Eleştirme eleştirme nereye kadar

Murat Belge ismini edebiyat alanında tanınan akademisyenlerden biri olmasıyla, siyaset, gezi ve edebiyat yazılarıyla ve James Joyce, William Faulkner, Charles Dickens, John Berger çevirileriyle biliyoruz. Bilgi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Belge aynı zamanda Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü hocalarından.

Belge’yi gündeme getirense, İletişim Yayınları’ndan çıkan son kitabı oldu. Belge Şairaneden Şiirsele Türkiye’de Modern Şiir kitabında Türk çağdaş şiirinin tarihçesini anlatıyor. Kitabın başında çalışmasını Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’den başlatıp İkinci Yeni’yle sınırlayan Belge, İkinci Yeni’nin en önemli şairlerinden biri, Sezai Karakoç’a gelince, bu sınırlamayı da sınırladığını anlatıyor. Önce Belge’nin bazı şairleri niye almadığını anlattığı bölümü alıntılayalım:

“Başka eksikleri de var benim bu kitabımın. Onların eksik olmasının nedenleri de aşağı yukarı aynı. Çeşitli nedenlerle (bunlar şairden şaire değişiyor) şiir serüvenlerini yeterince izleyememişim, bugün de haklarında söyleyecek “dişe dokunur” bir sözüm yok. Şöyle bir sayacak olursam, örneğin Ziya Osman Saba yok; bir Ahmet Kutsi Tecer’i daha çok estetik gerekçelerle almadım; şair olduğu halde Sait Faik yok; Sabahattin Kudret Aksal bir başka önemli şair, ama ben onu da hemen hemen hiç tanımıyorum. Gülten Akın önemli bir eksik; Bedri Rahmi de öyle; Necati Cumalı, Ceyhun Atuf Kansu, Tevfik Akdağ ya da Sabri Altınel, Hilmi Yavuz, Ergin Günçe, Ahmet Oktay, bunlar da, Türkiye’nin şiir tarihinde yeri olan şairler.”

Bütün bu açıklamayı yaptıktan sonra Belge, Karakoç’u da kitaba almadığını anlatacak:

“Yıllar önce, altmışların başında, Cemal Süreya’dan Sezai Karakoç hakkında birçok olumlu söz dinlemiş ama şiirlerini görmemiştim (böyle hatırlıyorum ama bellek ne kadar yanıltıcı olabilir, bunu da biliyorum). İslamcı ve “İkinci Yeni’ci “ bir şair merakımı çekiyordu doğrusu. Ne var ki, şiirini okuyup tanımadan önce Diriliş dergisini gördüm. Karakoç birkaç kere bu dergiyi yayımlamıştı. Benim gördüğüm seferki (yeşil kapak!) “ilk” sayısında “Hitler’in Vasiyetnamesi” diye bir yazı çıkmıştı. Bu Hitler merakı benim Sezai Karakoç merakımı ortadan kaldırdı. Bundan sonra okuduğum birkaç şiiri de (belki bu nedenle) beni sarmadı. Sonuç olarak bu kitapta Sezai Karakoç yok, çünkü hakkında bir bölüm yazacak kadar çok tanımıyorum Karakoç’u. Oysa edebiyat tarihinde çok önemli bir yeri olduğunu biliyorum.”

Cemal Süreya nasıl anlatırdı?

Belge’nin dediği gibi, kitabına koyacak kadar ilgilenmediği Karakoç, Cemal Süreya’nın anlatımında övgüyle yer alıyor:

“Bulguca adam. Belki de ülkemizde tek bulgucu. Çok daha yetenekli bir Mehmet Akif’in tinsel görüntüsüyle adamakıllı dürüst bir Necip Fazıl’ınkini iç içe geçirin, yaklaşık bir Sezai Karakoç fotoğrafı elde edebilirsiniz (…) Öyle bir Müslüman ki Marx da bilir Nietzsche de bilir. Rimbaud da bilir. Salvador Dali de sever. Nazım da okur. Sıkışmış, sıkıştırılmış bir deha. Alçak gönülle katı yüksek uçuyor. Şemsiyesi de yok.”

