Eski şehrin daracık sokaklarında yürüyoruz. Omuzları birbirine değerek ilerleyen bir insan seli içinde, yolumuz bizi Kıyâme Kilisesi’ne çıkarıyor. Hıristiyanların, Hz. İsa’nın çarmıha gerildikten sonra gökyüzüne yükseldiğine inandıkları noktaya inşa edilmiş heybetli bir mabet bu.
İlk kez, Doğu Roma İmparatoru Konstantin’in annesi Helena tarafından yaptırılan, sonrasında ise birçok tadilatlar geçiren kilise, günümüzde tam 6 Hıristiyan mezhebi tarafından ortaklaşa yönetiliyor. Bu mezheplerin birbiriyle olan münasebetleri, kiliseyle ilgili hak ve görevleri ise hâlâ Osmanlı İmparatorluğu döneminde yayımlanan fermanlar çerçevesinde yürütülüyor.
Sultan Abdülmecid’in kilise fermanı
Giriş kapısının önünde yer alan geniş avluya girer girmez, kapının üstündeki balkonda dayalı gördüğümüz merdiven mesela, Sultan Abdülmecid’in fermanı gereği orada. Tarih kaynaklarının aktardığına göre, Hıristiyanların kilise üzerindeki egemenlik yarışı ciddi bir çatışma haline dönüşünce, Sultan bir ferman yayımlayarak “kilisenin mevcut statükosunun olduğu şekliyle korunması ve herkesin o anki kendi görev alanlarında sabit kalması” esasını getirmiş. Ferman Kudüs’e ulaştığında, söz konusu merdiven de orada dayalı durduğundan, onun da olduğu gibi bırakılmasına karar verilmiş. Yaz-kış, merdiven yerinde durur; bırakın kaldırılması, yerinin değiştirilmesi dahi kabul görmez.
Tüm anahtarlar Müslümanlarda
Kıyâme Kilisesi’yle ilgili, yine Osmanlı döneminden kalan ve hâlâ devam eden bir diğer uygulama da kapısının Müslüman bir aile tarafından açılıp kapatılmasıdır. Kilisenin kapısı her sabah erken saatlerde asırlardır Kudüs’te yaşayan Nuseybe ailesinin temsilcisi tarafından açılır, akşam da kilit yine bir Nuseybe üyesi tarafından takılır. Anahtarın muhafazası ise yine bir başka Kudüslü Müslüman ailenin, Cûde’lerin sorumluluğundadır.
Mescid-i Aksâ’nın toplam 15 kapısından bugün açık olan 10’unun açılıp kapatılma sorumluluğu da asırlardır aynı aileye emanettir. Sabah namazından iki saat önce, Ensârî ailesinin temsilcileri, kapıları açarak mescide Müslümanların gelişini beklemeye başlarlar. Aksâ’nın müezzinleri de 500 yıldır aynı ailenin tekelindedir: Kazzâzlar.
İdarenin esaslarını Hz. Ömer belirledi
Kudüs’ü himaye etme nöbeti 1517’de kendilerine geçtiğinde, Osmanlılar, şehrin hassas dinî dengesini koruyabilme adına önceki dönemlerdeki bazı uygulamaların aynen sürmesine karar verdiler. Sultan Abdülmecid’in Kıyâme Kilisesi’yle ilgili tasarrufu nispeten yeni bir yöntem sayılabilirse de şehrin eşraf ailelerinin sürdürdüğü rutin vazifeler, aynen sahiplerinde bırakıldı. Yukarıda verilen örneklerden Nuseybe’lere Kıyâme Kilisesi’nin anahtarlarını Salahaddîn Eyyûbî teslim etmişti. Kazzâzları Mescid-i Aksâ’ya müezzin tayin edenler Memluklerdi. Osmanlılar, şehrin bu anlamdaki işleyişine müdahale etmedi.
Gerek Osmanlılar, gerek Memlukler ve Eyyûbîler, Kudüs’teki fay hatlarının nasıl idare edileceğini esasında İkinci Halife Hz. Ömer’den öğrenmişti. Onun getirdiği usul, Haçlıların tarihte açtığı utanç verici yara dışında, 1917’ye kadar aşağı-yukarı değiştirilmeden korundu. Bu, Kudüs’te huzuru sağlamanın da formülüydü çünkü.
638’de İslâm orduları Kudüs surlarına dayandığında, Bizans İmparatorluğu’nun siyasi ve dini temsilcisi konumundaki Patrik Sophronius, ordu komutanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh’a haber yollamıştı. “Bu kutsal şehri ancak Halife Ömer’e bizzat teslim edebilirim” diyen Patrik’in mesajı başkent Medine’ye ulaştırıldığında, Hz. Ömer danışmanlarını ve sahabenin büyüklerini topladı. İstişare meclisinden davete icabet edilmesi kararı çıkınca, Medine’de yerine vekil olarak Osman bin Affân’ı bırakan Halife, hazırlıklarını tamamladı; Zübeyr bin Avvâm, Ubâde bin Sâmit ve Abbas bin Abdulmuttalib’i de yanına alarak Kudüs’e doğru yola çıktı.
Tekbir getirilen dağ
Hz. Ömer ve beraberindeki heyet, Bilâdu’ş-Şâm sınırında başkomutan Ebû Ubeyde ve askerleri tarafından törenle karşılandı. Hz. Ömer, Kudüs’e girişi sırasında heybetli görünsün diye kendisine teklif edilen beyaz elbiseyi kibarca reddetti. Medine’den bu yana dinlendirerek bindiği kırmızı devesini -yine teklif üzerine- iri bir atla değiştirmekle yetindi, ancak ata biner binmez indi ve şöyle dedi: “Bana devemi getirin. Bu ata binmek bana değişik bir duygu hissettirdi, nefsimin buna alışmasından korktum!”
