Türkiye’nin ‘eksen’ olması ABD’yi panikletiyor

Polis Akademisi’nde “ekonomi güvenliği ve ekonomik istihbarat” dersleri veren Dr. Levent Yılmaz, Yeni Şafak’taki köşe yazılarında kur, döviz, faiz üzerinden yapılan manipülasyonların izini sürüyor. ABD’nin, Türkiye’deki operasyon araçları FETÖ ve PKK etkisini kaybederken, devreye giren “ekonomik terörü” Yılmaz’a sorduk.

-Geçen hafta başında bir anda tırmanışa geçen dolar, Cuma günü 6,40’lara kadar çıktı. Bir süredir zaten tedirgin edici bir seyir izliyordu. Türkiye ile ABD arasındaki PKK, FETÖ ve Brunson krizinin, artık bir ekonomik savaşa dönüştüğünü söyleyebilir miyiz?

Trump’ın Aralık ayında yayınladığı Ulusal Strateji belgesinin ikinci bölümü şöyle başlıyor, “ekonomi güvenliği, ulusal güvenliktir.” Bu kapsamda Trump ve Amerikan yönetimi tüm dünyada Amerika’nın ekonomik çıkarlarına yönelik bir yeniden yapılanma süreci istiyor ve bunu da yapıyor. Göreve gelir gelmez Kuzey Kore kriziyle başlayan bir süreç vardı. Ardından Çin’e uygulanan ekonomik yaptırımlar gündeme geldi. Çelik alımına ilişkin vergi artırımı konuşulmuştu. Şimdi ikinci aşamaya geçileceği ifade ediliyor. Ardından hemen İran yaptırımları gündeme geldi. Çin’in Kuşak ve Yol projesini Amerika “Evet bu bir ticaret rotası gibi görünüyor ama arka planda Çin askeri lojistik sisteminin altyapısını da inşa ediyor” şeklinde okuyor. Yapılan limanların ilerleyen dönemde Çin donanması tarafından, tren yollarının da askeri lojistik anlamında kullanılabileceğini düşünüyor. Kuşak ve Yol projesinde yer alan ülkelerin altyapı yatırımlarını hayata geçirebilmek için ihtiyaç duyduğu paranın da Çin tarafından finanse edildiği bir ortamda, bu ülkelerin Çin’in lehine hareket edebilecek yönetimsel yapılara dönüşmesinden korkuyor. Medyaya yansıyan bazı CIA raporlarında bunların olduğunu biliyoruz. Türkiye’ye yapılan ekonomik saldırıyı ilk olarak bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor. İkincisi Türkiye özellikle bir süredir Suriye politikasında ABD’den çok ciddi manada ayrışan bir politika izliyor. Türkiye’nin ulusal çıkarları adına izlediği politika Amerika’nın ulusal çıkarlarına aykırı bir duruma dönüşmüş durumda. Amerika artık uluslararası sözleşmelere de karşı gelerek, politikalar izliyor. Örneğin, NATO sözleşmesine göre ABD’nin bırakın binlerce tır silahı bir tane mermiyi bile PYD-PKK-YPG yapılanmasına göndermesi uluslararası hukuk açısından çok ciddi bir suç. Bu ABD’nin ne kadar agresifleşebileceğini gösteriyor. Türkiye’nin İran ve Rusya’yla beraber bir çözüm üretme sürecine başladığı andan itibaren Amerika’nın daha fazla gerginleştiğini görüyorsunuz.

SALDIRI İKİNCİ FAZA GEÇTİ
Kurdaki spekülatif ataklar bizim bilmediğimiz veya daha önce başımıza gelmeyen şeyler değil. Ve ABD’nin de kullanmadığı yöntemler değil. ABD zaman zaman ülkelerde yönetimsel değişiklikler istediğinde, bu tarz ekonomik yaptırımlar adı altında ekonomik krize dönüşebilecek, kur hareketlerini tetikleyen bir mekanizmanın da sahibi. Bunu çok net biliyoruz. Kredi derecelendirme kuruluşlarının aynı zamanda sahibi olan medya organları olduğunu biliyoruz. Bir süredir zaten yatırım bankaları, kredi derecelendirme kuruluşları raporlarıyla algısal olarak bozulmaya çalışılan Türkiye ekonomisine saldırı artık ikinci faza geçmiş durumda.

