Nükleer silahlar yeniden sahnede

“Birbirine karşı konuşlandırılmış füzelerin bir gün bir deli tarafından yahut kaza sonucu ateşlenerek, hepimizi sonu olacak bir savaşı başlatmadan, bu dünyanın devam edebileceğine inanmıyorum.” ABD Başkanı Ronald Reagan nükleer silahlanmayı bu sözlerle neredeyse lanetlediğinde takvimler 1983 yılının Mayıs ayını gösteriyordu. Nükleer silahlar bu konuşmadan sonraki birkaç yılda modası geçmiş bir caydırıcılık unsuru olarak anılmaya başladı. Konuşmanın müsebbibi olan iki güç nükleer stoklarını azaltsa da, yarıştan hiç çekilmedi.

Reagan’ın sözlerinden 35 yıl sonra, nükleer artık daha çok aktörü içine alan bir gerilim alanı. Bir nükleer savaş ihtimali, geçmişe göre belki de daha güçlü bir ihtimal. Peki dünya yeniden nasıl bir nükleer savaş ihtimaline sürüklendi?

Soğuk Savaş’a ve silahlara veda

12 Haziran 1987 tarihinde Batı Berlin’in Brandenburg Kapısı girişinde, dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov’dan ‘demir perde’nin yıkmasını istemişti. Demir Perde, tarihe geçen bu konuşmanın ardından tam 2 yıl sonra yıkıldı. Ancak Soğuk Savaş’ın bitimini asıl ilan eden iki lider arasında 1986 yılında yapılan görüşmeydi. O görüşme kapsamında Reagan ile Gorbaçov, İzlanda’nın başkenti Reykjavik’te buluştu. Bu, iki ülkenin ellerindeki korkutucu nükleer silah stokunu azaltma ve 2000 yılına kadar tümüyle ortadan kaldırmaları noktasında bir irade beyanıydı.

Reykjavirk’te iki gün süren hararetli görüşmelerin ardından inşa edilen zorlu güven ortamı, iki tarihi antlaşmanın yolunu açtı: 1987 tarihli Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması (INF),  hızlı saldırı füzelerinin imha edilmesine yönelikti. 1991 yılında yapılan ilk Stratejik Silahlar İndirimi Anlaşması (START I) ise ABD ve Sovyetler ’in fazlasıyla birikmiş nükleer stoklarının 2010’lara kadar yüzde 80 azaltılmasını öngörüyordu.

Obama’nın nükleersiz dünya hayali

Nükleersiz Amerika bir ütopya gibi görülebilir. Ancak Washington’ın dünyayı buna inandırmaya yaklaştığı bir dönem var: Obama Amerika’sı. Obama 2003 yılında göreve başladıktan hemen sonra gittiği Prag‘da, on binlerce dinleyiciye nükleer silahsızlanma sözü verdi.

Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmesinde rol oynayan bu yeni vizyona bir dizi adım daha eşlik etti. Rusya ile 2010’da imzalanan ve Washington ile Moskova’nın sahip olduğu nükleer silah kapasitelerine belirli sınırlamalar getiren ‘New Start’ (Yeni bir Başlangıç) Anlaşması, Washington’da düzenlenen nükleer zirve, İran’la nükleer anlaşma gibi girişimler bunların arasındaydı. Bu süreçte dünyadaki nükleer başlık sayısı azalsa da, ABD paradoksal şekilde nükleer silahların modernizasyonuna büyük yatırım yaptı. Yani Obama’nın nükleersiz dünya vizyonunun dünyaya kazandırdığı neredeyse tek şey, ABD’nin nükleer statükosunun zaferini ilanıydı.

Savaş ne zaman ve nasıl kızıştı?

Soğuk Savaş sonrası Amerikan yönetimlerinin bir geleneği var; gözden geçirilmiş Amerikan nükleer politikasını ve Washington’ın nükleer silahlanmada nerede durduğunu bir dokümanla dünyaya ilan etmek. Nükleer Gözden Geçirme Raporu adı verilen ve ABD Savunma Bakanlığı tarafından yayınlanan bu belgenin üçüncüsü 2010 yılında hazırlandı. Ancak bunun ardından bir dizi kritik gelişme yaşandı.

