İnsanlığın hayatını kolaylaştırdığı ileri sürülen endüstrileşme, neticede çevreyi tarihin hiçbir döneminde görülmeyen kirliliğe maruz bıraktı. Elbette ki, temiz su kaynakları da bundan etkilendi. Nehirlere boşaltılan fabrika atıkları, suda yaşayan canlıları yok etmekle kalmayıp, ulaştığı deniz, göl ve tarlaları da zehirliyor. Ağır metalleri de ihtiva eden “tarım ilacı” ve “gübre” adıyla pazarlanan kimyevî maddeler ise bitkileri kirletmekle kalmayıp, böceklerin mutasyonuna, toprağın verimsizleşmesine, su kaynaklarının kirlenmesine neden oluyor.
Pek çok âmilin neden olduğu kirlilik ise sık sık tartışmalara konu ediliyor. Bu tartışmalardan biri, geçtiğimiz hafta Milliyet gazetesinin ambalajlı sularla ilgili manşet haberiyle başladı. “Yüzlerce kat fazla çıktı… Duş bile alınmaz! Resmen zehir” başlıklı haber sonrasında ortalık yeniden karıştı. Çünkü söz konusu olan tartışma insanın hem cebini, hem de sıhhatini ilgilendiriyordu. Akademik bir çalışmadan hareketle yapılan haberle ilgili farklı çevrelerden açıklamalar geldi.
İşin en garibi “Ambalajlı İçme Suyu Örneklerinde Ağır Metal Analizi ve Risk Değerlendirmesi” başlıklı analiz çalışmalarını makaleleştiren akademisyenlerin görev yaptığı üniversiteden gelen reddiye idi. Araştırma, haberlerin yanı sıra köşe yazılarına da konu oldu. ‘Gerçek Hayat’ olarak biz ise meseleyi daha kapsamlı ele aldık. Tüm taraflara görüşlerini sorduk. Ortaya ilginç sayılabilecek bir dosya çıktı. İşte tüm tafsîlâtı ile su dosyası:
Geçmişte erişilmesi güç olmasıyla gündem olan su, bugün muhtevası ile tartışmalara konu ediliyor. Meselenin hem ticari, hem de sağlık boyutu var.
MUSLUK SULARI GÜVENLİ Mİ?
Sadece ambalajlı su tartışması başladığında gündeme gelen musluk suları da, damacana sularının taşıdığı tüm riskleri barındırabiliyor. İster ambalajlı sular olsun, isterse de musluk suları, coğrafyaya, kaynağa, kaynağın çevresindeki sanayi ve ziraî faaliyetlere, çöp kaynaklarına yakınlık, tesislerin güvenliği, şehir şebekelerinin eski veya yeni oluşu, bina tesisatlarının eski ve yeniliği, suların ambalajı ve ihtiva ettiği biyolojik, radyolojik, kimyevî kirlilikler ile mineraller açısından ele alınması gerekiyor. Hiçbir yerel yönetim seçiminde gündeme gelmeyen, hiçbir adayın vaatleri arasında yer almayan, suyun sadece evlere intikalinden ibaret görülüp, sıhhî yönü hiç gündeme gelmeyen su meselesi, Türkiye’nin kanayan yaralarının maalesef en başında yer alıyor.
BELEDİYE BAŞKANININ 1. GÖREVİ: TEMİZ SU
Musluklarımızdan akan suların içine eklenen klorun biyolojik kirlilikleri yok ettiğinden, en azından en az seviyeye düşürdüğünden şüphe yok. Gönüller musluklarımızdan akan suyun biyolojik, kimyevî, radyolojik, sertlik, koku ve de tat açısından mükemmel olmasını ister. Bir belediye başkanının, musluğumuzdan temiz su akıtmaktan daha önemli ne vazifesi olabilir? Ancak hiçbir zaman su meselesi ilk görev halini alamamıştır.
