Türkiye’nin İdlib’e dair haklı endişelerini umursamayanlar yanlış yapıyor. İdlib, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifade buyurduğu gibi “Sadece Suriye’nin geleceği için değil bizim milli güvenliğimiz ve bölgenin geleceği için de öneme sahiptir”. Bunu ıskalayanlar çok büyük hata yapar. İşte o zaman asıl kıyamet İdlib’de kopar.
“Astana kapsamında hayata geçirdiğimiz en kritik adım gerginliği azaltma bölgelerinin tesisiydi. Ancak bunlar zamanla farklı bahanelerle tasfiye edildi. Bunlardan geriye sadece İdlib kaldı. Buradaki muhalefet, yaşanan gelişmeler nedeniyle aldatıldığını düşünüyor. Türkiye olarak şehitler verdiğimiz bu sürecin şu an itibariyle çok riskli bir yere geldiğini düşünüyoruz. İdlib sadece Suriye’nin geleceği için değil bizim milli güvenliğimiz ve bölgenin geleceği için de öneme sahiptir.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
3-4 Mayıs 2017’de düzenlenen dördüncü Astana toplantısında Türkiye, Rusya ve İran, rejim güçleri ile muhalifler arasında çatışmaların en yoğun olduğu alanlarda gerginliği azaltma bölgeleri oluşturulmasına karar vermişti. 4-5 Temmuz’da gerçekleştirilen beşinci toplantıda ise garantör ülkeler, Ortak Çalışma Grubu’nun bu bölgelerin sınırlarını belirleme üzerine çalışmasını kararlaştırdı. Toplantı sırasında ABD ile Rusya’nın, Suriye’nin güneyindeki Dera ve Kuneytra illerini kapsayan gerginliği azaltma bölgesinde ayrı bir anlaşma yaptığı ortaya çıkmıştı. Yürürlüğe 9 Temmuz’da giren ateşkesi denetlemek için Rus askeri polisi bölgeye konuşlanmıştı.
Rusya Savunma Bakanlığı, 22 Temmuz’da Şam’ın doğusunda Esed rejiminin uzun zamandır kuşatma altında tuttuğu Doğu Guta bölgesinde ateşkes için anlaşıldığını ilan etmiş, 4 Ekim’de Humus’un kuzeyini kapsayan gerginliği azaltma bölgesinde rejim ile muhalifler arasında ateşkese varıldığını duyurmuştu.
14-15 Eylül’deki altıncı toplantıda ise Suriye’nin kuzeybatısında bulunan İdlib’de gerginliği azaltma bölgesinin sınırları konusunda anlaşma sağlanmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifade ettiği gibi aradan geçen bir yıl içerisinde üzerinde ittifak edilen dört gerginliği azaltma bölgesinden üçü, Esed rejimi ve destekçileri tarafından yapılan ve binlerce masum sivilin canına mal olan operasyonlarla berhava edildi. Elde kala kala sadece İdlib kaldı. Görülen o ki, Esed rejimi ne pahasına olursa olsun İdlib’i de ele geçirmeyi kafasına koymuş durumda.
Tahran Zirvesi ne diyor?
İdlib’in geleceği, bir anlamda sekizinci yılına doğru ilerleyen Suriye sorununun geleceğini de belirleyecek. Bu anlamda 7 Eylül tarihli Tahran Zirvesi’ne büyük umut bağlandı. Zirveden çıkan 12 maddelik Tahran sonuç bildirgesinde bu umudu körükleyen bazı ifadeler bulunsa bile soruna kalıcı bir çözüm sunulmuş değil. İdlib’in doğrudan Türkiye sınırında yer alması, içinde barındırdığı 3 milyonu aşkın nüfusuyla geniş çaplı bir operasyonda büyük bir göç dalgası potansiyeli taşıması, YPG/PKK koridorunun tam karşısında bir doğal engel olarak durup Türkiye açısından derinlik oluşturması ve elbette bölgede bulunan 12 adet Türk askeri gözlem noktası… Bütün bunlar, İdlib’in Esed rejimi tarafından bertaraf edilen diğer üç gerginliği azaltma bölgesinden farklı olduğunu gösteriyor. Fakat bu saydıklarımız mevcut durumu korumaya yeterli gelecek mi? İşte bütün mesele burada.
O vakit Tahran Zirvesi ne diyor, daha detaylı bakalım.
Tahran sonuç bildirgesinin üçüncü maddesi: “İdlib gerginliği azaltma bölgesindeki durum görüşülmüş ve bu konuda belirtilen ilkelere ve Astana formatını tanımlayan işbirliği ruhuna uygun olarak ele alınması kararlaştırılmıştır.”
