Doç. Dr. Ömer Kul, Doğu Türkistan davasının gönüllü bir neferi. Doğu Türkistan üzerine yaptığı akademik çalışmaların yanısıra meseleye kafa yoran bir STK yöneticisi. Meseleyi gerek teorik gerekse pratik açıdan ülkemizde en iyi bilen isimlerden birisi olan Ömer Kul Hoca ile Doğu Türkistan konusunda yaşanan son gelişmeleri değerlendirdik.
Son zamanlarda Doğu Türkistan meselesini kamuoyunun gündemine ciddi şekilde taşıyan, Türkiye’nin de tavır koymasına neden olan Abdurrehim Heyit hâdisesi var. Bunun serencamı nedir?
Abdurrehim Heyit, Doğu Türkistan’ın yetiştirmiş olduğu değerli bir sanatkâr. Bu insanın radikalizm ile bir irtibatı olamayacağı gibi, bir kampa kapatılarak Çinlilerin ifadesiyle “meslek edindirilme”ye de ihtiyacı yok. Kendi mesleğinde, yaptığı işte zirveye çıkmış birisi zaten. Kendini yetiştirmiş, topluma örnek olmuş bir şahsiyet. Fakat meseleyi Heyit üzerinden değerlendirirsek büyük resmi kaçırmış oluruz.
2016 yılından bu yana Doğu Türkistan coğrafyasında ciddi insan hakları ihlalleri var. Birleşmiş Milletler 1 milyon rakamını telaffuz edene dek Çin’in inkâr ettiği bir durum sözkonusu. Bölgeden gelen haberlere baktığımızda 1 milyonu fazlasıyla aşan bir rakamdan bahsediliyor. Herşeyden önce telaffuz edilen rakamın korkunçluğunu görmek lazım. Çin’in eğitim ve meslek edindirme ifadelerinin ne kadar boş olduğunu bir kere durumun kendisi bizzat ortaya koyuyor. Milyonlarca mağdur insan var ve Abdurrehim Heyit onlardan sadece biri. Doğu Türkistan’da Heyit gibi topluma önderlik edecek vasıfta nice din âlimi, akademisyen, büyük iş adamı benzer şekilde kamplara kapatılmış halde… Çin Süper Ligi’nde futbol oynayan Doğu Türkistanlı bir genci radikalizm ile mücadele bahanesiyle tutup kampa koyan bir rejimden bahsediyoruz.
SPORCUYA BİLE TAHAMMÜLLERİ YOK
Çin liginde futbol oynamak bile kurtarmıyor yani…
Maalesef öyle… Netice itibariyle kamplara alınan insanların birçoğu orada hayatını kaybediyor ve naaşlarına ancak 3 ay, 5 ay sonra ulaşılabiliyor. Bazen o da mümkün olamıyor, sadece ölüm haberini alabiliyorsunuz. Nitekim böyle pekçok insan için Türkiye’de gıyabi cenaze namazları kılındı. Heyit hâdisesine gelince… En son sekiz ay önce ailesi “endişeliyiz” şeklinde bir açıklama yapmıştı ve o günden bu yana kendisinden hiçbir şekilde haber alınamıyordu. Doğal olarak “acaba öldü mü?” şeklinde endişeler oluşmaya başladı. Ölmüş olsa bile Çin’in bunu ancak kendisi istediği zaman haber verdiğini de biliyoruz. Endişe ve tedirginlik had safhaya ulaşmış iken yine Heyit gibi önemli bir halk ozanı, herkesin itimat ettiği, üstelik Heyit’in bizatihi dostu olan Bünyamin Aksungur’dan bir haber aldık.
Aksungur bir tivit atarak Heyit’in hapsedildiği kampta şehid edildiğini duyurdu. Finlandiya üzerinden bir dostu vasıtasıyla bu bilgiye ulaştığını ve kaynağı belirtemeyeceğini ifade ediyordu. Bu tivit üzerine hassas durumdaki kamuoyu büyük bir reaksiyon gösterdi. Heyit’in toplum nezdindeki bilinirliği ile ciddi bir kamuoyu oluştu. Toplum Çin’i lanetledi. Zaten iki seneden bu yana Doğu Türkistan’da yaşanan vahşet, ülkemizi yöneten siyasi erk tarafından takip ediliyordu.