SU AMBALAJLARI KISIRLAŞTIRIYOR
Suların ihtiva ettiği kirleticilerin yanı sıra, hileli yollarla arıtılması, klor ya da ozonla dezenfekte edilmesi, damacanalardaki BPA (Bisfenol A) ve petlerdeki fitalat maddeleri de tehlikelerin bir başka veçhesi. ABD’nin Devlet Başkanlığı Yönetim merkezi olan Beyazsaray’ın sitesinde yer alan akademik çalışma, insanlığın maruz bırakıldığı tehlikeyi açık seçik gözler önüne seriyor. Obama’ya sunulan ve muhtelif dallardan 50’ye yakın profesörün imzasını taşıyan akademik raporda, ambalajların içerdiği fitalat ve BPA’nın östrojen hormonu gibi davranması nedeniyle erkeklerde kısırlık, kas erimesi ve prostat kanseri, kadınlarda ise kısırlık ve göğüs kanserine neden olduğu gösteriliyor. (Bakınız: whitehouse.gov/administration/eop/ostp/pcast)
KISIRLAŞMAYI ÇİN DE İSPAT ETTİ
Çin’de fabrikalarda çalışan 514 işçinin katıldığı, 5 yıl süren araştırma ilginç bir sonuç ortaya çıkardı. Çin’deki bu araştırmada, idrarında BPA ve fitalat olmayanların sperm seviyelerinin, olanlara nispetle 3 kat daha iyi olduğu tespit edildi. Bu da her türlü gıda ve tıbbi ambalaja eklenen BPA veya fitalatın spermleri yok edip, kısırlaştırıcı bir etkiye sahip olduğunu bir kez daha teyit ediyor.
2014’DE ‘ARAŞTIRILSIN’ DENİLDİ AMA…
2014 yılında bir grup milletvekili TBMM’ye önerge vererek, pet şişe, damacana, plastik bardak, kaşık, çatal, pipet, biberon, emzik gibi ürünlerin, kanser riskinin yanı sıra, üreme, hipofiz, tiroid, meme gibi organ ve dokulara da etkilerinin araştırılmasını istedi. Ancak bugüne kadar TBMM harekete geçmedi. İşte o dilekçede yazanlar: Plastikte bulunan BPA (Bisphenol A) gibi kimyasal maddeler sıcak ve soğuktan etkilenerek, içinde muhafaza ettiği yiyecek ve içeceklere geçmekte, bu da kanser yapma riskine yol açmaktadır. Plastiklerin içindeki bu kimyasal maddeler endokrin sistemini bozmakta, üreme, hipofiz, tiroid, meme dokusu gibi çeşitli organ ve dokulara etki etmektedir. Büyüme, gelişme ve bağışıklık sistemine zarar vermekte, kanseri tetiklemektedir. Plastikteki BPA maddesi, obezite, diyabet, astım, kalp-damar hastalıkları ve karaciğer hasarına yol açmakta, kadınlarda meme, erkeklerde ise prostat kanseri riskini arttırmaktadır. BPA ihtiva eden plastik biberon, şişe ve kaplara sıcak sıvı veya yiyecek konulduğunda BPA maddesi kaptaki sıvı ya da yiyeceğe geçmektedir. Halkımızın cam şişe kullanımına özendirilmesi gerekmektedir. Başta biberonlar olmak üzere yiyecek ve içecek kapları ile diğer plastiklerin kullanımı yasaklanmalıdır.”
FİTALAT VE BPA NİÇİN KULLANILIR?
