Bir insanın evinde imkân nispetinde bir kütüphane olması gerektiği onun önem verdiği hususlardandı. Yine bir Müslüman evinde, Hüsn-i Hat tabloları ve de mutlaka Hz. Peygamber (sav)’in yazıyla anlatımı demek olan “Hilye-i Şerîfe” levhasının bulunması gerektiğini çokça söylemiş ve yazmıştır.
“Allah güzeldir, güzelliği sever” mânâsındaki Hadîs-i Kudsî, Müslümanlar arasında çokça tedâvülde bulunmasına rağmen uygulamada ne kadar yer bulduğu hususu dâima tartışma konusu olmuştur. Bu bağlamda merhum Mehmet Şevket Eygi Beyefendi, özellikle dindarlara estetik konusunda uyarı ve teklifte bulunan bir “estet” olarak dâima hayırla anılacaktır.
Merhumun mimarîden geleneksel sanatlara kadar geniş bir alanda, sağlam temellere dayanan “sanat görüşü” olduğu mâlumdur. Bizzat kendisi de hayatını Kur’an ve Sünnete dayalı, muhafazakâr temelli ama zevk ve şuurla yaşayan bir Müslüman olmuştur. Medenî ve şehirli bir Müslüman olmanın şartlarından biri olarak en azından sanata ilgi duyulması gerektiğini devamlı belirtmiştir. Kendileri de geleneksel sanatlara ilgi duyması yanında Ebrû sanatı ile bizzat uğraşmış, Ebrû teknesi başına geçerek Ebrû yapmıştır.
GENÇLERE TAVSİYESİ: OSMANLI TÜRKÇESİ
Gençleri bilgiye, kültüre ve sanata yönlendirme konusunda çok gayret göstermiştir. Müslümanların İslam’ın güzellik, estetik, sanat boyutuna sahip güzel Müslüman olmalarını istemiştir.
Mehmet Şevket Eygi Beyefendi, son derece iktisatlı yaşamış, eline geçen para ile istidatlı gençleri ya bir yabancı dil kursuna yönlendirmiş ya da bir sanatla uğraşmasına ön ayak olmuştur. Onun bir gençte aradığı olmazsa olmaz şartı mutlaka Osmanlı Türkçesi öğrenmesi olmuştur. Karşılaştığı veya ziyaretine gelen bir gence ilk sorduğu suallerden biri de “Osmanlı Türkçesi”ni bilip bilmediği olurdu. Kendileri “Hânegî” metodla birçok gencin yetişmesine vesîle olmuşlardır.
SANATLARDAN EN AZ BİRİYLE MEŞGULİYET
Kabiliyetli bulduğu gençleri mutlaka ilgi duyacakları sanata yönlendirmiştir. Vasıflı bir insanın; bilgi ve kültür boyutu, ahlâk ve aksiyon boyutu yanında estetik boyutunun olması gerektiğini merhum hocamızdan çok dinledik, çok okuduk. Bunlardan birinin eksikliğinin insanı natamam kılacağı muhakkaktır. Gençlerin, Hüsn-i Hat, Tezhib, Ebrû, Naht, Sedefkârlık, Çömlekçilik, Yazmacılık, Takke ve Arakiye üretimi gibi sanatlardan biri ile uğraşmalarını devamlı tavsiye ederdi. Gençlere sıkça örnek gösterdiği insanların başında Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver gelirdi. Gençlere, onun gibi “Hezârfen” olmalarını tavsiye ederdi. Sanatkâr ahlâkına çok sık temas eder; en başta gelen vasfın sanatkâr ahlâkı olması gerektiğini söylerdi.
19 Ağustos 1999 depreminden sonra İstanbul’a tayin edilen bir imam arkadaşın arkasında namazını edâ ettikten sonra tanışmış ve ona “Siz, imâmet görevi yapmaktasınız. Dolayısıyla vaktiniz olabilir. Boş vakitlerinizde bir sanatla uğraşmak istemez misiniz?” diye sormuş ve bu arkadaşımızı bizzat kendileri bir hocaya götürmüştür. Bugün bu arkadaşımız, sanatında söz sahibi birisi olmuştur. Böyle elinden tuttuğu, yol gösterdiği pek çok genç olmuştur. Kendisi tek başına bir sanat ve sanatkâr hâmisi gibi çalışmıştır.
BANA MİSAFİR ODANI GÖSTER…
Kendileri, önemli hususları muhatap aldığı kitleye, tekrara düşmeden biteviye, yorulmak nedir bilmeden anlatan bir estet idi. “Bana evini, misafir odanı göster, senin kim olduğunu söyleyeyim” sözü onun sıkça tekrar ettiği bir husustu. Kendi devlethâneleri bu konuda numûne idi. Mütevazı dairesinin duvarları, Osmanlı dönemi ve günümüz hattatlarının muhteşem levhaları ile müzeyyen idi.
