Kudüs için Türkiye barışı

İsrail’in Filistinlileri yerlerinden yurtlarından ettiği “Nekbe” yani “Büyük Felaket”’in 70. Yılında düzenlenen eylemler ve Kudüs’ün ikinci kez işgali anlamına gelen ABD’nin provakatif adımına karşı yapılan protestolarda 100’e yakın kişi şehit oldu. Günümüze kadar birçok kez işgale uğrayan ortak vatan Kudüs, İslam Barışı, Osmanlı Barışı dönemlerinde altın çağlarını yaşarken, bu son işgalden sonra “Türkiye Barışı”nı bekliyor.

İsrail, Filistinlileri önce 1948’deki büyük sürgün sırasında daha sonra farklı farklı yöntemlerle evlerinden yurtlarından etti. Filistinlilerden gasp ettikleri evlere Yahudi yerleşimciler getirerek hukuksuz bir işgal yürüttü. 70 senedir süren bu işgalin başladığı gün, 15 Mayıs “Nekbe”, yani “Büyük Felaket” olarak adlandırıldı. Dünyanın birçok yerindeki Filistinli, geri dönüş haklarını saklı tutarak, hatta bunu da bir anahtarla sembolize ederek bu özlemi içinde barındırıyor. Bu sene Gazze sınırında bu haklarına kavuşmak amacıyla 15 Mayıs öncesinden başlayan aktiviteler düzenlendi. Bu eylemler, “geriye döneceğiz” iradesini ortaya koymayı amaçlayan “Büyük Dönüş Yürüyüşü” adı altında barışçıl gösterilerdi. Fakat İsrail güvenlik güçleri barışçıl gösteri yapan Filistinlilere gerçek mermilerle ateş açtı. 100’e yakın kişi şehit olurken, binlerce insan da yaralandı. Hayatını kaybedenler arasında çocuklar, gençler, kadınlar ve fiziksel engelliler de var.

İnsan olmadıklarını ilan etti

Bu eylemler Gazze sınırında devam ederken, ilk kıblemizin bulunduğu Kudüs’ün 1917 yılından sonra ikinci kez işgali anlamına gelen ABD’nin provakatif adımı tam da Nekbe Günü’ne denk getirildi. ABD Başkanı Donald Trump, İsrail elçiliğini Kudüs’e taşıyarak, açılışını kızı Ivanka Tramp’ın eliyle gerçekleştirdi. Tam bu sırada İsrail, Gazze sınırında bu alçak girişimi protesto eden savunmasız Filistinli Müslümanların üzerine kurşun yağdırmaya devam etti. Bir günde 60’a yakın kişiyi şehit etti. İrlanda kanalı RTE’ye konuşan İsrail Hükümet Sözcüsü Michal Maayan, Muhabirin “Neden Gazzelileri vuruyorsunuz” sorusuna, “Bu kadar çok insanı hapse atamayız” skandal cümlesiyle insan olmadıklarını tüm dünyaya ilan etti.

Büyükelçiyi kovduk

İsrail’in uluslararası hukuku hiçe sayarak Filistin’de yaptığı katliam ve işgale karşı İslam ülkeleri de dahil olmak üzere dünya kamuoyu suskun. Türkiye’nin öncülüğünü çektiği çok az ülke dünya kamuoyunu harekete geçirmek için adımlar atıyor. ABD-İsrail ortak katliamına karşı tereddütsüz Filistin’in yanında yer alan Türkiye, ilk tepki olarak İsrail Büyükelçisi’ni kovdu ve Tel Aviv Büyükelçimiz Kemal Ökem’i Ankara’ya çağırdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, birçok ülke lideriyle alınabilecek tedbirleri görüştü. Kudüs özel gündemiyle toplanan Meclis’te AK Parti, CHP ve MHP ortak bildiri yayımlayarak İsrail’i çok sert bir dille kınadı. 18 Mayıs Cuma günü Yenikapı’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla “Zulme Lanet, Kudüs’e Destek” mitingi yapıldı. Türkiye, BM, İslam İşbirliği Teşkilatı gibi teşkilatları göreve çağırırken, ikili ilişkilerde sürekli konuyu gündemde tutmaya devam ediyor.