Gündelik hayatın bir parçasına dönüşen pet ambalajlar diğer zararları bir yana, içerdikleri fitalat nedeniyle insan soyunu tehdit ediyor. Fitalat ya da ftalik asit esteri, oldukça sert bir madde olan polivinil klorit maddesini esnek plastiğe çevirmek için kullanılıyor. Her maddede farklı bir çözünürlük düzeyine sahip olsa da, su ve yağ başta olmak üzere çözünür ve ilgili maddeye geçiyor. Tabiata bırakıldığında toprak, su kaynakları ve diğer canlıları kirletiyor. Fitalat kanserojen maddelerden olup, östrojen hormonu gibi davranarak vücudun tabiî hormonlarını taklit eder ve endokrin (iç salgı bezleri) sistemini bozar. Su şişeleri, emzikler, biberonlar, bebek şişeleri, alüminyum menşeli kapların kaplamaları, damacanalar, gıda kapları, yemek pişirme kapları, oyuncaklar, döşemeler, bazı halı ve kıyafetler, vernikler, parfüm, losyonlar ve kozmetik gibi kişisel bakım ürünleri, ilaç veya besin takviyesi kaplamaları ne yazık ki, fitalat içerirler. Su damacalarını sertleştiren BPA da bedende fitalatla aynı işlevi görüyor. Nature dergisinin araştırmasına göre, endokrin bozucular olarak bilinen bu kimyevî maddeler, vücudun salgıladığı hormonlara müdahale ederek metobolizmayı bozabiliyor.
Klorun yanı sıra çok güçlü bir dezenfektan olan ozon; minerallerden, mikro organizmalardan ve pH’dan kaynaklandığı için suyun orijinal tadını da değiştiriyor. Ozonun suda kalma süresi ise suyun sıcaklığına, pH ve içinde ozonla reaksiyona giren madde miktarına göre değişiklik gösterir. Suda bromür varsa ve ozon verildiğinde insan sağlığını tehdit eden bromata ve bromoforma dönüşüyor. Bu nedenle ozonlanmış suyun hemen tüketilmesi halinde baş ağrısı, aşırı yorgunluk, boğaz kuruluğu, baş dönmesi, göz yanması başta olmak üzere çok daha ciddi sorunlara yol açabiliyor.
Suları mikroplardan arındırmada kullanılan etkin klor (Cl2) ile klorür (Cl-) iyonu sık sık birbirine karıştırılmaktadır. Klorlama, sıvılaştırılmış klor gazı, sodyum hipoklorit çözeltisi, kalsiyum hipoklorit granülleri veya uygulama yerindeki klor üreteçleriyle sağlanır. Klorlama teknikleri de, kırılma noktası, aşırı klorlama/geri alım, sıra dışı klorlama gibi çeşitler gösterir. Klor suda çözüldüğünde hipokloroz asit (HOCl) ve hipoklorür (OCl-) oluşturur.
TÜRKİYE’DE SU TÜRLERİ
“İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik” isimli mevzuata göre içme suları “İçme-Kullanma Suyu”, “İçme Suyu” ve “Kaynak Suyu” olmak üzere üç kısma ayrılıyor. Şehir şebeke suları İçme-Kullanma Suyu olarak tanımlanırken, yer altından çıkarılıp, işlemlere tabi tutulup ambalajlanarak satılan sulara “İçme Suyu” deniliyor. Jeolojik birimlerin içinde tabii olarak oluşan, bir veya daha fazla çıkış noktasından yeryüzüne kendiliğinden çıkan ve herhangi bir işleme tabi tutulmaksızın ambalajlanan sulara ise “Kaynak Suyu” deniliyor. Kaynak suları “doğal kaynak suyu” ve “doğal mineralli kaynak suyu” olmak üzere iki şekilde ruhsatlandırılıyor. Doğal mineralli sulara karbon dioksik eklenerek şişelenmesi neticesinde ise “maden suları” denilen sular ortaya çıkıyor.
YENİ TARTIŞMA NEDEN ÇIKTI?
Bursa Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü’nden Aşkın Birgül, Pelin Tolunay, Hatice Kübra Akdoğan Gül, Perihan Binnur Kurt Karakuş isimli akademisyenler, 43 farklı markanın içme suyu örneği üzerinde 16 farklı ağır metalin analiz işlemini gerçekleştirir. Elde ettikleri bulguları ise “Ambalajlı İçme Suyu Örneklerinde Ağır Metal Analizi ve Risk Değerlendirmesi” başlıklı rapor ve makaleye dönüştürürler. 26-28 Ekim 2018’de Aydın’da gerçekleşen “Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi”nde ise bu çalışmalarını sunarlar. Geçtiğimiz günlerde bu çalışmaya erişen Milliyet Gazetesinin, konuyu “Yüzlerce kat fazla çıktı… Duş bile alınmaz! Resmen zehir” başlığı ile haberleştirmesi su tartışmalarını yeniden gündemin üst sıralarına taşıdı.
