Bitiremezsiniz! Siz şehid ettikçe, biz çoğalırız

Batının bu kahrolası demokrasisi ile içinde demokrasi ve insan hakları geçen cümlelerin Müslümanlar açısından hiçbir ehemmiyeti yok. İnsanı insanlığından utandırıyor… İnsan hakları, hak, hukuk gibi zamanımızın mânâsız ve hatta insanlık için zulüm maskesi olarak kullanılan cümlelerin faillerinin bu zulme sessizliğinden ziyade son firavuna iltifat etmeleri, destek vermeleri, alkışlamaları ve hatta beslemeleri…

 

Bazı haberler vardır ya yıkar, kahreder insanı. Geçen hafta birini daha yaşadık.

Bu fakiri ilk yıkan ölüm haberi, İmam Hatip Lisesi’nde okurken aldığım Üstad Necip Fazıl’ın ahirete irtihal haberiydi. Ardından Cahit Zarifoğlu, Ziya-ül Hak, Turgut Özal, Cevher Dudayev, Mahmud Esad Coşan, Ahmed Şah Mesud, Aliya İzzetbegoviç, Şeyh Ahmet Yasin, Abdülaziz Rantisi, Aslan Mashadov, Şamil Basayev, Burhaneddin Rabbani, Necmeddin Erbakan, Gulam Azam ve arkadaşları, Cemal Kaşıkçı, Kadir Mısıroğlu… Son olarak ise Muhammed Mursi!

Elbette ölmek için doğduk ve bunun bir sırası da yok.

Ancak bazı ölümler genç oluşu, suikast olması, kaybedilince yerinin doldurulamaması, üzerinizdeki emeği, ümmet için ehemmiyeti, zulme maruz bırakılarak ve işkence ile katledilmesi gibi durumlar nedeniyle sarsar insanı ve yüreğinin kan ağlamasına yol açar.

Belki de acıların en ağırı evlat acısıdır. Acıların her nev’ine mâruz kalmış olan Rasülullah (s.a.v.)’in altı evladı kendisinden önce Hakk’a yürümüştü. İşte bunun için “Göz yaşarır, kalp mahzun olur, merhamet etmeyene merhamet olunmaz” buyurarak gözlerinden damlalar sâdır olmuştu Allah Rasülü (a.s.)’ın…

BATININ KAHROLASI DEMOKRASİSİ

Hakk’a yolcu ettiğimiz Muhammed Mursi hakkında cümleler şöyle başlıyor: “Mısır’ın demokratik olarak seçilmiş tek ve ilk sivil cumhurbaşkanı…” Batının bu kahrolası demokrasisi ile içinde demokrasi ve insan hakları geçen cümlelerin Müslümanlar açısından hiçbir ehemmiyeti yok.

Önemli olan şey; Mursi’nin tek kişilik bir hücrede, yatak ve örtü bile verilmeden betonda 6 yıl yapayalnız işkenceye mâruz bırakılması.

Önemli olan şey; zevcesi ve evlatları ile görüştürülmeden, bir yırtıcı hayvana bile reva görülmeyecek şekilde kafes içinde sözde muhakeme edilmesi.

Önemli olan şey; hâkim kılıklı firavun çocuklarının alçakça ifadeleri.

Hastalıklarına müdahâle edilmemesi, ilaçlarının verilmemesi gibi sayılamayacak ve düşmana bile yapılması kabul edilemez zulümlere maruz kalması ve 2 milyar Müslüman ve 7 milyar insanın çare için elinden hiçbir şeyin gelmemesi kahrediyor insanı.

İnsanı insanlığından utandırıyor…

İnsan hakları, hak, hukuk gibi zamanımızın mânâsız ve hatta insanlık için zulüm maskesi olarak kullanılan cümlelerin faillerinin bu zulme sessizliğinden ziyade son firavuna iltifat etmeleri, destek vermeleri, alkışlamaları ve hatta beslemeleri…

RECΑ HÂDİSESİ VE HUBEYB (R.A.)’IN SELAMI

Benî Lihyân kabilesinden Hâlid b. Süfyân, Medine’ye saldırı hazırlığı başlatır. Bundan haberdar olan Rasülullah (a.s.) , tehlikeyi bertaraf etmesi için Abdullah b. Üneys el-Cühenî (r.a.)’yi görevlendirir. Sahabe-i Kiram, düşmanı bertaraf eder.

Bunun üzerine Benî Lihyân kabilesi, Adel ve el-Kâre kabilelerinden yardım ister. Bu iki kabileden bazıları Müslüman olmuş gibi davranarak, Rasülullah (a.s.)’a müracaat ederler ve “Ey Allah’ın Resulü! Ashabından bazılarını gönder de bize İslam’ı öğretsinler” derler. Efendimiz (a.s.), Âsım İbnu Sâbit (r.a.) başkanlığında bir heyeti yola çıkarır.

Sahabe heyeti, Mekke’ye yakın Recî‘ suyu yanında konakladığında Adel ve el-Kâre ile Lihyânoğulları’ndan 100 kişilik bir birlik tarafından kuşatılırlar. Mersed, Âsım, Hâlid ve Muattib (r.anhüm) şehid olunca; Hubeyb, Zeyd ve Abdullah öldürülmeyeceklerine dair söz almaları üzerine teslim olurlar. Mekke’ye götürülmek üzere yola çıkarılan bu üç sahâbîden Abdullah (r.a.) yolda şehid edilir. Hubeyb ile Zeyd, Mekke’ye götürülüp Bedir’de öldürülen yakınlarının intikamını almak isteyen Mekkelilere satılır. Hubeyb ile Zeyd kendilerine yapılan baskılara rağmen İslâm’dan dönmeyi reddederler.

İslam Tarihine ‘Recî‘ Vak‘ası’ olarak geçen hâdisede Zeyd (r.a.)’i, düşmanı bir müşriğe satarlar, o da Zeyd (r.a.)’i Bedir’de öldürülen iki oğluna bedel olarak şehid eder.

Hubeyb (r.a.) ise, Bedir Harbinde öldürdüğü el-Hâris’in ailesinden Beni’l-Hâris İbn-i Âmir İbn-i Nevfel’e satılır.

Yanlarında esir olarak kalır. el-Hâris’in kızlarından biri, “Ben, Hubeyb’ten daha hayırlı bir esir görmedim. Bir gün onun, salkımdan üzüm yediğini gördüm. Hâlbuki o sırada Mekke’de hiçbir meyve yoktu. Üstelik demir zincirlerle bağlı idi. Demek ki o, Allah’ın Hubeyb’e lütfettiği bir rızıktı.”

Benzer konular