ABD ve Rusya orta menzilli nükleer füzelerin sınırlandırılmasına yönelik anlaşmaların ihlal edildiği gerekçesiyle birbirlerini suçlamaya başladı. Düşük tempolu suçlamalar Ukrayna ve Kırım krizleriyle tırmandı. Rusya’nın Polonya ve Litvanya arasında bulunan Kaliningrad’da nükleer başlık takılabilen İskender füzeleri konuşlandırması ve NATO sınırlarına yönelik nükleer tehdit gerilimi büyüttü.

Trump dönemi ve silahlanmanın hızlanması

Obama döneminde ABD ve Rusya arasında imzalanan “New Start” anlaşması 5 Şubat 2018’e kadar, iki ülkenin de nükleer silahlarını 10 yıl boyunca eşit sayıda sınırlandırmalarını şart koşuyordu. Ancak iki ülke arasında soğuk savaş dönemini andıran silahlanma söylemleri bu tarihten çok önce başladı.

ABD’nin silahlanmada yeni bir döneme adım atacağının sinyalleri, 2016’daki başkanlık seçimlerine giderken geliyordu. Trump, seçim kampanyası sırasında dünyayı yavaş yavaş yeni sürece alıştırıyordu. Nükleer silahların ‘dünyanın en büyük sorunu’ olduğunu söylese de, gerekirse onları kullanmaktan çekinmeyeceğini ilan ediyordu.

Seçilir seçilmez ilk yaptığı işlerden biri de, yeniden nükleer silahlanma çağrısı oldu. Açıklama, yeni başkanın Amerika’nın 50 yıldır sürdürdüğü nükleer silahsızlanma politikalarını tersine çevireceğinin somut kanıtıydı.

Silah, çok silah, daha çok silah…

Trump dönemi, ABD-Rusya ilişkilerinde “yeniden canlanma” beklentisiyle başladı. Liderler karşılıklı iltifatlarla birbirlerini överken, bir yandan da silahlanma konusunda anlayış sözleri sarf ediyorlardı. Trump’ın silahlanma yarışını açıkça destekleyen demeçlerine Putin’in “Silahlanmayı başlatan biz değiliz, ama Trump’ın sözleri olağan” ifadeleri ekleniyordu. Yarışı kızıştıransa iki ülkenin Ukrayna ve Suriye gibi NATO sınırlarında yaşadıkları karşılaşmalardı.

Rusya bununla birlikte Amerika’nın doğu Avrupa’ya kurduğu füze savunma sisteminin bir tehdit olduğunu savunuyor. Amerika ise George W. Bush döneminde kurulan sistemin, İran gibi üçüncü ülkelerden gelebilecek bir tehdide karşı kurduğunu açıklamıştı.

ABD’nin yeni nükleer politikası ne?

Çin, Rusya, Kuzey Kore ve İran’ı nükleer tehdit ilan eden ABD, kendi nükleer deposunun artık işe yaramaz olduğu düşüncesinde. ABD Başkanı Trump’In görevine başladıktan sonra, hazırlık emri verdiği Dördüncü Nükleer Gözden Geçirme Raporu’nda da bu konuda bazı adımların atılacağı sinyali verildi. Obama’nın başlattığı modernleştirme çalışmalarının devamı olarak,  denizaltıdan atılan füzeler, karada konuşlanmış balistik füzeler ve havadan sevk edilen silahların güçlendirilmesi gibi adımlar masada.

2019 yılında rekor miktarda bir savunma bütçesi kullanacak olan Amerikan ordusu 2046’ya kadar da 1 trilyon 200 milyon dolarlık bir nükleer silahlanma bütçesine de sahip olacak. Trump’ın 34 yıl sonra yeni tip nükleer başlık üretimine onay vermesi, nükleer silahların yayılmasının önlenmesi konusunda oluşan konsensüsün resmen rafa kaldırılışının ilanı niteliğinde.

‘İmparatorluk’ için nükleer güç

Ukrayna krizi sonrası NATO, Doğu Avrupa’daki varlığını güçlendirmeye başladı. Amerika’nın Doğu Avrupa’ya kurduğu füze savunma sistemi Rusya için giderek daha büyük bir tepki unsuru haline dönüşüyordu. ABD’ye göre George W. Bush döneminde kurulan sistem, İran gibi üçüncü ülkelerden gelebilecek bir tehdide karşı kurulmuştu. Ancak elbette söylemler Moskova’yı tatmin etmekten uzaktı. Putin’in endişesi arttıkça, Moskova’nın savunma sanayiine yaptığı yatırımlar da büyüyordu. 2011’de Kremlin ABD ile rekabet edecek düzeydeki ilk devlet silahlanma programını duyurdu.

