Dünya hiçbir zaman tekin bir yer olmadı. İnsanlık hiçbir zaman sıkıntısız bir dönemden geri kalmadı. Hele Türkiye’nin de yer aldığı coğrafya söz konusu olduğunda… Şimdilerde Akdeniz başta olmak üzere çevremiz yeniden ısınmaya başlıyor, birileri barutlarını boşaltıp kibrit çakmaya yelteniyor. Uzak, yakın, irili, ufaklı herkes buraya kümelenmiş durumda. Herkesin acelesi var. Bunların üzerine bıktıran bir seçim süreci ve çıkan neticeler.
Uzun soluklu, aklı başında analizlere, tarihi tecrübeden istifadeye muhtaç bir manzara söz konusu. Zahire bakarsan İstanbul seçiminin mağlûbu AK Parti, kazananı ise CHP. Dünyanın en genç nüfuslarından birine sahip bir ülkede, yaşadığımız günlere ilişkin meseleleri 30 yaş altı gençlere sorduk. Herkesin, özellikle de siyasilerin dikkatle okumasında fayda mülahaza ediyoruz. Gençlerin bir kısmı isimlerinin yer almasını isterken, bir kısmı bunu tercih etmedi. Kararlarına saygı duyuyoruz. Buyrun, dosyamız sizinle…
MÂNEVİ ŞUUR YETERİNCE AKTARILAMIYOR
ENSAR AVCI: Mazlum coğrafyaların birçok beklentisi olduğu ülkelerden biri Türkiye. Fakat ben kendi çevremde bu beklentileri karşılayacak bir gençliğin yetiştiğini görmüyorum. Bunun en önemli sebebi, bize aktarılması gerekenlerin aktarılamaması. Ebeveynlerimizin döneminde ideoloji ya da dâvâ çok önemli bir yerdeydi. Meydanlarda gerekirse kendi fikirlerini, özgürlüklerini savunmuşlar ve birtakım haklarını elde etmişlerdi.
Fakat 2000’lerden sonra dünyanın da farklı bir yol almasıyla, ülkelerin kalkınma politikalarıyla beraber biz kariyerizm denilen bir şeyden söz ediyoruz artık. Aileler de çocuklarını, dâvâ ile, şuurla değil de, nasıl daha iyi okullarda okuturuz, daha iyi eğitim veririz gibi bir kariyer anlayışıyla yetiştirdiler. Eğitimli ve kültürlü bir nesil oluşmuş olabilir, ama bu kariyeri kullanacağımız bir dâvâ veya mecra yok artık. Okuduğumuz okullarda da mânevi şuur yeterince aktarılamıyor.
İdealist gençlerin yetişmemesinin bir başka sebebi ise, siyasi arenanın çok hızlı değişmesi. Mesela 15 Temmuz oldu, Arap Baharı oldu, dün söylenen bir söz, bir sonraki gün tam tersiyle aynı kişiler tarafından söylenebildi. Milliyetçilik konusunda dün farklı yerdeyken, bugün farklı yerlerde durduğunu görebiliyoruz. Terörle mücadele konusu veya FETÖ örgütünün bugün geldiği durum… Bu da ideolojiye karşı insanların sağlıklı bir düşünce beslemesini engellemiş oluyor. Biz bunlara güvenmediğimiz için artık kendi bacağımızdan asılmaya çalışıyoruz. Kendi hayata bakış açımızla, daha fazla para kazanalım, daha iyi okullarda okuyalım diyoruz. Bu da bizi apolitikleştiriyor ya da politikayı çok yüzeysel ele almamıza sebep oluyor.
DÂVÂ VE ŞUUR DEVRİ BİTTİ
Ö.E: “Bir dil sürekli aynı yerden, aynı açıdan işlendikçe, oradan alınan verim azalır” der Cemal Süreya. Ben bunun siyasetin dili için de böyle olduğunu düşünüyorum. Arkadaşımızın bahsettiği dâvâ ve şuur kelimelerininin artık bitirildiğini, bunun üzerinden yalanlar söylendiğini, prim yapıldığını, aslında insanlara hiçbir şey söylenilmediğini düşünüyorum. Zamanında alınan verimler azaldı ve bugün hiç anlam ifade etmiyor. Kullanıldıkça da değersizleştiriliyor. Bunun bilinçli bir şekilde yapıldığından ziyade, çok tabi bir olay olduğunu düşündüğüm için söylüyorum.
Sosyal medyada bağırıp çağırarak konuşan tiplerin muhafazakârları beslediğinden ziyade, muhafazakârlara açık verdiğini düşünüyorum. Çünkü hiçbirinin sağlam, oturaklı lafları yok. Şahsen tanımıyorum, belki çok samimidirler. Ama “İmamoğlu Rum olduğu için mavi kravat taktı” diyebilen troller, karşısındakini enayi yerine koyuyorlar demektir. Bu durum da insanların zoruna gidiyor.
CHP CEPHESİNDEN BAKARSAK
A.Y: Çevremde çok CHP’li olduğu için ben bu seçimin kaybedilmesine CHP gözüyle bakarak sırasıyla sebeplerini saymak istiyorum.
Bunlardan bir tanesi Apo’nun mektubu meselesi. CHP’nin HDP’yi yanına çekmesi, AK Parti’nin de Apo ile görüşerek teröristleri yanına çekmesi gibi bir olay oldukça sıkıntı yarattı.
Ekrem İmamoğlu’nun su ve akbil indirimi vaadi de farklı bir etki uyandırdı. İndirimi AK Parti yapmış olsa da, kimin önerdiğini herkes biliyor.
Televizyonu açtığında sürekli bağıran birilerini görmek istemiyor insanlar. Sakinlik istiyor. Kavga siyasetinden hoşlanmıyor. Taksilerin olumsuzluklarını hepimiz bildiği halde, bunlardan farklı bir yerde duran Uber’in yasaklanması doğru değildi. Uber gerçekten çok güzel hizmetti, ama yediler.
