Ya Halep ya da hiç

İki seçeneğimiz var: Ya İdlib’in elden çıkmasına göz yumacağız. Yahut da Suriye Milli Ordusu’yla Halep’e yıldırım harekatı yapacağız. İlk seçeneği tercih ediyorsak; bu durumda ilave 3 milyon mülteciyi kabul ediyor, ileride Afrin, Cerablus ve Tel Ebyad’ı da gözden çıkarmayı adeta taahhüt ediyoruz. Yani bugüne dek bütün çabalarımız bir hiçe dönüşüyor. DİĞER SEÇENEKTE İSE kendi göbeğimizi kendimiz kesmiş oluyoruz. Bu durumda çatışma zaten kaçınılmaz olacağı için tercihimiz doğrudan Halep harekatı olmalı. Zira Halep’i elde tutamayan bu savaşı kazanamaz. Halep elde edilirse hem İdlib’i savunmak kolaylaşır, hem de YPG/PKK’nın manevra alanı inanılmaz derecede daralır.

Kamuoyuna peş peşe servis edilen üç haber ile söze girelim. İlki, Rus Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan 6 Şubat 2020 tarihli açıklama. Ne diyor Putin’in Hariciyesi? Rusya ve Türkiye ateşkesi sağlamak için çalışırken İdlib’deki militanlar rahat durmamış, Ocak ayının son iki haftasında binden fazla saldırı düzenlemişler. Saldırılarda yüzlerce Suriyeli asker ve sivilin yanında Rus ve Türk askeri uzmanlar da trajik biçimde hayatlarını yitirmişler.

MOSKOVA’DAN LİBYA BAHANESİ

Peki, bu durumun başlıca sebebi neymiş? Gerginliği azaltma bölgesi’ndeki silahlı grupların Türk hükümeti tarafından Libya’ya gönderilmesi. Sonuç olarak yapılan açıklama şöyle: “Bu koşullar altında hükümet güçleri, binlerce Suriyelinin hayatlarını terörden korumak için müdahalede bulunmak durumunda kaldı. Suriye ordusunun kendi egemen topraklarında BM Güvenlik Konseyi tarafından terör örgütü kabul edilen gruplara karşı savaştığı unutulmamalı ve bu konuda farklı görüşler olmamalıdır.”

Putin Hariciyesi tarafından yapılan açıklamanın en can alıcı bölümünde ise şu cümleler mevcut.

“Astana formatı kapsamında varılan, Suriye’deki terör örgütleriyle bu ülkenin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilerek mücadele edilmesini öngören anlaşma ve mutabakatlara bağlıyız. Sahada kalıcı istikrar ve güvenliğin sağlanması ve bizzat Suriyeliler tarafından yürütülen siyasi sürecin ilerlemesi için Türk ve İranlı partnerlerle kapsamlı koordinasyona devam edeceğiz”

SÜNNİLERİN NE ÖLÜSÜ, NE DİRİSİ

Gelelim ikinciye… Tam da Putin Hariciyesi tarafından “kapsamlı koordinasyona devam” mesajının verildiği saatlerde dünyaca ünlü Reuters haber ajansı Suriye rejimine bağlı güçlerin İdlib’in kuzeybatısında yer alan stratejik öneme sahip Serakib kasabasını ele geçirdiğini yazıyordu. İran çeteleriyle Esed rejimine bağlı birliklerin eline geçen kasabadan gelen haberler Maarrat-un Numan’da yaşananları aratmıyordu.
Serakib’in güneyindeki Han el Sebel’de telefonunu açıp video kaydı yapan bir rejim askeri oradaki mezarlığın önünde durmuş aynen şöyle diyordu: “Burası o pisliklerin, o piç kurularının mezarlığı. Şu an biraz işim var. Fakat sizin ölüleriniz için geri geleceğim.”

Hatırladık, değil mi? Maarrat-un Numan’a giren İran çeteleriyle Esed’in adamları aç olduğu için kendilerinden yiyecek isteyen yaşlı bir adamı işkencelerle öldürüp yakmış, bir de hayasızca cesedine ayaklarıyla basarak poz vermişlerdi.