ÇALIŞMANIN MUHTEVÂSI
Dört akademisyen, satışa arz edilmiş 43 markaya ait 250 ml’lik plastik ambalajlı su numunelerini alıp sulardaki ağır metalleri uluslararası ilmî yöntemlerle ölçerler. Su numunelerinde pek çok ağır metal tespit edilir. Baryum, kurşun, stronsiyum gibi ağır metallerin mevzuatın izin verdiği değerlerden de yüksek olduğu görülür. Sonrası malum, “bu sular neden kirli ve nasıl çözebiliriz” demek yerine, alkışlanması gereken akademisyenleri ilgili ilgisiz herkes “sen misin efendim bizim suları kötüleyen” diyerek topa tuttu. Çalışmada içme suyu yoluyla maruz kalma dozunun baryum için en fazla 0,004, kurşun için 0,029 ve stronisyum için de 0,0012 mikrogram olduğu belirlenir. Sularda en yüksek oran olarak baryumda 366.08, kurşunda 0,80 ve stronsiyumda ise 6,01 ppB oranları ölçülür. Oysa mevcut mevzuata göre piyasaya arz edilen sularda baryumun sıfır olması gerektiği halde, bu çalışmada bazı markalarda 366,08 ppB (µg/L) olarak tespit edilmiş. Yani rakam ifade edildiği üzere oldukça ürkütücü…
‘SULAR KANSER İHTİMALİNE KARŞI İZLENMELİ’
Raporun sonuç bölümünde şöyle deniliyor: “Kurşun, baryum ve stronsiyum, numunelerde en sık rastlanılan ağır metal türleri olarak göze çarpmaktadır. Bunun yanı sıra ambalajlı içme sularının ağır metal yönünden sürekli izlenmesi sağlanarak toplum sağlığının korunmasına yönelik uygun ve gerekli tedbirler alınabilir. Sağlık risk değerlendirmeleri göz önünde bulundurulduğunda, ambalajlı içme suyu tüketmenin Pb seviyesine göre kanserojen risk oluşturduğu gözlenmektedir. Bu nedenle, insan ve toplum sağlığının korunması açısından uygun kontrol tedbirlerinin alınması gerekmektedir.”
ANLAMAK YERİNE TEPKİ
Yapılan araştırmayı takdir etmek şöyle dursun, önce kendisini hata etmez otorite olarak gören Sağlık Bakanlığı ile su firmalarının kurduğu dernek, rapora sert tepki gösterdi. “Ambalajlı sular güvenli şekilde tüketilebilir” diyen Sağlık Bakanlığı açıklamasında, AB mevzuatına uyduklarını, kimyasal, fiziksel, mikrobiyolojik ve radyoaktivite parametreleri yönünden analizler yaptıklarını belirtti. “Analiz sonuçları adı geçen yönetmeliklerde belirtilen sınır değerlere uygun olmayan hiçbir suya üretim izni verilmemektedir” denildi. Konu kendisini hiç ilgilendirmediği halde Bursa Teknik Üniversitesi yönetimi de konuya dâhil oldu. Akademisyenlerini ezip geçen Rektörlük açıklamasında “Araştırmaya konu olan ambalajlı içme sularında ağır metal içeriği bakımından içilmeye engel teşkil edici bir durum mevcut değildir” dedi. Su firmalarının üye olduğu dernek ise çalışmanın “bilimsel” olmadığını ileri sürdü. Baskı altına alınan söz konusu akademisyenler ise konu hakkında yeni değerlendirmelerde bulunmaktan imtina ettiler.
