ABD’nin Çinli küresel teknoloji şirketi Huawei’ye yönelik yaptırım kararı sadece dünya ekonomisi açısından değil, dünya barışı açısından ilginç sonuçları olabilecek bir hamle olabilir. ABD Başkanı Donald Trump göreve gelmesinden önce, iletişim teknolojilerindeki artan Çin hâkimiyetine karşı batı ülkelerindeki panik havası kendini göstermeye başlamıştı. Ancak Trump’ın Beyaz Saray’a yerleşmesi ile birlikte, Çin’e karşı ticaret savaşı resmen başlamış oldu.
Geçtiğimiz sene Çin’in küresel telekomunikasyon piyasasındaki en güçlü oyuncularından olan Huawei ve ZTE markalarının ABD yönetimi tarafından ciddi yaptırımlara maruz kalacağına dair uyarılar gelmeye başlamıştı. Ambargo altındaki İran ve Kuzey Kore’ye, içerisinde Amerikan ürün ve hizmetlerini barındıran malları satmaya çalışmasından dolayı ZTE’ye ciddi kısıtlamalar getirilmek üzereydi ki, ZTE Washington tarafından kendisine kesilen milyar dolara yakın cezayı ödemeyi kabul ederek ipin ucundan dönmeyi başardı.
Ancak Huawei için aynı durum söz konusu olmadı ve bugün gelinen nokta itibariyle ABD menşeili ürün ve hizmetlerin kullanımından men edildi. Görüldüğü kadarıyla bunun ZTE vakasında olduğu gibi bir ceza ödenerek halledilme olanağı yok. Peki, Çin’e karşı yürütülen bu ticaret savaşının yakın gelecekte, ekonomi dışında siyasi ve jeopolitik çıkarımları ne olabilir? Meseleyi sadece ticaret savaşından ibaret görmek, pahalı cep telefonları üreten iki ülkenin kapışması olarak okumak, resmin tümünü görmemizi engelleyecektir.
‘AMERİKA’NIN YARININI’ ÇALDIM!
ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşında en önemli etken, Birleşik Devletler’in kendisini iletişim teknolojileri alanında geriye düşmüş olarak görmesinde yatıyor. Avrupa’nın Sanayi Devrimi sonrası teknolojik üstünlüğünü ilan ederek dünya hâkimiyetinde söz sahibi olduğu son iki yüzyılda ilk kez Batılı olmayan bir ülke, yeni teknoloji geliştirme konusunda Batı’yı geride bırakmayı başardı.
Başlangıçta dünyanın atölyesi konumunda olan komünist Çin, doksanların ortasından itibaren üretim yaptığı Batılı firmaların “know-how”ını Batı’nın “teknoloji hırsızlığı” olarak suçladığı çeşitli yöntemlerle kendi firmalarına aktarmayı başardı. Ancak sadece taklit etmekle yetinmedi, bilim ve teknoloji alanına hem eğitim hem üretim anlamında büyük yatırımlarda bulundu.
Bugün geldiği nokta itibariyle de Çinli firmalar, elektronik iletişim alanında pek çok Batılı şirketin önüne geçmiş durumda. Çinli telekomünikasyon devi Huawei Technologies Co. kurucusu Ren Zhengfei, ABD’nin şirkete yönelik yaptırımları ile ilgili verdiği demeçte de bu durumu son derece açıkça ifade etti.
Çin’in ABD’ye cevap olarak Huawei’nin en büyük rakibi Apple’a yaptırım getirmesi ihtimaline karşı ne düşündüğü sorulduğunda, cevabı şu oldu: “Apple benim hocamdır, bize yolu gösteren odur. Bir talebesi olarak, neden hocama karşı çıkayım ki? Ben yarının ABD teknolojilerini çaldım, ABD’de bunlar yok bile. ABD’nin önündeyiz. Eğer geride olsaydık, Trump’ın bize şiddetle saldırmasına gerek olmazdı.”
BOYNUZ KULAĞI GEÇTİ Mİ?
Bugün itibariyle boynuz kulağı geçmek üzere. Tüm yaygara da işte bu yüzden kopuyor. Bu durumun farkında olan Başkan Trump, 2019’un başında Amerikan telekomünikasyon şirketlerini daha hızlı 5G kablosuz iletişim ağı kurulmasına yönelik çalışmalarına hız kazandırmaya çağırmış.
Twitter’dan paylaştığı mesajında “Amerikan şirketleri çabalarını hızlandırmalı. Yoksa geride kalacaklar. Amerika’nın şu anda daha ileri teknolojileri bloke ederek değil, rekabet içinde bu yarışı kazanmasını istiyorum” şeklinde çağrıda bulunmuştu.