Filistin’e sıkılan kurşunlar bize sıkılmıştır

Filistin meselesini Gerçek Hayat dergisine değerlendiren uzmanlar, işgalin bugünlere uzanan hikayesini anlatırken, bundan sonra atılacak olan adımların ciddiyetine de vurgu yaptı. AK Parti Milletvekili Nureddin Nebati, “Filistin’e sıkılmış kurşunlar bize de sıkılmıştır” diyerek, Türkiye’nin öncü rolünü aktardı. Cengiz Tomar, Kudüs’teki İslam Barışı ve Osmanlı Barışı dönemlerini hatırlatırken, Zekeriya Kurşun, günümüze kadar gelen Kudüs işgallerini anlattı. Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan troykasının, ABD’nin ‘koruyucu’ şemsiyesi altına sığınarak, Filistin meselesinden tamamen el çektiğini söyleyen Taha Kılınç, Filistin meselesinde İslam ülkelerinin nerede durduğunun altını çizdi. Musa Biçkioğlu Müslüman halkları harekete geçirmenin ender imkanlarından birinin Kudüs olduğunu ifade etti. Belkıs İbrahimhakkıoğlu Müslüman halkları harekete geçirmenin en önemli yolunun senenin 365 günü Kudüs’ü yalnız bırakmamak olduğunu söyledi. Filistinli siyaset bilimci Muin Naim, Büyük Dönüş Yürüyüşü’nün, 1. İntifadan 11 yıl sonra gerçekleştirilen ilk sivil eylem olarak önemine vurgu yaptı. Anas Zeineddin ve Gülden Sönmez ise uluslararası hukuk bakımından Filistinlilerin geriye dönüş haklarını açıklarken, İsrail’e yaptırımlar konusunu ele aldı.

***

SÜRGÜN EDİLMİŞ İNSANLARIN HİKAYESİ HATIRLATILDI

Filistin ve Türkiye Uzmanı Siyaset Bilimci – Müin Naim

Gazze’de yapılan protestolar sadece Büyük Dönüş Yürüyüşü değil, Gazze’deki ambargo, Trump’ın elçiliğini Kudüs’e taşıma kararı da bu protestoların sebeplerinden. Büyük Dönüş Yürüyüşü 30 Mart’ta başlayıp, 15 Mayıs’ta ilk dönemini bitirmiş durumda. Ama bununla yetinilmeyeceği zaten baştan beri söylenmişti. Çünkü Filistinliler dönüş haklarını Filistin’den çıkartıldıkları günden beri, yetmiş yıldır arıyorlar. Bu eylemin bir farkı, Gazze halkı son 11 yıldır tek başına sivil bir inisiyatif alamadı, hep Filistinli silahlı direniş örgütlerinin kanatları altında kendini korumak zorunda kaldı. Onun da bedelleri çok yüksek oldu. Bu protestoların farkı, 11 yıl aradan sonra sivil inisiyatif yeniden sahaya indi ve hiç silah kullanmadan, 1. İntifada olduğu gibi, taş ve sapanla işgal askerlerine karşı haklarını aramayı denemiş ve hak arayışı başlatılmıştı.

Ne kadar süreceği Filistin halkının inisiyatifindedir. Üç veya beş ay daha sürebilir veya farklı bir versiyonla devem ettirilebilir. Ama devam edeceği kesindir. Gazze sınır bölgesinde bu direnişin sembolü olan çadırlar var. Bu çadırlarla birlikte Filistin’in asıl meselesi olan işgal ve işgal edilmiş topraklar gündeme geldi. Filistin topraklarından sürgün edilmiş insanların hikayesi olduğu hatırlatıldı. İsrail işgal devletinin en korktuğu şey de buydu. Çünkü daha önce sürekli Filistin diriliş hareketleri, eylemleri terör olarak adlandıran İsrail işgal devleti, bugün sivil insanların, çoluk çocuk, kadın yaşlıların katıldığı bir sivil eylemi teröristlerin eylemi olarak adlandıramadı.