‘BARYUM ORANI KORKUNÇ’
Kimya Mühendisleri Odası Başkanı Dr. Ali Uğurlu da sulardaki vahim durumu değerlendirdi. Uğurlu yaptığı açıklamada, “Tespit edilen en yüksek baryum oranı korkutucu. Kurşun miktarı 0.010’un altında olması gerek, ancak 8 katı çıkmış. Araştırma sonuçlarına göre bazı içme suları dördüncü derece su kalitesinde. Böyle bir ürün ancak banyoda kullanılır. Baryum (Ba), kurşun (Pb) ve stronsiyum (Sr) ağır metallerdir. Bu ağır metallarin kansorejen etkileri var. Bazı organlarda birikme, mutasyon, dejenerasyon etkileri söz konusu olabilir. Çünkü bu metaller vücutta birikme yapabiliyor. Ambalajlı su sektöründe korkunç derecede denetimsizlik var. Standart dışı firmaların ruhsatları iptal edilmeli” dedi.
SAĞLIKLI YAŞAMIN SIRRI KALİTELİ SUDA
İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Erk, Tarım ilaçları, kimyasal gübreler, evsel, endüstriyel atıklar, kimyasal toksinler, kanalizasyon suları ve petrokimyasal sızıntıların su kaynaklarını kirlettiğini dile getirdi. “Kirletilen su kaynakları çeşitli kimyasal dezenfektanlarla temizlenmeye çalışılıyor. ABD›de her yıl sulardan kaynaklanan bir milyon ishal vakası ortaya çıkıyor. Sağlıklı su vücudun ihtiyacı olan kalsiyum, potasyum, fosfor, magnezyum, demir gibi mineralleri içermeli” şeklinde konuştu.
‘BİLGİLER KAMUOYUNDAN GİZLENİYOR’
Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Derneği’nin 5 yıl önce yayınladığı ve zaman zaman güncellediği su raporu ise konunun sıklıkla gündemde kalmasına neden oluyor. Bakanlık ve su firmalarının kapsamlı analiz raporlarını kamuoyundan gizlediklerini dile getiren Dernek yetkilileri, tüm raporların firmaların veya sağlık bakanlığı sitesinde yayınlanması yahut su firmalarının Bakanlığın raporları yayınladığı siteye link vermesinin zorunlu kılınması gerektiğini savunuyor. “Piyasada şeffaflık yok” diyen Gıda Hareketi yetkilileri, su firmaları çalışanlarından sürekli ihbar aldıklarını kaydediyor.
SULARDA HANGİ AĞIR METALLER VAR?
İçilebilir bir suda hiçbir ağır metalin olmaması gerekir. Ağır metallerin varlığı, Amerikan Çevre Ajansı’nın raporunda da dile getirdiği üzere, yüzlerce hastalığın yanı sıra engelli doğumlar, kanser türleri, organ yetmezlikleri, öğrenme güçlükleri, gelişim bozukluğu ve hatta ölümlere yol açabiliyor. Bölge ve kaynağa göre farklılıklar arz etse de, sularda akrilamid, alüminyum, amonyum,antimon, arsenik, benzen, baryum, bor, borat, bromat, cıva, fosfat, kadmiyum, krom, kurşun, nitrit, nifrat, selenyum, siyanür gibi ağır metaller ve radyoaktif kirleticilere sıklıkla rastlanabiliyor.
EPA HANGİ HASTALIKLARI SIRALIYOR?