Suriye politikası da kafalarda karışıklığa sebep oluyor. Her iki kesim de “Bizim askerimiz orada savaşırken neden elin adamı denizlerde nargile içiyor” diye düşünüyor.
Bazı bakanlardan duyulan rahatsızlıklar var. Bunlar bilindiği halde ısrarla değiştirilmiyor.
Sanayi ve tarımda da sıkıntılar var. Eskiden kendine yetebilen tarım sektörümüz vardı, şimdi tarımda çok gerilerdeyiz. Sanayide de çivi üretebiliyor muyuz, bilmiyorum. Savaş sanayisine yatırım yapmamız çok güzel, ama onun dışında bir şey yapamadık. Arabayı bile çıkarttık çıkartacağız dedik ama şu tarihe kadar hiçbir şey olmadı. İnsanlar artık bunların yapılacağına inanmıyor.
Devlet, vergi borçlarında indirim yaptı. Ama üniversiteyi bitirip hayata 25 bin lira borçla atılan gençlerin KYK borçlarına indirim yapmadı. Genç evlenmek istiyorum ama evlenince bir de kadının 25 bin lira KYK borcu ilave oluyor. 50 bin lira borçla hem düğün yapıp, hem ev geçindirmek nasıl olacak?
Yeni siyasette artık karşı taraftan da oy almamız gerekiyor. Onları düşünerek de siyaset yaparsak onlardan oy alabiliriz. CHP’li kitlenin en büyük şikâyeti, alkol ve sigara meselesi…
Gençler mezun olduktan sonra iş bulma ve staj yapma derdine düşüyor. Ben mesela staj yapamadım, bizim üniversitenin stajı yoktu. Bir sürü üniversite mezunu var, bunların hepsine staj yeri bulmak kolay değil. Binali Yıldırım’ın herekese staj yaptırma vaadi vardı. Ama çok düşünülerek yapılmış bir vaad olmadığı belliydi. Güven vermedi.
FETÖ ile mücadele konusunda da sıkıntılar var. Üst kademede tutuklanmalar olmuyor ama alt kademede çok fazla tutuklanma var. Bu durum âdâlet anlayışımıza uymuyor.
Dış politikata Katar ve Azarbaycan dışında dostumuzun olmaması da insanları endişelendiriyor. Bir Amerika’nın yanındayız, bir Rusya’nın. Gençler, Türkiye’nin 10 sene içinde bir savaşa gireceğini düşünüyor. “Ne olacak bu Türkiye’nin hâli” endişesi var.
HER HALÜKARDA BİZE OY VERİR MANTIĞI
SÜMEYYE SENA AÇIKEL: Devlet deyince aklımıza AK Parti geliyor artık. Benim şu an en çok rahatsız olduğum nokta, AK Parti’nin kendi tabanı dahil olmak üzere halkı hiç dikkate almaması. İnsanlar sürekli olarak rahatsızlıklarını dile getiriyor, ama bunlar seçim ciddi anlamda kaybedilecekse ancak dikkate alınıyor.
“Ben bu adama günahımı vermem” denilen kişilere sırf Erdoğan’ın hatırına, CHP’nin korkusuna oy veriliyor. Hükümet de, “bu insanlar her halükarda bize oy verir” diye düşünüyor. Bazı bakanlar kendi mahallelerinde bile kabul görmüyor. Fakat görevde tutuluyorlar. Erdoğan’ın meşhur bir sözü vardır “Halka itaat et, rahat et.” Gerçekten AK Parti ilk kurulduğu yıllarda bu yoldan gitti. AK Parti tarihin hak ve özgürlükler açısından altın çağını yaşattı. Sonrasında baktılar ki, nasılsa halk her türlü destekliyor, bu noktaya gelindi.
Erdoğan’ın tavrı seçildiği günden beri çok fazla değişmiş değil. Sert ve kararlı bir insandı zaten. Ama ilk etapta bu kabul görüyordu, çünkü ciddi anlamda gasp edilmiş haklar vardı. Ama bir şeyler yerine oturduktan sonra, sadece muhalefet ediyor diye vatan haini veya FETÖ’cü ilan edildi bazı insanlar. Bunlar çok onur kırıcıydı.
Bir insana PKK’lı derseniz, çok ağır bir itham olarak kabul edilir. Bugün bir insana FETÖ’cü dediğinizde gülüyor. Halbuki FETÖ’cüler çok daha tehlikeli. Ama kelimelerin içi boşaltıldı.
Son seçimlere bakacak olursak, Binali Yıldırım her kesimce sevilen bir insandı. AK Parti bu adama rağmen kaybettiyse, iyice düşünmesi lazım.
Aklı selim bir insan teşkilatlatlarda bir saat bile duramıyor. Maddi olarak çok fazla kaynak aktarılıyor. Fikir üzerine hiçbir şey yok.
Müşahit olarak görev aldığım halde müşahitlik eğitimine gitmedim bu seçim. Bir önceki seçimlerde müşahitlik eğitimine gittiğimde, U.’u dinlettiler bize. Beklentim, YSK’nın maddelerini anlatmaları, karşılaşabileceğimiz olası durumlarla ilgili bilgilendirme yapmalarıydı. Ama öyle olmadı. AK Parti’nin çevresi her yapılanı alkışlayan trol tayfasıyla dolu. Birazcık farklı bir düşünce belirten her insana “hain” diyen tipler bunlar. Yapılan samimi eleştiriler maalesef dikkate alınmıyor.
AK Parti muhafazakâr demokrat bir parti olarak tanımlanıyor. Başörtüsü, namaz, niyaz, camiler, bunlar çok önemli ama muhafazakarlığın ahlaki yönü nerede? Mesela bu seçim niye tekrarlandı? Ekrem İmamoğlu seçildiği için üzüldüm ama seçilmeseydi de üzülecektim. Çünkü o zaman da karşı tarafın hakkına girdiğinizi hissediyorsunuz. Hedefe giden yolda her şey mübah değildir. Ben siyaseti siyaset için istemiyorum. Ben zaten muhafazakarlığım için istiyorum o siyaseti, muhafazakar tavrımdan taviz vermek için değil.
