Her yazısının Türkiye Yahudi cemaatinde alengirli işler içine girenleri hop oturup hop kaldırdığını yakından biliyorum. Mesela o cemaatin bir kesimi yahoo’da “débarcadère” diye bir grup kurmuş, ileri geri yazıyorlar. Ama grupları “kamuya açık”, bilmiyorlar. Şevket bey bir gün sadece “Debarkader diye bir grup kurmuşlar” diye bir yan cümle kuruyor, grup üyeleri allak bullak. Ortada artık grup falan yok!
İki yaşlı kız kardeş, çocukluklarının geçtiği eski eve aradan yıllar geçtikten sonra birlikte giderler. O günkü sakinlerinden izin alıp evlerini ziyaret etmek isterler. Kapılarda, pervazlarda, pencere kenarlarında yaşlı parmaklar eski izleri, eski hatıraları arar bir müddet. İki kardeş, geçmiş günlerin ve kaybettiklerinin hüznüyle birbirlerine sarılıp oracıkta gözyaşlarına boğulurlar. O yaşlı hanımlardan biri Şevket Eygi beyin annesi merhume Seher hanımdır. Şevket bey de annesine çekmiş olsa gerek ki, hatıralarına ve her köşesinde yaşanmışlıklar saklayan eşyalara çok kıymet verirdi. Zaten insanı insan yapan da zamana, mekâna, her türlü canlıya ve eşyaya verdiği değer değil midir?
Annesi Seher hanımla birlikte Haseki’de oturdukları dönemde eşimin ailesinin komşusu oldukları için evimizde Eygi ailesinin ayrı bir yeri ve sürekli anlatılan hikâyeleri vardır. Tam bir Osmanlı hanımefendisi olan merhume Seher hanımın eşim için önemli bir rol model olduğunu söyleyebilirim. Gerçek Hayat’ı ve Kemal Özer bey kardeşimizi tebrik ediyorum. Bu çalışma, daha sonra hazırlanacak kapsamlı bir eserin dibâcesi olur inşallah. (Yayın evlerinin “tek başına bir ümmet olan” abide şahsiyetlerimizle ilgili böyle bir projeyi gerçekleştirme yönünde maddi imkânının olamayacağı açık. Demek ki iş yine belediyelere ve hükümete düşüyor.)
Şevket beyle münasebetimizin özünü Sabataycılık, Pakradunilik konuları başta olmak üzere Kripto gayri Müslim cemaatleriyle ilgili araştırmalar oluşturuyordu. Bu cemaatlerden bazılarını toplum biliyor, bazılarını ise henüz duymuş değil. 10 Şubat 1998’de Şevket Bey ve Ilgaz Zorlu ile birlikte Sabataycılık konusunu Türkiye TV’lerinde ilk kez biz konuşmuştuk. (Kanal 7, Süleyman Çobanoğlu, Bu Ülke) Onunla birlikte çıktığımız ikinci TV programı yine Kanal 7’de yine Çobanoğlu’nun sunuculuğunda hayatının anlatıldığı özel yayındı.
Cemaatinin kendisini 16 dava ile bunalttığı dönemde, Ilgaz Zorlu’ya, “Senin yaptığın iğneyle kuyu kazmak olacak; ama bir gün kazdığını göreceksin” diyordu. Ve öyle de oldu.
MİZAHİ YÖNÜ
“Tırsak Taci” tiplemesini bilenler bilir, hasbelkader mizahla uğraştığım için şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Eğer “tenezzül edip” yoğunlaşsaydı, Türkiye’nin en önemli mizah yazarlarından biri olabilirdi ki; “inceci okuru” için elân öyledir. Onda o sahada otorite sayılan isimleri geride bırakacak bir karîha varken, bunu sadece yazılarının arasına serpiştirdiği orijinal tiplemeler, tanımlamalar ve küçük hikâyeciklerde kullanmayı yeğledi. (Mesela birçok kişi için meçhul olan son esprilerinden birini “Yahudi Türkler yahut Sabataycılar” kitabının sonuna koyduğu İbrahim İhsan fotoğrafıyla yapmıştı.)