Amerikan Çevre Ajansı EPA yayınladığı su kirleticileri tablosunda, kirleticilerin sulara nasıl dâhil olduğunu ve ne tür sağlık sorunlarına yol açtığını, 2009 yılında kamuoyu ile paylaşmıştı. İşte oradan sudaki kirleticilerin yol açtığı bazı hastalıklar: Sinir sistemi veya kan sorunları, lösemi ve diğer kanser türleri, göz, karaciğer, böbrek hasarı, dalak sorunları, kardiyovasküler sistem veya üreme sorunları, bağırsak lezyonları, mide rahatsızlığı, alerji, sinir hasarı, tiroit sorunları, adrenal bezlerdeki değişiklikler, ishal, kusma, kramplar…
DENETİMLER HABERLİ YAPILIYOR
Geçtiğimiz aralık ayında yapılan bir ihbarı değerlendiren Jandarma, Bartın’a bağlı Kaman Köyündeki su kaynağında usulsüzlükler tespit etti. Kaynağa ilave olarak yeraltı kuyusu açan firmanın, açtığı yeraltı kuyusundan çektiği suyu özel aparatlarla kaynak suyu ile karıştırdığı, jandarmanın baskınında suçüstü yapılarak ortaya çıkarıldı. Suçüstü yapılan tesis 10 Aralık’ta mühürlendi. Haber merkezimize ulaşan son bilgiye göre, adı geçen tesisin mühre rağmen geceleri üretime devam ettiği belirtiliyordu. Tesise yeni bir baskın yapan jandarma, mühürlü tesiste üretimin sürdüğünü tespit ederek üretimi yeniden durdurdu. İsminin açıklanmasını istemeyen bir su firması yetkilisi ise benzer durumun su kaynağı yetersiz pek çok firma için de geçerli olduğunu dile getiriyor. Piyasada bazı bayilerce yapılan korsan dolumların yanı sıra büyük küçük bazı firmaların da benzer usulsüzlüklere özellikle yaz aylarında sık sık müracaat ettiklerini söylüyor. Denetimlerin iyi ilişkiler yüzünden haberli yapılmasından şikâyet eden su firması yetkilisi, sektörde şeffaflığın olmadığı, 24 Haziran seçimleri süreci ve sonrasında pek çok firmanın da fiyatlarını 2 katına çıkararak millete ve devlete kötülük yaptıklarını dile getiriyor.
SULAR NEDEN KLORLANIR?
İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmeliğin 10. Maddesi: “İçme-kullanma sularının dezenfeksiyonunda klor kullanılması halinde, uç noktada yapılacak ölçümlerde serbest klor düzeyinin 0.2-0.5 mg/L olması sağlanır. İçme-kullanma suyunda dezenfeksiyon etkinliğinin denetlenmesi amacıyla, serbest klor ölçümleri suyun mahallinde her gün yapılır” hükmünü getiriyor. Klor (Cl2) suyun dezenfekte edilmesi için suya eklenir. Suya ‘klor’ eklenmesi suyun tadını bozduğu gibi geçici olarak rengini de bozar. Ayrıca göz, burun tahrişi, mide rahatsızlığı, kalp-damar, tiroit, cilt ve saç sorunlarına yol açtığı defaten ispat edilmiş olmasına rağmen, yerel yönetimler bu gerçeklerle hiçbir zaman ilgilenmemiştir. Klor, vücut tarafından tolere edilmediği halde, TSE 0.2 Sağlık Bakanlığı 0.5, AB 0.5, Dünya Sağlık Örgütü 0.25 mg/L eklenmesine izin veriyor. ABD Çevre Ajansı EPA ise en küçük değerin dahi tehlikeli olduğunu bildiği için sorumluluktan kaçma pahasına da olsa değer vermiyor.
SULARA EKLENEN KLOR KANSER YAPAR MI?
Katı malzemenin atılmasından sonra su, her türlü zararlı organizmadan arındırılmak amacıyla dezenfekte edilir. En yaygın kullanılan dezenfektan klordur. Bununla beraber, sudaki organik maddelerle tepkimeye girebilen ve kanserojen olduğu ispatlanan klorun organik bileşiklere (klorofenoller) yol açtığı anlaşılmıştır. (Maden Tetkik Arama Kurumu tarafından neşredilen ve Eşref Atabey tarafından kaleme alınan, (Türkiye’de İnsan Kaynaklı Unsurlar ve Çevresel Etkileri” eserinin 266. Sayfası)
KAN KANSERİNİN SEBEBİ KLOR
Dr Joseph Price, “Kalp atardamarları, Kolesterol ve Klor” adlı eserinde, içme suyuna eklenen klorun, kan, kalp ve damar hastalıklarının büyük çoğunluğunun sebebi olduğunu kaydediyor. Dr Stephen Langer ise, “Hastalığın Bilmecesi Çözüldü” adlı eserinde, Ortodoks yaklaşımlar, sizi hasta, bağımlı ve sürekli yeniden hastalanan bir şekilde tutmak için, klorun, homojenleştirilmiş UHT sütün ve ağır metal zehirlenmelerinin göz ardı edildiğini dile getiriyor.
