Osmanlı’dan sonra küçük küçük ülkelere ayrılmasıyla huzurun terk-i diyar ettiği İslam toprakları diktatörler sarmalında bir türlü çıkamadı. Bu durumdan rahatsız olan halk, Arap Baharı’nı başlattı. Tunus’ta başlayarak tüm coğrafyaya yayılan Arap Baharı’yla birlikte demokrasi beklenirken, batının da desteğiyle sahaya yeni nesil diktatörler sürüldü. Bunların kimisi darbe yoluyla başa geçerken, kimisi de yaşlanan seleflerinin yerini doldurdu. Uzun yıllar İslam Dünyası üzerinde çalışan gazeteci-yazar Ahmet Varol ile yeni nesil diktatörlerin yönettiği coğrafyayı konuştuk. Yeni nesil diktatörlerin gelmesiyle birlikte bir yumuşama ortamı beklenirken, aksine baskı ve zulmün daha da şiddetlendiği görüşünü gazeteci Ahmet Varol da teyit ediyor. Arap coğrafyasında hüküm süren diktatörler, Arap halkının yanında olduğu için Türkiye’yi sevmediklerini söyleyen Varol, İsrail ile ilişkilerin de normalleşmesi için çaba harcadıklarını dile getiriyor.
Şu anda Arap coğrafyasının genelinde 5. nesil diktatörler hüküm sürüyor. Bu süreç nasıl şekillendi?
Arap Baharı’nın önünün kesilmesi daha çok Suriye’deki hadiselerle oldu. Suriye’deki direnişin başarısız olması veya buradaki direnişe karşı uluslararası çapta bir savaş verilmesi, Arap Baharı’nın bütün Arap dünyasına yayılmasını engelledi. Zaten bunun böyle olacağı tahmin edildiği için, Suriye’de Arap dünyasındaki dikta yönetimleriyle İran, Rusya ve Amerika ortak bir tavır sergilemiştir. Dışa yansıyan tavırları farklı olsa da kendi aralarında bu yönde bir ittifakları var.
Halk devrimlerinin gerçekleştiği ülkelerde bu devrimlerin kazanımlarının geri alınması için karşıt bir hareket başlatıldı. Biz bunlara fitne hareketleri diyoruz. Mısır’da “Baltacı” fitnesi, Libya’da “Halife Hafter” fitnesi, Yemen’de eski diktatör Ali Abdullah Salih’in Husilerle ittifak kurması planlı fitne faaliyetleriydi. Bu ittifakın Sanaa’da yönetime el koymasından sonra Suudi Arabistan’la anlaşmaması üzerine bu sefer Suudi Arabistan Yemen’e müdahale etti. İran’ın uzantılarıyla Suudi Arabistan’ın uzantıları Yemen’de savaşıyor. Yemen halkının bu savaşla hiçbir alakası yok.
Şu anda Arap halk devrimlerinin gerçekleştiği ülkeler içerisinde doğrudan bir dikta rejiminin hüküm sürdüğü tek ülke Mısır’dır. O da askeri darbeyle olmuştur. Tunus’ta demokratik bir sistem olduğu için bunlardan ayrı tutuyoruz. Tek farkı, Tunus’ta halk devriminin başlangıcında İslamî harekete destek daha fazlaydı. Bu destek biraz laik kesime kaydı. Siyasi yapıda çok fazla değişiklik olmadı ama biraz daha batıcı, laik bir iktidarın olduğunu söyleyebiliriz. Ama bir dikta rejimi olduğunu söyleyemeyiz.
Libya ve Yemen’de çatışmalar devam ediyor. İstikrarlı bir yapı oluşmuş değil. Mısır’da da askerî darbe yapılarak seçim yoluyla iş başına gelmiş yönetim devrildi, yerine cunta yönetimi hâkim oldu. Bu cunta yönetimi kendisini halka seçtirdi ve tam anlamıyla eskisinden daha kötü bir dikta rejimi hâkim oldu.
ZULÜMLER HAFİFLEYECEĞİNE ŞİDDETLENDİ
Mısır’da yeni yapılan anayasa değişikliğine göre Sisi’nin görev süresi uzatılacak gibi. Diktatörler kolay kolay koltuklarını terk edemiyorlar mı?
Diktatörlerin yenilenmesi zor bir şeydir. Çünkü bir diktatör tahta oturdu mu önüne tabut gelmeden oradan kalkmaz. Sisi, 2014’te çıkarttığı anayasaya göre bir kişinin dörder seneden iki kere cumhurbaşkanı seçilme şartını getirmişti. Ama şimdi onu değiştiriyor. Bu yeni değişikliğe göre cumhurbaşkanlığı dönemleri altı yıla çıkartılacak ve iki kere seçilebilecek. Ancak Sisi için geçmişte seçildiği dönemler sayılmayacak. 2022’den itibaren altışar yıldan iki dönem daha seçilebilecek. 2034’e kadar cumhurbaşkanlığı süresini garantilemek istiyor bu anayasa değişikliği ile. Bu da gösteriyor ki Arap dünyasında diktatörler kolay kolay gitmiyor.
