Samuel Huntington Medeniyetler Çatışması’ndan ilk olarak 1993’te Foreign Affairs dergisinde bahsetti. Soğuk Savaş’tan sonra küresel siyasetin evriminin bir yorumunu yapmayı amaçladığını söyleyen Huntington, tezi ilgi görünce genişleterek 1996’da Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması adıyla kitaplaştırdı. Huntington’a göre dünya ülkeleri arasındaki ilişkiler dört döneme ayrılıyordu. İlk dönem Fransız Devrimi’ne kadar süren ve egemen ülkelerin hakimiyetinin söz konusu olduğu bir süreçti. Daha sonra ise dünya çok kutuplu hale gelerek birbirine yakın güçlere sahip çok aktörlü bir güç dengesi oluştu. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise komünizm, ardından faşizmin yükseldi ve uluslararası dengeler ideolojik kutuplaşmayı getirdi. İkinci Dünya Savaşı ise Soğuk Savaş dönemine yol açtı. Bu dönemde ülkeler, “Doğu” ve “Batı” konumunda yerleri aldılar. Huntington’un tezi Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle ülkelerin artık siyasi, iktisadi sistemleri veya ekonomik gelişmişlik düzeylerine göre değil, kültürel özelliklerine göre sınıflandırılması gerektiğini savunuyor. Huntington’a göre Batı’daki Katolik Hıristiyan, Çin’deki Konfüçyüs, Japon, İslam, Hindu, Slav-Ortodoks, Latin Amerika ve Afrika medeniyetleri çatışacak ve gelecekte bir dünya savaşı söz konusu olursa ortaya çıkış sebebi de bu medeniyetlerin çatışması olacak. Birbiriyle bağdaşması mümkün olmayan değerlere dayandıkları için uygarlıklar arasında rekabet ve çatışmanın kaçınılmaz olduğunu ileri süren Huntington, özellikle Çin ile Batı ve Batı ile İslam arasında çatışma çıkacağını, söylemenin yanı sıra İslam uygarlığının kanlı sınırlara sahip olduğunu, çatışmanın İslam uygarlığının karakteristik özelliği olduğunu iddia ediyor.
Terör uygarlıkla mı ilgili
Böyle bir bakış açısıyla hazırlanan Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezi, İslam ile Batı arasında çatışmanın kaçınılmaz olduğunu savunan, hatta bu çatışmaların normal olduğunu iddia edenler için kullanışlı bir araç oldu. Örneğin 11 Eylül terör saldırılarından sonra `İslami’ terörizm kavramı öne çıkarılıp, terörün uygarlıkla ilgili bir olgu olduğu iddia edildi. ABD ve Avrupa ülkelerinde yaşayan ve batı ülkelerinin asli unsurlarından biri olan Müslümanlar, bu tez sayesinde ‘tehdit’ olarak değerlendirilmeye başlandı. Aşırı sağ partiler ise Müslümanları, DEAŞ gibi kuruluşunda yine batının parmağı olduğu düşünülen terör örgütlerinin de sayesinde, fıtraten şiddete meyyal olarak sundular. Müslümanlara yönelik nefret suçlarında artış gözlendi. ABD’de Bush ve Obama dönemlerinin terörle mücadele politikalarının bilinçaltında bu tezin yattığını söylemek mantığa aykırı bir çıkarım sayılmaz.