HASTALANMAMIZ VE ÖLMEMİZİ KİM İSTİYOR?
Carter döneminin ABD Sağlık, Eğitim ve Refah eski Bakanı Dr Joseph Anthony Califano ise şöyle diyor: “Şelasyon terapisi, serbest radikal patolojisi kaynaklı kardiyovaskuler hastalıkların doğal bir tedavisi olarak kabul edilirse ve eğer klorlu içme suları, homojenleştirilmiş süt, kök kanalları ile hipo-tiroidin tehlikeleri hakkında size gerçekleri açıklarlarsa, bu abesle iştigal ölümleri de önlenebilir hale gelecektir.”
ŞEHİR ÇEŞMELERİ VE KURT KUŞ
1 Ocak 2019’da başlatılan poşetle mücadelenin bir benzerinin de su ambalajları için yapılması gerekiyor. Özellikle fitalat içeren ve tabiatı kirleten “kullan at” su kaplarının bir sebebi de belediyeler olarak gösteriliyor. İstanbul başta olmak üzere ecdat yadigârı çeşmelerin suyunu “musluklar çalınıyor” bahanesiyle kesen belediyeler, kendileri ambalajlı su ticareti yapıyor. Çeşmelerin hârabeleşmesine neden olan bu yanlış uygulama; şehirdeki kurt, kuş, kedi köpek gibi canlıların da susuz kalmasına neden oluyor. Sultanahmet’te Alman çeşmesi açık tutulurken, Topkapı’daki Sultan 3. Ahmet Çeşmesi başta olmak üzere hemen tüm çeşmelerin susuz bırakılması tepkilere neden oluyor. Su medeniyetinin çocuklarına yakışmayan bir başka görüntü ise bu çeşmelerin çöplük gibi kullanılması…
ŞEHİR ŞEBEKELERİNDE NELERE DİKKAT ETMELİ?
– Sular klorlu iken kesinlikle kullanmayın.
– Tesisatınızı ciddi kontrollerden geçirtin, gerekirse sıhhî malzemelerle yeniletin.
– Su arıtma cihazları sudaki kirlilikleri yok etmez. Ettiğinde ise suda olması gereken mineralleri de yok ederek ‘saf su’ haline getirir ki, bu da zararlıdır.
– Belediye başkan adayına su konusunda sorular yöneltin, gündemine almasını sağlayın.
AMBALAJLI SULARDA NELERE DİKKAT ETMELİ?
– BPA içeren plastik damacanaları kullanmayın, bunların yerine cam ambalajları tercih edin.
– Fitalat ihtiva eden pet (plastik) ambalajlı sulardan uzak durun.
– Su firmanızdan 8-9 sayfalık güncel kapsamlı analiz raporunu isteyin. Getiremiyorsa sucu firmanızı değiştirin.
– İçeceğiniz suda kirleticiler olmadığından ve mineral ihtiva ettiğinden emin olun!
SU İÇMENİN ADABI
– Su içmeden önce besmele çekin.
– Oturarak ve üç yudumda için.
– Yudumlar arasında su bardağını ağzınızdan uzaklaştırın.
– Ağzı açık kaplardaki suları içmeyin.
– Dibini görmediğiniz kaptan su içmeyin, suyun içine nefes vermeyin.
– Suyu yaratan Allah-ü Teâlâ’ya “Elhamdülillah” diyerek şükredin.