Dünyaya baktığımızda başta Türkiye olmak üzere hakkın hukukun yanında duran az da olsa bazı ülkeler var. Çoğunluk ise İsrail ve Amerika’ya bağlılığından dolayı batılın yanında durmayı tercih ediyor. İslam aleminde de durum aynı olduğu halde, bu kadar net İsrail yandaşlığı yapamazlar diye, sözde Filistin dostu görünmeye çalışan veya açıklama yapan ülkeler var. Türkiye bugün maalesef çok az ülkeyle tek başına Filistin halkının davasını göğüslemiş ve üstlenmiş durumda. Bu Türkiye’nin hem öngörüsünü, hem de bu davanın ne kadar önemli olduğunu ümmet için fark ettiğini göstermektedir. Çünkü Filistin’deki bu katliamlar sadece Gazze’de değil, bölgedeki tüm denklemleri etkileyecek kadar büyük olaylar doğurmaya gebedir. Diğer Arap ülkelerinden bahsedecek olursak, birçoğu koltuğunu korumak korkusuyla, Amerika’nın da İsrail’in de sözünden çıkmayarak, ya sessiz ya da korkak bir dille olaylara tepki veriyor. Ürdün, Katar biraz net bir tavır almış, ama diğer Müslüman ülkeler maalesef net bir tavır alamamışlardır.

İSLAM BARIŞINDAN BÜYÜK FELAKETE

Ortadoğu tarihi uzmanı – Prof. Dr. Cengiz Tomar

Kudüs, eski çağlarda pek çok defa işgale uğramakla birlikte Hz. Ömer döneminde 637 civarında Müslümanlar tarafından fethedildikten sonra, uzun bir Pax Islamica (İslam Barışı) dönemine girdi. İslam’ın ehl-i zimmet’e (İslam idaresi altında yaşayan gayrimüslimler) verdiği haklar çerçevesinde hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar sulh içinde şehirde yaşadılar. Bunun ilk kesintisi 1099-1187 arasındaki Haçlı işgalidir. Abbasilerin çözülüp bölgede küçük devletlerin kurulduğu bir ortamda Kudüs’ü işgal eden Katolik Hıristiyanlar Müslümanları katletmiş, Yahudileri şehirden sürmüş ve Doğu Hıristiyanlarını (Ortodoks) ikinci sınıf bir muameleye tabi tutmuştur.  Selahaddin Eyyubi tekrar İslam birliğini sağlayarak Haçlıları bölgeden temizledikten sonra önce Memlük hâkimiyetinin ardından Kudüs, Osmanlılar döneminde Kudüs Pax Ottomana (Osmanlı Barışı) adı verilen ve dört asır süren yeni bir huzur ve barış sürecine girmiştir.

1917 İngiliz yönetimi Kudüs’te bugün yaşadığımız sürecin başlangıcını oluşturmaktadır. Tabi İngiliz yönetiminin Yahudi yanlısı tutumu ve İsrail’in bugünkü haline gelmesi İngiliz işgali sürecinde olmuştur. İngiliz manda yönetimi altında Filistinliler pek çok defa isyan ettilerse de başarılı olmadılar. Dönemin şartları gereği İslam ülkeleri de, pek çoğu işgal altında olduğundan herhangi bir tepki gösteremediler. 1948’de Nekbe’nin (Büyük Felaket) ve İsrail Devleti’nin kurulmasının ardından Arap Devletleri İsrail ile 1948, 1967 ve 1973 yıllarında yaptıkları savaşlarda yenik düştüler. Bundan sonra İslam ve Arap ülkeleri çok çeşitli platformlarda Filistin’le ilgili tepkiler göstermişlerse de bunların büyük bir anlamı olmamıştır. 1969’da bu maksatla İslam İşbirliği Teşkilatı kuruldu. BM kararları çerçevesinde uluslararası toplumun tepkileri de pek fazla işe yaramadı. Bu manada Türkiye 1970’li yıllardan beri halk ve hükumet düzeyinde Kudüs ve Filistin’le ilgili her türlü tepkiyi göstermektedir. Özellikle AK Parti hükumetleri döneminde Türkiye’nin tepkileri zirveye ulaşmış ve Türkiye adeta Filistin ve Kudüs meselesinin bayraktarı haline gelmiştir.