Dördüncü madde: “BM Güvenlik Konseyi tarafından terörist olarak tanımlanan DEAŞ, Nusra Cephesi ile El Kaide veya DEAŞ’la bağlantılı tüm diğer bireyler, gruplar, teşebbüsler ve oluşumların tamamen ortadan kaldırılması amacıyla aralarındaki işbirliğini sürdürme kararlılıklarını teyit edildi.”
Beşinci madde: “Liderler, Suriye ihtilafına askeri çözüm getirilemeyeceğine ve ihtilafın yalnızca müzakere edilmiş bir siyasi süreç yoluyla sona erdirilebileceğine dair inançlarını yineledi.”
Altıncı madde: “Suriyelilerin öncülüğünde ve sahipliğinde bir siyasi çözüme ulaşma sürecini ilerletme amaçlı ortak çabaları sürdürme konusundaki kararlılık yinelendi ve Anayasa Komitesi’nin kurulması ile çalışmalarının başlatılmasına yardımcı olmaya yönelik taahhütler vurgulandı.”
Yedinci madde: “Bütün Suriyelilerin normal ve huzurlu bir hayata yeniden kavuşmalarına ve acılarının hafifletilmesine yönelik tüm çabalara destek olma ihtiyacı vurgulandı.”
Sekizinci madde: “İhtiyaç duyan tüm Suriyelilere hızlı, güvenli ve kesintisiz insani erişim sağlanmasını kolaylaştırma yoluyla, sivillerin korunması ve insani durumun iyileştirilmesini hedefleyen ortak çabaları sürdürmedeki kararlılık yinelendi.”
Dokuzuncu madde: “Sığınmacıların ve ülke içinde yerlerinden edilmiş kişilerin Suriye’de ikamet ettikleri asıl yerlere güvenli ve gönüllü olarak geri dönüşleri için gerekli şartların oluşturulması ihtiyacının altı çizildi.”
Onuncu madde: “BM ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi uzmanlarının katılımıyla yürütülen, alıkonulan/kaçırılanların serbest bırakılması, cenazelerin teslimi ve kayıp şahısların tespiti Çalışma Grubu’nun faaliyetlerindeki ilerleme memnuniyetle karşılandı.”
Bir samimiyet testi
Tahran Zirvesi sonuçta Astana sürecinin bir halkası olarak gerçekleştirildi. Yapılacak okumaların bütüncül olması daha sağlıklı değerlendirmeler yapılması açısından önemli. Bu noktadan bakıldığında dördüncü, beşinci ve altıncı Astana toplantılarında taraflarca imza atılan kararların, henüz imzalar kurumadan kadük hale getirilmesi bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da durumu gayet net bir şekilde Tahran Zirvesi’nde dile getirdi. Maalesef Türkiye haricinde hiçbir taraf gerginliği azaltma bölgeleri meselesinde attığı imzayı sahiplenmedi. Bu, aslında bir samimiyet testiydi. Ve bu testi ne Rusya, ne de İran geçebildi. Gerginliği azaltma süreci, Esed rejimi lehine bir zaman kazanma stratejisi olarak işletildi. Doğrudur, bugün bakıldığında Humus, Doğu Guta ve Dera’da gerginlik kalmamıştır. Aralarında küçük çocukların da bulunduğu binlerce sivil kurban edilerek alınmış bir “zafer” söz konusudur. Nitekim Rus devletine ait Sputnik haber portalı “İdlib kurtarılırsa Esed savaşı zaferle bitirecek” diyor.
“Türkiye’nin karşı çıktığı operasyon gerçekleşir ve İdlib kurtarılırsa, bu, Devlet Başkanı Beşar Esad yönetiminin 7 yıllık savaştan zaferle çıkması anlamına gelecek. İdlib’in kurtarılmasıyla Suriyelilerin evlerine dönüşleri önündeki büyük bir engel kalkmış olacak. Milyonlarca Suriyeli sığınmacı ‘Artık ülkede savaş kalmadı’ diyerek ülkesine dönebilecek.”
Sputnik haber portalına kızacak halimiz yok. Herkes kendi görevini icra ediyor. Onun işi Esed namına yalan söylemek. Çünkü Rusya’nın yüce menfaatleri bugün böyle gerektiriyor. Evet, Sputnik apaçık yalan söylüyor. Esed’in “İdlib’i kurtarma operasyonu” milyonlarca Suriyeli sığınmacıyı eve filan döndürmeyecek. Zira Suriye’den ayrılanların çoğu rejim muhalifi. Esed’in geçtiğimiz Nisan ayında çıkardığı 10 sayılı emlak kanunu ile muhaliflerin Suriye’ye dönüşleri artık mümkün değil. Hepsinin evine barkına Esed tarafından el konulmuş durumda. Bu emlak kanunu marifetiyle Esed’in bir demografik değişimi hedeflediği, muhaliflere ait mülkleri İranlı ve Lübnanlı Şii milislere tahsis etmeyi planladığı defalarca yazılıp çizildi. Sputnik’in iddia ettiği gibi milyonlarca Suriyeli ülkesine geri dönemeyecek. Tam aksine, Esed İdlib’e saldırırsa milyonlarcası canını kurtarmak için Suriye’den gitmek zorunda kalacak.