TÜRKİYE BUNU AŞACAK GÜCE VE ZEKAYA SAHİP
Doğrudan kurda spekülatif ataklar yapılarak Türkiye’nin kur üzerinden “terbiye edilmesine” yönelik bir kurgu planlanıyor ama Türkiye bunları aşabilecek güçte. Hem güç, hem zekâ hem strateji hem de geliştirdiği uluslararası ilişkiler açısından baktığımızda ne 94’ün ne 2001’in Türkiye’si var. Türkiye bunları atlatabilecek zekâya ve güce sahip. Tüm bu hikâyenin sonucunda zorlanacak mıyız ‘evet’ zorlanacağız ama zorlanıyor olmamız Türkiye’nin ulusal çıkarlarını göz ardı ederek hareket etmesi anlamına gelmez. ABD bir yandan içeride Evanjelistlere mesaj veriyor, “biz rahibi kurtarmak için gerekirse müttefik olan Türkiye’yle ilişkileri bu aşamaya getirebilecek kadar sertleşiriz” diye. Çünkü yaklaşan seçimler var. Bir taraftan da fırsatını yakalamışken Türkiye’yi spekülatif ataklar üzerinden kendi tarafına çekmeye çalışıyor. Ama söylediğim gibi Türkiye bunlara karşı koyabilecek güce ve zekâya sahip.

DALGAYI FON ŞİRKETLERİ BAŞLATIR

-Dolar/kur operasyonu tam olarak hangi yöntemlerle yapılıyor?

Kur operasyonlarında algı bozulur ardından hedef olan ülkenin para biriminin değersizleştirilmesine yönelik olarak alım dalgası gelir. Bu genellikle fon şirketleri üzerinden planlanır. Bir anda kur krizi çıkmaz, öncelikle bunun alt yapısı hazırlanır. Bir süre yatırım bankaları üzerinden algıyı bozacak raporlar yayınlanır. Ardından kredi derecelendirme kuruluşlarının raporları gelir. Bir de üzerine siyasi atmosferi bozacak şekilde algı oluşturduğunuz zaman, yani genel olarak ekonomik istikrarın ortadan kalkacağını pompaladığınız zaman, kur saldırılarını yapabilirsiniz.
Algının bozulmaya başlamasıyla yurt içi yerleşikleri de döviz talebi yaratır, dalganın boyu ve şiddeti artar. Bu süreçte jeopolitik riskler, küresel riskler de olduğundan daha kötü gösterilir. Veya Trump’ın attığı tweetlerde olduğu gibi ‘siyasi kriz’ havası verilir. Algı bozulunca yüksek rakamlarla yakalayamayacağınız kur hareketlerini, daha düşük rakamlarla yakalayabilecek ortam oluşturursunuz.
Bu açıdan baktığınızda kur saldırıları uzun dönemli planlanan, asla komplo teorisi olmayan şeylerdir. 90’lı yılların başında Soros’un İngiltere’de İngiliz pounduna yaptığı spekülatif ataklarla da destekleyebiliriz bu savımızı. Kur seviyesindeki şok artışlar, ekonomiyi bozmaya yönelik geçmişte de kullanılan ciddi ekonomik saldırı yöntemlerinden bir tanesidir.

-Birkaç uluslararası şirketin baş başa verip doların seyriyle oynaması mümkün mü, yoksa bu sadece devletlerin tekelinde olan bir enstrüman mı?

Baş başa verdikleri zaman birkaç tane uluslararası şirketin bir ülkenin kur seviyesiyle oynaması mümkün. Burada önemli olan bu şirketlerin hangi şirketler olduğu. Algıyı bozmaya yönelik operasyonu yapabilecek büyüklükteki şirketlerse rahatlıkla spekülatif atakları tetikleyebilirler. Örneğin bir kredi derecelendirme kuruluşu, uluslararası bir ekonomi gazetesinde çıkan bir haberi kaynak göstererek, “Türkiye ekonomisinde bir bozulma süreci başladı” şeklinde bir rapor yayınladı. Aynı gazete de kredi derecelendirme kuruluşunu kaynak göstererek “Türkiye ekonomisinde sorun var” dedi. Gazete ve kredilendirme kuruluşunun sahibinin aynı kişi olduğunu düşünürseniz… En çok başvurulan yöntemlerden bir tanesi de gerçek olmayan bilginin pompalanması. İşte bu algıya yönelik önlemlerin alınması gerekiyor.

