28 Şubat travmasının zehir zemberek yaşandığı günlerdi. Askerin tazyikiyle Refahyol hükümeti görevi bırakmak zorunda kalmış, Cumhurbaşkanı Demirel tarafından onaylanan dışardan CHP destekli azınlık hükümeti, 8 Temmuz 1997 tarihinde TBMM onayı alarak göreve başlamıştı. Newsweek dergisi, göreve gelişinden bir ay sonra, 10 Ağustos 1997’de, postallı siyasetin başbakanı Mesut Yılmaz ile yapılan röportajı yayınlayacaktı. Röportajı gerçekleştiren Lally Weymouth Yılmaz’a soruyordu:
– İslamcı, köktendinci hükümet Türkiye’ye zarar verdi mi?
Başbakan’ın cevabı, soruyu soran zihniyetin beklentisini boşa çıkarmıyordu:
– Çok fazla. Binlerce militanlarını devletin önemli makamlarına getirdiler.
Uzun bir röportajın ilk sorusunu ve cevabı içeren şu kısa alıntıya bir bakalım. Özenle vurgulanan kelimeler var. İslamcı, köktendinci, militan… Halkın oylarıyla iktidara gelmiş bir partiden değil sanki azılı bir terör örgütünden bahsediliyor, mensupları da “militan” kelimesiyle elde tüfek, belde bombalar dizili azılı teröristler halinde karikatürize edilmeye çalışılıyordu.
İslamcılık üzerine bir tartışma
Yıl 1999. Daniel Pipes’ın sahibi olduğu Middle East Quarterly dergisi sayfalar süren bir tartışmayı okurlarıyla paylaşıyordu. Derginin sorular yönelttiği ekip Ortadoğu üzerine uzmanlıklarıyla bilinen önemli isimlerdi. Graham Fuller, John Esposito, Daniel Pipes ve Martin Kramer… Tartışmanın başlığı “İslamcılık bir tehdit mi” şeklinde atılmıştı. Dergi, tartışmayı İslamcılık kavramı üzerinden açarak uzmanlara “İslamcılığı lütfen bir cümlede tanımlayınız” diyordu. Yapılan tanımlar şöyleydi.
Martin Kramer: İslamcılık, İslam’ın modern bir ideoloji olarak yeniden formüle edilmesidir. İslam geleneksel olarak Yahudilik ve Hristiyanlık ile aynı kategoride yer alır. Oysa İslamcılık, modern Batı’da ortaya çıkan komünizm, sosyalizm veya kapitalizm gibi ideolojilere bir cevap olarak doğmuştur.
Graham Fuller: İslamcılık, siyasal İslam ile eş anlamlı olarak görülebilir. İslam dininden modern yönetim şekline, modern topluma ve siyasete dönük anlamlar çıkarma çabasıdır.
John Esposito: İslamın, siyasal ve sosyal aktivizmi desteklemek üzere bir ideoloji olarak yorumlanmış halidir.
Daniel Pipes’in cevabı ise “Hemen hemen benzer görüşlerdeyiz” şeklinde olmuştu.
Tartışmanın en ilginç kısmını “İslamcılık bir demokratikleşme hareketi mi?” sorusuna verilen cevaplar oluşturuyordu. Görüşler şu minvaldeydi.
Graham Fuller: İslamcı hareketler, İslam dünyasının çoğu yerinde sistemin açık kalmasını temin ediyorlar. Demokrasi ve insan haklarını destekliyorlar çünkü bu değerlerin yokluğunda asıl kurban kendileri.
Martin Kramer: Hepsinde böyle bir eğilim yok. Mesela Cezayir İslamcılarının demokratik bir söylemi olduğunu söyleyemeyiz. Demokratik bir söylem, demokrasi kelimesini dillendirme noktasında çekingen davranmamalı. Demokratik söylem ile İslamcıların kendi aralarındaki sınırlı tartışmalar arasında benzerlik göremiyorum.
John Esposito: İslamcıların çoğu reddediyor fakat Gannuşi, Azzam Temimi, Güney Asya’daki Cemaat-i İslami ve Malezya’daki Müslüman Gençlik Hareketi gibi demokrasiyi gündeme getirenler de var. Bu söylemin kısa vadeli bir taktik olduğunu söylemek için henüz ortada bir neden yok.
Daniel Pipes: Siyasi kültür önemli. Türkiye ve Afganistan örneğinden gidersek, evet, İslamcılar koşullara, mevcut siyasi kültüre adapte olmanın gereğini anladılar ama eğer nihai hedefleri ütopik bir amaçsa, ki öyle, o zaman bir despot rejim tesis etme umuduyla bu gerçekliğin ötesine geçme noktasında zorlayıcı sebepleri olacak. Bunun ne türde, hangi şartlarda gerçekleşeceği büyük ölçüde değişebilir fakat eninde sonunda bir despotluk olacağı ortada.
İki ayrı görüş mü?