MISIR, BAE VE ARABİSTAN FİLİSTİN MESELESİNDEN EL ÇEKTİ

Ortadoğu Uzmanı/Yazar  – Taha Kılınç       

Gazze sınırında barışçıl gösteri yapan Filistinlilerin üzerine İsrail askerleri tarafından açılan ateş, ramazan ayına girerken İslâm dünyasının yaşadığı yeni bir şok oldu. Tam da ABD’nin Kudüs’teki büyükelçilik binasının açılışı sırasında gerçekleşen olaylar, Müslüman ülkelerin Filistin ve Kudüs davası bağlamındaki yetersizlik ve ihmallerini de bir kez daha gözler önüne serdi.

Bölgeye yakından baktığımızda, karşımızdaki manzara şu:

Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan troykası, ABD’nin “koruyucu” şemsiyesi altına sığınarak, Filistin meselesinden tamamen el çekmiş haldeler. Kahire, Riyad ve Abu Dabi’nin dış siyaset öncelikleri arasında Kudüs ve Filistin yok. Mesele tamamen ABD ve İsrail’in inisiyatifine terk edilmiş durumda. Geçtiğimiz yıllarda, göstermelik de olsa, halklara mahcup olunmamak için alınan zahiri pozisyonlar da artık yerini aleni ittifaklara bırakmış. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman’ın, basına da yansıyan, “Filistinliler ya ABD’nin çözümüne razı olsun ya da çenelerini kapatsınlar!” sözünü bu bağlamda özellikle hatırlamak gerekiyor. Diğer iki Arap ülkesi de aşağı-yukarı bu noktadan bakıyor mevzuya.

1979’dan beri Kudüs meselesini devlet politikası olarak ilan eden İran ise, Suriye’deki çatışmalarda üstlendiği rol nedeniyle Arap halklarının sempatisini kaybetti. Suriye’deki çatışmalarda, İran ve Esed güçlerinin direkt saldırılarıyla en az 4 bin Filistinli mülteci hayatını kaybetti. Arap dünyası, İran’a artık bu sabıka üzerinden bakıyor. Sınırın öte yanında İsrail’in kurşunlarına hedef olan Filistinliler, bu yanında İran’ın desteklediği Esed ve Hizbullah askerleri tarafından hedef seçiliyor. İslâm dünyası nezdinde kazandığı krediyi, mezhepçi saiklerle hareket ederek harcayan İran’ın, Kudüs ve Filistin davası üzerinde etkinliğini ve karar verici pozisyonunu yitirdiği söylenebilir.

Arap dünyasının iki önemli çatı kuruluşu Arap Birliği (merkezi Kahire’de) ve İslâm İşbirliği Teşkilâtı (merkezi Cidde’de) ise, ev sahibi ve finansör ülkelerin dış politika aygıtlarına indirgenmiş durumda. Bu iki kuruluşun, Mısır ve Suudi Arabistan’ın resmi politikasına rağmen karar alıp uygulamaya geçirebilmesi epey zor görünüyor.

Özetle, İsrail ve ABD, İslâm dünyasının bu en karmaşık ve dağınık olduğu dönemin keyfini sürerek, coğrafyada diledikleri gibi at oynatmanın özgürlüğüyle hareket ediyor.