Evinin duvarlarında sadece Hüsn-i hat levhaları değil, ebrû ve resim tabloları da bulunmakta idi. Mütevazı dairesinin kapısını geleneksel Türk evi kapısı tarzında imâl ettirerek yerine monte ettirmişti. Devlethânelerini ziyâret ettiğimizde bir müzeye girdiğimizi zannederdik. Ayrıca 100.000 cildi aşan kütüphânesi de cabası idi. Bilindiği gibi üstad, bu metrukâtını bilâ-bedel Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Kütüphânesine bağışladı.
Bir insanın evinde imkân nisbetinde bir kütüphane olması gerektiği onun önem verdiği hususlardandı. Yine bir Müslüman evinde, Hüsn-i hat tabloları ve de mutlaka Hz. Peygamber (sav)’in yazıyla anlatımı demek olan “Hilye-i Şerîfe” levhasının bulunması gerektiğini çokça söylemiş ve yazmıştır.
Bir ara onca yaşına rağmen tanıdığı hattatlara Hilye-i Şerîfe yazdırmış, tezhipletmiş ve çerçeveleterek nazı geçtiği hâli vakti yerinde dostlarının evine asılmasını sağlamıştır. O, bunu sadece bir gayret-i diniyye ile yapmıştır. Hattatların yazdıkları Âyet-i kerîme ve Hadîs-i şerîflerin yarın rûz-i mahşerde kendilerine mânen fayda saylayacağına inanır ve söylerdi.
Allah dostlarına ayrı bir saygı ve sevgisi vardı. Bir beldeye seyahatlerinde, oranın mânevî büyüğünün ziyaretine önem verir ve bunu tavsiye ederdi. Sonra sırasıyla tarihî mekânlar bilhassa antikacı dükkânları ve sahhâf –arar bulur- ziyareti yaparlardı. Sınırlı bütçesi ile alacak –kendi ifadeleri ile- antikamsı eşyalar ve birkaç eski kitap buldu mu, dünyalar onun olurdu! Bir ülkeyi veya şehri ziyarette aldığı küçük bir çömlek, cam eşya veya kitap onu ne kadar mutlu ederdi! Bunları ziyaretine gelenlerle paylaşmaktan büyük keyif alırdı. Küçük şeylerle mutlu olmak üstadın en büyük özelliği idi. Bunları örnek olması açısından, yazılarında da sık sık bahsederdi.
ÇAMLICA TEPESİNİ TEŞRİF
Saygıdeğer Cumhurbaşkanımız 1994 yılında İstanbul’a Belediye Başkanı seçildiklerinde, Büyük Çamlıca Tepesinin tefriş işini kendilerine tevdî etmişlerdi. Merhum orada örnek bir tesis ortaya çıkarmıştı. Büyük bir gayretle oluşturduğu İstanbul Büyükşehir Belediyesi Büyük Çamlıca Tepesi tesisleri, otantik bir mekân olarak çok dikkat çekmiş ve örnek bir tesis olmuştu. Tavan göbekleri, kadîm kilimler, kandiller, eski İstanbul şerbetleri ve Kaşarlı Simiti ile İstanbulluları, İstanbul’un saklı kalmış bir güzelliği ile tanıştırmıştır…
Sanat ile alâkalı devamlı proje üretir ve imkân nispetinde hayat bulması için gayret gösterirdi. Bu konuda yorulmak ve yılmak nedir bilmezdi. Bir işi iyice düşünür, plânlar ve imkân nispetinde uygulamaya koyardı. Meselâ uzun zaman Kûfi yazının tekrar canlandırılması hususunu düşündü, bazı kişilerle istişârede bulundu; ama bu projesini gerçekleştirmeye ömrü vefâ etmedi. Bir ara kendi imkânları ile büyük boy Hattat Hasan Rıza Efendi’ye ait bir Hilye-i Şerîfe’yi bastırmıştı. Yine bir kısmını kendi imkânları ile çerçeveleterek aslını almaya imkân bulamayanların evlerine Hilye-i Şerîfe girmesine vesîle olmuşlardı.
MİMARÎ VE SANAT ELEŞTİRİLERİ
Mimarî konusunda da çok tavsiyeleri ve eleştirileri vardı. Özellikle Cumhuriyet döneminde yapılan camilerin mimarîsini çok eleştirmiştir. Sadece mimarîlerini mi? Camilerin tefrişâtından, hoparlör kullanımına kadar pek çok eleştirisi olmuştu. Ama en önemlisi imâmet müessesinin nasıl olması gerektiği hususunda pek çok teklifini yazıya geçirmişti.
Hz. Peygamber (sav)’in “İki günü eşit olan ziyandadır” emri onun hayat düstûruydu. Okumuş, yazmış Müslümanların kültür seviyelerinin daha şehirli bir noktaya ulaşması için büyük çaba göstermişti. Onu, mükemmel Türkçesi, İstanbul Beyefendisi tavırları ve Yed-i tûlâ sahibi bir Müslüman olarak hatırlayacağız. Rabbim rahmetiyle muamele buyursun! Âmin!