Yine Cemal Süreya’nın ismindeki “Y” harfini Karakoç’la girdiği iddia sonunda kaybettiği de yıllardır edebiyat camiasında anlatılan hikâyelerden.

Üstelik Süreya yine Cahit Zarifoğlu üzerine de benzer bir yakınlık bahseden şu sözleri söyleyecek:

“760. Gün

Cahit Zarifoğlu ölmüş. Bugünün adı bu olacakmış. Bir ay kadar önce öğrenmiştim onulmaz sayrılığa tutulduğunu. Bazı kanserler mutlaka çok büyük bir çocukluk mutsuzluğuna bağlıymış gibi gelir bana. Hiçbir bilimsel tutanağı olmayan bu kanıya tanıdıklarımda bir şeyler göre göre vardığımı sanıyorum. Bir izlenim işte. Zarifoğlu’nu tanıdığım yılları düşünüyorum. Sevinçlerle büyümüştü sanki.

İyi şairdi. İlk şiirleri de iyiydi. (Sezai) Karakoç çevresinden. Daha yüz yüze gelmeden, 1962’de bana, Paris’e bir mektup yollamıştı. Adresimi Sezai (Karakoç)’dan almış. Saklamamışım o mektubu.

Zarifoğlu, o sıra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenci. Yurtlardan sıkılmış herhal, İstanbul’a dönüşümde, birlikte ev tutup oturmayı öneriyordu mektubunda. Ben de bir tuhafım o günler. Bir ölçüsüzlük görmüştüm bu öneride.

O ara otuz yaşı dönmüşüm. İyi sayılan bir aylığım var. Ne yani, bu çocuk öğrenci hayat koşuluna mı indirmek istiyor beni.

Dönüşte yeniden tanıştık. Zaman zaman vapurda, yolda, Sezo’nun (Sezai Karakoç) evinde-bürosunda rastlaştıkça konuşurduk, (ama her şeyden)…

Daha çok 1964–1966 yılları. Söylenmemiş güzel sözler de vardı aramızda. Ama bir arkadaşlığımız olmadı. Serüvenlerinden söz ederdi. Bunları, tuhaf yanlarını öne getirerek anlattığını anımsıyorum. Şiirine de yansımıştır. Sezai ile onun bu tavrı ve öyküleri üzerine çok konuşmuşumdur.

O yıllarda mukaddesatçı genç sanatçılarla, aramızda büyük kopukluk yoktu. Kopukluğu onlar yarattı.

Zaman nasıl da akıp gitmiş? Tam yirmi yıl oluyor Cahit Zarifoğlu ile görüşmeyeli. Bir gün de bin yıl olacak.” (Gösteri Dergisi Temmuz 1987)”

Süreya’nın edebiyatlarıyla ve şiirleriyle bu kadar ilgilendiği, şiirini yakın bulduğu şairlerin onunla aynı çalışmada isminin geçmemesi, Belge’nin çalışmasının ideolojik bakıştan kurtulamadığının göstergesi. Belge, akademik bir hassasiyetten çok ideolojik bir hassasiyeti öne çıkarmış.

Bir zamanlar bu kadar yakın olan şairlerin antolojilerde ayrılması da ideolojik kutuplaşmaların arttığı bu yılların kaderi belki.

Eleştiride görmezden gelme biçimleri

Mustafa Akar

Şair ve yazarların ideolojileriyle anılmalarında temel anlamda bir sakınca yok. Çünkü bizim edebiyatımız başka edebiyatlara göre çok daha derinden siyasetle ilgilenmiş bir edebiyat. Özellikle şiirimiz böyle. Ama bunun bir tanımlama, sınıflandırma objesi olarak kullanılması hiç normal değil. Mesela Nâzım Hikmet’le Ahmed Arif ya da Attila İlhan’ı aynı ideolojik sınıflandırma altına aldığımızda ortaya çıkan görüntüyü düşünelim. Bir kere aralarındaki dönem farkı ve dünyayı algılayış biçiminde bile ortada çok derin farklılıklar vardır.