İSRAİL’E GIKINI ÇIKARAN YOK

Ve üçüncü haber… Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, 5 Şubat’ı 6 Şubat’a bağlayan gece Suriye’nin güneybatısına İsrail tarafından gerçekleştirilen hava saldırılarında en az 23 kişinin öldüğünü duyurdu. Ölenlerden 8’ini Suriyeli askerler, 15’ini ise İran yanlısı çeteciler oluşturuyordu. Bu çetecilerden 12’si diğer ülkelerden gelen Şiiler, 3’ü ise bizzat İran vatandaşıydı. Hâdiseye ilişkin The Guardian’da yer alan 7 Şubat tarihli habere göre, Suriye havayollarına ait 172 yolcu taşıyan bir Airbus A-320 uçağı, hava savunma sistemi tarafından neredeyse vurulmak üzereyken Rusya’nın Hmeymim Hava Üssü’ne mecburi iniş yapmak durumunda kalmıştı.
Peki, defalarca Suriye hava sahasını ihlal ederek rejim askerlerini ve bilhassa İran yanlısı çetecileri habire avlayan İsrail’e bugüne dek şöyle adam gibi tavır koyup ses çıkaran oldu mu? Yahut mukabil saldırılarda bugüne kadar kaç İsrailli öldürüldü? Ne Putin’den, ne Hamaney’den, ne de Esed’den bırakın şöyle okkalı tehdidi, fısıltı duyan var mı?

PUTİN HİÇ SÖZÜNÜ TUTTU MU?

Suriye hava sahası İsrail’in uçaklarıyla, füzeleriyle kevgire dönerken çıtı çıkmayan Putin, hâlâ Astana’ya bağlı olduğu iddiasında. O zaman kara kaplı defteri açalım ve şu Astana sürecine bir bakalım. Gerginliği azaltma bölgeleri ne zaman ilan edildi? 6 Mayıs 2017’de. Peki, daha o gün, anlaşmaya atılan imzaların mürekkebi kurumadan Esed’e göz kırpan, Hama ve Humus’da muhaliflerin üzerine roketler fırlatılıp, saldırılar düzenleyen kimdi? Elbette Putin. Astana’nın ne olduğu daha ilk günden belli olmuştu.

Daha sonrasına hep birlikte şahit olduk. Gerginliği azaltma bölgesi olarak ilan edilen muhaliflerin elindeki bölgeler Putin’in ikramıyla birer birer Esed rejiminin eline geçti. Hama ile Humus arasındaki Rastan ve Telbise, Şam’daki Doğu Guta, güneydeki Dera ve Kuneytra… Sıra son kale İdlib’e geldi. Ve Putin bir yandan “Astana’ya bağlıyız” açıklaması yaparken diğer yandan Serakib’i ele geçirip İdlib’in merkezine 17 kilometre mesafeye gelmiş durumda.

BU İŞ BURADA DURMAYACAK

Astana’da imzalar atılır atılmaz gerçek yüzünü gösteren Putin’in İdlib’den vazgeçmeyeceği ortada. Yapılan onca iyiniyetli çağrıyı aynen bugün olduğu gibi oyalama taktikleriyle geçiştiren zihniyetin İdlib’i ele geçirdikten sonra duracağını kim garanti ediyor? Emin olun, İdlib’i ele geçiren Putin kesinlikle durmayacak, sıra tek tek Afrin’e, Cerablus’a ve Tel Ebyad’a gelecek. Hâlâ anlayamadık değil mi? Putin, İdlib’dekiler ile birlikte 7 milyon mülteciyi Türkiye’nin kucağına sürüp Suriye’yi Esed için dikensiz gül bahçesine çevirmek istiyor. Nitekim Suriye’de bu işin hukuki altyapısı hazırlanmış durumda. Yeni Suriye, bambaşka bir ülke olmaya doğru gidiyor. Ortada Putin’in onay verdiği dehşet bir plan söz konusu.

BÜYÜK DEMOGRAFİ OYUNU

Esed, 2 Nisan 2018’de 10 sayılı kanunu yürürlüğe soktu. Bu kanuna göre gerek merkezi idare, gerekse yerel yönetim yeni yerleşim alanları oluşturma noktasında geniş yetkilerle donatıldı. Devlet ve belediyeler kanun mucibi ihtiyaç hissedilen bölgelerde kalkınma projeleri başlatabilecekler. Süslü laflara aldanmayın. İşin aslı şu cümlede gizli: Mülk sahibi 30 gün içinde gerekli evrakları temin edip yetkili mercilere sunmadığı takdirde mülkün tapusu doğrudan devlet veya belediyelere geçmiş oluyor. Peki, bu kanunla ne amaçlanıyor?

– Suriye’yi terk etmiş insanların geri dönmesi isteniyor. Bu gelenler, elbette rejime muhalif kimseler olamazlar. Zira bu durumda hapis veya ölümden başka seçenek yok.

– Muhaliflerin bütün mülklerine rejim tarafından el konuluyor. Rejim tarafından mimlenmiş hiçbir muhalif cesaret edip ülkeye giriş yapamaz, dolayısıyla 30 gün içerisinde kendisinden istenecek evrakları temin edemez.