Çatışma ya da ittifak
Bugüne geldiğimizde ise bir Trump gerçeği ile karşı karşıyayız. Gerek seçim kampanyası döneminde gerekse seçildikten sonra yaptığı açıklamalar, yedi Müslüman ülkenin (İran, Irak, Suriye, Libya, Yemen, Sudan ve Somali) vatandaşlarının doksan gün boyunca ABD’ye girişini yasaklayan başkanlık kararnamesini imzalaması gibi hamleleri dünya çapında tedirginliğe neden oldu. Trump ve çevresindekilerin Huntington’ın tezini pratiğe geçirmeye çalıştığı düşünceleri dillendirilmeye başlandı. Trump’ın politikalarının Amerika’nın daha önce uyguladığı politikalarla oluşturduğu kaosu derinleştirmekten başka bir amaca hizmet etmeyeceği açık ancak buradan bir Medeniyetler Çatışması senaryosunun çıkıp çıkmayacağı konusu zihinleri meşgul ediyor. Dünyanın geleceğinde, Medeniyetler Çatışması mı yoksa Medeniyetler İttifakı mı görünüyor, Trump’ın buradaki rolü ne olacak, Amerika’nın kurumları kendini nasıl konumlandıracak gibi soruları medeniyet konusunda kafa yormuş aydınlara yönelttik.
Prof. Ali Bardakoğlu
ABD iç gerilimini azaltmak için ‘öteki’ korkusu oluşturuyor
Donald Trump’un yedi İslâm ülke vatandaşlarının hepsini kapsayan önyargılı bu vize yasağına ABD içinde ve dışında ciddî tepkiler oluştu. Sadece yargı çevreleri değil aydınlar ve farklı dinlere mensup sağduyulu geniş bir kesim de açık bir karşı duruş sergiledi. Bunu önemsiyorum ve insanlığın ortak değerlerinin yaşatılması adına ümit verici bir durum olarak görüyorum.
Batı’da öteden beri var olan ve Donald Trump döneminde daha fazla gündemde olacağı anlaşılan İslam ve Müslüman korkusuna gelince, bizim bu konuyu soğukkanlı biçimde analiz etmemiz gerekiyor. Batı’daki bu tutumu sadece terör-güvenlik ekseninde açıklamak yetersiz kalır. Bunun derin bir geçmişi var. İslam’ın ilk günden başlayan meydan okumasının ve hızlı bir şekilde yayılmasının, mesela Endülüs ve Balkanların fethinin onlarda kalıcı bir öfke ve endişeye yol açmış olması hiç hatırdan çıkarılmamalıdır. Ancak günümüz İslâm coğrafyasında olup bitenler -sebeplerin içeriden veya dışarıdan olmasına, dinle ilgisinin olup olmadığına dikkat edilmeksizin- birçok dünya sakinini de endişelendiriyor. Bu da işin bir başka yönü. Tabii ki bu hengâmede elliyi aşkın İslâm ülkesinin sadece ötekinin ne yaptığına ve dediğine yoğunlaşması yeterli olmaz, içinde bulunduğu acz halinden kurtulması, kendi sorunlarıyla yüzleşmesi, yani kapısının önüyle ilgilenmesi gerekiyor.
İttifak ya da çatışma tanımlamaları yanlış algı oluşturuyor
Batı’da ‘İslâm ve Müslüman korkusu’ esasen hayli artmış olan kendi gerilimli ortamlarından besleniyor; ama aynı zamanda ‘öteki’ne yöneltilen bu öfkeyle gerilim içeride azaltılmış da oluyor. D. Trump’un tutumunun böyle bir stratejiye dayandığını düşünüyorum. Zaten öteden beri ‘Medeniyetler çatışması’ ve ‘medeniyetler ittifakı’ adlandırmalarının maksadı yeterince ifade etmediğini, hatta yanlış bir algı oluşturduğunu düşünmekteyim.
Öte yandan, günümüzde öfkeli ve gerilimli olan sadece Batı değil. İslâm dünyası da en az onlar kadar gerilimli. Gerçekten de son dönemde Müslümanlar arasındaki “din dili” de öfkeli ve hırçın, ayrıştırıcı ve ideolojik oldu. İslâm ulemâsı da öfkeli ve kavgacı bir dille dini anlatmaya başladı. Müslümanlar arasında -Kur’an, Sünnet-i seniyye, mezhep, tarikat ve meşrep gibi- dinginlik ve birlikteliği, çokluk içinde vahdeti sağlayacak dinî kavram ve değerler dahi çoğu zaman kavgaya dâhil ediliyor. Ehl-i kıble olduğunu bildiği insanları mürted ilan edip öldüren radikal gruplar, barışçıl/siyasal bir protesto gösterisi için meydanlarda toplananlara ateş açan yöneticiler, ülkelerin iç siyasal gelişmelerine uzaktan verdiği fetvalarla müdahil olup şiddeti meşrulaştıran ve yüzlerce insanın ölümüne yol açan ulemâ ve ümerâ, tekbir getirerek yanı başındaki masumları öldüren kimseler… mağdurlarla birlikte aynı Allah’a, aynı Kitâb’a ve aynı Peygamber’e inanmıyor mu? Aynı kıbleye yönelmiyor mu?
