17 Aralık’ta üç bakanın oğlu, çok sayıda işadamı ve bürokratın gözaltına alındığı birbirinden farklı üç ayrı operasyon düzenlendi. Bu operasyonlarla ülkede sistematik bir yolsuzluk olduğuna dair algı oluşturmaya çalışan paralel yapı, asıl darbe girişimini 25 Aralık’ta yapmayı planlamıştı. Savcı Zekeriya Öz’ün dayatması ile polis fezlekesine eklenmek istenen ve liderliğini Başbakan Erdoğan’ın yaptığı iddia edilen örgüt şemasına yönelik operasyona kalkışıldı. Savcı Muammer Akkaş’ın hedefinde Erdoğan vardı. Bunun için de oğlu Bilal Erdoğan’ı gözaltına alıp tutuklamak istiyordu. Bilal Erdoğan, davet usulü ifadeye çağrılacak daha sonra da mahkemeye sevk edilip tutuklanacaktı. Çağlayan’da alternatifler de konuşuluyordu. Eğer Bilal Erdoğan ‘davete icabet etmezse’ Kısıklı’ya gidilecekti. Operasyonun savcıları, kendilerinden olan polislere “o gelmezse biz gidelim” diyordu. Başbakan’ın evini basacaklardı. Böyle bir alçaklığa karşı, 17 Aralık sonrasında şube müdürleri değişen Vatan Emniyet tetikteydi. Bir girişim ve hamle yoktu fakat Başbakan Erdoğan ve ailesinin yaşadığı Üsküdar Kısıklı’daki evinin etrafında güvenlik önlemleri arttırıldı. 7 Şubat’ta MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı almak isteyen paralel devlet bu deliliği yapabilirdi. Öyle bir şey olursa hiç düşünülmeden karşı konulacaktı. Bu kararlılık şu cümleler ile ifade edilmişti: “Baskın olacağını bekledik. Hazırlandık. Gelselerdi hepsini indirecektik.” Savcı Akkaş Jandarmaya da gözaltı talimatı vermişti. Bu bilgi üzerine polis, polisi korumak için özel harekatı devreye sokarak önlem aldı. 19 Aralık’ta görevden alınan İstanbul İl Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın yerine atanan Selami Altınok’un gelmesi ile güç kazanan darbe karşıtı polisler paralel yapıya karşı fiili direnişe geçti. Savcı Akkaş’tan gelen listedeki, çoğu üst düzey siyasi ve işadamı olan 41 isme operasyon yapmayı kabul etmeyen şube müdürleri, cemaat baskısından korkan meslektaşlarını da kontrol altına aldı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü binasının 5. katında toplanan şube müdürleri ise savcıdan gelen talimatı tartışıyordu. Meslek hayatında Cemaat desteğini ve baskısını her an ensesinde hisseden bazı müdürler operasyonun yapılmasını isterken, iddialara göre İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu da Savcı’nın istediği operasyonların yapılmasından yanaydı. “Operasyon yapılsın ama gözaltı olmasın. Şüphelileri adreslerde bulamadık” şeklinde savcıları kızdırmayacak bir hamle yapılması da önerildi. Gece yarısı 02.00’ye kadar süren toplantıda söz alan bir polis müdürünün “Bakın beyler, yolsuzluk adı altında Hükümeti düşürme operasyonuna bizler asla müsaade etmeyeceğiz. Bu ülkenin Mısır olmasına izin vermeyeceğiz. Korkan varsa hemen istifasını verip buradan gitsin. Operasyon yapmaya kalkışanları ise biz görevden alacağız” sözleri etkili oldu. Yeni atanan şube müdür yardımcılarından biri, cemaat korkusu ile strese girip “Buradan aşağıya atlayacağım. Kafama sıkarım” şeklinde tehditler savursa da emniyet içindeki darbe karşıtı yapı baskılara boyun eğmedi. Toplantı sabah 06’da bitti. 8 gün arayla iki darbe girişimi püskürtülmüştü. Artık yerleşmiş bir şekilde adına ‘17-25 Aralık süreci’ dediğimiz darbe girişimlerinin ilk hamlesi aslında 17 Aralık’tan bir buçuk yıl önce İstanbul Emniyeti’nin içinde yapıldı. 2012’nin Temmuz ayında İstanbul Emniyeti Müdürlüğü’nün operasyon birimlerinde ciddi bir hareketlilik yaşanıyordu. Görevden almalar ve yeni atamalar ile devlete diz çökertme girişimine ayak uyduracak kadrolaşma sağlanıyordu. Ekim 2013’te ise Vatan Caddesi’ndeki Emniyet Müdürlüğü binasının koridorlarında yüksek sesle şunlar söylenmeye başlanmıştı: “3 ay sonra bu hükümet olmayacak. Herkes ona göre davransın.” O günlerde Türkiye’de bir seçim gündemi yoktu. En erken 2014’teki yerel seçimlerde sandığa gidilecekti. Fakat ‘cemaatçi’ polis amirleri, darbe tellalları gibi ortalarda dolaşıyordu.