Dışişleri Bakanlığı sözcümüz kendisine yöneltilen soru üzerine Çin’e gereken tepkiyi verdi. Bu tepkiden sadece bir gün sonra Çin geri adım atarak Heyit ile ilgili 26 saniyelik bir görüntü yayınladı. Elbette bu görüntü kimseyi tatmin etmedi. Çin, yaptığı manipülasyonlarla bilinen bir devlet… Görüntünün daha önce alınıp alınmadığı, Heyit’in halen sağ olup olmadığı noktasında kamuoyu tatminkar bir cevap almış değil.
INTERPOL BAŞKANI VAK’ASI
Çin kendini aklamaya çalıştı ama başaramadı diyorsunuz, öyle değil mi?
Çin tamamen manipülasyon amaçlı yayınladı o görüntüyü. Bu aslında bir kurguydu. Türkiye’deki kamuoyu hassasiyetini kendi lehine kullanmayı amaçlayıp dünyaya “Bakın, olmayan bir şeyin üzerinden bizi itham ediyorlar” diyeceklerdi. Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün açıklaması bütün bu oyunu bozmuş oldu. Çin, konuyla ilgili açıklama yapmak zorunda kaldı. Daha önce de böyle kurgular yaptılar. Hatırlayın, İnterpol’ün bir önceki başkanı bir Çinliydi. Hongwei Meng isimli bu şahıs bir anda ortadan kayboldu. Hanımı “Eşimden haber alamıyorum, akıbetinden endişe ediyorum” şeklinde açıklama yapana dek Çin devleti konu hakkında tek satır bilgi vermedi. Kadının açıklamasıyla birlikte dünya kamuoyunda baskı oluşunca tutuklu olduğunu resmen kabullenmek durumunda kaldılar. Bakın, adam tutuklanıyor. Ortada doğru veya yanlış bir iddia var. Üstelik sıradan biri değil, İnterpol gibi çok önemli bir kurumun başında. Epey zaman sonra kerhen yapılan bir açıklama söz konusu.
Çin’in iç bölgelerine
sevk ediyorlar
Heyit olayıyla birlikte gözler yeniden Çin’deki kamplara çevrildi, Çin bu yalanı daha ne kadar sürdürecek?
Çin ülkesine davet ettiği çeşitli heyetleri daha önceden belirlenen, göz boyama amaçlı “kurgulanmış” kamplara götürüp orada tenis oynayan insanları göstermekle bu işin üzerini kapatamaz. Onlar da artık bunun farkında. Çünkü insanlar şimdi “Sizin belirlediğiniz bir kampı değil, herhangi bir kampı; sizin belirlediğiniz vakitte değil rastgele bir vakitte ziyaret etmek istiyoruz” demeye başladılar. Bu durum Çin devletinin eteğini iyice tutuşturdu. Şu anda ne yapıyorlar, biliyor musunuz? Kamplarda tuttukları Doğu Türkistanlıları Çin’in iç bölgelerine taşıma kararı aldılar. Bir ay boyunca şehirlerarası transit yollar ve tren garları kapatıldı. Milyonlarca insanı Çin’in iç bölgelerine sevketmeye başladılar. Böylece tamamen tecrit edilecekler, bir daha kendilerinden en ufak bir haber dahi sızamayacak. Çin yönetiminden sadece Doğu Türkistan dahilindeki değil ülke içerisindeki bütün kampların koordinatlarını istemek lazım. Kamuoyuna açık bir çalışma yapılmalı. Madem ki Çin bunların sadece meslek edindirme kampları olduğunu iddia ediyor, o zaman isteyen herkes, istediği kampı rahatlıkla ziyaret edebilmeli. Bir de şöyle bir sorun var. Siz diyelim bir kampı ziyaret edip birileriyle konuştunuz. Siz gidince bu insanların akıbeti ne olacak? Bu durumun da ayrıca “izleme” kapsamına alınması gerekiyor. Bu tür “izleme” faaliyetlerinin Birleşmiş Milletler gibi, İslam İşbirliği Teşkilatı, İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi kabul görmüş uluslararası kurumlar aracılığıyla yapılması ayrıca önem taşıyor. Bir de bu “izleme” faaliyeti belli bir süreye mahsus değil sürekli olmalı. Bu süreklilik içerisinde bir raporlama yöntemiyle kamplardaki durum an be an kayıt altına alınmalı.
Uyduruk iade davaları
Biraz içe dönelim isterseniz. Kamuoyunun yeni öğrendiği ve son zamanlarda ciddi ilgi gören iade davaları var. Abdülkadir Yapcan davası var. Kayseri’de yine benzer bir dava var söz konusu. İade kararları çıkarsa büyük infiale neden olacağı görülüyor. Ne diyorsunuz, Çin’e iade gerçekleşir mi? Bunu engellemek mümkün mü?
