milyonlara yaymak da… Kimi bunu kör göz parmak ilişkisi eşliğinde seyircinin gözüne sokarak yapar, filmi araçsallaştırır; kimi de ustalıkla yapar, “sinema”nın hakkını amaca yedirmez. Ortaya 7. sanatın zevkli bir örneği çıkar. Ama mesaj da yerini çoktan bulmuştur. Hemen her sene Akademi ödüllerinden birini almadan geçmeyen “Holokost” filmleri buna en güzel örnektir. Bu ödüller siyasi emellere hizmet edip “kabak tadı” verse de dedirtse holokost filmleri seyircinin bir filmden beklediği hatasız, teknik bir formüle sahiptir. Amaç, holokost ya da diğer adıyla Yahudi soykırımının boyutlarını tüm dünyaya tekrar tekrar hatırlatmak da olsa, bu mağduriyet üzerine kurulmuş kendi zulümlerinin üstünün örtülmesi de olsa, mağduriyetin ranta çevrilmesi de olsa ortaya çıkan eserin sinema sanatının incelikleri açısından özenle örülmesi en büyük başarısıdır. Her görüşten insana o mesajı en kolay ve direkt ulaştırmanın yolu budur. Senaryo boşlukları, kurgu hataları, diyalogların sakilliği, oyunculuk becerisi, abartılı efekt ve müzik kullanımı, prodüksiyon acemiliği bir filmi hem seyirci açısından hem de “iyi film” iddiası açısından zorlayan hatalardır. Ödül alan holokost filmlerinin çoğu incelendiğinde bu kıstasları başarıyla geçtiği görülür.
Holokost filmlerinin matematiğine baktığımızda en büyük problemin “klişe”yle başa çıkmak olduğu söylenebilir. Kurgusu kusursuz da olsa, benzer hikayeler bir müddet sonra seyircinin hafızasında bilindik kareler, imajlar oluşturur. Seyirciyi bu ezberden kurtarmak kolay değildir. Klişe, eğer sarakaya alınmıyorsa bir filmin ölümcül marazlarından biri olabilir. Başka bir ifadeyle, her ne olursa olsun aslında “kendini hissettiren organ hastadır.”

MESAJ FAZLA GÖRÜNÜR

Deliler filmi de hedefleri düşünüldüğünde holokost filmleri gibi değerlendirilebilir ve bu açıdan bakıldığında Deliler, mesajın fazlasıyla “görülür” olduğu bir film. Mesaj görülür olduğunda sorgulanır hale gelmesi de kaçınılmaz. Seyirci açıkça verilen mesajı reddetme hakkına sahiptir. Bunun yaşanmaması için özellikle diyalogların özenle oluşturulması gerekir. Uzun tiradlar, sloganik cümleler ve klişeler arasına mesajı yedirmek pek mümkün olmaz. Hal böyleyken hikayenin derinleşmesi de beklenemez. Ancak sorun Deliler’e has bir sorun değil. Genel olarak Türk sinemasının en büyük sorunlarının başında doğal, samimi ve mesajın göze sokulmadığı diyalog yazılamaması ile hatasız bir mantıksal kurguyla senaryo oluşturulamaması ve hikayenin derinleşememesi gelir. Deliler’in doğru maden damarını bulduğu, konuyla özdeşlik kurabilecek potansiyeli olan seyircinin nabzını yakalamakta zorlanmadığı aşikar. Hele de bu alanda başarısız olan, kendi değerlerini yererek bir yerlere varmaya çalışan daha önceki bazı yapımların aksine, doğru yerde, tam da kazması gereken noktada duruyor. Bu, türün bir geçmişinin olması, bir hareket noktası ile seyirciye ulaşmayı kolaylaştıracak referanslar sağlaması açısından destekleyici bir faktör. Ancak bu durum klişeye yuvarlanmayı kolaylaştırması bakımından da köstekleyici olabilir. Denizi geçip derede boğulmamaya dikkat edilirse, giderek daha iyi çalışmaları görebilmek hususunda ümitsiz olmayı gerektirecek bir sebep yok. Deliler’i gerçekten “deli” filmler izleyebilir.

HOLLYWOOD STANDARTLARI YAKALANMIŞ

Son kertede filme bakınca, gelinen nokta gösteriyor ki, teknik açıdan gerek teknoloji kullanımı olsun gerek teknolojinin sahnelere gerçekçi uygulaması olsun Hollywood standartları çoktan yakalanmış. Mekan seçimi ve kullanımı, çekimlerin yapıldığı Aksaray’ın yakında yoğun bir ziyaretçi akını yaşayacağını, instagramın en çok kullanılan hashtaglarından birinin Aksaray olacağını gösteriyor. Oyunculukların tekrar elden geçirilmesinde, salt iyi ve kötülerin, ağzı yırtılarak kahkaha atanların ve elleriyle kavradığı butu büyük bir iştahla ısırarak parçalayanların artık Malkoçoğlu döneminde kaldığının hatırlanmasında fayda var. Sanat yönetimi noktasında ise her detay incelikle düşünülmüş. Filme büyük emek verilmiş. Darısıysa bundan sonra özgün sahne ve planlar eşliğinde konuyu senaryolaştırma, diyalog yazımı ve kurgu oluşturmanın da başına. Herkes ersin muradına, biz de çıkalım kerevetine…

Benzer konular