Vali bakandan müdür validen öğrendi
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, operasyonları oğlunun evinde arama yapılan İçişleri Bakanı Muammer Güler’den, İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın da Vali Mutlu’dan öğrendi. Polis teşkilatının iki üst düzey yetkilisi, açıklama yapacak tek satır bilgileri olmadığını söylerken aslında devlet içindeki devletin varlığını dile getirmiş oluyordu.
Gülen’in ilk hamlesi; Hakan Şükür!
Dershanelerin kapatılmasına karşı savaş hazırlığında olan Fethullah Gülen Cemaati’nin iktidara karşı nasıl bir hamle yapacağı Ankara’dan ‘okunmaya’ başlamıştı. AK Parti içinde bir çözülme yaşanacağı konuşuluyordu. Cemaatçi vekillerin istifaları gündemdeydi. Ve ilk hamle 16 Aralık’ta yapıldı. Erdoğan’ın siyasete kazandırdığı eski futbolcu Hakan Şükür, hocası Gülen adına AK Parti’den istifa etti. Şükür’ün iki A4 kâğıdını dolduran istifa metnindeki “Sayın Başbakan’ın bu konudaki bütün ısrarlı anlatımlara, sitemlere ve taleplere kulaklarını tıkamasını anlayabilmiş değilim” sözleri dikkat çekiyordu. ‘Görünürdeki’ dershane gerginliği AK Parti iktidarına karşı bir kalkışmaya dönüşmüştü.
Büyük operasyonu yapacak isimler belirlenmişti
2007 yılında başlayan Ergenekon ve Balyoz davaları ile 3 Temmuz 2011 şike operasyonlarında gözlenen polis ve yargı uyumu, 17 Aralık için de oluşturulmuştu. Mesai saatlerine sığmayan polis-savcı görüşmeleri tavla partilerinde sürdürülüyordu. ‘Büyük Operasyonu’ yapacak emniyet müdürleri, gözaltı işlemlerinde görev alacak polisler bile belirlenmişti. ‘Son darbe’ye engel olabilecek birim müdürleri de tespit edilmişti bir yandan. Müdahalelerde bulunacak herkesin telefonları takibe alınmıştı. Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde de her şey kontrol altındaydı. Nöbet listesi, arama izinleri, gözaltı listesi, adliye personeli, sorgu yapacak savcı ve tutuklayacak hakimler… Adliye çevresinde bir grup savcı ve hakimin, “Şubat ayında büyük olaylar olacak. Bu hükümete yatırım yapmayın” dediği konuşulmaya başlanmıştı. Hatta bazı yargı mensuplarının borsadaki kâğıtları satarak, döviz almaya başladıkları kulaktan kulağa yayılmıştı.
Emniyetteki bilgisayarlarda garip hareketlenmeler
Takvimler 15 Aralık tarihini gösterdiğinde ise İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün yerleşkesinde bulunan İstanbul Mali ve Organize Şube tarafından kullanılan bilgisayarda garip bir hareketlenme gözlendi. O güne kadar görülmemiş bir yoğunlukta dosya temizleme programları yüklenip, hazırlanan özel çalışmalar operasyon iddiasıyla geri dönmemek üzere tek tek yok ediliyordu. Aynı hareketlilik 16 Aralık günü de devam etti. Büyük operasyon öncesi toplanan bilgiler, dinlenen telefonlar, ortam dinlenmesiyle elde edilen deliller ve çoğunluğu yasadışı toplanan belgeler hızlı bir şeklide yok ediliyordu. Üst düzey polis şeflerinden bazıları o gece ‘yurtdışı’ ile telefonla görüşmeleri yaparak operasyon hakkında bilgi veriyordu. Aynı numaranın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konutuna böcek yerleştiren polisler tarafından da arandığı daha sonra anlaşılacaktı.
