Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Türkiye Yazma Eserleri Kurumu (YEK)’nun, 10 asır evvel yaşamış Sa’adya Gaon adlı bir Yahudi tarafından kaleme alınan ‘Tefsîru’t-Tevrât Bi’l-Arabiyye’ adlı Tevrat Tefsiri’ni yayınlaması herkesi şaşkına çevirdi. Yahudilerce tahrif edilen Tora (Tevrat)’ın tefsirinin Müslümanların parasıyla neşredilmesine yönelik tepkiler sürüyor. Mahalli seçimlere bir ay kala gerçekleşen bu yayındaki Recep Tayyip Erdoğan imzalı takdimden Cumhurbaşkanının haberinin olmadığı kaydediliyor.
‘Müslümanlara Tevrat’ pazarlaması olarak nitelenen yayın, Müslüman bir devlet, muharref bir dinin kitabını basabilir mi’ sorusunun yanı sıra, Osmanlı’nın Tevrat ve İncil’in yayınlanmasına izin verip vermediği tartışmasına yol açtı. İlahiyatçılar, pek çok Müslüman’ı kızdıran yayının toplatılmasını istiyor.
Gerçek Hayat olarak ‘Osmanlı, Tevrat ve İncil’in yayınlanmasına nasıl bakardı’ suâlini araştırdık. Bunun için İstanbul’da bulunan Osmanlı Arşivleri’ni inceledik. Karşımıza pek çok tarihçiyi bile şoke edecek belgelere ulaştık. Ama önce Tevrat’ı neşreden bürokrat ve akademisyenler ile savunan sözde aydınlar için birkaç hatırlatma:
Kaynağının mühim bir kısmı Osmanlı’ya ait olan eserleri muhafaza ile memur olan ve bir kısmını neşreden Türkiye Yazma Eserleri Kurumu (YEK) mensupları, bilhassa idare heyeti her halde o Cihanşümul Adalet Devleti’ni inşa eden Osmanoğulları ile övünüyorlardır.
Ki, o Osmanlı Devleti, Müslim ya da Gayri Müslim diye ayırt etmeden herkesin hukukunu muhafaza etmiş yüce bir devletti. Din, mâl, nâmus ve akıllarını koruma altına almış ve her bir mensubunun dinlerini rahatça yaşamasını temin etmiş asil bir devlet… Bizim muhtaç olduğumuz erdem ve ahlâkın nizamnâmesi, onların metin ve ahlâkında mevcuttur.
Biliyoruz ki, Müslüman çocuklarına muharref Tevrat’ı neşredenler söze geldi mi, Sultan Fatih hazretlerini, Kanuni hazretlerini, Osman Gazi hazretlerini ve Sultan 2. Abdülhamid Han hazretlerini dillerinden düşürmezler.
Yine biliyoruz ki Osmanlı, dinleri ve canları zulme uğrayan Yahudi ve Hıristiyanlar için güvenli bir liman ve vatandı. Bu mübarek ecdadımız bir şeyi yani hikmeti biliyorlardı. ‘Eşyayı yerli yerine koymak’ olan hikmet, bizim fıkıh, iman ve tarihimizde hakkıyla tecelli etmiş bir mefhum ve yüce değerdir.
O hikmet mucibince, Müslüman asla ve kat’a Tevrat ve İncil bas(a)maz. Müslüman mahallesinde İncil ve Tevrat satıl(a)maz. Her halde o gazi ecdadımız bugünleri ferasetiyle önceden görmüş olmalı ki, mânâca “Ey oğul! Gün gelir, hakîkati gören gözüne perde inerse, o ilahi düsturu unutma” demiş ve bu uyulası güzel emri bize kutlu zamanlarından miras bırakmıştır.
O emir ki, Ehli Sünnet mezhepleri ve özelde de İmam-ı Azam’ın fetvası mucibince Müslüman’a bir emirdir! Ve üstelik bu adaletin ta kendisidir!