Senin muhafazakarlığında namaz niyaz var da ehliyet yok mu? Her yer ehliyetsiz insan kaynıyor. İnsan kayırmalar her yerde. İşe almak için yapılan mülakatlarda liyakata dikkat edilmiyor. Bir insan bir makama getirilecekse, hak ettiği için gelsin. Gürültü çıkartan insanları bir yerlere getirmeyin. Kaybetmek uğruna bile olsa ahlaklı olanı seçelim. Ekrem İmamoğlu’nun kazanması böyle insanlar yüzünden oldu, yoksa kazanacak bir isim değildi.
AK PARTİ’Yİ KENDİ İÇİNDEN İNSANLAR SATIYOR
G.G: Teşkilatlara baktığımızda, insanlar iftiralardan dolayı hiçbir yere gelemiyor, partiden soğutulup, teşkilattan uzaklaştırılıyor. Bu da AK Parti’nin gençlik üzerindeki bir kaybı. AK Parti’ye yakın olan birkaç vakıfta yer aldım. Oralarda da her şey maddiyata dönüşmüş durumda. ‘Şu evrağı biz basalım da matbadan gelen kâr marjını kendimiz alalım’ derdine düşmüşler. Gençlerin yüksek model arabalarla gelip dâvâ peşinde koşmaları çok rahatsız edici. Hepsinin mi babası zengin bunların?
Naçizane fikirler sunduğumuz zaman da biz iktidar partisiyiz, böyle yapamayız, şöyle yapamayız şeklinde tepkiler veriyorlar. Üniversitelerde bile gençlerin susturulduğunu düşünüyorum. Siyasetle ilgili bir konu açıldığı zaman, solcular patır patır konuşuyor, sağcılar sessiz kalıyor.
Gençliğin gelecek endişesi var. Arap Baharı’nın asıl sebebi olmasa bile, Amerika’nın eli bariz bir şekilde hissedilse bile, o sıralarda yapılan belgesellerde gençliğin evlenme konusundaki endişeleri, maddi endişelerin artması ön plana çıkmıştı. Burada da aynı durum gözleniyor. Bunun alternatifi CHP değil elbette, ama insanlar ‘bu belediye seçimidir’ demeyip son seçimde tepkisini ortaya koydu.
Partinin içinde yapılan yanlışları “Aman biz söylemeyelim, şikayet etmeyelim” kafası var biraz da. AK Parti’yi kendi içinden insanlar satıyor. Ben bu açıdan biraz daha dikkatli olunmasını düşünüyorum.
İSTANBUL’U KAYBETMENİN NEDENİ EKONOMİ
MEHMET ŞAKİR SARAÇ: AK Parti 10-12 sene halkın özgürlüklerini genişletme ve ekonomi anlamında büyük katkılar sağladı. Öncesinde kapalı bir ülkeydi Türkiye. Bu sebepten dolayı ekonomi başta olmak üzere bir takım zorlukların üstesinden daha kolay gelinebiliyordu. Ama özellikle 2000’lerden bu yana dünyaya açılma ve özgürlükler sağlandıktan sonra bunlardan geri dönüşü toplum kabul etmiyor. Ekonomik olarak refahı arttırmanın ardından, kalkıp yeniden bir fakirleşme yaratırsanız, o zaman bunun ciddi sonuçları olur. İstanbul seçimini ve 31 Mart’ta büyük şehirlerde ortaya çıkan sonucu buna bağlıyorum, çünkü ekonomik dalgalanmadan en çok büyük şehirler etkilendi ve büyük şehirler muhalefete geçti.
Gençlere gelecek olursak, çok uzun eğitim süreçlerine karşın, düşük ücretlendirme ve genç işsizliğin yüzde 25 civarlarına ulaşması ciddi sorunlardan. Türkiyenin istihdam açığını kapatması için, gençlerin iş bulabilmesi için ekonominin her yıl en az yüzde 10 büyümesi gerekiyor. Fakat, şu an daralma veya çok az büyüme beklentisi var. Bunlar direkt oya yansıyor.
Oylar çalınıyor, bir ilçenin nüfus müdürlüğündeki görevli, diğer memurlardan on kat daha fazla usulsüz nüfus işlemi yapıyor. Ve bu İstihbarat Teşkilatının, İçişleri Bakanlığının dikkatini çekmiyor. Neredeyse 20 yıldır ülkeyi yönetenlerin kim olduğu belli, sonra da “oylar çalındı” diyerek yeniden seçime gidiyorsun. 250 binden fazla kişi ihraç edilmiş, sayısız operasyon yapılmışken hâlâ FETÖ seçimleri çalabiliyorsa, buna ne denilebilir ki? Bunun sorumlusu kim peki? Bu nedenle halk doğal olarak tepki gösterdi.
Gençler artık televizyon izleyip gazete okumuyor. Sosyal medya, youtube üzerinden haberler alınıyor. 140Journos, Bold Medya, BBC Türkçe, Deutsche Welle gibi mecralar ortalığı kasıp kavuruyor. Ki Bold Medya, FETÖ destekli bir medya kuruluşudur ve milyonlara ulaşan izlenme rakamları var. Bu Türkiye’deki en yüksek tirajlı gazeteden daha büyük bir rakam. Özellikle gençlerin takip ettiği sosyal medya, youtube gibi yeni medya mecralarda AK Parti’nin etkisi çok zayıf.
Hükümeti ya göklere çıkartan ya da yerin dibine sokan bir medya var. İnsanlar doğru bilgi için devletten gelen bilgilere yöneliyor yine de. Fakat özellikle son birkaç yılda artan bir şekilde devletin aygıtları da ciddi anlamda politikleşti. Sayıştay kalktı İmamoğlu’na karşı açıklama yaptı. Sayıştay’ın bu açıklaması devlet kurumlarının güvenirliğini sarsıcı nitelikte.
