Korona virüs yayılırken… Çin biyolojik silah mı deniyor?

İlk basımı Nisan 2009’da yapılan “Ölüm Tohumları – Genetik Bilimin Arkasındaki Karanlık Oyunlar” isimli kitap ülkemizin önde gelen bilim adamlarından Oktay Sinanoğlu’na ithaf edilmiş. Kitabın basımını bizzat üstlenen Sinanoğlu, yazdığı önsözde şöyle der:

“Moleküler Biyoloji sahası 1960’larda ilk kurulurken hayati olguları fizik, kimya temellerinden başlayarak anlarsak, hastalıkları tedavi etmekte, dünya gıda sorunlarını çözmekte büyük katkısı olur gibi insanlık için iyi niyetlerimiz vardı. Fakat heyhat, on beş yıl kadar bir süre sonra bu yeni dalın, araştırma fonları sağlayanlarca sessizce müthiş bir silaha dönüştürüldüğünü gördük. Yeni dal, insanların gıdalarını kontrol etmek suretiyle dünya nüfusunu azaltmak, bazı ırkları yok etmek amacıyla saptırılıyordu. Şeytanın bile aklına gelmeyecek kötülükler tüm dünya insanlarını tehdit etmeye başlamıştı. “Ölüm Tohumları”nı takip eden ikinci kitapta, “Sahte Domuz Gribi-Sahte Gıdalar” kitabında ise bir avuç insanlık düşmanı küresel kraliyetçinin dünya nüfusunun azaltılmasını kendilerine nasıl açıkça amaç edindikleri, hastalık taşıyan bozuk ilaç ve aşılarla da insanların nasıl toplu halde hasta edildikleri anlatılıyor.”

ENGDAHL İLE TEMASA GEÇTİK

Dikkatinizi çekerim, bu ifadeleri yazan müteveffa Sinanoğlu sıradan biri değil. Kendi ifadesiyle “dünyanın ilk moleküler biyoloji profesörlerinden biri.” Yale Üniversitesi’nde kurulan dünyanın ilk moleküler biyoloji bölümlerinden birinde uzun yıllar öğretim üyeliği yapmış, bu alandaki bazı bilimsel terimlerin bizzat isim babası.

Oktay Sinanoğlu’nun “İnsanların iyiliğini ve geleceğini düşünen insan sayısı az değil. William F. Engdahl da onlardan biri” diyerek takdim ettiği “Ölüm Tohumları” ve “Sahte Domuz Gribi” kitaplarının yazarı, bizim de zaman zaman uzmanlığına başvurduğumuz değerli bir dostumuz. Nitekim ortalığı kasıp kavuran Korona virüsü hadisesi patlak verince kendisiyle mülakat yapmak istedik. “Konu hakkında henüz net bilgiler mevcut değil. Şu anda bunun gerçek bir hastalık mı, panik amaçlı sahte vaka mı, yoksa yabancı bir operasyonun neticesi mi olduğunu henüz bilemiyoruz” şeklinde bir dönüş yaptı. O vakit bizi yönlendireceği başka bir uzmanın olup olmadığını sorduk. Kendisinden mülakat için isim beklerken Engdahl bize bir link gönderdi.

YARASA UZMANI ÇİNLİ DOKTOR

Linkte Çin Bilimler Akademisi bünyesinde hizmet veren Wuhan Virüs Araştırmaları Enstitüsü uzmanlarından Dr. Peng Zhou hakkında bazı bilgiler yer alıyor. Dr. Zhou, 2010 yılında doktorasını aldığı enstitüde hâlen çalışıyor, daha doğrusu Çin Bilimler Akademisi’nin pilot projesini yürütüyor. Bu proje, aynı zamanda Çin Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’nın önemli projelerinden biri olarak dikkat çekiyor. Peki, çalışmaları Çin devletinin sağladığı çeşitli fonlarla desteklenen Dr. Zhou hangi alanda bilimsel araştırmalar yürütüyor? Yarasa virüsleri ve bağışıklık sistemleri alanında…