Biliyorsunuz, bizim kendi iç hukukumuzun yanısıra bir de uluslararası hukuk mevcut. Biz de buna tabi durumdayız. Fakat Abdülkadir Yapcan gibi topluma mal olmuş, önder şahsiyetlere ilişkin iade davalarının hukuki olmaktan ziyade siyasi bir boyut taşıdığını biliyoruz. Çin, tehdit ederek alınmış aleyhte ifadelerle sonuç almaya çalışıyor. Aslında bu davaların açılış nedeni de belli. Çin, Türkiye’yi her anlamda köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Hem imaj zedeleme, hem de ikili ilişkilerde bir şantaj unsuru olarak bu davaları kullanma gayreti var. Nitekim birkaç ay önce Çin Adalet Bakanlığı ile yapılan anlaşmanın hemen akabinde iyiniyetli olmadıkları görüldü. Kayseri’de ikamet eden iki Doğu Türkistanlı kardeşimiz için iade talepleri oldu. Gerekçe olarak bu kardeşlerimize yasadışı kürtaj suçlaması yapıldı. Çelişkilerle dolu bir talepten bahsediyoruz. Bir kere Çin yönetimi son derece kötü şartlarda, hijyenin mevcut olmadığı koşullarda kürtajı resmi politika olarak benimsemiş bir ülke.
Çin nereden baksanız bir çelişkiler yumağı sanırım…
Evet, öyle. Üstelik işin daha garip tarafı şu: Haklarında iade talebi bulunan bu iki kişi bırakın kürtaj yaptırmayı, evli bile değiller. Yani hiç evlenmemiş insanlar. Bunu da çok rahatlıkla ispatlayacak durumları var. Resmiyette bir evlilikleri olmadığı gibi bütün sosyal çevreleri de bu konuda fikir birliği içerisinde. Düşünebiliyor musunuz, keyfi olarak bekar insanlara kürtaj suçlaması yapılarak Çin’e iade talep ediliyor? Şu pervasızlığa bakar mısınız? Amaç belli: İade işlemi olmazsa “Suçlulara sahip çıkıyor” şeklinde uluslararası platformda Türkiye aleyhine kampanya yapmak. İade işlemi olursa da hükümetin halk nezdindeki itibarını sarsma çabası. Oyunu görüyor musunuz? Burada hepimize düşen bir sorumluluk var. Doğu Türkistanlı kardeşlerim herkesten daha fazla Türkiye’deki kanunlara ve nizama riayet gösterecek. Türkiye tarafı olarak bizler de en azılı bir suçlu bile olsa Doğu Türkistanlı birini Çin’e kesinlikle iade etmeyeceğiz. Ya ne yapacağız? Cezası gereği belki en karanlık zindana tıkacağız. Fakat asla iade söz konusu olmayacak. Çünkü tarihimize, kültürümüze, inancımıza sığmayan bir durum bu.
Çin Araştırmaları Enstitüsü kurulmalı
Kamplar meselesinde bahsi geçmişti. Sürdürülebilir izleme faaliyetinden bahsediyorum. Bu anlamda bir Doğu Türkistan Enstitüsü kurulabilir mi?
Bizim en büyük eksikliğimiz, Çin’i gerçek manada bilmiyor oluşumuz. Bu anlamda elbette akademik çalışmalar var. Fakat siyasete etki edecek, devletin ilgili birimlerine konuyla ilgili sağlıklı bilgi akışı sağlayacak kurumsal bir yapının eksikliğini derinden hissediyoruz. Net olarak söyleyelim, ülke olarak bir Çin Araştırmaları Merkezi’ne şiddetle ihtiyacımız var. Bu merkezin alt birimleri arasında bir Doğu Türkistan masası kesinlikle olmalıdır. Çin ekonomisiyle ilgili ayrı bir masa, Çin’in etnik yapısıyla ilgili ayrı bir masa ihdas edilebilir. Aynı şekilde Çin-Amerika ilişkileri, Çin-İsrail ilişkileri ayrı masalar oluşturup izleme altına alınabilir. “Çin bugün neyi ifade ediyor? Nasıl bir Çin ile karşı karşıyayız? Çin Komünist Partisi nedir, ne değildir? Çin halkının mevcut sosyolojik durumu nasıl izah edilir?” gibi pek çok soruya net cevaplar alabileceğimiz bir kurumsal yapı kaçınılmaz olarak kendini dayatıyor. Türkiye’nin böyle bir kuruma ihtiyacı var.