– İran yanlısı çetelere bilhassa Hizbullah milislerine Suriye pasaportu dağıtılıyor. Tam rakam bilinmemekle birlikte bir keresinde bu çeteler için Şam Göç İdaresi tarafından 200 bin pasaport tahsis edildiği medyaya yansıdı. Bu da aileleriyle birlikte en az 1 milyon Şii’nin Suriye vatandaşı olarak muhaliflerin el konan mülklerine yerleşmesi demek oluyor.

2018 Nisanında çıkan 10 sayılı yasa, aslında çok basit bir gerçeğin ifadesi: YENİ SURİYE’DE MUHALİF SÜNNİLERE YER YOK!

Muhalif bir Suriyeli aktivistin, Bessam Kuvvetli’nin meseleye dair yorumunu olduğu gibi alalım: “İran, Irak’ı Lübnan’a bağlamak, böylece Akdeniz’e ulaşmak istiyor. Bunun için de Suriye’de kendisine gönülden bağlı Şii grupları oraya yerleştirmek, demografiyi kendi lehine değiştirme derdinde. Böylece bir gün Suriye’den çıkmak zorunda kalsa bile ülke üzerindeki nüfuzu sürecek. Suriye vatandaşı olan Şiiler sayesinde Şam yine uydusu olmaya devam edecek.”

Durum buyken ve 10 metrekarelik bir oturma odasını bile reva görmüyorken İdlib’i muhaliflere bırakacaklarını mı sanıyordunuz?

EL BAB MI, HALEP Mİ?

Türkiye’nin El Bab operasyonu ile Halep’in rejimin eline geçmesi arasındaki bağlantıya odaklanmamız gerekiyor. Rusya’nın havadan bombalaması, İran yanlısı çeteler ile rejim güçlerinin karadan ilerlemesi sonucu Halep 12 Aralık 2016’da Esed’in eline geçti. Hatırlayacaksınız, o günlerde Başbakan Binali Yıldırım Moskovaya gidip Putin ile bir görüşme yaptı. Görüşmenin konusu neydi? El Bab operasyonu Rusya’yı inanılmaz tedirgin etmiş, El- Bab ele geçtikten sonra Türkiye’nin Halep’e yöneleceğini fark etmişti.

El Bab operasyonuna sadece Rusya karşı değildi. El Bab’ın tutulmasıyla YPG/PKK’nın Akdeniz’e inme planının çöküyor olması ABD’yi felaket rahatsız etmişti. Türkiye, tıpkı bugün olduğu gibi o gün de ikili kıskaç altındaydı. Rusya “El Bab’da duracak, Halep’e inmeyeceksin” diyor, ABD ise El Bab konusundaki çaresizliğini Rakka’yı PKK/YPG’ye peşkeş çekmek suretiyle telafi etmek istiyordu.

Türkiye çabucak bir tercih yapmak durumundaydı. Terör örgütünün planına darbe indirmek için El Bab operasyonunda karar kıldı ve Halep’e inmekten vazgeçti. Rakka’ya da kerhen yeşil ışık yakmak zorunda kaldı. O gün koşullar öyle gerektiriyordu.

BUGÜN DENKLEM DEĞİŞTİ

Dün iki seçenek arasında kalmış, Halep’e inmeyip sadece El Bab’a operasyon yapmıştık. Fakat denklem tamamen değişmiş durumda. Dün muhalifler açısından başka direniş noktaları mevcuttu. Bugün elde sadece İdlib var. Ve İdlib saldırı altında. Maarrat-un Numan, Serakib derken yüzümüze sırıta sırıta bombalar yağdıran, sivilleri katleden bir Putin gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Bugün de iki seçeneğimiz var:

– Ya İdlib’in elden çıkmasına göz yumacağız.

Bu durumda ilave 3 milyon mülteciyi kabul ediyor; ileride Afrin, Cerablus ve Tel Ebyad’ı da gözden çıkarmayı adeta taahhüt ediyoruz. Yani bugüne dek bütün çabalarımız bir hiçe dönüşüyor.

– Yahut da Suriye Milli Ordusu’yla Halep’e yıldırım harekatı yapacağız.

İlk seçeneği tercih etmiyorsak kendi göbeğimizi kendimiz kesmiş oluyoruz. Bu durumda çatışma zaten kaçınılmaz olacağı için tercihimiz doğrudan Halep harekatı olmalı. Zira Halep’i elde tutamayan bu savaşı kazanamaz. Halep elde edilirse hem İdlib’i savunmak kolaylaşır, hem de YPG/PKK’nın manevra alanı inanılmaz derecede daralır.

Evet, tarihi bir kararın arefesinde bulunuyoruz.

Ya Halep ya da hiç…

 

Benzer konular