Emniyette ilk direniş örgüt şemasına
Yapılan operasyonun kapsamını değerlendiren yeni polis müdürlerinin ilk işi güvenlik kameralarına el koymak ve format atılan bilgisayarları kurtarmaya çalışmak oldu. Herkes güvendiği adamlara iş yaptırmaya çalışıyordu artık. Bu sırada gözaltına alınan ünlü isimler, iş adamları ve bakan çocukları, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün 5. katında bulunan narkotik şubenin konferans salonunda bekletiliyordu. Sorgular henüz başlayacaktı ki, dönemin Başsavcı vekili Zekeriya Öz ifadelerin doğru alınmadığını öne sürerek emniyet binasına baskın düzenledi. Mali Şube’ye gelen Öz, polislere zorla örgüt şeması yazdırmaya kalkışıyordu. Örgütün tepe ismi olarak da Tayyip Erdoğan’ı gösteriyordu. Devamında da bakanlar geliyordu.
İlk darbe: 17 Aralık
Türkiye 17 Aralık 2013 sabahına, bir süre sonra emniyet ve yargı ortaklığında bir darbe girişimi olduğu anlaşılacak gözaltı operasyonları ile uyandı. Savcı Celal Kara, aralarında 4 bakan, 3 bakan çocuğu, bürokratlar ile banka yöneticilerinin bulunduğu kişileri; rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık iddiasıyla tutuklamak istiyordu. Birbiri ile bağlantısı olmayan üç ayrı operasyon aynı güne denk getirilmişti.
‘Güvenilir’ gazeteciler de devrede
Üst düzey siyaset, bürokrasi ve iş dünyasını kapsayan bu operasyonlar ile yolsuzluk süsü verilmiş darbe girişiminin medya ayağı da devreye sokuldu. Gülen grubunun kontrolündeki televizyon ve internet sitelerinin yanı sıra “hizmet müessesesi” olarak lanse edilen medya kurumlarındaki ‘güvenilir gazetecilerin’ yaptığı haberler sayesinde, siyaset ve diğer yetkili kişiler baskı altına alınmaya başlandı. Gözaltılar ve baskınlar canlı yayınlarla veriliyordu.
Zekeriya Öz yaka paça dışarı atılıyor
Talimatlarına uymayı reddeden yeni emniyet müdürlerini de tehdit ediyordu Savcı Öz. Sabah yaşadıkları görevden alma depremine rağmen büyük bir özgüvenle planladıkları darbenin sonraki adımlarını uygulamaya çalışan Öz’e göre, AK Parti hükümeti hala gidiciydi. Erdoğan’ın ellerine kelepçe takılacaktı ve bakanlar tutuklanacaktı. Fakat hiç de öyle olmadı. Polis müdürleri kendilerini tehdit eden Zekeriya Öz hakkında tutanak tutarak, işlerine devam etti. Zekeriya Öz, emniyet binasında diş göstermeye kalkıştığı devletin sopasını yemekten zor kurtuldu. Kısa süre sonra İçişleri Bakanı olacak olan Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala’nın müdahalesiyle apar topar Mali Şube’den dışarı atılan Öz, soruşturmayı yürüten savcıların koordinasyonunu sağlama görevinden de alındı.
Darbecilerin yargı kanadına ilk müdahale
Soruşturmayı yürüten savcıların görev yerleri de HSYK kararnamesi ile değiştirildi. Önce Celal Kara’nın, ardından da aralarında Zekeriya Öz’ün de bulunduğu 166 hâkim ve savcının görev yeri değiştirildi. Darbenin emniyet ayağı bastırılmaya çalışılırken, yargı kanadına da ilk müdahale bu şekilde yapılmıştı. Fakat buz dağının görünmeyen kısmı, yani “paralel devlet”, 17 Aralık’ta bütün operasyonu tamamlayıp geriye kalan ‘hükümeti tek darbede devirme girişimini’ 8 gün ileri aldı.