KÜTÜPHANESİ
Külliye’ye bağışlamadan önce birkaç kez kitaplarıyla ilgili projeleri oldu. Bir keresinde onların tasnifini teklif ettik ve -şaşılacak şey- kabul etmişti. Çünkü kimseye kolay kolay dokundurmuyordu. Yıl 2013. Haziran ayı. Sabahın 10’unda (ama dikkat edin tam 10:00’da) Sultanahmet’teki evine gittik. Kitaplarının bulunduğu odaları inceledik. Aslında o odaları görmemize izin vermesi bile onun için büyük fedâkârlıktı. Hele düzenleme ve kitaplarını tasnif ettirmeye razı olması ise büyük bir hâdiseydi. Yüzlerce koli ayarlayıp binlerce kitap içinden en önemli saydıklarını ayıracaktık. Ama tam proje hayata geçecekken kibarca müsaade istedi. Kıyamamıştı. Kitapların o şekilde zayi olacağı endişesini taşırken, Külliye’ye bağışlayacağını duyunca çok sevinmiştik.
NADİDE ÇAYLARI
Evine gittiğimizde o nadide çaylarından mutlaka ikram eder, enfes tatlılar, lokumlar ve kurabiyelerle süslerdi. Misal bir keresinde çok meşhur ve nadide Tütsülü Çay’dan demlemişti. Toplam 4 kişiyiz. Diğer ziyaretçilerin çayla arası yok. Çay sobanın üstünde öylece durup zayi oluyor. Misafirliğe gelip de peşpeşe çay içeni de sevmiyor. Ama duramadım, “Üstad hiç kusura bakmayın, ben bu çayı bir bardak içip bırakamam, isterseniz kızın, ben devam edeceğim!” diye latife yapıp, zaten 3-4 bardaklık olan demliği “sünnetlemiştim”.
YAHUDİ CEMAATİ
Her yazısının Türkiye Yahudi cemaatinde alengirli işler içine girenleri hop oturup hop kaldırdığını yakından biliyorum. Mesela o cemaatin bir kesimi yahoo’da “débarcadère” diye bir grup kurmuş, ileri geri yazıyorlar. Ama grupları “kamuya açık”, bilmiyorlar. Şevket bey, bir gün sadece, “Debarkader diye bir grup kurmuşlar” diye bir yan cümle kuruyor, grup üyeleri allak bullak; Ortada artık grup falan yok! Aynı şey Mozotros grubunda da yaşanmıştı. İstanbul Yahudi Müzesi’ni kuran ve bana verdiği röportajda söylediklerinden dolayı müze başkanlığından alınan Harry Ojalvo ile ilgili yazdıkları da epey eğlenceliydi.
Ojalvo olmayacak şeyi yapmış; tarih boyu hiçbir Yahudi cemaati üyesi isim vermemiş, Sabataycılığı kabul etmemişken Coşkun Kırca ve İsmail Cem’in Sabatay kökenli olduklarını, hatta 1,5 milyona yakın kişinin –kendileri bilmese de- aynı şekilde olduklarını söylemişti.
Şevket bey, bu röportajı, “Yahu uyuyor musunuz, Bay Ojalvo ne diyor?” diyerek paylaşmıştı. Ortalık öyle karıştı ki, başıma gelenler ayrı bir yazı konusu olur. Şimdilerde 97’inci yaşına girmeye hazırlanan Raşelika Hanım’la ilgili yazdıkları ve özellikle “Madam’a Açık Mektup” yazısı, onu az kalsın 70 yaşında tekrar hapse sokacaktı.
Eygi’nin “O Belde” yazısı çok dokunaklıdır. Şevket Bey, 2008’deki o yazısını şu cümleyle bitirmişti:
“Kediler, kuşlar öleceklerini anlayınca sessiz, sedasız, kimsenin görmeyeceği bir yere çekilir, orada can verirmiş…”
Öyle de vefat etti. Rabbimden rahmetini esirgememesini niyaz ediyorum.
VEFATINA TARİH
(Tırnak içindeki “12”, “Hû”, “1” ve ikinci satır harf değerlerinin toplamı miladi 2019 ediyor.)
“12” Temmuz idi, “Hû” diyerek “1”e gitti
“Yek başına bir ümmetti, Mehmed Şevket Eygi”