Bir eleştirmenin metodu eğer ideolojik sınıflandırma ise onu bambaşka düzlemlerde konuşmak lazım. Burada da konuştuğumuz kişi artık eleştirmen değil, kendi dünya görüşüne göre ayırdığı, seçtiği isimlerin “polisi” olmayı tercih etmiş kişidir. Eleştirmenler bundan kaçınmak için kendi sevdikleri, kendilerine yakın buldukları isimleri yazmayı tercih etmişlerdir ya da eleştiri işini düpedüz siyasi kavgalarının zeminine indirgeyip, kavgalarını o zeminden yürütmek istemişlerdir. Peyami Safa’dan, Aziz Nesin’e edebiyatımız bambaşka polemiklerle, atışmalarla doludur.

Bütün bunları konuşmamıza yol açan, Murat Belge’nin Şairaneden Şiirsele adlı kitabındaki Sezai Karakoç’u görmezden gelme adına sergilediği tutumudur. Belge, Sezai Karakoç’un adıyla özdeşleşmiş Diriliş dergisinin kapağında Adolf Hitler’le alakalı bir yazı görür ve o yazıyı gördükten sonra Sezai beyle ilgisini keser ve şiirini artık okumadığını, yazdıklarını takip etmediğini söyler. Kitaptaki Karakoç bahsi önsözde geçen bu satırlarla sınırlıdır. Küçük bahisler dışında Karakoç’a değinilmiyor bile. Oysa diğer İkinci Yeni şairleri ile ilgili isim isim sayfalarca değinmeler mevcut. Ve şunu da Ece Ayhan’ın yazdıklarından biliyoruz ki, İkinci Yeni’yi Karakoç olmadan değerlendirmek, anlamak mümkün değildir. Evet, Karakoç, şiirini diğer İkinci Yeni şairlerine göre farklı bir yere oturtmuştur, giderek farklılaşmıştır. Tamam ama bu koskoca şiir serüveni, şairinin çıkardığı dergideki bir yazıya duyulan tepki yüzünden görmezden gelinecek, geçiştirilecek bir şiir değildir. Hele ki Can Yücel’e sayfalar ayırıp, Karakoç’u bir kalemde geçmeyi anlayamam.

En nihayetinde hiçbir yazara şunu yazmalı bunu yazmamalı şeklinde bir baskı kuramayız. Bir de tabii elimizdeki kitap bir edebiyat tarihi değil. Buraya kadar tamam. Burada sakil olan şey ise Belge’nin tavrı. Yoksa kitapta İsmet Özel ya da Ahmed Arif’le ilgili de müstakil bir yazı yok. Oysa biliriz ki bu iki şair de konuşulan mesele “şiir dili” olduğunda değinilmeden geçilemeyecek şairlerdir. Üstelik Belge’nin bir dönem İsmet Özel’le aynı dergide yazdığını da biliyoruz, hatta yanlış hatırlamıyorsam Halkın Dostları’nda Belge’yi diğer yazarlara göre destekleyen kişi de İsmet Özel’dir. Bu tarafıyla kitap, kişisel bir beğeni kitabı. Eleştiri değil, deneme değil, bir anlamda kendi bakış açısıyla bir tür değerlendirme, anlama kitabı. Herhangi bir disiplin içinde değerlendirmek o anlamda zor. Eksik, taraflı, seçmeci ve ayıklamacı bir çalışma.

Mesela ben de Belge gibi yapıp, böyle bir kitap yazmaya kalksam, Nâzım’ı Türk askeriyle ilgili tasvip edemeyeceğim mısralardan ötürü, Sait Faik’i hedonist yanlarından ötürü, Kemal Tahir’i komünistliğinden ötürü okumaz, değerlendirmezdim. Ne çıkardı ortaya. Mızmız bir eleştiri…

Benzer konular