“Şeylerin İnterneti” açısından önem arz eden 5G teknolojisinde ilk hamleyi yapacak olan şirketler ve dolayısıyla onların ev sahibi ülkeler, gelecekte de 6G teknolojilerinin belirlenmesi ve üretiminde öncelik sahibi olacak.
Keza söz konusu teknolojinin uygulanmaya başlanması itibariyle bir sonraki teknolojiye kapıyı açacak bilgi ve deneyim birikimi de beraberinde geliyor. Dolayısıyla bir kez bu avantaj el değiştirdi mi, geri alması çok zor.
BERLİN’DEN WASHİNGTON’A: ÜSTÜME GELME, YOLUMUZ AYRILIR
Teknolojik öncülüğünü yitirmesi dışında Washington’un bir başka karın ağrısı da, milli güvenliği ile ilgili. Bu zaten Çin’e karşı söylemlerini sertleştirmelerinde kullandıkları ilk delil oldu. ABD’li yetkililer, Huawei başta olmak üzere Çinli telekomünikasyon firmaları tarafından geliştirilen ekipmanların kullanılmasının Amerika içerisinde siber saldırı riskini artırdığını, Çin’in bu ağları izleyerek kritik verileri toplamasına, sanayi ve askeri casusluk yapmasına olanak sağladığını iddia ettiler.
Bunu bahane ederek NATO’daki diğer müttefiklerini, Çin ile olan münasebetlerinde baskı altına almaya çalıştılar. Berlin’deki büyükelçiliği aracılığıyla Alman yetkililere mektup gönderen ABD, Almanya’ya şu çağrıyı yaptı: “5G altyapınızda Huawei ve diğer Çinli firmalara izin verirseniz, sizinle olan istihbarat paylaşımımızı azaltırız.”
Fakat bu tondan rahatsız olan Berlin, bizzat eski başbakanları Gerhard Schröder’in ağzından ABD’nin tehdidini ‘küstahça bir şantaj’ olarak tanımladı. ABD’nin, “Bizim emirlerimize uymazsanız, sizi cezalandırırız” demek istediğini iddia eden Schröder, Berlin’in kendi çıkarlarını düşünerek, Washington’dan bağımsız dış ve ekonomik politik çizgi izlemesi gerektiğini belirtti.
Bu gergin vakaya rağmen Almanya, Çin ile olan ticari ilişkilerinde dikkatli olmaya, bir denge politikası gütmeye çalışıyor. Berlin, Beijing ile bir yandan ortak projeler geliştirmeye çabalarken öte yandan tedbiri elden bırakmıyor. Almanya hükümeti, Yabancı Ticaret Yönetmeliği’ni değiştirerek, Avrupalı olmayan fon veya şirketlerin herhangi bir şirkete yüzde 10 veya üzerinde ortak olmasını devlet iznine bağladı. Daha önce yüzde 25 olan oranı daha da aşağıya çeken hükümet özellikle stratejik önemi olan savunma, enerji ve gıda şirketlerindeki satın almaları dikkatle izleyecek. Değişiklik, son dönemde Çinli şirketlerin havaalanları, limanlar ve yüksek teknolojiye sahip firmalarda artan ortaklık oranlarından duyulan endişe nedeniyle yapıldığı iddia edildi.
Benzer şekilde Fransa ve İngiltere de, ABD’nin Çin konusunda baskısını üzerlerinde hissediyor, ancak yakın zamanda Washington’un hizasına gelmeyi de pek düşünmüyorlar. Bu durum ise Washington’u daha da kızdırıyor. Askeri alanda Türkiye, Irak ve Hindistan ile yaşadığı S-400’lere benzer bir krizi, yakın bir zamanda Çin yüzünden Avrupalı müttefikleri ile yaşayabilir.
ÇİN NADİR MİNERAL KARTINI AÇARSA…
ABD’nin Huawei kararına cevap olarak Çin’in henüz bir hamlesi olmadı. Ancak sadece ABD’yi değil, tüm dünyayı etkileyecek bir yanıt yakın zamanda gelebilir. Bilindiği üzere yüksek teknoloji ürünlerinde kullanılan dünyadaki nadir mineral kaynaklarının birçoğu Çin’de. İddialara göre Çin ABD’ye nadir mineraller ihracatını askıya alabilir.
Bu durumda ise savaşın sadece ticaret alanında kalması mümkün olmayabilir. Petrol uğruna tüm Ortadoğu’yu defalarca yangın yerine çevirmiş bir ülkeyi, petrolden daha büyük önem arz eden bir kaynak hususunda Çin’in tehdit etmesi, Çin ile hesaplaşma konusunda eli kaşınan bir takım çevrelere istedikleri bahaneyi verebilir.