Yeni nesil diktatörlerle eski diktatörler arasında nasıl farklar var?
Yeni nesil diktatörleri iki kategoriye ayırabiliriz. Birisi Mısır örneği, darbeler yoluyla işbaşına gelen diktatörler, bir de mevcut diktatörlerin yaşlanarak devreden çıkması, gençlerinin yerine gelmesi suretiyle oluşan dikta rejimleri. Bunların en bariz örneği Suudi Arabistan’dır. Suudi Arabistan kralı Selman bin Abdülaziz, ama iktidarı elinde bulunduran kişi onun oğlu Muhammed bin Selman.
Gerek Mısır’da gerek Suudi Arabistan’da yeni diktatörlerin eskilerinden daha şiddetli zulümler uyguladığını görüyoruz. Yeniyle birlikte bir rahatlama ve yumuşama olacak yerde tam tersi oldu.
Suudi Arabistan’daki zulme baktığımızda, şu anda Arabistan’da onlarca ilim adamı sırf mevcut yönetime muhalif görüşleri olduğu için, üstelik bu görüşlerini çok net bir şekilde ortaya koyamadıkları halde hapiste tutuluyor. Mesela Selman el Avde hakkında şu anda idam talebi var. Oysa bu adamın hapse atılmasının gerekçesi Katar’a uygulanan abluka için “görüşmeler yoluyla çözülse daha iyi olur” demesi. Öte yandan Cemal Kaşıkçı olayı herkesin malumu. Önceden de insanlara zulmediliyordu ama boyutları biraz daha küçüktü. Şu anki zulmün boyutları daha da artmış durumda.
İDAMLAR RUTİNLEŞTİ
Geçen hafta Mısır’da idam edilen 9 kişiye baktığımızda, idamlar da bu süreçte normalleştirmeye mi çalışılıyor?
Önceki yönetimde de baskı ve işkence vardı, insanlar özgür bir şekilde iradelerini ortaya koyamıyorlardı ama idam cezaları bu kadar rutinleştirilmemişti. Üstelik bu insanlar kendilerinin başsavcının öldürülmesiyle alakaları olmadığını, ifadelerinin işkence altında alındığını söylemişti. Uluslararası insan hakları gözetleme grubu da bunu tasdik etti. Ama bu kabul edilmedi ve idam cezaları infaz edildi. Ondan önce de birçok kişi idam edildi. Onlarca kişiyi de uzun süreli hapis cezalarına mahkum ettiler.
Bir de yargısız infazlar var. Mahkeme kararına başvurmadan birçok yerde insanları topluca katlettiler. Mesela 37 kişilik tutuklu grubunun bir cezaevinden başka bir cezaevine nakli esnasında yolda isyan çıkarttıkları iddiasıyla arabanın içerisine gaz bombası attılar ve 37 kişiyi boğarak öldürdüler.
İSRAİL’LE İLİŞKİLER NORMALLEŞTİRİLDİ
Dış politikaya baktığımızda, yeni nesil dikta rejimleri nasıl bir değişime gitti?
Dış politikaya bakışlarında son dönemde İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi görüşü var. Önceki diktatörlerden de İsrail ile ilişkileri başlatanlar vardı. Suudi Arabistan ve körfez ülkeleri daha çok perde arkasından yürütüyordu. Ama şimdi bunu normalleştirerek İsrail ile açıktan ilişkiye girilmesi yönünde bir tavrın son dönemde etkili bir şekilde öne çıktığı görülüyor. En son “Ortadoğu’da barış ve güvenliğin geleceğini desteklemek” başlığıyla Varşova Konferansı düzenlendi. Amerika’nın talebi ve organizasyonuyla yapılan toplantının yıldızı Netanyahu idi. Bu konferansa katılan Arap ülkelerinin bakanları Netanyahu ile poz vermek için adeta birbirleriyle yarıştı. Bu da gösteriyor ki İsrail ile ilişkileri normalleştirme konusunda ciddi bir ilerleme kaydetmiş durumdalar.
Normalde perde arkasından yürütülen ilişkiler, artık açıktan yürütülüyor. Bu doğrultuda önemli girişimlerde bulunuldu. Bunlardan bir tanesi Netanyahu’nun Umman’ı ziyaret etmesi. Onun arkasından iki İsrailli bakanın Birleşik Arap Emirliklerini ziyareti. Bütün bunlar İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda önemli adımlar. Ürdün ve Mısır’ın zaten İsrail ile diplomatik ilişkileri vardı.