İşte buyurun Osmanlı Arşivlerindeki o fermanın en mühiminin günümüz alfabesine dönüştürülmüş hâli:
“Benim Vezîrim,
İşbu takrîrin ve dört kıta kitaplar manzûr-ı hümâyûnum olmuştur. Frenklerin hiyel ve hud‘alarına nihayet olmamakla bu makûle şeylere daima dikkat ve bir gûne gaflet olunmamak lâzım ve elzemdir. Kitapları mütalaa için tevkif eyledim, yine tarafına iade ederim. Sen takdirinde tafsil ve beyan eylediğin üzere cümlesinin icrasına ibtidâr eyleyesin.
Şevketli, kerâmetli, mehâbetli, kudretli velinimetim efendim,
Tevcîhât-ı hümâyûnlarının icrası günü beyaz üzerine sahîfe-pîrây-ı sudûr olan hatt-ı hümâyûn-ı kerâmet-makrûn-ı şehriyârîlerinde “Bugünlerde Paris’te basılarak dört yüz cilt kadar İncil tercümesi geldiği mesmû’-ı hümâyûnum olmuştu. Tahkik eyledim, fi’l-hakîka sahih imiş. Frenklerin bundan muradı ticaret değildir. Ve milel-i Nasârâ için basılmış olsa Türkçe olmaz idi. Bu kâfirlerin bundan garazı mücerred avâmm-ı ehl-i İslâm’ı bir nev’ ifsâd ve ızlâl etmektir, gayri manası yoktur ve bundan sonra kütüb-i sâireyi basıp göndermeleri hatıra gelmez değildir. Keyfiyeti ve hangi mahalde olduğu Galata gümrüğünden malûm olur. Bir kere Rusyalıdan basma olarak pek çok Mushaf-ı Şerîf geldi. Galiba o vakit fürûhtuna müsaade olunmayıp takımıyla geri iade olundu gibi hâtır-ı hümâyûnuma geliyor. Sen şu hususu kethüdan ve reis ile müzakere edip geri iade olunmasının çaresine bakasın. Bunun mazarratı cemî‘-i zamânda derkâr ise de bu aralıkta yüz kat ziyadedir, ona göre men‘ine bi’l-ittifâk sa‘y ve gayret ve keyfiyeti bundan sonra taraf-ı hümâyûnuma arz ve ifade edesin” diye emr ü fermân buyurulmuş olmakla,
Mantûk-ı münîf karîn-i iz‘ân-ı âcizânem olup vâkıâ hatt-ı hümâyûn-ı kerâmet-makrûn-ı mülûkânelerinde emr ü ferman buyurulduğu üzere, Frenklerin böyle İncil tercümesi bastırıp göndermekten muratları ticaret veyahut milel-i Nasârâ için olmayıp mücerred avâmm-ı ehl-i İslâmı bir nev‘ ifsâd ve ızlâl dâ‘iye-i kâsidesinden gayri manası olmayarak her ne ise cemî‘ zamanda böyle şeylere cevaz gösterilmemek ve men‘i çaresinin istihsaline bakılmak lâzımeden ve muktezâ-yı irâde-i isâbet-âde-i şâhâneleri üzere mukaddemâ Rusyalıdan gelip geriye iade olunan basma Mushaf-ı Şerîfler misilli bunların dahi geriye iadeleri mukteziyattan olduğuna binaen mûmâ ileyhimâ kullarıyla bi’l-müzâkere derhâl gümrük emini efendi kulları celp ile zikr olunan kitapların ne vechile geldiğini ve elyevm ne mahalde bulunduğunu Galata gümrüğünden ve sair lâzım gelen mahallerden ber-vech-i hafî tahkik ve ifade eylemesi sipariş olunup o dahi lede’t-taharrî İngiltere ruhbanlarından Musa Lusi nam rahip marifetiyle İngilterelinin makarr-ı hükûmetleri olan Londra nâm şehirde beherinden ikişer üçer bin cilt olmak üzere Tevrat ve Zebur ve İncil kitapları ve zeylinde havâriyyûn hikâyâtı ve Fârisü’l-ibâre bir risale tab‘ ettirip geçende ikişer üçer yüz kıtası İstanbul’a gelmiş ve İngiltere tüccarlarından Badyo ve Bolak Masanderson nâm bazirgânlar vasıtasıyla gümrüğe çıkarılmış ve kütüb-i Efrenciyye namıyla defter-i gümrüğe kayd olunmuş olduğunu ba‘de’t-tahkîk gümrük defterlerini dahi tetebbu eyledikte mesfûr Sanderson tüccar yediyle bir sandık derununda sıbyan okuyacak cüz ve Türkçe tercüme olunmuş ber-vech-i tahmîn yirmi beş kıta mikdar İncil-i şerîf diyerek geldiği gümrük