Bazı yarasalar çok tehlikeli virüsleri bünyelerinde taşıyorlar, başka canlılara bulaştırıyorlar fakat gelişmiş bağışıklık sistemleri sayesinden bu virüslerin ölümcül etkilerinden fazla etkilenmiyorlar. Dr. Zhou işte bu konuda dünyada öncü çalışmalara imza atan isim olarak biliniyor. “Yarasa virüsleri ve bağışıklık sistemleri” hakkında sadece ülkesinde değil Avustralya ve Singapur’da da araştırmalar yapmış birisi.

EBOLA, SARS VE KORONA AYNI BÜNYEDE

Çin Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’nın üzerine titrediği projelerden birini yürüten Dr. Zhou, 18 Kasım 2019’da bir ilan vermiş, ekibine adam arıyor. Başvuracak adaylarda aranan nitelikler şöyle sıralanıyor:

– Canlı bilimi veya biyomedikal alanlarda doktora seviyesine sahip olmak.

– İşinde güvenilir ve titiz olmanın yanı sıra hem bağımsız bilimsel araştırma yapabilme yeteneği hem de takım çalışmasına yatkınlık.

– İngilizce iletişim ve yazma becerisi. Uluslararası akademik yayınlarda makale yayınlayabilir seviyede olmak.

– Hücre biyolojisi, bağışıklık bilimi, genom ve diğer ilgili alanlarda tecrübeli olmak ise tercih sebebi.

Dr. Zhou, verdiği ilanda adaylara ana çalışma konusu hakkında şöyle bilgi veriyor:

“Yarasaları araştırma objesi olarak ele almak suretiyle aynı zamanda hem Ebola, hem SARS, hem de Korona virüsünü hiçbir zarar görmeksizin bünyesinde barındıran moleküler mekanizmayı ve bu mekanizmanın uçuş yeteneğiyle birlikte uzun ömürlü oluşuna cevaplar sunacağım. İnsan ile diğer memeliler arasındaki farkları mukayeseli bir şekilde ortaya koyabilmek için virüs bilimi, bağışıklık bilimi, hücre biyolojisi ve çeşitli analiz yöntemleri kullanılacak.”

HASTALIKLARIN KAYNAĞI YARASALAR MI?

Bilim dergisi Nature (Neyçır)’ın 12 Nisan 2018 tarihli sayısında Dr. Zhou ve çalışma arkadaşları tarafından yayınlanan makale bilmediğimiz pek çok şeyi öğrenmemizi sağlıyor. “Yarasa kaynaklı HKU2-benzeri bir korona virüsün neden olduğu ölümcül domuz akut ishali sendromu” başlıklı makalenin takdim yazısını dikkatle okuyalım.

“Tabiattaki vahşi hayvanlardan kaynaklanan virüslerin türler arası karşılıklı aktarımı, insan ve hayvan sağlığı için dikkate değer bir tehdit oluşturmaktadır. Yarasalar virüslerin meydana çıkmasında çok önemli bir kaynak olarak bilinmektedir. Yarasalardan kaynaklanan korona virüsün insanlara transferi, SARS olarak bilinen şiddetli akut solunum yolları sendromu 2-10 türlerine neden olmaktadır. Biz burada virüs ve salgın bilimleri açısından deneysel delillerle HKU-2 benzeri yarasa menşeli bir korona virüsün, domuz akut ishal sendromu korona virüsünün (SADS-CoV) Çin’deki dört büyük çiftlikte meydana gelen 24,693 domuzun telef olmasına sebep teşkil ettiğini ortaya koyacağız.