Amerika Arap Baharı’nda eski diktatörleri işbirlikçileri olduğu halde yarı yolda bıraktı. Yeni nesil diktatörlerle yoluna devam ediyor. ABD’nin bölgeye yönelik nasıl bir planı var?
Amerika yarı yolda bırakmadı, başarısız oldu orada. Normalde Amerika, Mısır ve Tunus’taki dikta rejimleriinin gitmesini istemezdi. Tunus’ta olaylar birden patlak verdiği için zaten herkes gafil avlandı. Hiçbir hazırlığı yoktu. Elindeki imkanları kullandığı halde yeterli olmadı, dolayısıyla Tunus’taki yönetim devrildi. Tunus yönetiminin devrilmesi diğer Arap ülkelerindeki halkları cesaretlendirdi.
Amerika Mısır’daki dikta rejiminin gitmemesi için bazı girişimlerde bulundu. O zamanki dışişleri bakanını göndererek uzlaşma sağlamaya çalıştı ama başarılı olamadı. Daha sonra kaybedileni geri almak için savaş verdi. Arap rejimleriyle işbirliği yaptı. Dubai’de bir merkez oluşturdular. Bu merkez üzerinden Mısır’daki “Baltacı” fitnesini organize ettiler. Mursi’nin cumhurbaşkanlığı sırasında halk içerisinde bazı zayıf ahlaklı kişileri para ile tutarak, etrafı dağıtmalarını istediler. Aylarca sürdü bu olaylar. Sisi Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye “Ya bu olayları durdurursun ya da biz yönetime el koyarız” dedi. O talimattan üç gün sonra da darbe yaptı. Sisi’nin darbe yapabilmesinin en önemli sebebi de bu “Baltacı” fitnesidir.
DİKTATÖRLER TÜRKİYE’DEN HOŞLANMIYOR
Yeni nesil diktatörlerle Türkiye’nin arası nasıl?
Türkiye bu halk hareketlerinde halkın tarafını tuttu. Bundan dolayı yeni nesil diktatörler Türkiye’ye karşı tavır aldılar. Ve bu karşı tavır hala devam ediyor. Zaman zaman sosyal medyada Türkiye aleyhine kampanyalar da yapıyorlar. Özellikle Cemal Kaşıkçı olayı öncesinde Suudi Arabistan veliaht prensinin danışmanı Suud el Kahtani eliyle yürütülen bir sosyal medya savaşı vardı. Bu adam sosyal medyada bir ekip oluşturmuştu. Zaman zaman Türkiye aleyhine çok yoğun kampanyalar yürüttüler. Cemal Kaşıkçı olayından sonra Türkiye karşısında biraz zorlanmaya başladılar, nispeten durdurdular bu faaliyetlerini. Türkiye karşısındaki tavırları değişmiş değil. Türkiye’yi Osmanlı mirasçısı olarak değerlendiren ve Osmanlı’nın da Arap dünyasında işgalci olduğu görüşünü savunan bir anlayışa sahipler. Ki bu anlayış, batının kazandırdığı bir anlayıştır.
Ortadoğu coğrafyası diktatörler-darbeler sarmalını ne şekilde kırabilir?
Arap Baharı bunun için önemli bir fırsattı. Bu halk hareketi devam etseydi, belki Arap dünyasındaki diktatörlerin tamamına yakını devrilecekti. Buna engel olundu ama halk yine rahatsız. Diktatörlerin tam tersine halklar, kendilerini Türkiye’ye yakın hissediyor. İslam dünyasının bir ümidi olarak bakıyorlar. Diktatörler ve darbeler sarmalından kurtulmaları için İki ihtimal var: Birincisi halkların yeniden karşı cephe oluşturması, bu zulüm rejimlerine karşı harekete geçmesi. Bu ihtimal tamamen ortadan kalkmış değil. İkincisi de İslam dünyasını organize edecek, özgür düşünce temeline dayalı bir lider devletin ortaya çıkması. İran tamamen mezhepçi bir yaklaşımla İslam dünyasında mezhep pazarlamacılığına çıktığı için bunu başaramadı. Belki Türkiye başarabilir. Eğer Türkiye gerçekten Müslüman halkların özgürlüğü temeline dayalı bir lider güç haline gelirse, Arap dünyasındaki diktatörler zayıflayacaktır. Bu rejimler devrilmese bile kendi halklarına karşı bir ıslahat yapmak zorunda kalacaklar. Bunu kendileri de bildikleri için Türkiye’den hoşlanmıyorlar.