Rusya Lideri, ülkesinin, tüm savunma sistemlerini delip geçebilecek füzelere gereksinim duyduğunu söylediğinde ise takvimler 2016’nın son günlerini gösteriyordu. O füzeler şimdilik sadece bir deneme aşamasında da olsa, tam 15 ay sonra çıktı gün yüzüne. Ülkesinin yeni nükleer ve diğer türlerde stratejik silahlar geliştirdiğini söyledi; bunları tanımlarken herhangi bir düşman savunma sistemini geçebilecek “yenilemez” ifadesini kullandı.

Nükleerin örtüsünü kaldırdı ama…

“Kimse bizi dinlemedi. Şimdi siz dinleyeceksiniz!” cümlelerini Putin, dünyayı şaşırtan nükleer planlarına yönelik açıklaması sırasında kurdu.  Putin karşılıklı anlayışı bir kenara ittiği o konuşmada, nükleer tehditte yeni bir evreye geçildiğini de adeta ilan etti. Hipersonik füzeler, nükleer enerjiyle çalışan güdümlü füzeler ve uçak gemisi batırma kapasitesine sahip olduğu öne sürülen denizaltı drone’ları küresel güç kavgasında boyut atlanacağının da göstergesi.

Rusya’nın “sınırsız menzilli” nükleer füze projesinin ne zaman tamamlanabileceği şimdilik belirsiz. Ancak Putin’in savunma hedeflerinin, Rus ekonomisinin mevcut durumuyla örtüşüp örtüşmediği tartışma konusu.

Çin’in sesi soluğu çıkmıyor

ABD VE Rusya nükleer silah depolarını biraz gerçek, biraz hayali silahlarla doldurmaya devam ederken, onları daha sakince izleyen bir aktör var: 2050’de küresel güç olma hedefine adım adım ilerleyen Çin. Dünyanın en fazla nükleer silaha sahip beşinci ülkesi olan Çin’İn savunma verilerine dair bilgi çok az. Ancak bu konuda bilinen, Pekin yönetiminin konvansiyonel silahlanmayı ön plana aldığı.

ABD her ne kadar Çin’i muhtemel nükleer rakip olarak nitelese de, Pekin yeni bir soğuk savaş uyarısını sıklıkla yineliyor.  Ancak yine de ‘Hiçbir zaman nükleer bombayı ilk kullanan olmayacağız’ sözleriyle caydırıcılık kartını elinden bırakmıyor.

Trump’ın baş ağrısı: Kim’in füzeleri

ABD’de Trump dönemiyle birlikte, dünyaya bir nükleer savaş riskini en fazla hissettiren ülke Kuzey Kore. İnsan hakları ihlalleri ve uluslararası hukuku ihlal ederek yürüttüğü nükleer silah programı nedeniyle Kuzey Kore, uluslararası kamuoyunda tecrit edilen bir ülke konumunda. Pyongyang’a göre, beka tehdidi altında olduğu için nükleer silahlara ve füzelere ihtiyaç duyuyor.

Şu ana kadar altı nükleer füze denemesi gerçekleştiren Kuzey Kore’nin 2017 yılındaki füze denemeleri, ABD toprakları da dâhil olmak üzere binlerce kilometre uzaklıktaki hedefleri vurma potansiyeli olduğunu gösterdi. 2017 yılı boyunca “Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’un füzeleri bir nükleer felakete neden olur mu?” sorusunu soran dünya, şimdi Trump’la Kim’in yapacağı görüşmeden bir nükleer silahsızlandırma taahhüdü çıkıp çıkmayacağına odaklanmış durumda.

Ortadoğu’nun nükleerleri

Ortadoğu’da nükleer denildiğinde akla gelen ülke İran. Batılı ülkelerle yapılan nükleer anlaşma mevcut durumda tartışma konusu. İran anlaşmadan vazgeçmediği mesajını yinelese de, Trump yönetimi süreci sona erdirmekte ısrarcı. Bölgenin “gizli” nükleer gücü İsrail de aynı görüşte. Tel Aviv’den gelen açıklamalar paradoksal, İsrail yönetimine göre Ortadoğu’da nükleer silahları engellemenin en iyi yolu anlaşmayı iptal etmek.