Bu salgının daha önce SARS vakasının ilk kez görüldüğü Guangdong bölgesinde başlaması dikkate değer bir durumdur. Dahası SADS benzeri korona virüsler, 2013-2016 yılları arasında aynı bölgedeki yarasalardan toplanan dışkı örnekleriyle, bilhassa şeytan kuşu olarak da bilinen yarasa türünden alınan örneklerle yüzde 96-98 oranında benzerlik taşımaktadır. SARS benzeri korona virüslerin kaynağı da bu türdür. Elde ettiğimiz bilgiler, SADS ile SARS salgınları arasında coğrafya, zaman dilimi, çevre ve sebep sonuç ilişkileri bağlamında çarpıcı bir benzerliğin olduğunu göstermektedir. Bu çalışma, gelecekteki salgınları daha az hasarla atlatmak amacıyla korona virüsün çeşitlerini tanımlama ve yarasalardaki dağılımını ortaya koymanın önemine dikkat çekmek için hazırlanmıştır.”

ÇİNLİ DOKTOR NEYİN PEŞİNDE?

Dr, Zhou yaptığı bir açıklamada şöyle diyor:

“Yarasalar uzun vadede hiç hastalanmadan virüsü taşıyorlar. İnsanlar virüsü alt etmeyi yarasalardan öğrenebilir. Gerçi şu an bunu endüstriye dökme noktasından uzağız. Yolumuz uzun ve kendimizden emin bir şekilde ilerlemeye devam etmeliyiz.”

Çocukluğunda SARS virüsü dehşetini bizzat yaşadığını öğrendiğimiz Dr. Zhou’nun, insanları tıpkı yarasalar gibi virüslere karşı bağışıklık kazanmış yaratıklara dönüştürme takıntısı ortada. Hedefi bu durumu endüstriyel hâle yani seri üretim seviyesine taşıyabilmek. Fakat bu iş Dr. Zhou’nun takıntısı olmanın ötesine çoktan taşmış durumda. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi proje, Çin yönetiminin özel önem verdiği projelerden biri.

Şimdi duralım ve dünyanın ilk moleküler biyoloji profesörlerinden müteveffa Sinanoğlu’na kulak verelim. Kendi tecrübelerinden yola çıkarak ne diyordu:

“Moleküler Biyoloji sahası 1960’larda ilk kurulurken hayati olguları fizik, kimya temellerinden başlayarak anlarsak, hastalıkları tedavi etmekte, dünya gıda sorunlarını çözmekte büyük katkısı olur gibi insanlık için iyi niyetlerimiz vardı. Fakat heyhat, on beş yıl kadar bir süre sonra bu yeni dalın, araştırma fonları sağlayanlarca sessizce müthiş bir silaha dönüştürüldüğünü gördük. Yeni dal, insanların gıdalarını kontrol etmek suretiyle dünya nüfusunu azaltmak, bazı ırkları yok etmek amacıyla saptırılıyordu. Şeytanın bile aklına gelmeyecek kötülükler tüm dünya insanlarını tehdit etmeye başlamıştı.”

SALGIN BİYOLOJİK SİLAH DENEMESİ Mİ?

26 Ocak 2020’de Washington Times gazetesi konuyu İsrailli eski ajan Dani Şoham’a sordu. Medikal mikrobiyoloji doktorasına sahip, yarbay rütbesindeki Şoham, 1970’den 1991 yılına dek İsrail askeri istihbaratının biyolojik ve kimyasal savaş konusundaki uzmanı olarak biliniyor. Aynı zamanda Çin’in biyolojik silah çalışmalarını yakından takip eden bir isim. Wuhan Virüs Araştırmaları Enstitüsü’nün doğrudan Pekin’in biyolojik silah programına hizmet ettiğini söyleyen Şoham sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Enstitü içerisinde hizmet veren laboratuvarlar araştırma ve geliştirme işini yaparken Çin’in biyolojik silah emellerini göz önünde bulunduruyor. Enstitünün ana faaliyeti bu olmasa bile en azından işin bir tarafında yer alıyor. Biyolojik silah çalışmaları, hem sivil, hem de askerî araştırmaların bir parçası olarak yürütülüyor. Ve elbette tamamıyla gizli bir şekilde…”