Öfke sahibini de kavuruyor
Bir mezhep ve meşrebin ayakta durmasının yegâne itici gücü tarihe ve ötekine duyulan öfke ve nefret olur, aidiyetler buna dayanırsa, böyle oluşan kimlik İslâm’ın rahmetini ne kadar taşıyabilir? Öfkeyle yoğrulan bir İslâm ve Müslümanlık dünyaya ne verir? Hem böylesi bir ortamda temel insânî ve ahlâkî değerlerin hatırlanması ve hayata tutunması mümkün olabilir mi? İslâm dünyasının –bir kısmı haklı sebeplere dayanan- öfke ve nefreti artık ötekine haklılık payı bahşeden, sahibini de kavuran bir ateşe dönüşmüş durumda. Batıda giderek çıplak gözle görülen Müslüman korkusunu gördükçe hem onların bitmeyen ve bitmeyecek de olan İslâm karşıtlığını hem de bizim kendi ellerimizle yapıp ettiklerimizi birlikte hatırlıyorum.
Yusuf Kaplan
KAOS VE BELİRSİZLİKLER ÇAĞINDA
DİK DURMALIYIZ AMA TUZAKLARA KARŞI DİKKATLİ OLMALIYIZ…
Trump’ın ABD Başkanı seçilmesi, Amerika içindeki ve dolayısıyla küresel sistemdeki güç çatışmasının bir göstergesi.
Küresel sistemde, Yahudi gücü, Anglo-Amerikan gücü, Almanya’nın başını çektiği Avrupa gücü ve Asya gücü çatışıyor…
Küresel kapitalist sisteme yarım asırdır Amerika’yı işgal eden, finans, silah, medya endüstrisine çeki düzen veren, Silikon Vadisini, Hollywood’u, akademyayı kontrol eden neo-con’cu Yahudi gücü çeki düzen veriyordu. Şimdi Yahudi gücüne karşı özellikle WASP’ın (Beyaz, Anglo-Sakson, Protestan) Anglo-Amerikan gücü meydan okuma gerçekleştiriyor çeyrek asırdır. Soğuk Savaş’ın bitirilmesinden bu yana…
2008 ekonomik krizi de bu küresel sistemdeki bu güçler savaşının bir sonucu ve Anglo-Amerikan kanat tarafından patlatıldı…
Trump’ın ABD Başkanı seçilmesinden hemen sonra İngiltere başbakanı May’in ABD’yi ziyaret etmesi, ardından da soluk soluğa Türkiye’ye damlaması, hem burada dikkat çektiğim Yahudi-İngiliz çatışması tezimi doğrulayan hem de tarihin yeniden yapıldığı bir süreçte Türkiye’nin en azından orta ve uzun vadede belirleyici bir rol oynayacağını gösterir.
Soğuk Savaş, bitmedi; bitirildi.
Soğuk Savaş’ın bitirilmesinin iki temel nedeni var:
Birincisi, Osmanlı’nın tasfiyesinden sonra İslâm dünyasının Türkiye’nin öncülüğünde toparlanabileceğinin, bunun orta ve uzun vadede (50-100 yıllık süreçte) bir medeniyet atılımına dönüşebileceği korkusu.