Tartışmacılar ikiye ayrılmış durumda görünüyordu. İslamcılığın demokrasi ile bir şekilde uzlaşabileceğini düşünen Fuller-Esposito ikilisi bir tarafta, aksi yönde düşünen Pipes-Kramer ikilisi diğer tarafta. Bu tartışmanın önemi iki sene sonra, 11 Eylül olayları patlak verdiğinde ortaya çıkacaktı. ABD hükümeti, Pipes-Kramer çizgisini izleyerek buyurgan bir ifadeyle Afganistan’ı işgal harekâtına dümen kırarken diğer yandan belli dengeleri gözeterek mesela Türkiye gibi ülkelerde Fuller-Esposito çizgisi üzerinden temkinli adımlar atmayı yeğ tutacaktı. Bunun elbette sebepleri vardı.
FETÖ ile içerden çevirme harekâtı
Bu temkinli adımların altında yatan nedenin FETÖ olduğu son derece açık. Zira FETÖ ile girilen etkileşim sayesinde İslamcı çizgide istenen kırılmalar meydana gelmesi umuluyordu. Küresel bir içerden çevirme harekâtı olarak kurgulanan FETÖ, temelde kimi farklılıklar yüzünden daimi bir antipatiyi bünyesinde taşısa bile Türkiye İslamcıları üzerinde “küresel bir başarı örneği” görüntüsü vermeyi bir şekilde becermiş, “kabuğunu kırma”nın rol modeli olarak benimsenmişti. Her şey bu minvalde gidiyorken Graham Fuller’in İslamcı olarak gördüğü Erdoğan’a bakışı da gayet olumluydu. İpler ne zaman koptu? FETÖ ile ihtilaflar belirmeye başladığında.
BBC röportajında göze çarpanlar
20 Haziran 2014’te BBC Türkçe ekibinden Çağıl Kasapoğlu’nun sorularını cevaplayan Fuller, Erdoğan karşıtlığına geçişin sinyallerini vermeye başlamıştı.
“Türkiye’de Erdoğan ve AKP’nin 10 yıldan uzun süren olağanüstü başarısını takdir eden çok sayıda kişi var. Ama son dönemdeki siyasi gelişmelerin Erdoğan’ın mirasına zarar vereceğinden ve yarattıklarını yok edeceğinden endişe ediyorlar. Bu anlamda Erdoğan’ı sevenler de şimdi, Türkiye siyasetinde olumlu yerine olumsuz bir güç olabileceğinden büyük kaygı duyuyorlar.”
Yine de o kadar emek verdiği FETÖ adına bir ümit taşıdığı gözden kaçmıyordu.
“AKP ve Hizmet arasında olduğu söylenen ‘çatışmanın’ derin ve ciddi olduğunu düşünmüyorum. Uzun vadede bu çok abartılı bir ‘çatışma’. Erdoğan’ın kişiliği ile hükümet içindeki konumuna dair duyduğu tedirginlik ve güvensizlikle bağlantılı.”
Makbul İslamcılık FETÖ mü?
FETÖ ile ipler kopmuştu. Graham Fuller’in beklediği o uzlaşı hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti. Hele 15 Temmuz sonrası o kadar yatırımın boşa çıkması Fuller’in hayıflanmasına neden olacak, “Türkiye’de İslamcılar savaşıyor” başlıklı makalesinde ağzından baklayı çıkarmak zorunda kalacaktı.
“AKP 2002 yılında iktidara geldiğinde pek çok Hizmet mensubu hükümet kadrolarında yer alma imkânı buldular. Özellikle de emniyet ve hukuk mecrasında. Zira geçmişte olduğu gibi bir daha emniyet güçleri tarafından rahatsız edilmek istemiyorlardı. Şimdiyse dalga tersine döndü, Erdoğan yanlısı emniyet gücü Hizmet mensuplarına karşı tüm gücüyle kullanılmaya başlandı. Yazık ki emniyet teşkilatı uzun yıllardır Türk siyasi arenasının bir enstrümanı olageldi. Fakat bu işin sonunda sadece siyaset yok. Son derece önemli bir konudan bahsediyoruz. İslam’ın geleceğini ne tür bir hareket temsil edecek? DEAŞ mı? El Kaide mi? Müslüman Kardeşler mi? İslami hareketlere şöyle bir göz attığımda akılcı, ılımlı, sosyal açıdan yapıcı ve açık görüşlü bir organizasyon olarak Hizmet’i listenin en üstüne koyarım. Hizmet hareketi bir kült değil, İslam’ı modernize eden ana akımın tam merkezinde duruyor.”
Küresel 28 Şubat devam ediyor
Neticede Fuller-Esposito çizgisinin temsil ettiği soft “içerden teslim alma” stratejisinin istenen koşullar gerçekleşmeyince hard Pipes-Kramer çizgisine rahatlıkla dönüşebildiği görülüyor. İki ayrı çizgi yok ortada. Newsweek’in 1997 yılındaki Mesut Yılmaz röportajına dönmüş bulunuyoruz. İslamcı, köktendinci, militan söylemine… Zaten Türkiye’deki 28 Şubat bir simülasyon çalışmasıydı. 11 Eylül 2001 tarihinde yürürlüğe konan “Küresel 28 Şubat’ın” simülasyonu. Küresel ölçekte “Şubat soğukları” hâlâ devam ediyor.