Gülen’in bedduası ile deşifre oldular
Yaşanılanların Cemaat ile olan bağlantısını ise Fethullah Gülen’in bizzat kendisi 21 Aralık günü yayınladığı video ile tüm kamuoyuna duyurdu. Devletin içinde kurduğu yapılanma sayesinde bizzat elleriyle atadığı polis müdürleri ve diğer bürokratların görevden alınması ile adeta çılgına dönen Gülen, ikamet ettiği Pensilvanya’dan çok ağır beddualar etti. O tarihe kadar sevgi tohumları ekmekle taban oluşturan Gülen’in gözlerinden ateş saçarak kullandığı kelimelerin itiraf niteliğinde olduğunu anlayan cemaati panikleyip, birkaç saat içinde Hocaefendilerinin beddua değil ‘mülaane’de bulunduğunu yaymaya çalışsa da kötü söz havada dolaşıp sahibini bulmuştu.
İkinci hamle:
25 Aralık!
Takvimler 25 Aralık’ı gösterdiğinde Türkiye aslında soruşturma dosyasında adları geçen 4 bakanın da yer aldığı kabinede yapılan köklü değişikliği konuşacakken, 17 Aralık’ta kısmen başarılı olunan darbe girişimin ikinci dalgası geldi. Bu seferki hedef; Bilal Erdoğan, Başbakan Erdoğan’ın danışmanları ve yakın çevresi ile bağlantılı olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dı. Savcı Muammer Akkaş, Zekeriya Öz’ün 18 Aralık’ta örgüt şemasının başına adını yazdırmaya çalıştığı Başbakan Erdoğan’a dokunmak istiyordu.
Akkaş’ın 25 Aralık günü çıkardığı arama ve gözaltı kararında 41 kişinin ismi geçiyordu. Çok sayıda ünlü işadamı ve üst düzey bürokratın gözaltına alınması talebi İstanbul Başsavcılığı tarafından reddedilmesine rağmen, o talimat gereğinin yapılması için Emniyete gönderildi. Operasyonun “yolsuzluk” ve “kara para aklama” suçlamalarıyla Mali Şube tarafından yapılması istenmişti. Bu esnada gözaltına alınmak istenen isimleri sosyal medyada tek tek yazan Cemaat gazetecileri “savcılık ile emniyet arasında gözaltı krizi var. Polis adalete direniyor” şeklinde yorumlar yapmaya başladı.
Bilal Erdoğan’a İlker Başbuğ planı
Bilal Erdoğan için gözaltı kararı yoktu fakat bilgisine başvurulmak için ifadeye davet edilecekti. 2012 yılında İnternet Andıcı dosyası kapsamında ifadesine başvurulmak için savcılığa davet edilen ve ardından tutuklanan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a uygulanan plan Bilal Erdoğan için de düşünülmüştü. Bilal Erdoğan, bilgisine başvurulmak için savcılığa davet edilecek, sanıkların ifadeleri doğrultusunda sorgulanacak ve ardından tutuklanmak üzere mahkemeye sevk edilecekti.
“Gelmezse biz
2 Ocak’ta Kısıklı’ya gidelim”
Çağlayan’da alternatifler de konuşuluyordu. Eğer Bilal Erdoğan ‘davete icabet etmezse’ 2 Ocak’ta Kısıklı’ya gidilecekti. Operasyonun savcıları, kendilerinden olan polislere “o gelmezse biz gidelim” diyordu. Başbakan’ın evini basacaklardı. Böyle bir alçaklığa karşı Vatan Emniyet tetikteydi. Bir girişim ve hamle yoktu fakat Başbakan Erdoğan ve ailesinin yaşadığı Üsküdar Kısıklı’daki evinin etrafında güvenlik önlemleri artırıldı.