defterlerinde mukayyed bulunduğu ifade ve inbâ ve beherinden birer kıtasını bazı mahallerden celb ile li’-ecli’l-muâyene bâb-ı âlîlerine getirip ita etmekle birer kere mütalaa olunarak ne idiği anlaşılmak için takımıyla İstanbul kadısı efendi dâ‘îlerine irsal olunup o dahi cümlesini bi’l-mütâlaa ve mealleri ne idiğini birer kıta pusulaya tahrir ve içlerine vaz edilmiş olduğundan içlerinde Fârisiyyü’l-ibâre olan küçük risale cümlesinden ziyade eşna‘ ve efsed bir şey olduğu müstebân ve gümrükçü efendi kullarının ifadesine göre sairinden bir ikiyüz kıta gelmiş ise de işbu Fârisî tercümeden fakat beş altı tane vürûd eylemiş olduğundan galiba İngilterelinin bundan muradı tâife-i A‘câmı bir nev‘ ızlâl etmek olacağı aşikâr ve diğerleriyle dahi güya millet-i İslâmiyyenin bazı za‘îfü’l-i‘tikâd ceheleyi bazı vesâvis-i şeytâniyyeye duçar ve ifsad eylemek misilli hayâlât-ı bâtıladan naşi olması melhûz olup vakıa her ne kadar şimdiki zamanın hükmüne göre nâsın cühelâsı ulemasından ziyade ve hususan taşralarda ekser-i halk mezhep ve diyanetten bîhaber gibi iseler dahi maazallahu taala Frenklerin Nasrâniyyete dair ifsadlarına kulak tutmayacakları ve ale’l-husûs İslâmiyyet içinde fırak-ı dâlleden her nev‘ mevcut ise de yine Nasârâ ve kefereye bittabi husumetleri derkâr ve cehele-i nâsın asıl kütüb-i İslâmiyyeden haberleri olmadığı misilli bu makûle tercümelerden dahi bir şey anlamayacakları hatıra gelen mülâhazâttan olup mamamafih cemî‘-i zamânda memâlik-i mahrûse-i İslâmiyyede bu makûle şeylerin men‘-i küllî ile men‘ine bakılmak ve her bir şeyde hazm ve ihtiyat merasimi gözetilmek vâcibâttan ve muktezâ-yı emr ü fermân-ı cihân-bânîleri üzre gelmiş olan kütüb-i mezkûrenin iadesi ve men‘-i küllî ile men‘i farîza-i hâlden olmakla hidmet-i riyâsetten İngiltere elçisi tarafına bugünlerde şöyle basma olarak birtakım kitap gelmiş. Bu kitaplar eğer Nasârâ için ise Arabî ve Fârisî olduğundan onların lisanına uymaz ve eğer memâlik-i mahrûsede fürûhtu için ise millet-i İslâmiyyenin işine yaramaz, hâsılı bu makûle şeylerin memâlik-i İslâmiyyede neşir ve fürûhtu öteden beri mülken ve diyaneten katâ mücâz olmamakla hemen bunları geldiği mahalle iade eylemeniz lâzımdır. Ba‘dezîn her kimin yedinde bulunduğu haber alınır ise “muahaze olunacaktır” diye ifade ve tekit kılınmak ve sahaf çarşısında dahi kütüb-i mezkûrenin alınıp satılmaması hususuna dikkat olunması için lâzım gelenlere tenbih zımnında İstanbul kadısı efendi mûmâ ileyh dâ‘îlerine ve ba‘dezîn gümrüğe o makûle kitap gelir ise tevkif ve ihbar eylemesi gümrük emini efendi mûmâ ileyh kullarına bâ-buyruldu iş‘âr ve tenbih olunmak ve memâlik-i mahrûseye dahi iktizâsı vechile fermanlar neşriyle bu makûle kütüb-i bâtılayı ehl-i İslâmdan hiçbir ehad almayıp her nerede bulunur ise yedlerinden ahz ve ateşe ilka ve ihrak olunarak fîmâ-ba‘d hiçbir mahalde fürûht ve istishâb ettirilmemesi hususlarına hükkâm ve zabitan taraflarından kemaliyle ihtimam kılınmak tenbihatı ilân ve işâa olunmak suretleri münâsib-i mütâlaa olunmuş ve gümrükçü mûmâ ileyhin getirmiş olduğu sâlifü’z-zikr dört kıta kitap manzûr-ı şevket-mevfûr-ı şâhâneleri buyurulmak için arz ve takdim kılınmış olduğu rehîn-i ilm-i âlîleri buyuruldukta emr ü fermân şevketli, kerametli, mehabetli, kudretli velînimetim efendim padişahım hazretlerinindir.