SALDIRI BAŞLADIĞINDA TÜRKİYE’DEKİ PİYASALAR KAPALIYDI

-Kur operasyonu için ne kadar büyüklükte bir sermaye gerekir ve nasıl bir yol izlenir, hangi araçlar kullanılır?
Kurdaki spekülatif atakların gerçekleşebilmesi için ne kadar miktarda döviz gerektiğine yönelik tespiti yapmamız mümkün değil. Bazen hiç döviz kullanmadan da bu spekülatif atakları gerçekleştirebilirsiniz. Ülkenin içindeki algıyı bozduğunuzda hiç döviz kullanmadan spekülatif kur şoklarını yaratabilirsiniz. Elinizde algıyı bozacak kurum ve kuruluşlarınız -medya kuruluşları, kredi derecelendirme kuruluşları, yatırım bankaları gibi- varsa, ciddi bir dövize ihtiyaç duymadan, dışarıdan tetikleme yapmadan bunu yapabilirsiniz.
Örneğin Türkiye’de gece piyasalar kapalıyken kurun arttığı bir dönem yaşıyoruz. Türk Lirası’nın değişiminin yapıldığı FX piyasalarında Türkiye’de piyasalar kapalıyken, yabancı piyasalarda çok daha düşük hacimli işlemlerle kurun yukarılara götürülebildiğini görüyoruz. O açıdan çok yüksek miktarlarda döviz olmadan da bu iş yapılabilir.

FISILTININ ÖTESİNDE BİR OLAY

-Finans saldırısı biraz da fısıltılar üzerinden yapılır ve piyasalar tedirgin edilir. ABD Büyükelçiliği, kendilerine atfedilen “dolar 7 lira olacak” söylentilerini yalanladı. Ancak ekonomiyle ilgilenen/ilgilenmeyen birçok kişiden “doların 7 lira olacağı söyleniyor” şeklinde sözler duyuyorduk. Bu fısıltıların kaynağı sizce ABD mi?

Bir elçilik yetkilisinin doların 7 lira olacağına ilişkin kapalı bir ortamda yaptığı bir konuşmanın medya üzerinden haberleştirilmesi sürecini oldukça yakından takip ettim. Bu olay tek başına spekülatif atak başlatacak güçte değil ama diğer etkenlerle bir araya getirdiğiniz zaman diğer sorunlu alanları da güçlendirecek hale dönüşebilir. Bu açıdan baktığınızda o spekülatif atağın nasıl kurgulandığı önemli hale gelir. Burada bir elçilik çalışanı deniyor. Kim bu elçilik çalışanı belli değil, nerede söylemiş, kime söylemiş, bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Haberin devamı şöyleydi, “Dolar 7 lira olacak” denilmiş. Sohbetin içindeki bir şahıs, “Dolar 7 lira olursa Türkiye’yi kaybedersiniz” deyince, Amerikan elçilik yetkilisi de “Belki Türkiye’yi kaybetmek istiyoruz.” diye cevap vermiş. Bütün bu denklemi incelediğinizde fısıltının da ötesinde bir olay da karşınıza çıkabilir. Bir tarafta Trump’ın attığı twitler var bir tarafta ABD Başkan Yardımcısı Pence’in açıklamaları var. Diğer tarafta kredi değerlendirme kuruluşları ve yatırım bankaları üzerinden yapılan raporlama çalışmaları var. Bunun üzerine bu tarz fısıltılar geldiği zaman piyasa bozuluyor. Bu fısıltılara müsaade etmemek gerekiyor.

-Trump’ın fevriliği ve yardımcısı Mike Pence’in gizli ajandaya sahip bir Evanjelik olmasından hareketle “ABD’nin hedefi sadece rahibi kurtarmak” demek ne kadar doğru olur? Washington bu hamleyle Türkiye’den daha fazlasını koparmak istiyor gibi. Siz ne düşünürsünüz?

Türkiye’ye karşı ABD’nin uzunca süredir aldığı tavrın çok fazla boyutu var. Rahip Brunson elbette bunun bir parçası, onun iadesinin içeride Evanjelistlere karşı Trump’ın ve Pence’in elini güçlendirecek bir iç siyaset malzemesi olduğu kabulümüz. Ama bu başlı başına bir süreç değil. Örneğin Türkiye’nin Suriye’de izlediği politika son derece önemli, Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşması, S400 anlaşması ABD’nin hiç hoşuna gitmiyor. Türkiye’nin bölgede stratejik ortak seviyesinde olmasa bile İran ile İdlib’teki yakınlaşması veya Kuzey Irak seçimlerinde İran’la ortak hareket edip referandumu engellemesi gibi pek çok unsuru bir araya getirdiğiniz zaman, ABD Türkiye’nin son dönemde kendisine biat etmeyen halinden hoşnut değil. Bunu da Rahip Brunson konusunda hem iç siyasete bir mesaj vermek hem de buralardan Türkiye’yi sıkıştırmak için kullanacak.