İran karşıtı bloğun İsrail ile birlikte en güçlü aktörü Suudi Arabistan da, bugünlerde nükleer silah yarışına katılma yolunda. Son bir yıldır attığı adımlarla hayli büyük tartışmalara kapı aralayan revizyonist Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın, çıktığı Avrupa ve ABD turunda ana gündem maddelerinden biri bu konu oldu. Veliaht Prens, çantasına 80 milyar dolarlık 16 nükleer santral ihale dosyasını aldı, ABD’den nükleer silah geliştirmede kullanılabilecek uranyum zenginleştirme dâhil nükleer santral teknolojisi istemek üzere yola çıktı.

‘İran durmazsa atom bombası isteriz’

Riyad yönetiminin nükleer macerası yeni değil. Suudi Arabistan’ın nükleer silah edinme isteği uzun yıllara dayanıyor. 2011 yılında dönemin Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın Amerikalı yetkililerle yaptığı nükleer silah konulu konuşmalar Wikileaks belgelerinde yayınlanmıştı. O belgelerde dönemin Suudi Kralı Abdullah, “İran nükleer silah elde etme aşamasına gelirse, Ortadoğu’daki herkes atom bombası peşine koşacaktır. Suudi Arabistan da buna dâhil” demişti.

25 yılda 16 nükleer santral inşa etmeyi planlayan Riyad, nükleer silah üretimini dillendirmiş değil. Ancak uzmanlara göre Suudi Arabistan İran’ın nüfuzuna karşı bu seçeneğe sahip olmak isteyebilir.

Türkiye’de nükleer silah var ama…

Türkiye, sınırları içinde nükleer silah barındırıyor. Ancak bu silahlar bize değil, bugünlerde artık müttefikliği tartışmalı hale gelen ABD’ye ait. NATO’nun nükleer paylaşım programı çerçevesinde ABD, Soğuk Savaş döneminde, Avrupa’daki bazı ittifak üyesi ülkelere nükleer silah yerleştirdi. 150 adet ‘B-61’ bombasının yerleştirildiği ülkeler arasında Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika’nın yanı sıra Türkiye de var. Türkiye ABD’nin nükleer bombalarının yaklaşık 3’te birini İncirlik Üssü’nde barındırıyor.

İncirlik’te yıllardır tutulan, uçaklardan atılan ‘taktik’ B61 bombaları yeni ABD planı uyarınca modernleştirilecek. Ancak bilhassa 15 Temmuz ve Sınır ötesi operasyonlar sonrası, iki ülke ilişkileri giderek daha fazla şekilde dostanelikten uzaklaşırken “Bu silahlar neden hala Türkiye’de?” ya da “Bu silahların varlığı Türkiye’ye yönelik bir tehdit mi” soruları giderek daha fazla tartışılan bir konu haline geldi.

Türkiye nükleer silah sahibi olmalı mı?

Karşıt aktörler ABD ve Rusya, İran ve Suudi Arabistan nükleer silah sahibi ya da olma yolunda. Hepsi Türkiye ile belli bir coğrafi ya da siyasi uzaklık ya da yakınlıkta. Karadeniz, Doğu Akdeniz, Ortadoğu, Kafkaslar bu aktörlerin kesişme alanında. Bu kesişmelerin merkezinde ise tek bir ülke var, Türkiye. Coğrafyada tehdit algılaması büyüyen Türkiye, artık NATO şemsiyesinin ulusal güvenlik için yeterli olmayacağı kanaatinde. Mikro çatışma alanları giderek daha fazla küresel bir savaş meydanına dönüşürken, nükleer silahlar da Türkiye’nin savunmasında giderek daha fazla caydırıcı bir ihtiyaç haline dönüşüyor.

***

Hangi ülkelerde ‘nükleer çanta’ var?

ABD:

Washington, ilk nükleer denemesini 16 Temmuz 1945 tarihinde “Trinity” adıyla gerçekleştirdi. 2. Dünya Savaşı sürerken, ABD Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası attı. Bu tarihteki ilk ve tek nükleer silah kullanımıydı. ABD, 1945 ile 1992 yılları arasında toplam 1054 nükleer test gerçekleştirdi. ABD’nin şu anda yaklaşık 6800 nükleer silahı bulunuyor. Nükleer kullanma yetkisi ABD Başkanı’nda. ‘Nükleer futbol topu’ olarak bilinen çanta, bir başkandan diğerine devrediyor ve içinde ABD’nin nükleer silahlarını ateşlemek için gerekli bilgiler yer alıyor. ‘Futbol topu’ teorik olarak başkanın yanından hiç ayrılmıyor.