Batılılar, özellikle de İngilizler, rahmetli Özal’ın Karadeniz İşbirliği Projesi’nin (KİP) hayata geçirmesi ve Türkiye’nin Orta Asya’ya koridor açma girişimi nedeniyle çılgına döndüler. Özal’ın KİP girişimi, birinci D-8’dir. Rahmetli Erbakan’ın KİP girişiminden tam on yıl sonra D-8’i kurması, küresel kapitalist sisteme karşı son yüzyılda geliştirilmiş en büyük proje olarak görüldü küresel sistem tarafından.
İşte 1980’lerin ikinci yarısından itibaren önce Özal öldürüldü şaibeli bir şekilde; sonra 1990’ların ikinci yarısından itibaren de Erbakan siyaseten ademe mahkûm edildi.
Küresel sistem medeniyetler çatışması tezini bu nedenle ortaya attı ve bizzat küresel sistemin kendisi bunu uygulamaya koydu: Balkanları, Kafkasları, Orta Asya’yı ve Arap dünyasını işgallerle, iç çatışmalarla kan gölüne çevirdi.
Hedef Türkiye
Burada hedef Türkiye’dir: Türkiye’nin bir medeniyet fikri etrafında yeniden ayağa kalkmasını ve İslâm dünyasını ayağa kaldırma çabasını durdurmak istiyor küresel sistem.
İkinci neden de küresel sistemde Yahudi gücü ile İngiliz gücü arasındaki çatlağın ve sisteme çeki düzen verme kavgasının su yüzüne çıkmasıdır.
Önce Huntington’a Medeniyetler Çatışması metnini yazdırdılar. Sonra da Fukuyama’ya liberal demokrasinin zaferi anlamında Tarihin Sonu tezini yazma görevini verdiler. O vakitler, bu metinler yayınlanır yayınlanmaz, ikisini de Türkçeye sıcağı sıcağına bendeniz çevirmiş ve aydınlar arasında tartışılmasını sağlamıştım.
Gelinen nokta şu: 1648 Vestfalya Anlaşması’yla kurulan Avrupa Dünya Düzeni ve geliştirilen modern meydan okuma çöktü artık. Postmodern dünya, kaos ve belirsizlikler çağı üretti.
Felsefî olarak, kültürel olarak, estetik olarak ve ahlâkî olarak Batı uygarlığının çöküşüne tanık oluyoruz.
Tarih yeniden kuruluyor
Tarihin gündönümü vaktindeyiz. Tarih yeniden kuruluyor… Ve tarih bizim üzerimizden kuruluyor… Türkiye o yüzden içerden ve dışardan kuşatılıyor.
Biz gelirsek, Batılılar gidecekler çünkü. Biz gelirsek, adaletin hâkim kılınacağı bir dünyayı yeniden biz kuracağız. Bunu Somali’yi Allah’ın yardımıyla açlıktan kurtarma girişimimiz ve 4 milyona yakın Suriyeli mazluma Türkiye’de kucak açmamız ama ciddî bir sorun yaşamamamız gösteriyor. Batı ırkçılıkla, yabancı düşmanlığıyla, ardından ekonomik ve siyasî çalkantılarla boğuşacak…
Türkiye’nin, dik durması ve tuzaklara karşı dikkatli olması gerekiyor. Rusya ile ABD birlikte hareket ediyorlar. Rusya’yla ittifakı devam ettirmemiz ama tuzaklara karşı dikkatli olmamız şart. Birinci Dünya Savaşına böylesi bir tuzakla sokulduğumuzu ve sonunda Osmanlı’nın tasfiye edildiğini unutmamamız gerekiyor.
O yüzden FETÖyle mücadelenin sulandırılmasına izin verilmemesi ama ülke içinde adaletin, hakkaniyetin tesis edilmesi ve toplumun bütün kesimlerinin kenetlenmesi gerekiyor.
Eğer Türkiye, tuzaklara karşı dikkatli olursa, Fırat Kalkanı operasyonuyla elde ettiğimiz stratejik güç, Amerikalıların, İngilizlerin oyunlarını püskürtmemize ve böylelikle içerde de bütünleşmemize imkan tanıyacaktır.