Çok önemli bir mevzu olmasına rağmen, FETÖ’yü artık hiç kimse konuşmuyor. İddianamelere baktığımızda, bazı iddianamelerde gerçeklerin çarpıtıldığını bile görebiliyorsunuz. Bunu anlamak için avukat veya hukukçu olmaya gerek yok.
Erdoğan eskiden birisini başarısız gördüğünde onu görevden alıyordu. Şimdi bu yapılmıyor. İstanbul seçimlerinde oyları çaldıran ekipler olduğu gibi durdu bu seçimde de. O adamlar halkın seçtiği değildi ve onların kellesi alınmadı. Ama halkın oyuyla seçilenlerin birçoğunun kellesi alındı.
Düşünce üreten önemli bir kurumda bir iletişimcisinin yazısına baktım. Benim yaklaşık bir ay önce yaptığım bir haberden kopyala yapıştır yapmış, onu da makale olarak yayınlamış. Düşünce ve strateji üretimi anlamında da ciddi sıkıntı var.
ALKOL ALAN BİR YERDE BAŞÖRTÜLÜ KIZLAR GİTAR ÇALIP ŞARKI SÖYLÜYOR
F. K: Cumhuriyet tarihine baktığımızda ya da AK Parti’nin iktidar olma macerasını gözden geçirdiğimizde bu ülkenin önemli bir kesiminin, çeperden merkeze gelmesinin hikâyesi aslında. Kamusal alanda söz hakkı elde etmeye çalışmasının, pek çok alanda kendi varlığını göstermeye çalışmasının, adalet karşısında haklarını hukukunu savunmasının hikâyesi. Çatışmak, kavga etmek ben bunları değersiz görmüyorum. Bunların hepsi gerekliydi. Mahallenin sınırları bugünkü gibi müphem değildi. Çok belirgindi. Fakat bugün geldiğimiz noktada bütün sınırlar artık silik. Bugün Kadıköy’de, Moda’da alkol alan bir yerde başörtülü kızlar gitar çalıp şarkı söyleyebiliyor. Kamusal alan artık daha ortak paylaşılıyor.
Hala bir kavga üslubu gütmenin özellikle inançlı gençlerin önünü tıkadığını düşünüyorum. Çünkü burada aşılamamış bir kompleks var. Kamusal alanda varsın, evet ama kültürde yoksun. Çünkü hala komplekslisin. Çünkü hala bir şeyleri kavgayla aşmaya çalışıyorsun. Sadece şiirde varsın, sinemada yoksun, edebiyatta yoksun. Yoksun derken şöyle merkezi hâle gelememişsin.
Bu tür kavgacı ve sert söylemlerin bir kenara bırakılmasını ve artık üretime geçilmesini; sanatta, bilimde, üretime geçmeye yatkın bir gençlik bulunduğunu fakat bütün söylemlerin bunun önünü tıkadığını düşünüyorum. Karşı tarafın taleplerini de dikkate alıp müzakere etmek niye bu kadar korkunç olsun? Kendi istediğini yaşamak için verdiğin kavga, artık kendi değerlerini dayatmaya dönmüş gibi. Yeni bir dilin, söylemin inşa edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
AİLELERİMİZ BİZİ MÎLLÎ BİR KİMLİKLE YETİŞTİRMİYOR
ABDÜLHAMİDHAN SARIGÜL: Dünyada çok ciddi bir modernizm kültürü var. Bu sekülerlik de getiriyor aynı zamanda. Eskiden insanlar dâvâ, şuur, bilinç, mîllîlik, dindarlık gibi kavramlar üzerinde dururken, modernizm ve sekülerlik bu değerleri örseledi. Ailelerimiz bizi milli bir kimlikle yetiştirmiyor.
AK Parti iktadara gelirken, özgürlük mücadelesi fikirler üzerinden yürüyordu. Günümüze baktığımızda fikirlerden ziyade popülizm üzerinden yürüyor. Mesela ‘milliyetçilik’ nedir denildiği zaman 17/25 Aralık farklı bir kıstas, 15 Temmuz farklı bir kıstas olarak karşımıza çıkıyor. Ama bunu biz gençler yapmadık. Buna Sebep olanlar o fikrin taşıyıcısı olan siyasi iktidardır.
Nitekim Türkiye’nin geçmişindeki İşçi Partisi, eski CHP, eski Refah Partisi kalmadı. Biz bu noktalara fikir mücadeleleri ile gelmişken, bu mücadelelerin taşıyıcılarını artık bırakmışız. Bu işleri artık popülist insanlar üzerinden yürütmeye başlamışız. O fikir savaşları bitip de popülizme geçildiği zaman silahlar artık basitlik üzerinde eşitlenmiş oldu.
CHP’nin son seçimlerde gitgide kazanıyor olması üzerinde düşünmek lazım, Türkiye son birkaç seçimdir İç Anadolu ve Karadeniz haricinde ciddi şekilde sekülerizme, popülizme dayanarak oy veriyor. Fikirler çatışamadığı için siz sadece İç Anadolu ve Karadeniz hattında olan insanların manevi duygularına hitap ediyorsunuz. İstanbul’daki insanın sekülerizmden etkilenmesiyle Kayseri’deki bir insanın etkilenmesi çok farklı. Fikri mücadelenizde iktidar uğruna değerlerinizin de altını boşaltırsanız, sekülerizm karşısında yenilirsiniz.
AK Parti hükümet ve devlet kavramlarını o kadar özgürleşme mücadelesine rağmen ayıramadı. Hâlâ devlet ile hükümeti bir arada tutmaya, hükümetin felsefesinin devletin felsefesi olduğunu insanlara anlatmaya çalışıyor. Böyle olunca da, ne zaman terörist olacağınız, herhangi bir zamandaki hükümet sahiplerinin takdirine kalıyor.
