Sünnileri dışlamak kime ne kazandırdı?

Öncelikle bir hakikati teslim etmek gerekiyor. Irak’ta yaşayan Şiiler 1921 yılından Saddam Hüseyin idaresinin sonuna kadar büyük bir haksızlık ve zulümle karşı karşı kaldılar. Fakat bu işi başlatan kimdi? Elbette İngilizler. İngilizler, çıkardıkları vatandaşlık yasasıyla Şii-Sünni sosyolojik fay hattını harekete geçirip ülkeyi negatif enerji biriktiren, patlamaya hazır bir coğrafya haline getirdiler. İşin acı tarafıysa, bu politikanın 2003 yılına dek ‘mazlum’u konumundaki Şiilerin, Amerikan işgaliyle birlikte ‘zalim’ tarafa geçmekte bir an bile tereddüt etmeyişi oldu. Üstelik Sünnilerin tarih boyunca uygulamadığı, uygulamayı aklından bile geçirmediği yöntemleri kullanmayı kendilerine hak olarak görebildiler. 2003 sonrası Irak tarihi, modern dünya tarihinin en karanlık sayfalarından biri olarak kayıtlarda yerini çoktan aldı. Sistemli bir şiddet dalgası başkent Bağdat’tan başlamak suretiyle bütün ülkeyi adım adım etkisi altına alarak bütün meskun mahalleri kasıp kavurdu. Mezhep ayrımcılığına dayanan yönetim biçimi, ‘kendinden olmayan’a temel insani hakları hatta hayat hakkını bile çok gören bir şiddeti onayladı. Onaylamakla da kalmadı sırtını sıvazladı. Nitekim bugün baktığımızda halen devam eden sürecin ülkede millî bir düzen oluşturamadığı gayet açık. 2003 yılıyla birlikte başlayan kaos her geçen gün makası daha bir açıyor, ülke daha bir karanlığa gömülüyor.

Bir devleti ayakta tutan herşeyden önce hukuktur, adalettir. Irak’ta kırıntısı bile mevcut değil. 2003 öncesinde de ülkenin durumu iç açıcı değildi. Ancak Amerikan işgali sonrası Şii partilerin iktidarı döneminde yaşanan iktisadî, idarî, siyasî, ticarî ve ahlâkî yozlaşmanın tarihte eşi benzeri yok. Irak tartışmasız bir şekilde tarihinin en kötü dönemini yaşıyor.

MEZHEPÇİLİK ÇÖZÜMSÜZLÜĞE SÜRÜKLÜYOR

Ülke, İran destekli Şii hükümetler döneminde uygulanan yanlış politikalar sonucu çeşitli mali sıkıntıların yanında çok ciddi siyasi krizler yaşadı. İntikam duygusuyla Sünni varlığın dışlanması devlet tecrübesi ve aklına sahip insanların bertaraf edilmesi sonucunu doğurdu. Sosyolojik olarak ne kadar muktedir görünürse görünsün, devlet yönetme derinliği bulunmayan, henüz ehil olmayan bir mekanizmanın iktidara talip olmasıyla ülkeyi türbülansa götüren ciddi yönetim boşlukları oluşmaya başladı. Bu boşlukların arka plandaki İran gibi vesayet güçlerince doldurulmaya çalışılması ise türbülansı daha da ölümcül kıldı. Nitekim ortada bir devletten ziyade İran tarafından kumanda edilen çapulcu çetelerin varlığı görüldü. Amerikan işgalinin ikame ettiği mezhepçilik ülkeyi uçuruma doğru sürükledi.

SÜNNİLERİN YENİ IRAK’TA DIŞLANMA MERHALELERİ

Amerika Irak’ı işgal ettikten sonra Baas Partisi’nin yapısını parçalamak, liderlik etkinliğini kırmak için 16 Nisan 2003 tarihinde çıkarılan bir kanunla Paul Bremer’in başkanlık ettiği Ulusal Yüksek Konseyi tesis etti. Bu kapsamda Irak ordusu dağıtıldı ve Baas Partisi’ne üye oldukları bahanesiyle binlerce öğretmen ve memurun işine son verildi. Baas Partisi’ne üye olduğu iddia edilen hiç kimse bir daha kamuda görev alamadı.