MÜSLÜMAN HALKLAR ERDOĞAN GİBİ LİDER İSTİYOR

Sadece Suriye politikasına baktığımız zaman bile, Amerika binlerce silah göndermiş bir amacı yerine getirebilmek için, ama Türkiye yanına Rusya ve İran’ı alarak onun planını bozabilecek stratejik bir zekayı ortaya koyabilmiş. Amerika’nın bundan memnun olmasını bekleyemeyiz. Türkiye NATO müttefiki olarak PKK- PYD-YPG’yi terör örgütü olarak tanımlamış, hatta PKK’yı ABD de terör örgütü olarak tanımlamış. NATO üyelerinin önemli bir kısmının terör örgütü olarak tanımladığı bir yapıya Amerika binlerce silah vermiş. Burada müttefiklik hukukunun dışında bir uygulama var. Türkiye bunu her fırsatta Amerika’nın yüzüne vuruyor ve uluslararası arenalarda gündeme getiriyor. Amerika bundan da hoşnut değil. Bütün bunları üst üste koyduğumuzda pek çok değişken var. Türkiye’nin Kuşak ve Yol projesinde Çin’le beraber hareket etmesi var. En son Erdoğan’ın İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi olarak BRICS Zirvesi’ne katılması, orada yaptığı açıklamalar var.
Benim esas altını çizmek istediğim konu, ABD ve İngiltere, Müslüman ülkelerin rejimleri üzerinden bir kontrol mekanizması kurmuştu. Şimdi bu kontrol mekanizması, rejimler üzerinden kurdukları otorite bölgede yaşayan Müslüman halklar tarafından bozulmaya başladı. Rejimlere karşı alttan hareket dalgası gelmeye başladı. Müslüman halklar ülkelerinin Türkiye gibi, liderlerinin de Erdoğan gibi olmasını istiyor. Erdoğan İslam dünyasının doğal lideri pozisyonuna yükselmiş durumda. Bunu incelediğinizde milyarla ifade edilen İslam dünyasının yakından takip ettiği, görüşlerine önem verdiği bir ülkenin lideri olarak Erdoğan, çok uzunca bir süredir ABD’nin kurguladığı İslam coğrafyasına tehlike oluşturmaya başladı. Bunu da göz ardı etmemek gerekiyor.

EKSENİMİZ KAYMIYOR BİZ EKSEN OLUYORUZ

-Türkiye bugün Batı’dan gelen tehditlere karşı Rusya ve Çin ile iyi ilişkiler kuruyor. Çinli finans şirketlerinden 3,6 milyar dolarlık kredi geleceği açıklandı. Çin’den gelecek finansman Batı’dan gelecek finansmanın yerini doldurur mu?

Türkiye uzunca bir süredir dünyaya entegre olmuş bir ekonomiye sahip ama bugüne kadar genellikle hazine tahvillerinde olsun, diğer kredi kanallarında olsun, borçlandırmalarını Batılı ülkelerden gerçekleştirmiş. Şimdi Türkiye, ulusal çıkarlarını yerine getirebilmek için, AB VE NATO’dan da vazgeçmeden Doğudaki kalkınma ve gelişmeden faydalanmak istediği süreçte, Çin tahvillerinden de borçlanabilecek yapıya geldi. Bunu birileri eksen kayması adı altında sabote etmeye çalışıyor ama Türkiye’nin Çin, Hindistan, Rusya gibi ülkelerle olan siyasi yakınlaşması asla bir eksen kayması değil. Tek bir kanalla çalışmadığınızda rekabeti arttırırsınız ve Batı da bu rekabeti istemiyor. Türkiye ekonomisinin eskiden Batılı yatırım bankalarının istediği gün ihale yapabilen bir hazineden, bugün Çin tahvil ve bono piyasasından borçlanabilen bir hazineye doğru güçlendiğini görüyorsunuz. Bu da Batıyı rahatsız ediyor.
Şimdi dünya konjonktürü de bunu gerektiriyor. Danny Quah isimli bir iktisat profesörü London School of Economics’te görev yaparken yazdığı bir makalede dünyanın ekonomi merkezinin hızlı bir şekilde Batıdan Doğuya doğru hareket ettiğini ve bunun dünyadaki dengeleri değiştirerek yeni bir denge oluşturacağını ortaya koydu. Bu gayrisafi milli hasıla büyümeleri, kurlar, nüfus oranları, ithalat ihracat rakamları üzerinden oluşturulmuş bir makale. İncelediğiniz zaman hakikaten dünyanın ekonomik ağırlık merkezinin hızlı bir şekilde Batıdan Doğuya doğru hareket ettiğini görüyorsunuz. Bu açıdan baktığınızda Türkiye’nin yönetiminin ilişkilerini çeşitlendirmesi Batıdaki müttefiklerimizi ve daha önce beraber hareket ettiğimiz ülkeleri endişelendiriyor. Çünkü Türkiye sadece coğrafi olarak değil ekonomik ve enerji açısından da bir geçiş rotası. Şimdi Türkiye öyle enerji projeleri hayata geçirdi ve geçirmeye devam ediyor ki kendi topraklarında petrol ve doğalgaz çıkmamasına rağmen bunların ileride fiyatını belirleyebilecek piyasaları oluşturacak güce dönüşüyor. Türkiye’ye karşı yapılan agresif hareketlerin temelinde, kendisinin bir eksen olmaya doğru ilerliyor olması ve Çin’in en doğusundan İngiltere’nin en doğusuna kadar olan hat üzerindeki Müslüman halklar ve Türk halklarını harekete geçirebilme kabiliyetine sahip olması yatıyor.