SEÇMEN POPÜLİZMDEN YANA
Bizler dâvâ gibi kelimelerle büyümedik ya da o kutsal argümanlarla yetişmedik. Ama bizim bir devlet şuurumuz, bir vatan, millet, sevdamız var. Bu sevdaların içi Öcalan’ın mektubunun muhatap alınmasıyla boşaltıldı. İktidar uğruna, ayakta kalabilmek uğruna niye bu kavramların içini boşaltıp bize bomboş bir dünya hayal ettiriyorsunuz?
CHP de bu sıkıntılarla uğraşıyor. Ama fikirlerimiz yok olup da CHP’nin konumuna indiğimizde, bu kez çarpışan şeylerimiz su faturası, akbil ücreti, KYK ücreti gibi şeyler oluyor. Teori boyutuna ulaşılamadığı için pratikte savaşmaya muhtaç kalınıyor. Bu da ciddi mânâda bir kaybedişe sebep olacak. Toplumun genelinin popülizm dolayısıyla gitgide daha çok cebini dolduran, duygularına hitap eden siyasi hareketlere yöneleceğini düşünüyorum. Ekrem İmamoğlu da popilizme hitap eden bir insan olduğu için kazandı.
MUHAFAZAKÂRLAR ZENGİNLEŞİNCE MÂNEVİYATIN İÇİNİ BOŞALTTI
ADEM KARTAL: Seküler kesim Avrupa’nın refah seviyesine ulaşabilmek için giyim kuşam dâhil, onlara benzemekten geçtiğini baştan beri kabul etti. Muhafazakâr kesim zenginleşmeye başlayınca ‘hem zenginleşip, hem de Avrupalı gibi olabiliriz’ diyerek maneviyatın içini boşalttı.
Gençlerin kendi kimliklerine karar verememesi kirli siyasetten kaynaklandığını düşünüyorum.
Herkesin günlük olarak birbirlerine iftiralar attığını gördük son seçimlerde. Artık insanları cezbeden şeyler ekonomik meseleler.
Hep dış siyaseti konuşuyoruz. Vatan, millet narası atıyoruz, iç siyasete dönmüyoruz. İç siyasette kanayan yaralarımız var. Maneviyat olsun, fikirler olsun gençlerin bir kayboluşa sürüklenmeleri olsun. Bu sürüklenmeler yine dışardan gelen fikirler. LGBT, eşcinsellik bu tarz söylemlerden. Bunlar üzerinde bir çalışma yapılmıyor. Fikir adamı yetiştiremiyoruz en önemlisi.
Gençlerimize yakın tarihi yeterince anlatamadığımız için, herkes kariyer derdine düşüyor. Bunlar da gerekli ama bilinç vermek de önemli. Bir Hadisi Şerif’te “Siz nasılsanız o şekilde yönetilirsiniz” diyor. Ayeti Kerime’de ise Allah-u Teâlâ, “Bir kavim kendini değiştirmediği sürece Allah o kavmi değiştirmez” buyurur. Bizim önce kendimizi değiştirmemiz lazım ki, milletçe ziyana düşmeyelim.
ELEŞTİRİLERİMİZ HİÇBİR ŞEY DEĞİŞTİRMİYOR
S. K: AK Parti’nin yaptığı yanlışlardan birisi, geleceğe dönük yatırımlar yaparken, şu anki hayatımıza yeterince katkı yapamaması. Köprüler, yollar yapıyor, vergilerimizle doğrudan cebimizden kaybediyoruz. Son seçimde günlük ihtiyaçlara yönelik vaatlerde bulunulması bu yüzden yanlış değildi.
AK Parti eleştiriyi kaldıramayan noktaya gelmiş durumda. Bir insan dıştan eleştirilmek yerine kendini eleştirmeli. Ne kendilerini eleştiriyorlar ne de başka taraftan eleştiri kabul ediyorlar.
İçimizde çoğumuz oy veriyoruz ama oy vermeyi istemediğimiz zamanlar oluyor. Eleştiriyoruz, yine de veriyoruz. Eleştirilerimiz hiçbir şey değiştirmiyor. Sadece siyasette değil, insanlar kendi aralarında da bu tarz ayrıştırmaya gidebiliyor. İdeolojiler tartışılmasa bile, giyim kuşam üzerinden ters gözle bakılıyor. Her iki taraf da birbirini anlamaya yanaşmıyor.
ADALET DUYGUMUZ ZEDELENİYOR
ENSAR AVCI: İdeolojik ekonomik ve hukuksal meşruiyet temelleri vardır iktidarların. Şu an Türkiye’de de var olan iktidarın, çok uzun bir süre iktidarda yüksek oyla durmasının belli sebepleri var. Mesela milli iradeye ya da halkın iradesine hakikaten değer vermesi ve milleti adam yerine koyması, yani bir insanın sözüne değer verildiğini hissetmesi çok önemli bir şey.
Bütün bunlara rağmen doğru bilgi, yanlış bilginin önüne geçebiliyor. Mesela geçen sene yayınlanan Sayıştay raporunda, çok büyük yolsuzluklar olduğunu söylüyordu. Sonra raporun gerçeği yansıtmadığı kaç defa açıklandı. Ama halkın geneline yayılmadı. Yalan olan haber doğru olan haberden daha fazla değer görebiliyor.
Mesela Rabia Naz olayı o kadar ses getirdiği halde, nasıl öldüğüyle ilgili bir açıklama tam olarak yapılmıyor. 1 sene boyunca dâvâsı sürüyor. Olay patlayınca bir heyet kuruluyor. Adalet duygusunun zedelendiği bir durum ortaya çıkıyor.
Bazı dernekler çok fazla desteklendi. Evet iş yapan bir insanın desteklenmesi, onun fonlanması güzel bir şeydir. Mesela bugün İnsansız Hava Araçları (İHA) destekliyoruz ve iyi işler çıkarıyorlar. Bir örnek verecek olursam, TÜRDEB’in her sene düzenlediği bir dergi fuarı oluyor. Bu dergi fuarına uluslararası ölçekte insanlar falan çağrılıyor. Ben de kendi lise gençlik dergimle katılmıştım o fuara. İmam Hatip dergileri de katılmıştı. Onlardan hiçbir ücret talep edilmedi. Fakat bizden para alındı. Niye böyle bir ayrımcılık var? İmam Hatipler Avrupa’yı geziyor bedâvâ, biz niye gezemiyoruz? Bedâvâ yurtlarda kalabiliyor, biz niye kalamıyoruz?
