Ayasofya ilk olarak ahşap çatılı bazilika tarzında bir kilise olarak I. Konstantin’in oğlu Konstantinus tarafından inşa edilmiş olup 360 yılında tamamlanmıştır. Bu bina 404 yılında meydana gelen isyan sırasında yanmıştır. İmparator II. Theodosius zamanında (408-450) yeniden inşa edilerek 415 yılında ibadete açılmıştır. İlk yapıldığında Megale Ekklesia (Büyük Kilise) olarak adlandırılan yapı, 430 yılından itibaren “kutsal bilgelik” anlamında Ayasofya olarak anılmaya başlanmıştır.
13 Ocak 532 yılında meydana gelen Nika ayaklanması sırasında çıkan yangında Ayasofya bir kez daha tahrip oldu. Günümüze kadar ayakta kalan yapı, İmparator Justinianus (527-565) tarafından dönemin iki önemli mimarı olan Miletli İsidoros ile Tralles’li (Aydın) Anthemios’a yaptırılan binadır. İnşasına 23 Şubat 532 tarihinde başlanmış ve 5 yıl gibi kısa bir sürede bitirilerek 27 Aralık 537 tarihinde büyük bir törenle Justinianus tarafından ibadete açılmıştır. Doğu Roma İmparatorluğunun en büyük kilisesidir.
Gerekli inşaat malzemeleri imparatorluğun değişik bölgelerinden temin edilmiştir. Mısır’dan sekiz kırmızı sütun, Efes’ten Artemis tapınağından, Suriye Ba’albek’ten ve Kapıdağ yarımadasından sütunlar getirilmiştir. Değişik yerlerden getirilen farklı özellikte mermerler kullanılmıştır. Kaydedildiğine göre İmparator inşaat işleriyle bizzat ilgilenmişti. Rivayetlere göre, İmparator Justinianus, Ayasofya’nın açılışı sırasında, “Ey Süleyman seni geçtim” diyerek, Kudüs’te Hz. Süleyman tarafından inşa edilen Beytü’l-Makdis’ten daha büyük ve görkemli bir mabed yaptığı için övünmüştür. Doğu Roma imparatorluk tarihi boyunca bütün hükümdarlar Ayasofya’da taç giymiştir.
Mimari olarak Hıristiyan dini yapılarına hakim olan bazilika tarzındadır. Kubbe çapı yaklaşık 33 metre kadardır. Bu büyük kubbeyi taşımakta güçlük çeken yapının çökmesini engellemek için değişik zamanlarda dışarıdan eklenen payandalar ile desteklenmiştir. 860 yılındaki depremde kubbede oluşan çatlaklar İmparator Basileos tarafından tamir ettirilmiştir. Ayasofya’nın kubbesi sonraki depremlerde de benzer hasarlara maruz kalmıştır. Dördüncü Haçlı Seferi sırasında 1204 yılında Latinler tarafından işgal edilen İstanbul geniş çaplı yağma ve tahribatlara maruz kalmıştı. Bu yağmalardan Ayasofya da nasibini almıştı. Ancak Haçlı istilasından sonra iyice fakirleşen İmparatorluk, hasarlara maruz kalan Ayasofya için gerekli onarımları yapamamıştı.
Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya’nın harap halini gördüğü zaman şu farsça şiiri söylediği rivayet edilmektedir:
“Perdedâri mî küned ber kasr-ı Kayser Ankebut
Bûm nevbet mîzined der turumu Efrisyâb”
“Örümcek Kisra’nın takında perdedarlık ediyor
Baykuş Efresyâb’ın kalesinde nevbet vuruyor”
Fetihten sonra Ayasofya
İstanbul 29 Mayıs 1453 Salı günü fethedildi. İsmail Hakkı Uzunçarşılı Fatih Sultan Mehmed’in Ayasofya’ya gidişini şöyle aktarmaktadır:
“Fatih’in askerleri surları aşıp şehre girdiği zaman halk, kadın ve çocuklar da dâhil Ayasofya’ya doğru kaçıyordu. Fatih, Romanos (Topkapı) kapısından şehre girdi. Yanında ileri gelen devlet adamları olduğu halde Ayasofya’ya gitti, atından inerek şükür secdesi yaptı. Bu esnada patrik, papazlar, oraya sığınmış olan halk toplanmışlardı. Sonra Ayasofya’ya girdi, mukaddes mahalde durdu, patrik ve halk yerlere atılarak ağlaştılar. Sultan Fatih onlara elleriyle susmalarını işaret etti. Herkes susunca patriğe; ‘Ayağa kalk! Ben Sultan Mehmed sana, arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki, bu günden itibaren artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususundan benim gazabımdan korkmayınız’ dedi.”