Böyle düşünen sadece Şoham değil. Şu anda Birleşmiş Milletler’e danışmanlık yapan ve adını vermek istemeyen emekli İngiliz diplomat da aynı görüşte. Kendisinin 2017 yılından bu yana Wuhan Virüs Araştırmaları Enstitüsü’nde olan biteni takip etmediğini söyleyen diplomat, daha önceki gözlemlerinden yola çıkarak korona virüs salgınının biyolojik silah programından çıkmış olabileceğini, şüphelenmek için ortada nedenlerin var olduğunu ifade ediyor.

Tam bu noktada Dr. Zhou’nun “İnsanlar virüsü alt etmeyi yarasalardan öğrenebilir. Gerçi şu an bunu endüstriye dökme noktasından uzağız. Yolumuz uzun ve kendimizden emin bir şekilde ilerlemeye devam etmeliyiz” sözünü bir daha hatırlayalım.

Bir ürünün hazır olana, pazara sunulana dek geçtiği aşamaları biliyorsunuz. Önce uzun araştırmalar yapılarak bir prototip elde edilir. Daha sonra bu prototip her türlü test ortamına sokularak kullanıma uygun hale gelip gelmediği sınanır. Bu testleri başarıyla geçen ürün kendini ispatlar ve neticede seri üretim aşamasına geçmeye, pazara girmeye hak kazanır.
Dr. Zhou’nun “endüstriye dökme, seri üretime geçme noktasından henüz uzağız” sözü bahsi geçen “ürün”ün hangi aşamada olduğunu gösteriyor? El Cevap: Test aşamasında…

İşte size bomba gibi bir soru:

Wuhan Virüs Araştırmaları Enstitüsü, Çin hükümetinin en önemli projelerinden biri üzerinde çalışıyorken ve tam da bu çalışma “test aşamasındayken” bu şehirden başlayan bir virüs salgınının dünyayı kasıp kavurması sadece tesadüf müdür?…

KOMÜNİST PARTİ İÇİN İNSAN HAYATI HİÇTİR

Akla “Çin niçin böyle bir delilik yapsın, bundan en çok kendi halkı etkilenmiyor mu?” diye bir soru gelebilir. Çin’i, bilhassa Çin Komünist Partisi’ni tanıyorsanız böyle bir sorunun abesle iştigal olduğunu zaten biliyorsunuz. Tanımayanlar için birkaç satırlık hatırlatma yapalım.

Çin Komünist Partisi’nin kurucu lideri Mao, dünya tarihinde görülmemiş bir rekorun sahibidir. Ne Hitler, ne de Stalin insan hayatını hiçe saymada onun eline su dökemez. Komünist bir rejim yaratma uğruna tam 65 milyon Çinliyi katlederek tarihin en kanlı diktatörü ünvanını almıştır.

Mao, “Büyük İleri Sıçrama” adını verdiği saçma bir politikayla ülkedeki tarıma müdahale etmiş, verimli çay bahçelerini zorla pirinç tarlalarına çevirme uygulaması 1959-1961 yılları arası, sadece iki yıl içerisinde 30 milyonu aşkın köylünün açlıktan ölümüne yol açmıştır.

Bugün Çin’i yöneten Komünist Parti işte böyle bir geleneğin devamıdır.

Bu arada Dr. Zhou ile iletişime geçtiğimizi ve kendisine sorular yönelttiğimizi kamuoyuna bildirmiş olalım. Daha önce bazı vesilelerle temas kurmaya çalıştığımız için Çinli yetkililerin bu konulardaki tavrını net olarak biliyoruz. Sorularımıza elbette cevap verilmeyecek. Olsun… Biz görevimizi yerine getirdik. Şimdi top onlarda… Olur ya, belki şaşıp cevap göndermeye kalkarlar. Onu da buradan ilan etmek boynumuza borç olsun.

Benzer konular