İşte o zaman Trump, Türkiye’nin tezlerini desteklemek zorunda kalacaktır. Rusya da Akdeniz’e açılmanın yolunun Türkiye’yle iyi ilişkiler kurmaktan geçtiğini kabul edecektir.
Prof. Recep Şentürk
Trump silah lobisinin etkisinde
Amerika’da “Medeniyetler Çatışması” adında yeni bir dünya savaşı çıkarmak isteyen bir grup var. Bunlar genelde Cumhuriyetçi Parti içine yuvalanmış durumdadırlar. Bu grubun kimler olduğunu iyi tanımak gerekiyor. Ayrıca böyle bir savaşın kime hizmet edeceğini de iyice düşünmek gerekir. Medeniyetler çatışması—eğer çıkarsa–bazılarına zarar verirken bazılarına çok büyük menfaatler sağlayacaktır. Medeniyetler arasındaki ihtilaf ve farklılıklar iyi yönetilemezse ciddi bir çatışma potansiyeli taşır. Çatışma çıkarmak isteyenler bu potansiyel çatışma hattını, depremi harekete geçiren bir fay hattı gibi kullanmak isteyebilirler. Trump, silah lobisinin tesiri altında kalarak, bir medeniyetler çatışması çıkarmak isteyenlere bilerek veya bilmeyerek alet oluyor. Hristiyan ve İslam medeniyeti mensupları arasındaki bir medeniyetler çatışması kimin işine yarar ve kimin çıkarına hizmet eder iyi düşünmek gerekir. Şu ana kadar medeniyetler çatışması çıkarmak isteyenler başarılı olamadılar. Bundan sonra Trump yönetimi döneminde de büyük ihtimalle başarılı olamayacaklardır. Çünkü hala dünyada ve Amerika’da hala silah lobisinin etkisine kapılmamış sağduyulu insanlar var ve bunlar Trump’ı durdurmaya ciddi gayret sarf ediyorlar.
Prof. Mehmet Aydın
Amerika’nın yerleşik kurumları
radikal değişikliklere izin vermez
Donald Trump, seçim kampanyası esnasında “Medeniyetler İttifakı’na karşıyım” gibi bir beyanda bulunmadı. Bu konuda bir kötümserliği var ancak “Medeniyetler çatışmasına yol açacak” yorumunu yapmak için henüz çok erken. Halihazırdaki durum çok iç açıcı değil. Ancak siyaset gereği seçim dönemlerinde pek çok şey söylenebilir. Bu daha sonra birebir bu politikaların izleneceği anlamına gelmez. Trump’ın siyasi çizgisinin hangi yöne doğru ilerleyeceğini görmek gerek. Sadece Trump meselesi olarak da nitelendiremeyiz bu durumu. Danışmanlarından özellikle bir kaçı zorlu insanlar. Fakat olayların gelişimine baktığımızda, New York Federal Mahkemesi Yargıcı Ann Donnelly “Hayır bu doğru değil” diyerek vize yasağını askıya aldı. Daha sonra ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD İç Güvenlik Bakanlığı da “Geçici vize yasağını geri çevirdik” açıklaması yaptı. Amerika’nın umumi seviyesinde biraz ümidim var. Kurumları oturduğu için bir tek kişinin Medeniyetler İttifakı bağlamında radikal değişiklikler yapmasına izin verilmeyecektir.
Diğer yandan dönüp baktığımızda Huntington’un meşhur tezinde “İslam’ın sınırları kanlı” diye bir tabir kullanılıyor. Evet bugün medeniyetin sınırları içinde bir sıkıntı var ama bunun için medeniyet suçlanamaz. Fakat bugün bir ümmetten söz edemiyoruz. Bu benim ifadem de değil, Newyork Times’da 2-3 makalede bu ifade edildi. 7 ülkenin vatandaşlarının girişi yasaklandığında kimse karşı çıkmadı, aksine herkes acaba benimle ilgili durum nedir diye bekledi. O nedenle dışarıdan önce içeriye dönmemiz gerek.