Ayasofya ismini kim verdi?
Fatih Sultan Mehmed (r.a.), fetihten sonra İstanbul’un en büyük kilisesi Hagia Sophia’yı Ayasofya ismiyle camiye çevirdi ve ilk Cuma namazını burada kıldı. Fatih hemen akabinde Ayasofya Camii için bir vakıfname düzenleyerek kıyamete kadar kendi hayratı olarak vakfetti. Yanına da bir medrese inşa ettirdi. İlk minare ahşap olarak yarım kubbelerin üzerinde yapıldı. Bu minare 1574 yılındaki tamir sırasında kaldırılmıştır.
Güneybatı köşedeki tuğla minarenin II. Bayezid döneminden kaldığı sanılmaktadır. Daha sonra Ayasofya’nın diğer köşelerine değişik zamanlarda günümüze kadar gelen minareler eklenmiştir. Aynı şekilde caminin bütünüyle çöküşünü önlemek için her tarafında devasa payandalar konulmuştur. Caminin iç kısmına da minber, mihrap, kürsü, müezzin mahfilleri gibi bir takım eklemeler yapılmıştır.
Ayasofya onarımları
Ayasofya I. Mahmut döneminde (1730-1754) en kapsamlı onarımı görmüştür. 1739’da başlayıp bir yıl süren çalışmalarda şadırvan, sıbyan mektebi, imaret, kütüphane ve yeni bir hünkâr mahfili ve mihrap yapılmıştır. Bu çalışmalar sırasında Ayasofya’nın mozaikleri sıva ile örtülmüştür.
Ayasofya 1847-1849 yılları arasında kapsamlı bir onarım daha görmüştür. Allah (c.c.), Hz. Muhammed (s.a.v.), Hz. Ebubekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.) , Hz. Osman (r.a.), Hz. Ali (k.v.), Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin (r.a.)” yazılı, hattat Kadıasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılan 7.5 m. çapında İslam âleminin en büyük hat levhaları bu dönemde caminin duvarlarına yerleştirilmiştir. Bu levhalar cami müzeye çevrildikten sonra yerlerinden sökülmüş, ancak kapılardan sığmadıkları için dışarı çıkarılamamıştır.
İşgalde Ayasofya
İstanbul 13 Kasım 1918’de İtilaf devletleri tarafından fiilen işgal edildi. Bu fiili işgal durumu 16 Mart 1920’de resmi bir hüviyete kavuşturulmuştur. İşgal kuvvetleri Ayasofya’yı ele geçirmek için Ayasofya camiinin önüne geldi, ancak burada nöbet tutan askerler onları camiye yaklaştırmadı.
İstanbul’un işgali üzerine Ayasofya Camii’ni korumak için İstanbul II. Muhafız alayından Binbaşı Tevfik Bey komutasındaki bir tabur asker buraya yerleştirildi. İşgalciler Ayasofya’yı bir Fransız birliği ile işgal etmek istediler. Ancak buradaki askerler onları engelledi.
Fransız birliğinin ısrarı üzerine Tevfik Bey onlara; zorla girmeye kalkarlarsa ağır makinelilerle karşılık verileceğini, bunlar yeterli olmazsa caminin her tarafına kâfi miktarda yerleştirilen patlayıcıların infilak ettirileceğini söyleyerek Ayasofya’yı hiçbir durumda onlara teslim etmeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine işgalciler hükümete baskı yaparak daha sonra Ayasofya’yı teslim alabildiler ve minarelerine makineli tüfek yerleştirdiler.