Bu kararın amacı belliydi. Şii partilerin önderliğinde yeni demokratik devletin(!) kuruluş aşamasında Sünnilerin emniyet teşkilatından ve siyasi kurumlardan temizlenmesi gündeme gelmişti. Bu uygulama meyvesini vermekte gecikmedi. Ülke yıllarca sürecek olan iç savaşın, güvenlik zafiyetinin, istikrarsızlığın karanlık tüneline girdi. Zira sırf Sünni oldukları için görevlerine son verilen binlerce kişi için sosyal hayatta var olmak imkanı artık kalmamıştı. Çaresizlik ve öfke, bu insanlara silahlı direniş örgütlerine katılmaktan başka seçenek bırakmıyordu.

2006 yılında İran siyasetinin uzantısı olduğu bilinen Nuri Maliki’nin Başbakanlık koltuğuna oturmasıyla mezhepçi zihniyet tavan yapmış oldu. Nuri Maliki Irak’ı oluşturan değişik kesimlerin varlığını hesaba katmayı aklından bile geçirmedi. Adalet ve hukuku hâkim kılacak bir devlet yapısı için herhangi bir gayret göstermedi.

Şİİ İNFAZ TİMLERİ

Tam aksi zuhur etti. Maliki mezhepçi politikaları daha bir katmerleyerek ülkeyi mezhep savaşlarının tam ortasına sürükledi. Bunun planlı bir neticesi olarak sahneye Şii çeteler, silahlı infaz timleri çıktı. Bu çeteler Sünnilere karşı suikastlar düzenlediler, insanları kaçırdılar. Maliki yönetiminin yaptığı tek şey, İran tarafından desteklenen Şii çetelerin işlerini kolaylaştırmak oldu.

Ülkeye egemen Mezhepçi Şii zihniyetin ürettiği şiddet kendi karşıtını üretmekte gecikmedi. Ağır bir travma yaşayan Sünniler kendi meşru haklarını ve varlıklarını savunmak için silahı gruplar oluşturmaya başladılar.

SÜNNİLERİ DIŞLAMAK İÇİN HAŞİMİ’YE İDAM

Mezhepçi Şii zihniyet, sadece ülkenin değil aynı zamanda kendi kuyularını kazmakta olduklarını idrak edemedi. Sünnileri ve ülkenin diğer unsurlarını dışlamak, ülkenin geleceğini tehlikeye atmaktan başka bir netice getirmeyecekti. Şii siyasiler akıllanmak yerine Sünnilerin varlığına, Sünni siyasi önderliğe karşı baskı ve tacizlerini daha da artırmayı seçtiler. Bu politikanın devamı olarak 2011 yılında Irak Devlet Başkan Yardımcısı Tarık el-Haşimi hakkında ‘emniyet güçlerine karşı saldırıları finanse etmek’ suçlamasıyla tutuklama kararı verdiler. Maksat belliydi, Irak siyaset dünyasında tanınan Sünni liderliğe güçlü bir darbe indirmek… İran yanlısı Başbakan Nuri Maliki, Sünni liderleri terörle mücadele kabilinden uydurma gerekçelerle tasfiye ediyordu.

BARIŞÇIL DİRENİŞE SİLAHLI CEVAP

Şii siyasi partilerin Sünnilere yönelik dışlayıcı yaklaşımının sürmesi, Arap Baharı ile birlikte Sünni bölgeleri harekete geçirdi. Bu bölgelerdeki vatandaşlar, meşru, hukuki haklarını elde etmek, mezhepçi ayrımcılığa son vermek için gösteriler düzenlemeye başladı.
Kendilerine yönelik ayrımcılığa son verilmesi, keyfi olarak tutuklananların serbest bırakılması, kaçırılan ve haber alamadıkları gençlerin akıbetlerinin ortaya çıkarılması gibi taleplerle yapılan barışçıl gösteriler 2013 yılında Sünni şehirlerde büyük sivil bir direnişe dönüştü. Fakat Irak hükümeti Sünnilerin taleplerini dikkate almak yerine kurşun sıkarak karşılık verdi. Bu olaylar sırasında onlarca kişi öldü, yüzlerce kişi de yaralandı.