SAĞLIK BAKANLIĞI DEĞERLER AVRUPA BİRLİĞİ KRİTERLERİNE UYGUN
Sağlık Bakanlığı, piyasadaki tüm suların bakanlık tarafından onaylı olduğunu, Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü sitesindeki markalar dışında bir markanın piyasaya çıkmak için bakanlıktan onay almak zorunda olduğunu belirtiyor. Merdiven altı üretiminin mümkün olmadığını, denetimlerin çok sıkı olduğu vurgusunu yapan Sağlık Bakanlığı, listede bulunan tüm su markaların değerlerinin Avrupa Birliği kriterlerine uymak zorunda olduğu ve bunun dışındaki değerlerin bakanlık tarafından kabul edilmediğini ifade ediyor. Su konusunda herhangi bir muammanın olmadığı vurgusu yineleniyor.
Bakanlığın konu üzerine yaptığı açıklamada da analizlerin yetki verilen laboratuvarlarda yapıldığı ve bu analizlere arsenik, kurşun, cıva, kadmiyum, baryum ve bakır gibi ağır metal parametrelerinin de dâhil olduğunu belirtiyor. Analiz sonuçlarında, yönetmeliklerde belirtilen sınır değerlerine uygun olmayan hiçbir suya üretim izni verilmediğinin de altı çiziliyor. Bakanlık, ruhsatlandırdığı tüm su markalarının piyasa denetimleri ve imalathane denetimlerindeki son 3 yıllık (1 Ocak 2016 – 10 Ocak 2019) verileri inceleyerek, yapılan toplam 41 bin 458 analizin tamamının kurşun ve baryum parametreleri açısından mevzuat limitlerine uygun olduğunu aktarıyor. Sağlık Bakanlığı, vatandaşların bakanlıkça üretim izni olan ve denetimleri yapılan ambalajlı suları güvenli şekilde tüketebileceğini söylüyor.
SU VAKFI BAŞKAN YARDIMCISI – ALİ UYUMAZ ‘ZEMZEM EN GÜVENLİ SU’
Dünyanın en sıhhi suyu olan Zemzemin yıllık 1 milyon ton kapasitesi var. Zemzemin kaynağının oldukça güvenli olduğunu söyleyen Su Vakfı Başkan Yardımcısı Ali Uyumaz, “Zemzem en güvenilir sudur. Muhtevasında herhangi bir kirletici madde yok. Suudi Arabistan çok kurak bir yer olmasına rağmen Kızıldeniz’den buharlaşan sular Taif’deki yüksek tepelerde yoğunlaşıp yağmura dönüşüyor. Suudi Arabistan’da nadir yağmur yağmasına rağmen, orada belki gün aşırı yağmur yağıyor. Bu yağmur zemzemi besliyor. Araştırmacılar, kaynağın ana besleyicisinin o yağmurlar olduğunu belirtiyor.” “Zemzemin, yıllık 1 milyon ton kapasitesi var” diyen Uyumaz, “Mesela biz İstanbul’da günde 3 milyon ton ortalama su kullanıyoruz. İstanbul’da kullandığımız suyun üçte biri zemzem kaynağının yıllık kapasitesi. Çünkü iklim şartları ancak buna el veriyor” dedi.
‘ESKİDEN SUYA PARA VERİLMEZDİ’
Tarihî çeşmelerden eskiden içme suyunun sağlandığını söylüyor Ali Uyumaz. “İnsanlar, tarihi çeşmelerden ya da kaynak sularından belirli yerlere taşırlardı. Millet eskiden suya para vermez, çeşmelerden doldurduğu suları kullanırdı. Yani İstanbul’un çok değişik yerlerinde vardı bu çeşmeler. Bunlar zamanla bozuluyor, tahrip ediliyor ya da değişik nedenlerle hizmet vermez hâle geliyor. Gayret etsek eskisi gibi çalışır hâle getirebiliriz. Son yıllarda yapılan anket ve araştırmalarda 100 tane su kaynağı varsa farklı markalarda bunların çok büyük bir ekseriyetini Terkos’tan daha içilir olduğunu söylüyorlar. Bu çok önemli bir yaklaşım. Bunun üzerine oturup düşünmek lazım. Belki başlangıçta iyi gibi görünüyor ama bunun da bazı eksileri var.”