Tevfik Bey’in Ayasofya’daki direnişinin İngiliz Savaş Bakanlığı’na, Ayasofya’nın Türk Askerleri tarafından işgal edildiğini ve Ayasofya’yı yıkmaya hazırlandıkları şeklinde rapor edilmesi.
24 Ekim 1934’te Mustafa Kemal’in emri ve Bakanlar Kurulu kararı ile ibadete kapatılarak müzeye çevrilen Ayasofya Camii, 1 Şubat 1935’de müze olarak, yerli ve yabancı ziyaretçilere açılmıştır. Cumhuriyetten önce gayrimüslim turistlerin bilhassa gruplar halinde Ayasofya’yı ziyaretlerine izin verilmemekteydi.
1936 tarihli tapu kaydına göre Ayasofya; 57 pafta, 57 ada, 7. parselde Fatih Sultan Mehmed Vakfı adına türbe, akaret, muvakkithane ve medreseden oluşan Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi adına tapuludur. Yani ibadete kapatıldıktan sonra da resmi kayıtlarda kaydı “cami” olarak devam etmiştir.
Ayasofya’nın statüsü Paris Konferansı’nın gündem maddelerinden birisi olmuştur. Konu ile ilgili 31 Aralık 1919 tarihli bir İngiliz belgesinde, İstanbul’daki bütün camilerin Müslüman mekânlar olarak devam etmesi, ancak Ayasofya’nın uluslararası bir antik anıt olarak bütün dini ibadetlere kapalı, uluslararası bir statüye kavuşturulması öngörülmektedir.
1920 tarihli “The Future of Constantinople-İstanbul’un Geleceği” başlıklı başka bir İngiliz belgesinde ise; Paris Konferansı’nda Ayasofya hakkında herhangi bir karara varılamadığı belirtilerek, 920 yıl Hıristiyanlara ait bir kilise olan ve bu amaçla inşa edilen Ayasofya’nın 470 yıl Müslümanların elinde kaldı diye bir cami olarak Müslümanlara bırakılmasının kabul edilemeyeceği vurgulanmaktadır.
İngiltere’nin Hindistan Bakanı Edwin Samuel Montagu, bu argümana dayanarak Ayasofya’nın hiçbir dini veya mezhepsel bir kullanım olmadan yalnızca dini bir anıta dönüştürülmesini tavsiye etmekteydi.
Bu iki belgeden de anlaşılacağı üzere Ayasofya’nın Müslümanlara kapatılması ve cami hüviyetinin ortadan kaldırılması konusu Paris Konferansı’nın gündem maddelerinden birisi olmuştur. Bir karara varılamaması üzerine meselenin hallinin sonraki bir zamana ertelendiği anlaşılmaktadır. Yani 1934 yılında Ayasofya’nın Cami olmaktan çıkartılarak müzeye tebdili, emperyalist devletler tarafından 1919 yılında Paris Konferansı’nda gündeme alınan konudur.
Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi ile ilgili bakanlar kurulu kararının altında buluna imzanın Mustafa Kemal’e ait olup olmadığı, bilhassa imzanın tarzından dolayı tartışılan bir konu olmaya devam etmektedir. Ancak Ayasofya’nın hâlâ ibadete kapalı olması bir vakıadır ve imza üzerindeki tartışmalar bu vakıayı değiştirmeyecektir.
Neticede, gerçek olsun olmasın Ayasofya Camii bir bakanlar kurulu kararı ile müzeye çevrilmiştir. Dolayısıyla yeni bir bakanlar kurulu kararı ile yeniden eski ve gerçek hüviyetine kavuşturulmasının önünde hukuki veya anayasal bir engel bulunmamaktadır.
Ayasofya müze haline geldikten sonra ilk defa 8 Ağustos 1980 tarihinde hünkâr mahfili ibadete açılmıştır. Ancak restorasyon bahanesiyle kısa bir süre sonra (14 Eylül 1980) tekrar kapatılan hünkâr mahfili, 10 Şubat 1991’de yeniden namaz kılmaya tahsis edilmiş ve Ayasofya kısmen de olsa cami olarak hizmet vermeye başlamıştır.