Gülen’e çok yakın üst mevkilerdeki isimlere dokunulmazken, alt kademedeki insanları içeride tutuyorsun. Adalete karşı bakış açımızı zedeliyor bu durum. Biz bu vatanın evlatlarıyız. Ve burası için bir çaba sarf etmemiz gerektiğine inanıyoruz. Fakat bakıyoruz adalet konusunda sıkıntılar var.
Kutuplaşma mevzusu var, her zaman söylenen. 90’larda çok büyük bir kutuplaşma zemini vardı. Baş örtüsüne saldırıyorlardı bizzat. Biz o ortamda kutuplaşırken büyüyorduk, saflarımıza yeni insanlar katılıyordu ve bir zulüm söz konusu olduğunda biz haklı bir dâvâ içindeydik. Bugünkü kutuplaşma bizi büyütmüyor, eritiyor. Bugün Türkiye’de güzel bir şey yapsak dâhi eleştiriyle karşılaşabiliriz. Bu önemli değil. Önemli olan kutuplaşırken zulmetmeden, hakkaniyeti gözeterek yani ilkesel olarak kendi fikirlerimizi ortaya atarak savunmalıyız.
SENİN KAYBETTİĞİN HER ZAMAN BİR BAŞKASININDIR
SÜMEYYE SENA AÇIKEL: ‘Bu trenden inen bir daha binemez’ söylemi partiye çok zarar verdiğini düşünüyorum. O insan sana her ne kadar ters gitse de yarın öbür gün onu kazanabilir, başka bir yerde değerlendirebilirsin. O trenden inenin boş durmayacağını unutmamak gerekir. Senin kaybettiğin kişi bir başkasınındır.
İmam Hatip lisesindeki öğrencilerle çok fazla irtibattayım. Biz televizyon çocuğuyduk bunlar tamamen internet çocuğu oldu. Bir sürü seçenekleri var; LGBT bireylere, komünistlere aklınıza ne gelirse ulaşabiliyorlar. Evet bunlar çok güçlü ve kaliteli işler yapıyor. LGBT hareketi dediğimiz şey inancımıza çok ters, biz etmiyoruz belki. Ama lise ve ortaokuldaki çocuklar ciddi anlamda etkileniyor, çünkü bunlar çok sarsıcı propaganda yapıyorlar. Bu meseleler görmezden geliniyor. Bu çocukların birçoğu 5 sene sonra oy kullanacak. Bu çocuğun kafasında LGBT normalleşirse ve başka fikirler normalleşirse AK Parti’nin de tamamen bu fikirlere karşı olması dolayısıyla sizce bu çocuk AK Parti’ye oy verir mi?
18 yaşında çok genç tanıyorum, ailesi muhafazakar hatta AK Partili olduğu halde İmamoğlu’na oy kullandı. Bu çocuklar rahatın içine doğdu. Bize eski zamanlar çok iyi anlatıldığı için, bizim tepkimiz vardı. Ama bu çocuklarda yok. Onlara da anlatıldı ama onlar çok seçenekli bir dünya gördü. Başkalarının anlatısı daha kuvvetli. Hiçbir yasak görmediler. AK Parti çok rahat bir ortam sundu. Allah razı olsun. O dünyanın içinde şunu gördüler. Polemik çok ancak hiçbir fikir yok. Böyle bir ortamda muhalif olmak daha kolaydır.
Hayvanlar katlediliyor, kabahatler kanunu değişmiyor mesela. İnsanlar bas bas bağırıyor bizim siyasetçilerimizin tezi şu, “hayvanlarımız çok kıymetlidir” bir de hayvan seviyorlar ama o kanun değişmiyor mesela.
KÜRTLER BU SEÇİMDE NE YAPACAK?
ADEM KARTAL: Bir Bakanın Saadet Partili biriyle karşılıklı uzaktan atışması hiç hoş değil. Bu bir bakana yakışmıyor. Kutuplaşmaları azaltması gerekirken bunu yapması doğru değil. Bir polis komiseri gibi davranamaz. Karşımızda sıradan bir teşkilat mensubu değil bir bakan görmek istiyoruz. Kendisinin terörle mücadelesini beğeniyoruz. Fakat iç siyasette gerginlik üretmemeli, tansiyonu düşürmeli. Bir de Kürtler meselesi var. Bir tivit okumuştum. Diyordu ki, “Kürtler sadece seçimlerde, bir de buzdolabı taşınacağı zaman hatırlanıyor.”
Haberlerde sürekli “Kürtler bu seçimde ne yapacak” sözlerini duyuyoruz. Bu ayrıştırıcı bir konuşma şekli. Birine olur olmadık zamanlarda sürekli “kardeşim” dersen karşındaki ister istemez işkillenir, “bunun niyeti nedir” diye. Kardeşiz işte, sürekli bunu tekrarlamanın ne gereği var? Hz. Peygamber (a.s.) Medine Sözleşmesi’nde gördüğümüz gibi her kabileyle teker teker anlaşma masasına oturmuş, isimlerini teker teker anlaşmada zikretmiştir. Bu yüzyılda bu kadar kaynaşmışken bu sorunları aşmak gerekiyor. Bu hukukî olarak bir çözüme kavuşturusunuz ve konu kapatılır.
‘MUHAFAZAKÂR MUHALEFET’ DİYE BİR ŞEY ORTAYA ÇIKTI
Ö.E: Batının hegemonyası olduğundan söz ediliyor, Batının hegomanyası yok, kalitesi var. Netflix dizilerini bir kenara koy bir de dedelerimizin elinde kılıçla izlediği Diriliş Ertuğrul’u bir tarafa koy. Bununla Okan Bayülgen dalga geçtiğinde herkes linç etmişti. Fakat Binali Yıldırım’ın da katıldığı en kaliteli program büyük ihtimalle oydu.