KUDÜS ORTAK VATANDIR

Parlamenterler arası Kudüs Platformu Başkan Yardımcısı – Nureddin Nebati

Biz Türkiye olarak Filistinli kardeşlerimizin her zaman yanındayız. Sayın Cumhurbaşkanımız Filistinlilerin ve mazlum halkların kalbinde duruşuyla, vicdanı ile çok müstesna bir yere sahip gerçek bir lider. Bizim gönlümüzde Filistinli kardeşlerimiz bizden ayrı değildir, Kudüs biz Müslümanların şehridir, bizlerin ortak vatanıdır. Filistinli kardeşlerimize sıkılan kurşunlar bize de sıkılmıştır. Her zaman Kudüs’ün bizim kırmızı çizgimiz olduğunu belirttik. Trump’ın adeta bir çete lideri edası ile hukuku, mantığı, tarihi her şeyi devre dışı bırakarak yaptığı Kudüs açıklamasının ardından Cumhurbaşkanımız tarihi bir çağrı yaptı. Türkiye’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) zirvesinin açılışında bütün ülkeleri Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanımaya çağırdı ve bu çağrı karşılık buldu. Birleşmiş Milletler’de (BM) Kudüs kararını yasadışı sayan tasarının ABD’nin tehditlerine rağmen ezici çoğunlukla reddedilmesini sağlayan atmosferin kurucusu Türkiye’dir. Bu başarı Türkiye’nin başarısıdır.

Bütün bunlara rağmen karşımızda adeta mafyatik bir örgüt gibi hareket eden bir ittifak görüyoruz. ABD, BM kararına rağmen, üstüne üstlük Filistinlilerin Nekbe gününde büyükelçilik açılışını gerçekleştirdi. Orada insanlar engelli, yaşlı, kadın, bebek demeden soykırıma uğrarken bunlar gülümseyerek selfi pozu verdiler. Şeytanı bile şaşırtacak bir ahlaksızlık.

Ben bu noktada kurtuluş açısından tek çözümün İslam dünyasının zulme karşı birleşmesinden geçtiğini düşünüyorum. Mazlum halklar emperyalizmin oyununa gelmeden dimdik durmalı. Ticari ve diplomatik ilişkiler tamamen kesilmeli. Bu uzun süreye yayılan kararlı bir çaba ve mücadele olmalı, en ufak bir şeyde birbirimizi yemeyi bırakmalıyız. Zaten Firavunlar bizleri esir etmek için aramızdaki çatlaklara oynuyor, onlar da biliyorlar ki 2 milyarlık İslam alemi birleşse, bunlara kaçacak delik kalmayacaktır. Bizi bölerek etkisiz kılmak zalimlerin başlıca stratejisidir. Çünkü şunu bilmeliyiz bugün Kudüs’e yönelen eller hepimizin istikbaline ve ikbaline göz dikmiştir.

DEFALARCA İŞGAL EDİLEN ŞEHİR

Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi Öğretim Üyesi – Prof. Dr. Zekeriya Kurşun

Kudüs tarih boyunca defalarca işgale uğramış, eski çağlarda bir kaç kere yıkılıp yeniden yapılmıştır. Müslümanların fethinden sonra asırlarca süren barışı Haçlı işgali takip etmiştir. Ortaçağlarda burada kurulan Haçlı idaresi ancak Selahaddin-i Eyyub’i’nin eliyle kaldırılabilmiştir. Son yüzyılda Birinci Dünya Savaşının sonlarında 1917’de İngilizlerin işgali ise bugünkü felaketleri başlatmıştır. Esasında Balfour Deklarasyonu, San Remo Konferansı hep Kudüs’ün işgalini hazırlayan aşamalardır. Filistin’de Manda idaresi kuran İngilizler, Kudüs şehrinin idaresini Stross, Sirr Herbert Samuel gibi meşhur Siyonistlerin eliyle idare ederek esasında dolaylı olarak Siyonist işgali başlatmıştır.  Milletler Cemiyetinin 1922’de San Remo Konferansını tanıması bir başka işgal girişimidir.