Hz. Ömer, güney yönünden Kudüs’e girerken, şehri ilk kez gördüğü bir tepenin üzerinde tekbir getirdi. Burası, bugün “Cebel-i Mükebber”, yani “tekbir getirilen dağ” olarak anılmaktadır.
Patrik Sophronius ve Kudüs’ün ileri gelenleri, Hz. Ömer’i şehrin kapısında karşıladı. Halîfe, Ebû Ubeyde’den şehrin nasıl kuşatıldığını, bu sırada neler yaşandığını ve Kudüs halkının kuşatma sebebiyle nasıl zorlandığını ayrıntılı şekilde dinlemişti; bu sebeple, Hıristiyan heyete büyük izzet-u ikramda bulundu.
En cömert emannâme
Şehre giriş sırasında Patrik ve Halife arasında, tarihe “Ömer Anlaşması” olarak geçen ünlü anlaşma imzalandı. Hâlid bin Velîd, Abdurrahman bin Avf, Amr bin âs ve Muâviye bin Ebî Sufyân’ın şahit olduğu anlaşmada şartlar şöyleydi:
- Kudüs Hıristiyanlarının canları, malları, kiliseleri ve haçları güvence altındadır
- Hıristiyanların mabedi kamulaştırılıp iskâna açılamayacak ve yıkılmayacaktır
- Hıristiyanlar, dini inançları sebebiyle hor görülmeyecek ve onlardan hiçbiri dinini değiştirmesi için zorlanmayacaktır
- Kudüs’e, Hıristiyanlarla birlikte Yahudiler hiçbir şekilde iskân edilmeyecektir
- Kudüs halkı, diğer şehirlerdeki zımmîler gibi cizye vereceklerdir
- Kudüs’te bulunan Bizanslılar, gitmek istedikleri takdirde diledikleri yere emniyet içinde ulaştırılacaklardır; kalmak isteyenlerse, şehir halkı gibi cizye verecektir
- Kudüs halkından, Bizanslılarla birlikte gitmek isteyen olursa, onlar da istedikleri yere gitmekte özgürdür; emniyet içinde onlar da yerlerine ulaştırılacaktır
Hz. Ömer, daha önce fethedilen Şam bölgesindeki Hıristiyanlara da benzer şartlar içeren bir emannâme yazdırmış, ancak bazı ilave zorunluluklar getirmişti: Yıkılmış kiliselerin inşa edilmemesi, kılık-kıyafette Müslümanlara benzenilmemesi, kilise çanlarının seslerinin kısılması, Müslüman çarşılarında haç çıkarılmaması, Hıristiyan ölülerin Müslüman mahallelerinden daha uzağa defnedilmesi vb. Kudüs halkı ise, çok daha cömert bir emannâmeye sahip olmuştu.
Patrik, Hz. Ömer ve beraberindekileri Hıristiyanlar için Kudüs’teki en önemli eser olan Kıyâme Kilisesi’ne götürdü. Burası, Hz. İsa’nın çarmıha gerildikten sonra gömülüp, gökyüzüne yükseldiğine inanılan yerdi.
Kilisede namaz kılmadı
Ziyaret sırasında Hz. Ömer’e namaz vaktinin geldiği haber verildi. Heyet halen kilisenin içinde olduğundan, Halife dışarı çıkmaya davranınca, Patrik Sophronius Kudüs’ün yeni hâkimine bir jestte bulunmak istedi: “Efendim, ibadetinizi kilisemizde yerine getirmenizden onur duyacağız”. Patriğin sözlerine gülümseyen Hz. Ömer, şu tarihi cevabı verdi: “Eğer ben burada namaz kılarsam, benden sonra gelecek olan Müslümanlar, bunu gerekçe göstererek kiliseyi sizin elinizden alıp zorla camiye çevirirler.” Daha sonra kilisenin avlu duvarının da dışına çıkan Hz. Ömer, namazını hemen yan tarafta bulunan mezarlıkta eda etti. Halife’nin öngörüsü çarpıcıydı: Gerçekten de 1193 yılında, Salâhaddîn Eyyûbî’nin oğlu el-Efdal döneminde tam da Hz. Ömer’in namaz kıldığı noktaya bir cami inşa edildi. Cami, bugün de aynı noktada yer alıyor.
Silinmeyecek İslam mührü
Kudüs sokaklarında dolaştığınızda bugün her bir köşede karşınıza bir başka İslam İmparatorluğu’nun eseri çıkar. Ta Emeviler’den itibaren bu kutsal şehre özel bir önem veren ve emek harcayan Müslümanlar, şimdi Kudüs’ü yönetmiyor olsalar da eserleriyle her yerdeler. Sadece Müslüman mabetleri değil, Hıristiyan eserleri de aynı ihtimama mazhar olmuştur. 1967’den bu yana devam eden İsrail işgalinin bütün ağırlığına rağmen, buraya vurulan İslam mührü, silinemeyecek şekilde Kudüs’ün kılcal damarlarına kadar sinmiştir.
Tam 100 yıl önce, İngilizlerin yönetimi ele almasıyla birlikte Kudüs’ten kaybolan şey, Hz. Ömer’in tesis ettiği adalet ve hukuka dayalı idaredir. Kudüs, “Ömer ruhu” da diyebileceğimiz bu anlayışın yeniden ortaya çıkmasını ve kendisini tekrar teslim almasını beklemektedir.