‘Muhafazakâr muhalefet’ diye bir şey ortaya çıktı. İşte diyorlar ki bu proje filan. Biz gençler bu kavramı konuşamıyoruz. Konuştuğumuz zaman böyle bir projenin içinde olmuş oluyoruz.
Kendi vaatlerini yerine getirmekten ziyade muhalefete Rum dediler, terörist dediler, kendilerini başkaları üzerinden tanımlamaya çalıştıkları için başarılı olunmadı. Bahsedilmedi ama kitap fiyatları acayip arttı. Bu en çok öğrencileri etkiliyor. Kitap alamaz olduk. Kitaplar artık 30 TL’den başlıyor. PDF okuyup kul hakkına giriyoruz.
BİLGİSAYAR OYUNLARI SİNEMANIN İNTERAKTİF HÂLİ
Bir de ben yeni medyanın Youtube, Twitch olmadığını, bilgisayar oyunları olduğunu düşünüyorum. Bilgisayar oyunları sinemanın interaktif hâli. Bu interaktif karakterin onunla iştigal edenin yönlendirmesiyle ilerleyen bir senaryo müziği vardır. Teröristler Arap kıyafetli insanlardı bir oyunda. Bir oyunda da cami bombalama görevi veriliyordu level atlamak için. Bizde hiçbir oyun geliştirici yok. Üniversitelerde yapay zeka bölümleri yok.
MUHACİRLER KONUSUNDA DÜZELTİLMESİ GEREKENLER VAR
A. Y: Suriye politikasının düzeltilmesi önemli. Muhacirler konusunda düzeltilmesi gerekenler var. Her yerde Suriyeli çocuklar dilencilik yapıyor. Arabaların önlerine atlıyorlar. Bu çocuklar gelecekte ne olacak bir politika düzenlenmeli.
Danışman olarak Erdoğan’ın yanına gençlerin konulması gerektiğini düşünüyorum. Üniversiteli, liseli veya üniversiteden yeni mezun olmuş insanların olması ve bazı şeyleri dile getirmesi gerektiğini düşünüyorum.
17 yılda 9 kez değiştirilmiş bir eğitim sistemi var. Bu konuda artık bir istikrar sağlanmalı. Her gelen bakan, farklı bir şey yapıyor, insanların kafasında soru işareti oluyor. Sürekli bir şeyler değiştiği için güven de olmuyor. Mülakat olayı kaldırılmalı ya da daha objektif olmalı. İnsanlara bu açıklanmalı.
GENÇLERİN ZAMANININ YARISI TELEFONDA GEÇİRİYOR
MEHMET ŞAKİR SARAÇ: Gençlerin zamanının yarısı telefonda sosyal medya takibiyle geçiyor. Geçmişte Türkiye’nin siyasal tarihine baktığımızda örneğin İslamcılar bağlamında MTTB, Akıncılar gibi gençlik örgütlenmeleri vardı. Recep Tayyip Erdoğan’ın kabinesi ve birçok belediye başkanı oradan çıkma. Şu anda böyle bir örgütlenme yok ve günümüzde var olanlar çok yetersiz.
Bizim STK’larımıza gidildiğinde gençlerin bir şeyler yapmasından ziyade, abilerin “koçum sen şunu yap, bunu yap” diyerek bir takım yüzeysel organizasyonlar veya kendi istedikleri çerçevede konuşulan meselelere dönüyor. Bunun da ötesinde kendimize dönük olarak gençlerde de biraz okuma ve bir şeyler araştırma konusunda gelişme görmüyorum.
HER ŞEYİ İSTANBUL’A YAPMAK BÜYÜK HATA
F. K: Okan Bayülgen’in programında Binali Yıldırım bir proje açıkladı. Arnavutköy’de bir film platosu yapılması düşünülüyormuş. Böyle bir platonun İstanbul’da yapılıyor olması demek, yüzbinlerce çalışan demek. Bu da zaten nefes alamayan İstanbul’a ekstra yük demek. Anadolu’da boş arazi mi kalmadı?
Bu yatırımlar neden oralara yapılmıyor. Bugün Amerika’ya gidildiğinde Washington, Newyork, Los Angeles gibi şehirlerin tamamen farklı konularla gündeme geldiğini görebiliyoruz. Hepsinin farklı farklı özellikleri, farklı farklı anıldıkları alanlar var. Oysa Türkiye’de hiçbir şehre fırsat tanınmıyor. Bütün özellikler İstanbul’a toplanmış adeta.
Mesela büyük coğrafi alana sahip bir Konya’ya film platosu yapılamaz mı? Konya’nın imajını yükseltmek akla gelmez mi? Sadece Konya değil, başka bir sürü şehir bu konuda sayılabilir. Bu şekilde sürekli gündeme gelen tersine göçün de önü açılmış olur. İktidar “Biz bu şehre ihanet ettik” diyerek bu işten sıyıramaz. Tahribatın boyutları çok daha hezeyan verici olduğunu düşünüyorum.
İmar affı meselesi var. Bu konuda şahsen iktidarın yanlış yaptığını düşünüyorum. Bugünün problemi değil, bunu kabul ediyorum. Sezar’ın hakkı Sezar’a. Ellili yıllardan beri İstanbul’a yapılan bir göç var. Bunun önünü alamayan politikalar ve gecekondulaşma söz konusu. Bunlara çözüm aranmaya çalışılıyor. Fakat imar affı bu noktada çözüm değil, tam aksine şehri boğan unsurları legalleştiren bir tavır bence. Bu popülist yaklaşımdan bir netice alınamaz. Ne yapılır derseniz, en azından teşvik edilmesin derim. Kaçak yapılanma teşvik edilirse bu İstanbul’a yapılan göçü durdurmaz, aksine hızlandırır.