Bu gelişmelerden sonra Yahudiler’in ilk büyük işgal girişimi 1929 yılında yaşanan Burak olayları sırasında gerçekleşmiştir. Bu olaylarda İngilizlerin aldığı sert tedbirler pek çok Müslümanın hayatına mal olmuştur. Nitekim bu olaylar Filistin Müslümanlarının yeniden toparlanmasına imkan vermiş ve Kudüs İslam Kongresini toplamışlardır. Bu kongre Müslümanların 20. yüzyıldaki işgaller karşısında aldıkları ilk tavır olarak değerlendirilebilir. Yerel faaliyetler ve uluslararası komisyonlar Kudüs sorununu çözmediği gibi, önce 1947 taksim planı ve sonra 1948’de İsrail’in kuruluşuna giden yolu açmıştır.

Asıl problem ve Nekbe denilen süreç, 1948-49 yılında başlamıştır. Bu süreçte başta Ürdün olmak üzere Mısır ve civar ülkeleri Kudüs’ü savunmak için büyük bir savaşa kalkıyor ama sonuç alamıyordu. 1949 ateşkes anlaşması ile Filistin topraklarının % 77’si İsrail’in olurken, Doğu Kudüs Ürdün’e bırakılıyordu. Ancak İsrail BM kararlarına rağmen 1950 yılında Kudüs’ü başkent ilan ederek bazı kurumlarını buraya taşımaya başladı. İşte bu tarihten sonra İsrail’in bütün Filistin’i kolonileştirme siyaseti başladığı gibi Kudüs işgali de başlamıştır. Müslüman ülkelerin ve uluslararası toplumun tepkilerinden dolayı İsrail’in Kudüs işgali fiziki olarak tamamıyla gerçekleşmemiş olsa da çeşitli kontrol mekanizmaları kurarak bunu gerçekleştirmiştir. İsrail’in Mısır, Ürdün ve Suriye’ye başlattığı hava harekatıyla 1967 yılında yeniden Kudüs işgaline giden diğer bir süreci başlatacak ve ilk defa Eski Kudüs İsrail’in eline geçecektir.

TÜM DÜNYA İSRAİL’İ YARGILAYABİLİR

İnsan Hakları ve Adalet Hareketi (İHAK) Genel Başkan Yardımcısı Avukat – Gülden Sönmez

Bütün bu yapılanlar insanlığa karşı suç olduğu için, İsrailli suçlular, Türkiye gibi evrensel yargı yetkisini barındıran, tanıyan, yasası buna müsait olan ülkelerde yargılanabilirler. Ehud Barak’la ilgili Amerika’da Mavi Marmara’da açtığımız dava söz konusuydu. Ehud Barak Fransa’daki silah fuarına gidecekken bu soruşturma sebebiyle geri dönmüştü. Eğer bütün ülkeler böyle bir hukuki yaptırım uygularsa, İsrailliler dünyada hiçbir yerde gezemez, dolaşamaz hale geleceklerdir.

Uluslararası ceza mahkemesi, gerek reysen savcının kararıyla, gerek BM kararıyla, gerekse de üye ülkelerin Filistin gözlemci devlet statüsü aldıktan sonra, Filistin devleti olarak yapılacak başvurularla, İsrailli suçluların yargılanması ve verilen zararların da hem cezai yaptırım uygulanması, hem de yaptırım uygulanması için bir imkan oluşturabilir.

İslam dünyası Filistinlilere yönelik suçların yargılanabilmesi için uluslararası özel mahkeme kurulmasını da talep edebilir. En ciddi Filistin destekçisi, en ağır İsrail karşıtı politikaları sergileyen Türkiye bile hukuki yaptırımı maalesef engelleyen bir pozisyona düştü. Oysa kanaatimce Kudüs ve Gazze’yle ilgili son gelişmelerden sonra devlet olarak yapılacak en güzel yaptırım, Mavi Marmara davalarına yeniden yargı yolunun açılmasıdır.

Filistinlilere yönelik suçların raporlanması ve hukuki yaptırım için uluslararası mekanizmalara taşınması yapılacak önemli işlerden. Mevcut uluslararası mekanizmaların dışında Filistinlilere yönelik suçlarla ilgili özel bir mahkeme kurulması sağlanabilir. BM İnsan Hakları Konseyi’nin harekete geçirilmesi gerekiyor ve bu imkana Türkiye dahil birçok ülke sahip. Bu konuda etkili bir karar alınarak pratik edilebilir.