EKONOMİK İSTİHBARATI GÜÇLENDİRMELİYİZ

-Türkiye, bu tarz ekonomik saldırılarda kullanılan kişileri/firmaları tespit edebilir mi? Edebilirse bir yaptırım uygular mı? Yoksa oyunun kuralları böyle denilip seyreder mi?

Ekonomik saldırıların kaynağının tespit edilmesi aslında kolaydır. Bilgisayar ekranlarından, alım satım emrini verenleri ve bu olumsuz haberleri çıkartanları bulmak mümkün. Ama hukuki boyut önemli. Elinizde çok ciddi kayıtların, bilgi ve belgelerin olması gerekiyor. Borsada manipülatif hareket yapanları tespit etmek ve bunları cezalandırmak kolay ama ekonominin geneline ilişkin spekülatif atakların -kimin tarafından yapıldığını bilseniz bile- hukuksal boyutu çok da düzenlenmiş değil. Bu açıdan ekonomi güvenliği için manipülatif hareketlerin gerçekleştirilmeden önlenmesi gerekiyor. Regülatör kurumların mesela BDDK’nın, piyasa yapıcı kurumlarla beraber ekonomi güvenliğini tesis etmeye yönelik mekanizmaların hayata geçirilmesi gerekiyor. Şu da önemli, diyelim ki tespit ettiniz, ne yapacağınız önemli. Sermayenin çıkışına ilişkin bir karar mı alacaksınız. Bu daha tehlikeli bir alana gidebilir. Türkiye’ye bir süredir atılan iftiralardan bazıları da sermayeye kontrol getirileceği, döviz alım ve satımının izne bağlanacağı, serbest piyasa koşullarından çıkılacağı şeklinde. Dengeli götürülmesi gereken ve riskleri de yoğun olan bir süreç. Yani tespit ettiğiniz zaman iş bitmiyor açıkçası. Bunu nasıl yöneteceğiniz de son derece önemli. Sadece Türkiye değil, bizim gibi gelişmekte olan diğer ülkeleri incelediğinizde piyasa bozucu işlemleri yapan kişileri tespit etmek mümkün. Ama benim altını çizmek istediğim konu, ekonomi güvenliğini sağlamak için bu olaylar yaşanmadan önlemek gerektiği. Bu açıdan baktığımızda ekonomik istihbarat kavramı ön plana çıkıyor. Yani spekülatif hareket gerçekleştikten sonra kimin gerçekleştirdiğini bulmak değil bu spekülatif hareketi gerçekleştirecek yapıyı bulup gerçekleştirmeden önlem almak her zaman daha avantajlı. Bunun için de çok güçlü bir ekonomik istihbarat biriminizin olması ve çalışıyor olması gerekir. Örnek vermek gerekirse bugün Rus istihbaratının başındaki şahıs, ekonomik istihbaratın başından oraya yükseltilmiştir. Bu da dünyanın şu anda ekonomik savaş adı altında, ticaret savaşları adı altında sürüklendiği süreçte, ekonominin ve ticaretin ne kadar önemli olduğunun göstergesidir.

Benzer konular