Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) tohumları, Birleşmiş Milletler’in selefi Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda kurulan Cemiyet-i Akvam zamanında atılmış olsa da, teşkilat bugünkü bildiğimiz haline İkinci Dünya Savaşı sonrasında kavuşur. 1946 yılında BM’ye üye 51 ülkenin imzasıyla nizamnamesi kabul edilmiş, 1948 yılında da resmen ilk toplantısı yaparak göreve başlamış. Kuruluşunda en büyük paya sahip, âdeta teşkilatın kurucu babalarından sayılan kişi Çinli bir tıpçı ve diplomat olan Szeming Sze. Babası Çin’in Birleşik Krallık ve ABD’de büyükelçisi olarak görev yapmış meşhur bir diplomat. Cambridge kimya ve tıp alanlarında diplomasını aldıktan sonra bir süre İngiltere’de çalışmış ardından Çin’e dönmüş.
DSÖ’NÜN TEŞKİLAT YAPISI
Kuruluş yıllarından itibaren sıtma, çiçek hastalığı ve çeşitli tropik hastalıklarla geniş aşı kampanyaları yapan DSÖ, tüzüğüne göre;
Dünya çapında salgın ve hastalıkları ortadan kaldırmak,
Devletlerin sağlık hizmetlerine teknolojik ve bürokratik alt yapı anlamında katkı sağlamak,
Salgınlarla mücadele konusunda hükümetler arasında koordinasyon kurmak,
Tıp alanında güncel araştırma konuları oluşturma ve bilgi paylaşımını arttırma gibi amaçlara sahip.
Şu andaki merkezi İsviçre’nin Cenova kentinde bulunan DSÖ’nün iki önemli alt kuruluşu vardır:
Birincisi, 194 ülkeden oluşan Dünya Sağlık Meclisi (DSM), genel sekreterin seçiminden sorumlu olup, altı yılda bir DSÖ için bir çalışma programı belirler; iki yılda bir de bütçesini oluşturup onaylar.
Bunun dışında bölgesel ofislerin bulunduğu 6 bölgeden toplam 34 üye ülkenin meydana getirdiği bir Yönetim Kurulu mevcuttur. Genel Sekreter’e tavsiyelerde bulunmakla yükümlü YK’nın diğer sorumlulukları arasında DSM’nin belirlediği çalışma planının uygulanması bulunmaktadır. DSÖ’nün programını gerçekleştirebilmek için sahip olduğu bütçe iki farklı kaynaktan gelir. Birincisi üye ülkelerin, nüfus ve gelirlerine göre belirlenen katkı payları. İkincisi ve ileride göreceğimiz gibi tartışmalara yol açan hem üye ülkelerin hem de özel sektörün yaptığı gönüllü bağışlar. 2016-2017 yılları için belirlenmiş 5.139 milyar dolarlık DSÖ bütçesinin yüzde 18’i (927 milyar dolar) üye ülkelerin aidatlarından gelirken, kalan yüzde 80’lik kısım (4.116 milyar dolar) gönüllü bağışlardan oluşmuştur. Üye ülkeler içerisinde hem aidat hem bağış anlamında bütçeye katkısı en fazla olan ülke ABD’dir.
Gelelim zurnanın zırt ettiği yere.
GÖNÜLLÜ BAĞIŞÇILAR KİM?
2017 yılının üye ülkeler bazında ilk beş gönüllü bağışçı sıralaması, katkı sırasına göre şöyle:
ABD (400 milyon dolar),
Birleşik Krallık (163 milyon dolar),
Almanya (90 milyon dolar),
Japonya (46 milyon dolar),
Norveç (41 milyon dolar).
Çin (10 milyon dolar) ve
Rusya Federasyonu (9 milyon dolar) sıralamanın ortalarında yer alıyor.
Devletler dışında ulus ötesi kurumlar, vakıflar ve şirketlerin de “bağış yapabildiği” gönüllü bütçesinde gelelim ilk beşe:
Bill&Melinda Gates Vakfı (324 milyon dolar)
Dünya Bankası (145 milyon dolar),
GAVI Alliance (133 milyon dolar),
Avrupa Komisyonu (81 milyon dolar)
Uluslararası Rotary (62 milyon dolar).
GlaxoSmithKline (GSK) (7.3 milyon dolar),
Hoffmann-La Roche (6.6 milyon dolar),
Merck Sharp and Dohme (1.6 milyon dolar),
Novartis (500 bin dolar),
Sanofi Pasteur (9.4 milyon dolar),
Sanofi-Aventis (2.6 milyon dolar),
Eli Lilly (248 bin dolar) gibi ilaç ve aşı üreten çokuluslu ilaç şirketlerinin “dolaysız” katkısının küçük göründüğüne aldanmayın. (Kaynak: https://www.who.int/about/finances-accountability/funding/A71_INF2-en.pdf)
DSÖ PARAYI VERENIN DÜDÜĞÜNÜ ÇALAR
Birçoğu Bill&Melinda Gates vakfı, Rotary’ler vs. gibi DSÖ’ye büyük çapta bağış yapan gruplarla halihazırda geniş bir işbirliği yürütüyor. Mesela GSK, hem GAVI hem de Gates Vakfı ile birlikte aşı teknolojilerinin gelişimi konusunda 2013’ten beri sıkı bir dayanışma içerisinde. Gates Vakfı dışında GAVI adlı kuruluş da içerisinde ilaç firmalarından pek çok güçlü oyuncuyu bulunduran bir “aşı ittifakı.”