İslam İşbirliği Teşkilatı, İslam dünyasının bütün sivil toplum kuruluşlarına aynı zamanda gayri Müslim dünyaya da buradaki işlenen suçlarla ilgili bir çağrı yapmalı. Gazze’ye yönelik ablukanın kaldırılmasıyla ilgili çok keskin ve kararlı bir açıklama yapılmalı. Uluslararası çok ciddi boyutlarda, direkt Filistin halkına ulaşacak şekilde yardımlar organize edilmeli. Kudüs’le ilgili dünya çapında bir kampanyanın başlatılması gerektiğini düşünüyorum. İslam İşbirliği teşkilatı sadece Doğu Kudüs değil, Kudüs’ün tamamının Filistin’in başkenti olduğunu ilan etmelidir. Birçok ülke diplomatik temsilciliklerini Kudüs’e taşımalıdır.

MESCİD-İ AKSA’YI BOŞ BIRAKMAYALIM

Kudüs Platformu Başkanı – Belkıs İbrahimhakkıoğlu

ABD’nin elçiliğini Kudüs’e taşıması, 1882 yılında Theodore Herzl tarafından sistemleştirilen “Yahudi Devleti” plânının devamından başka bir şey değildir. Sağır sultanın bile duyacağı şekilde “geliyorum” diyen bir durumla karşı karşıyayız yani. Niyet belli; adımları hızlandırılmış şekilde önce Kudüs’ü başkent ilan etmek. Ardından bütün Filistin topraklarını işgal. Sonra “parçala-böl” uygulamasıyla güçsüzleştirmeye çalıştıkları ülkelerin tamamına vadedilmiş topraklar sapkınlığıyla el koymak. Elbette bu hırsın önü burada da kesilmeyecektir; maksat dünyanın efendisi olmak, uydurdukları inanç dayanakları ise kılıfları.

Fiili işgalin hükmünün verildiği 1917 Belfour Deklarasyonu’ndan beri İsrail’i cesaretlendiren hiç şüphesiz İslâm dünyasının vurdumduymazlığı olmuştur. Bunu İsrail’in kurucu unsuru olan kanlı çete liderleri de çeşitli beyanatlarıyla itiraf ediyor. Dileyelim ki Trump’ın küstahlığı İslâm dünyasının uyanışına vesile olsun. Bundan böyle bütün Müslümanlar iş birliği halinde kısa ve uzun vadeli programlarla Uluslararası alanlarda İsrail’in bütün yalanlarını çürüten çalışmalara yönelmelidir. Acilen Filistin halkının muhatap olduğu sıkıntıları giderecek çareler düşünülüp uygulamaya geçilmelidir. Mescid-i Aksa’yı senenin 365 günü boş bırakmayacak şekilde dünyanın dört bir tarafından kalabalık toplulukların oraya gidişleri sağlanmalıdır. Kısacası yapacak çok iş var. Yeter ki, istikrarlı bir şekilde ve sistemli bir program dahilinde hemen çalışmaya başlayalım.

İSRAİL BARIŞA İMZA ATMAZ

Kudüs Uzmanı – Musa Biçkioğlu

İsrail’in bölgede kullandığı kelime her ne kadar “barış” olsa da barışa meyilli olmadığını hepimiz biliyoruz. İsrail, barışa imza attığı gün kendi sonuna da imza atmış olacaktır. O yüzden İsrail barışa hiçbir zaman imza atmayacaktır. Filistin topraklarındaki Filistinli sayısı, İsraillilerden fazla. Yani Filistinliler kendi varlıklarını inkâr ederek birer İsrail kimliği alıp seçimlere girseler, başbakan ve cumhurbaşkanı hiçbir zaman İsraillilerden çıkmaz. Böyle bir ortamda İsrail’in Filistin’le masaya oturması, Filistin’e askeri manada insani haklar vermesi, onu tanıması imkânsız bir şey.