DEAŞ’I MEZHEPÇİ Şİİ ZİHNİYETİ VAR ETTİ

Mezhepçi şiddet Sünni bölgelerinde yeni bir istismarın doğmasına sebebiyet verdi. Şii çetelerin karşıt kardeşi DEAŞ terör örgütü, çok sayıda Sünni şehri ele geçirmeyi başardı. İlginçtir, barışçıl gösterilere kurşun sıkan Şii hükümet güçleri DEAŞ’ın ilerlemesine doğru düzgün direniş bile göstermedi, neredeyse tek kurşun sıkmadı. Evet, Nuri Maliki hükümeti DEAŞ’ın Sünni bölgeleri ele geçirmesini kolaylaştırma konusunda yardımcı oldu. Zira DEAŞ ile mücadele yapılıyor denildi, Sünni şehirler yerle bir edildi. DEAŞ’la mücadele bahanesiyle binlerce Sünni vatandaş Şii çeteler tarafından katledildi. Bütün bunlar olurken kimse Şiileri suçlamadı bile. Herkes DEAŞ’ı suçladı, işlenen suçlar Maliki’nin ve Şii çetelerin yanına kâr kaldı.

SÜNNİ ŞEHİRLER ŞİİLEŞTİRİLDİ

DEAŞ belasını Sünnilerin başına saran Mezhepçi Şii zihniyet, Sünni şehirlerde DEAŞ’çı diyerek öldürebildiği kadarını öldürdü, sağ kalanları da DEAŞ yanlısı diye tehcire tabi tutarak Şii nüfusu buralara taşımaya başladı. Kendi icatları DEAŞ tehdidinin 2017 yılında bittiğini ilan etmelerine rağmen Şii siyasetçiler geçmişten ders almış görünmüyorlar. Eski politikalar aynı şekilde devam ediyor. Şii çetelerin bileşkesi Haşdi Şa’bi, bugün Sünni şehirlerine egemen durumdadır. Asayiş onlardan sorulmakta, ticaret onlardan sorulmakta, şehirdeki en küçük sosyal faaliyet yine onlardan sorulmakta.

AKIBETLERİ BELLİ DEĞİL

Sünni şehirlerde her güce sahip Şii çeteler, tüccarlardan keyiflerine göre haraç almakla da kalmıyor, bildiğin eşkiya gibi adam kaçırıp fidye talep ediyor. Hele bir karşı gelmeye kalk, işte o zaman her türlü cezaya müstahak durumdasın. DEAŞ ile savaş sırasında Şii çeteler tarafından kaçırılan binlerce Sünni’den halen haber alınamıyor. Akıbetlerinin ne olduğu hakkında kimse bir şey bilmiyor.

SÜNNİ VAKIF VE MALLARINA EL KOYDULAR

Şii çeteler, hâkimiyetleri altındaki Sünni şehirlerde camilere ve Sünni Vakıflar Divanı’na ait gayrimenkullere el koymuş durumda. Sünni toplum dini kurumlar aracılığıyla Şiileştirme baskısına maruz bir hayat yaşıyor. Bu mezhepçi uygulamalar, Sünni bölgelerde gerilimi sürekli yükseltiyor ve yeni çatışmaların fitilin ateşliyor.Irak’ta çeşitli azınlıklar, gruplar ve farklı dini cemaatler bulunuyor. Ülkenin tek mezhebe dayalı, diğerine cebreden baskıcı bir zihniyetle yönetilmesi söz konusu olamaz. Bütün vatandaşlara hakkını hukukunu veren, herkese eşit mesafede, vatandaşları arasında ırk, din ve dil ayrımı yapmayan bir yönetim tarzı gerekiyor.İktidardaki Şii partiler böyle bir düzeni kurma konusunda başarı gösteremediler. Bundan dolayı krizler ve trajediler türlü şekillerde tekrarlanıp durdu. Irak sahip olduğu tabii ve beşeri zenginlikler bakımından bölgesinde ilerlemenin, refahın, bir arada yaşamanın modeli olmalıydı. Sünnileri dışlayan mezhepçi zihniyet Şiilere yaradı mı peki? Yaşanan son olaylar bunun böyle olmadığını gösteriyor. Ülkeler gemilere benzer. Batarsa, ama zengin ama fakir, ama Şii ama Sünni herkes birlikte batar.

Benzer konular