Hem teknoloji aktarımı hem para bağışı konusunda son derece ileri düzey bir işbirliği yürütmekte, bu dev ilaç firmaları ve uluslararası sözde “insanî yardım” kuruluşları. Dolayısıyla yukarıdaki tabloda Gates Vakfı gibilerine hususi olarak dikkat etmek gerekiyor.
ÇARK NASIL DÖNÜYOR?
Aslında sistem çok basit bir mantığa dayanıyor. Yukarıda adı geçen hemen hemen tüm ilaç firmalarının bir noktada DSÖ üyesi devletlerle başı derde girmiş durumda. Mesela
2012 yılında GSK, ABD’de adalet bakanlığı tarafından yürütülen bir soruşturmada “kanuna aykırı şekilde belirli ilaçların reklamını yapmak, güvenlilik verisine dair raporları saklamak ve fiyat belirlemede sahtecilik” yapmaktan suçunu kabul etmiş ve 3 milyar dolar ceza ödemek zorunda kalmıştır.
ABD yasalarına göre yasak olmasına rağmen, 18 yaşının altındakilere rağmen anti-depresan ilaçlarının doktorlar tarafından verilmesini özendirdiği için GSK yüklü miktarda ceza ödemek zorunda kalmıştır.
Gene aynı firma 2014 yılında Çinli yetkililer tarafından doktorlara ve üst düzey yöneticilere rüşvet verme suçundan 490 milyon dolar cezaya çarptırılmış, sorumlu yöneticileri hapis cezası almıştır.
Aynı sene Polonya’da benzer bir suçtan GSK hakkında soruşturma başlatılmış,
İtalya’da yetkililer Novartis’in idari binasına grip aşısında kullanılan bir maddenin fiyatını fahiş şekilde yükseltip, İtalya Sağlık Bakanlığı’nı dolandırma suçundan dolayı baskın düzenlemiştir.
2015 yılında Japon yetkililer ilaçlarındaki 3200’e yakın yan etkiyi bildirmediği için Novartis’e soruşturma açmıştır.
PERDE ARDINDAKİ PARAVAN VAKIF
Bunun gibi onlarca vak’a ortadayken, modern tıp sektörünün kâr uğruna kamu sağlığını hiçe sayan onca uygulamasına dair Türkiye de dahil olmak üzere pek çok ülkede farkındalık oluşturulmuşken, ilaç firmalarının DSÖ üzerinden küresel gündemlerini yürütmeleri çok dikkat çekerdi. Bunun yerine Gates Vakfı vs. üzerinden DSÖ eliyle “perde arkasından” yürüyorlar hedeflerine. Peki DSÖ üzerinden çark nasıl işliyor? Öncelikle DSÖ’nün ticari firmalarla olan ilişkisini düzenleyen yönetmeliğe bakmak gerekiyor. “Sağlık Hedeflerine Ulaşmak için Ticari Firmalarla İlişkiler Düzenlemesi” başlıklı yönetmeliğe göre DSÖ ile kurduğu ilişkide ticari firmaların DSÖ işleyişiyle uyumlu olması gerekiyor.
Buna “ilaç tanıtımlarında etik kurallara uyulması” şartı da dâhil. DSÖ ilaç firmalarıyla kurduğu ilişkilerin “hassas düzenlemelere” tabii olduğunu vurguladıktan sonra paragraf paragraf firmalar ve temsilcilerinin DSÖ ile çalışırken uyması gereken şartları sıralıyor. Bunların pek çoğu sahada ilaç ve aşıların DSÖ faaliyetleri içerisinde kullanımında, ticari tanıtıma mahal verecek durumlardan sakınılması üzerine.
Örnek vermek gerekirse, DSÖ bir ilaç firmasının verdiği maddi destekle bir faaliyet yürütüyorsa, o firmanın ürünlerine dair reklam, tanıtım vs. gibi tüm faaliyetleri yasaklıyor kâğıt üzerinde. Ancak yukarıda, firmalara açılan davalara, soruşturmalara vs. baktığımızda söz konusu firmaların tam da yapma denilen şeyleri yapmaktan dolayı sicillerinin kabarık olduğunu net bir şekilde görüyoruz. Bu faaliyetlerin kimler tarafından denetlendiği, ne çapta denetime tabi olduğu ne yazık ki net değil. Yani ortada bir denetim mekanizması var mı yok mu, bu tartışmalı.
DSÖ ile ilaç firmalarının kurduğu ilişkiye dair ikinci büyük problemse, firmaların yaptıkları bağışlarda, paranın hangi konuda harcanacağına dair kesin söz sahibi olmaları.
Bir firma yaptığı bağışın hangi oranlarda nereye harcanacağını DSÖ’ye şart olarak koşabiliyor.
Mesela 2015 yılında Eli Lilly firması, vermiş olduğu 1,218 milyon dolarlık bağışın sadece tüberküloz ile mücadelede kullanılmasını şart koşmuş.
Bu demek oluyor ki, firmalar DSÖ’yu kendi amaçları doğrultusunda sahada kullanıyor.
Firma paranın hangi alanda harcanacağı konusunda söz sahibi ise, belli ki o alanda bir çalışma yürütüyor ve DSÖ’nün saha faaliyetini kendisi için bir test ortamı olarak kullanıyor.
Bunun dışında aşı konusunda taviz vermez tavırlarıyla bilinen Gates Vakfı ve GAVIS gibi oluşumlar üzerinden de DSÖ aşılama kampanyasında küresel elitin adeta piyonu halini alıyor.
Bu verilerin ışığında Covid-19 salgınına bakalım. DSÖ, ısrarla bu salgının aşı olmadan çözülemeyeceğini söylüyor. Sizce neden?