Rusya:

Ülkenin nükleer silah programına ilişkin bilinenler çok az. Ancak Uluslararası Silah Kontrol Birliği ACA’nın son verilerine göre, dünyada yaklaşık 7 bin 700 nükleer silahla en büyük nükleer cephanesi olan ülke Rusya.  Rusya’nın aktif olarak kullanabileceği ‘nükleer başlık’ tipindeki silahlarının toplamı ise yaklaşık 4 bin 500.

Putin’in “Cheget” adı verilen bir nükleer çanta taşıdığı biliniyor. Rus liderin hiç ayırmadığı ve her yere beraberinde götürdüğü bu çantada, nükleer saldırılara karşı erken uyarı sistemi ve nükleer saldırı emrinin verileceği şifreler yer alıyor.  Yani Rus lider tek başına ülkenin nükleer silahlarını kullanma yetkisine sahip.

İngiltere:

İngiltere ilk nükleer denemesini 3 Ekim 1952’de gerçekleştirdi,  5 yıl sonra hidrojen bombası elde etti. Son verilere göre bugün İngiltere’de yaklaşık 225 adet nükleer başlık var. İngiltere’nin nükleer cephanesine “Trident” deniliyor. Füzelerin atılmasına ilişkin kararı ülkenin başbakanı veya onun belirlediği milletvekili veriyor.

Fransa:

Fransa ilk nükleer denemesini 13 Şubat 1960’da yaptı, 8 yıl sonra da ABD’nin yardımı olmadan ilk hidrojen bombasını üretti. Fransa’nın şu an yaklaşık 300 nükleer başlığa sahip olduğu sanılıyor. Fransa’da cumhurbaşkanının bir nükleer çantası bulunuyor. Yani ciddi bir tehdit karşısında kodlar ve nükleer saldırı kararı cumhurbaşkanının elinde.

Çin:

Çin’in nükleer kapasitesi hakkında fazla bilgi bulunmuyor. Pekin yönetimi, 1964’te ilk füzyon, 1967’de ise ikinci füzyon denemesini yaptı. Ülkenin şu anda 270 adet nükleer başlığa sahip olduğu tahmin ediliyor. Nükleer saldırı kararını Merkezi Askeri Komisyonun alabileceği ifade ediliyor ancak komisyona başkanlık yapan devlet başkanı tek başına bu kararı alabiliyor. Son dönemde ülkede yaşanan anayasal reformlarda bu prosedürün değişmiş olabileceği ifade ediliyor.

Hindistan:

Hindistan ilk nükleer testi 18 Mayıs 1974’da gerçekleştirdi. Bugün Hindistan’da 100 ila 130 adet nükleer başlığın olduğu tahmin ediliyor.  Hindistan’da düşmana karşı bir nükleer saldırı yetkisine sahip tek organ ‘nükleer komuta makamı’. Yapının “siyasi konseyine” başbakan başkanlık ettiği için, nükleer saldırı yetkisi de başbakana ait oluyor.

Pakistan:

Pakistan’da da tıpkı Hindistan’da olduğu gibi nükleer düğme başbakanın masasında. Pakistan ilk nükleer denemesini gerçekleştirdiğinde takvimler 28 Mayıs 1998’i gösteriyordu. Hindistan’la nükleer silahlanma yarışında olan Pakistan 90 ila 110 adet başlığı bulunuyor.

İsrail:

İsrail’in nükleer politikaları hakkında bilinenler çok az. Tel Aviv yönetimi, nükleer silahlarına dair hiçbir zaman resmi açıklama yapmadı. Farklı kaynaklara göre İsrail’in nükleer başlık sayısı yaklaşık 80. Ülkenin nükleer cephaneliğinin kimin kontrolünde olduğuna dair bilgiler de muğlak.

Kuzey Kore:

Kuzey Kore 2015’e göre 2016’da nükleer silahlarında artışa gitti ve aynı yıl birçok beklenmedik nükleer deneme yaptı. Pyongyang yönetimi, 2006’dan bu yana altıncı ve en büyük nükleer denemesini geçen yıl eylül ayında yaptı. Kuzey Kore’nin denediği 160 kiloton gücündeki hidrojen bombası, 6,1 büyüklüğünde sarsıntıya yol açtı. Kuzey Kore’nin 10 ila 20 kadar savaş başlığına sahip olduğu da belirtiliyor.

Benzer konular