İSTANBUL DAHA FAZLA NÜFUSU KALDIRAMAZ
Aslında burdaki mevzu kaçak yapılanma değil, bir şehrin artık bu nüfusu kaldıramayacak olması. Bu şehirden, nimetlerinden yararlanamayan insanların güzel bir hayat yaşaması. Bunun için Anadolu’ya tersine bir göç yaşanması. Bugün Bağcılar veya Esenler’e, banliyölere bir gidin. İnsanların oradan çıkmak için bir gerekçeleri kalmamış. Bu insanlar İstanbul’u yaşamıyor. Marketi de orda, giyim mağazası da orda, AVM’si de orda. Ne bileyim Suriçi’ne inmek, Boğaz’da iki soluklanmak gibi nimetlerden hiçbir şekilde yararlanamıyor.
Biraz kibirli bulabilirsiniz ama bu insanlar hem bu şehre yükler, hem de bu şehir onlara yük. Bu şehir onların cehennemi haline gelmiş. Sadece istatistik olarak burada var oluyorlar. Bu şehirde bulunduğu için kendisinde artı değer hissetmeyen insanlar bunlar. Öğrenciyiz, bizim burda olmamız lazım. Yapacağımız meslek İstanbul’u gerektiriyorsa burada kalalım. Bunun dışında şehirde olması kendisine ekstra fayda sağlamayan insanları Anadolu’ya geri göndermek lazım. Bu iş zorlamayla olmaz. İmar affı vermekle hiç olmaz. Teşvik edici projeler, yatırımlar yoluyla ancak mümkün olabilir. Mesela bahsi geçen film platosu Anadolu’ya yapılırsa bu bir istihdam alanı açacaktır. İnsanlar gönüllü olarak İstanbul’dan kalkıp oraya gidecektir.
Ben sporla büyüdüm ama yaptığım iş dolayısıyla şu an profesyonel spor yapamıyorum. Benim herhangi bir spor faaliyetinde bulunmam için otobüse, metrobüse binip başka bir ilçeye gitmem lazım. Sağlıklı hayat önemli, fakat şehrin yapılanması buna o kadar karşı ki. İBB bisiklet uygulaması başlattı mesela. Fakat bisikleti kullanacak yol yok, alan yok. Kamu alanları tıkabasa dolmuş vaziyette. Evet, 20 milyonluk şehir, neyi ne kadar düzeltebilirsin… Fakat insanları kapalı alana mahkum eden bir anlayış yerine, kamusal alanı biraz daha genişletme yolunda adımlar atılmalı.
İLAHİYAT SAYISI ÇOK, EĞİTİM YETERSİZ
ADEM KARTAL: Bir İlahiyat Fakültesi öğrencisi olarak söylüyorum. Türkiye’de çok fazla İlahiyat Fakültesi var. Fakat içleri ne kadar dolu, ne kadar kaliteli eğitim veriyorlar? Biz lisede, en verimli dönemlerimizde sınavlara çalışıyoruz. Bu alanda bir şeyler üretmek istiyorsak kaliteyi öncelemeliyiz.
İlahiyata gelecek öğrenci artık Arapça gibi bir meseleyi oraya gelmeden aşmış olmalı. Hafızlığı önceden yapmış olmalı. Buraya lisede hazırlanmış olarak gelmeli. Üniversitede fikir üretmeye başlaması lazım. Mesela iktisat alanında, eğer sen faizsiz ekonomi istiyorsan gençler orada bunun araştırmasını yapmalı, bu yönde bir faaliyete girişmeli. Ama biz ilahiyatta Arapça öğrenmeye çalışıyoruz. Bu böyle süremez. Bunun için çok fazla İmam Hatip lisesi olması da gerekmiyor. Kaliteli adamlar yetiştirmek istiyorsak kaliteli müesseseler ve hocalar yetiştirmeliyiz. Bugün neden bir âlim yetişmiyor sorusunun cevabı burada gizli. Herkes siyasetçi, herkes din adamı ve herkes futbol yorumcusu. Kaliteli din adamı sorunu olduğu için TV’lere felsefeciler çıkıp din adına konuşabiliyor. Mesele basitleşiyor. Kalite sorunu olduğu için karşı taraf bize kaliteli görünmeye başlıyor.
İŞ BEĞENMEYEN VASIFSIZ DİPLOMA SAHİBİ VAR
F. K: Bir sürü vasıfsız diploma sahibi var. Bu diploma sahipleri iş de beğenmiyorlar. Türkiye’de bir işsizlik sorunu olduğunu düşünmüyorum. Herkesin okumak zorunda olduğu fikri, piyasadaki ara eleman açığını daha da büyütüyor. Bazı sektörler çalışacak adam bulamıyor. Almanya sistemi bence bu konuda örnek alınabilir. 3 farklı lise modeli var ve sadece birinden üniversiteye gidebiliyorsunuz. Diğerleri sizi meslek sahibi yapıyor, ülkedeki ara eleman açığını kapatıyor. Böylece bizdeki gibi 4 yıl çöpe gitmemiş oluyor.
ZORUNLU EĞİTİM DOĞRU DEĞİL
MEHMET ŞAKİR SARAÇ: Bence eğitim özgürlük bağlamında ele alınmalı. Herkes zorla okutulmamalı. İsteyen okumalı, istemeyen okumamalı. Şu an yüksek lisans bile herkesin yaptığı sıradan bir iş haline dönüştü. Bir önemi kalmadı. Bu tuhaf bir durum. İlkokul dışında, okuma yazma vs. dışında eğitim zorunlu olmamalı. Gençler üniversiteden ziyade meslek okullarına yönlendirilmeli. Çok uzun bir eğitim süreci var ve gençler hayata çok geç atılıyor. Hayata atılana kadar yaş 25’i geçiyor. Bu durum askerlik, evlilik ve çocuk gibi her alanda insanı zorluyor. Verimli çağlar çöpe gidiyor.