Osmanlı Arşivleri: Tarih H.1295 | M.1878 | 50284
Bu belgede meâlen deniliyor ki:
Sultan 2. Abdülhamid Han hazretleri Vezirine bazı bilgiler verdikten sonra özetle diyor ki; “Elime bazı kitaplar geldi. Gavurların hile hurdalarının sınırı yoktur. Bunların işlerinden gaflette olunmamalı. Sen bu hususa çalış…
Vezirde cevaben diyor ki; “Dediğiniz gibi Paris’te basılarak 400 cilt İncil’in Türkçe tercümesi İstanbul’a gönderilmiştir. Tetkik nettim ki dedikleriniz hakikattir. Frenklerin bundan muradı ticaret değil, İslam’a olan kinleri ehl-i İslâm’ı bir ifsâd etmektir. Eğer Hıristiyanlar için basılmış olsaydı Türkçe olmazdı.
Bunların niyeti münhasıran Müslüman ahalini itikadını ifsad etmek ve onları yoldan çıkarmaktır. Bunun başka bir mânâsı yoktur. Diyorsunuz ki, Bundan sonra bu Avrupalıların başka kitap göndermeleri de akla gelmez şeylerden değildir…” diye buyurup, bu hususta soruşturma yürütmemi talep etmiştiniz. “Gerçekten de, söylediğiniz gibi bunların niyeti asla ticaret ve Hıristiyan ahalinin faydası gözetilmemiş, Müslümanların inancını bozmak ifsad fikrini gözetmiştir. Her ne ise bu tür şetlere hiçbir zamanda izin verilmemesi ve bunun engellenmesi çaresine bakılması, Padişahımın iradesinin gereğidir.
İngiltere rahiplerinden Musa isimli birinin marifetiyle Londra’dan 3 bin cilt Tevrat-Zebur, İncil ve Farsça bir risale bastırılıp bunlardan bir kısmı İstanbul’a getirilmiş. Bundan İngilterelinin maksadının doğrudan Acemlerin itikadlarını bozmak olduğu anlaşılmış, diğer kitaplarla da Müslüman ahalinin itikadı zayıf cahillerini şeytanına vesveselerine müptela etmek ve bozmak gibi batıl hayallerin peşinde koştukları anlaşılmış olup, halkın çoğunun kendi mezhep ve diyanetinden habersiz olduğu görülüyorsa da bunların Frenklerin ifsadlarına kulak vermeyecekleri de açıktır. Her halukârda bu tür kitapların iadesi ve yasaklanması Müslümanlar için farzdır. Bunların İslam ülkesinde basılması, satılması, dînen ve siyaseten asla caiz olmamakla hemen geldiği yere iade etmemiş vaciptir. Kimin elinde bunlardan bulunduğu haberi alınırsa işlem yapılacak ve sahaflar çarşısında bunların alınıp satılmamasına dikkat edilmesine…” karar verilmiştir.
Osmanlı Arşivleri: Tarih H.1295 | M.1878 | 50284