Sahi, zaman kazanma stratejisiyle Humus’u, Doğu Guta ve Dera’yı yutan bir Esed rejimi söz konusuyken Tahran Zirvesi’nin İdlib için bir zaman kazanma olmadığına bizi kim ikna edecek?
Tahran Zirvesi öncesi verilen mesaj
Samimiyet testinin bir ayağı da Tahran Zirvesi’ne doğru süreç daralırken İdlib’e düşen bombalar. Astana sürecinin selameti, ifade ettiğimiz gibi önce samimiyetten geçiyor. Süreç, ortakların “kirli” işler peşinde koşmaktan kaçınmasıyla bir yere varabilir. Birkaç gün önce Hmeymim hava üssünden kalkan üç adet Rus savaş uçağı İdlib’in batısındaki Cisr eş Suğur, Bisenkul, Gani, İnneb, Sırmaniyye ve Hama’nın kuzeyindeki Zeyzun bölgelerindeki sivil yerleşim bölgeleriyle muhaliflerin cephe hatlarına tam yirmi saldırı düzenledi. Tahran Zirvesi’ne birkaç saat kala iki Suriye ve üç Rus uçağından oluşan beş uçaklı filonun İdlib’e bomba yağdırması ise gayet anlamlı bir mesaj olarak kayıtlarda yerini aldı.
PKK ve Ermenistan’ın İdlib’de ne işi var?
İdlib’e ilişkin enteresan bilgiler yağmaya devam ediyor. Ermenistan Siyasi Bilimler Derneği Başkanı Amayak Ovanisyan’ın ülke medyasına yaptığı açıklamada, Ermenistan’ın İdlib operasyonuna asker göndermek için Esed ve Rusya’ya teklifte bulunduğu, teklifin taraflarca kabul gördüğü ifade ediliyor. Özgür Suriye Ordusu sözcülerinden Naci Ebu Huzeyfe de “Münbiç, Ayn el-Arab, Ayn İsa ve Rakka’dan İdlib operasyonu için PKK’lı gönderilmeye devam ediliyor. Türk gözlem üsleri teyakkuz halinde. Olası bir kara saldırısında özellikle Morek bölgesindeki Türk gözlem noktasının PKK’lılar ve Mihrac Ural’a bağlı çeteler tarafından hedef alınacağı istihbaratı aldık” diyor.
Putin vurmaya devam ederse kıyamet kopar
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tahran sonuç bildirgesine “ateşkes” sözünün eklenmesini bilhassa talep edince Rus lider Putin’den gelen cevap İdlib’in geleceğine dair kıyamet senaryosunu ister istemez akla getiriyor.
“Bu masanın etrafında silahlı muhalefet temsilcileri oturmuyor. Nusra Cephesi’nin, DEAŞ’ın ya da Suriye ordusunun temsilcileri de burada değil. Türk Cumhurbaşkanı’nın genel itibariyle haklı olduğunu düşünüyorum. Fakat ben onların adına konuşamam. Nusra veya DEAŞ’lı teröristlerin kurşun atmayacağını ya da bombalı dronlar ile saldırmayacağını ben söyleyemem.”
Suriye ordusundan herhangi bir temsilcinin orada olmasına gerek var mı? Bizatihi Esed Putin’in avuçları arasında değil mi? Irak ve Suriye’de yaşananlar, DEAŞ, Nusra benzeri oluşumların Amerika, Rusya ve İran’ın menfaatine çalıştığını gün gibi ortaya koyuyor. Nitekim Suriye’ye girerken konjonktüre uygun şekilde DEAŞ’ı bahane eden Rusya’nın savaşın seyrini değiştiren hava gücüyle kimi vurduğuna dair bir istatistik yayınlanmıştı. “DEAŞ için Suriye’deyim” diyen Rusya’nın yüzde doksana varan oranda muhalifleri vurduğu anlaşılmıştı.
Türkiye’nin İdlib’e dair haklı endişelerini umursamayanlar yanlış yapıyor. İdlib, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifade buyurduğu gibi “Sadece Suriye’nin geleceği için değil bizim milli güvenliğimiz ve bölgenin geleceği için de öneme sahiptir”. Bunu ıskalayanlar çok büyük hata yapar. İşte o zaman asıl kıyamet İdlib’de kopar.