Amerika açısından düşündüğümüzde, Amerika da bu topraklardan vazgeçmez. Uluslararası jeopolitik güç dengeleri doğuya veya batıya kaysa da Ortadoğu her zaman revaçta olacaktır. Bu açıdan Ortadoğu’da İsrail’e ihtiyaçları var. Amerika kaos istiyor. Düzensizlik Amerika’nın en büyük düzenidir zaten. Avrupa Amerika’nın elçiliği Kudüs’e taşımasına katılmasa da, İslam dünyasının ayağa kalkmaması Avrupa’nın da işine gelen bir şey.

Müslüman halkları ayağa kaldırabilecek, harekete geçirebilecek ender imkânlarımızdan birisidir Kudüs. Müslüman halkların tamamının Türkiye’ye minnet borçlu olmaları, her şeye rağmen Türkiye’nin yanında olmaları, bayrağımızın farklı yerlerde dalgalanıyor olması Kudüs’le ilgili olan hassasiyetli duruşundan kaynaklanıyor. Bizim büyüklerimizin bizim önderlerimizin, hocalarımızın STK’larımızın gruplarımızın şu veya bu ekip demeksizin, Kudüs’ü ortaya oturtmak kaydıyla çalışmalar yapması gerekir.

En ufak bir olayda İsrail’in imkanlarını neredeyse sıfırlayacağımız kadar bir halk refleksi oluşturmamız lazım ve bu refleksler asla Trump’ın Kudüs’ü başkent ilan etmesine endeksli olmamalıdır. Bir dava bilinciyle, bir fırkanın elinde olmamak kaydıyla her an her daim gündem oluşturarak, dört bir koldan Kudüs’le ilgilenildiği zaman bu meselenin üstesinden gelebiliriz. İslam dünyasının bu açıdan çok acil harekete geçirilmesi lazım. Kudüs en büyük nimet, en büyük ikramdır.

 

GERİ DÖNÜŞ HAKKI BİREYSELDİR

FSMVÜ Uluslararası Hukuk Uygulama ve Araştırma Merkezi(UHAM) koordinatörü – Anas Zeineddin

Hem uluslararası hukukun kurallarına göre, hem de BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi’nin kararlarına göre Filistinlilerin İsrail tarafından çıkartıldıkları evlerine geri dönüş hakkı olduğunu açıkça görebiliyoruz. Bu geri dönüş hakkı, Filistinlilerin bireysel hakkıdır. Her Filistinli dönmek isterse, evine dönebilir. Yetkililer buna karışamaz. Müzakereciler veya Filistinli yetkililerin “geri dönüş hakkımızdan vazgeçiyoruz” deme hakları yoktur. Çünkü uluslararası hukuka göre geri dönüş hakkı bireysel bir haktır ve her Filistinlinin kendisi karar vermesi gerekir.

Gazze’deki Filistinlilerin yüzde 70’i 1948 yılında evlerinden sürgün edilerek buralara gelmiş mülteciler.  Onlar şimdi işgal edilmiş evlerine geri dönmek istiyor. Bu onların hakkı ve bu haklarını yerine getirmeye çalışıyorlar. Uluslararası hukuk bu hakkı onlara tanıdığı halde, uygulamaya geçmiyor. Böyle olunca kendileri bunu uygulamak istediler, ama maalesef İsrail’in acımasız insan hakları ihlalleriyle karşı karşıya kaldılar.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin yapısından dolayı veto hakkı 5 büyük devlete verildiği sürece, İsrail’e hiçbir şekilde yaptırım uygulanamaz. Bu yapının kesinlikle değişmesi gerekiyor. Aynı zamanda birkaç ay önce Türkiye öncülüğünde BM Genel Kurulunda alınan “Barış için birleşme kararı”nda da sadece kınama vardı, yaptırım yoktu. Yine bu şekilde “Barış için birleşme kararı” alınarak, bu sefer  yaptırım belirtilebilir.

Benzer konular