“Bekledik, gelselerdi hepsini indirecektik”
7 Şubat’ta MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı almak isteyen paralel devlet bu deliliği yapabilirdi. Öyle bir şey olursa hiç düşünülmeden karşı konulacaktı. Bu kararlılık şu cümleler ile ifade edilmişti: “Baskın olacağını bekledik. Hazırlandık. Gelselerdi hepsini indirecektik.” Savcı Akkaş Jandarmaya da gözaltı talimatı vermişti. Bu bilgi üzerine polis, polisi korumak için özel harekatı devreye sokarak önlem aldı.
Vali Mutlu da operasyondan yana
İstanbul Emniyet Müdürlüğü binasının 5. katında toplanan şube müdürleri ise savcıdan gelen talimatı tartışıyordu. Meslek hayatından Cemaat desteğini ve baskısını her an ensesinde hisseden bazı müdürler operasyonun yapılmasını isterken, iddialara göre İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu da Savcı’nın istediği operasyonların yapılmasından yanaydı. “Operasyon yapılsın ama gözaltı olmasın. Şüphelileri adreslerde bulamadık” şeklinde savcıları kızdırmayacak bir hamle yapılması da önerildi.
“Bu ülkeyi Mısır yaptırmayacağız”
Gece yarısı 02.00’ye kadar süren toplantıda söz alan bir polis müdürünün “Bakın beyler, yolsuzluk adı altında Hükümeti düşürme operasyonuna bizler asla müsaade etmeyeceğiz. Bu ülkenin Mısır olmasına izin vermeyeceğiz. Korkan varsa hemen istifasını verip buradan gitsin. Operasyon yapmaya kalkışanları ise biz görevden alacağız” sözleri etkili oldu.
Cemaatten korkan müdür intiharı düşünüyor
Yeni atanan şube müdür yardımcılarından biri, cemaat korkusu ile strese girip “Buradan aşağıya atlayacağım. Kafama sıkarım” şeklinde tehditler savursa da emniyet içindeki darbe karşıtı yapı baskılara boyun eğmedi. Toplantı sabah 06’da bitti. Yeni atanan müdür yardımcısı da daha birinci haftasında rengini belli edince bir ay sonra başka bir göreve kaydırıldı.
“İki yıldır bilen gören yok”
Emniyet, yargı destekli darbe girişimine direnirken, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı, darbe girişiminin ikinci operasyonu için düğmeye basan Savcı Muammer Akkaş’ın elinden soruşturma dosyasını aldı. Akkaş korsan açıklama yapınca basının karşısına geçen Çolakkadı, darbe girişiminde bulunan savcıların hukuksuzluğunu şu ifadelerle ortaya koyuyordu: “Bırakalım faksla, telefonla bildirmeyi, 2 yıldır hiçbir bilgi verilmeden yürütülen soruşturmalar var. Kayıtlara başka isimler girmiş ya da hiç kaydedilmemiş. Bilen gören yok.”
Tırlar devreye girdi
25 Aralık’ta hükümet direnince, Gülen örgütü uzun zamandır bildikleri MİT’in Suriye’deki faaliyetleri üzerinden TIR operasyonunu devreye soktu. Beyni dışarıda eli içeride olan darbe girişimi başarılı olamazsa devletin hesap soracağını çok iyi biliyorlardı. 25 Aralık’tan 25 gün sonra yani 19 Ocak’ta Adana ve Hatay’daki TIR durdurmaları paralel yapının acil eylem planıydı. Türkiye Cumhuriyeti’ni uluslararası kamuoyunda terör destekçisi gibi sunarak ülkeye el koymanın peşine düşmüşlerdi.
3 bin 64 kişilik dosya
İstanbul Başsavcısı Çolakkadı’nın “bilen gören yok” dediği soruşturmalardan birisi de, aynı ekibin gizlice yürüttüğü Selam Tevhit dosyasıydı. 17 Aralık komplosu, Gülen örgütünün devleti ele geçirme stratejisiyle yürüttüğü 40 yıllık operasyonun ilk hamlesiydi. Başbakan Erdoğan, bakanlar, milletvekilleri, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın da yer aldığı 3 bin 64 kişi Selam-Tevhit Örgütü’ne dahil edilerek yıllarca dinlenmişti. Devlet bürokrasisi “vatana ihanet” suçlaması ile tamamen boşaltılacaktı. 17-25 Aralık’ta kısmen gerçekleştirilen fiili darbe başarıya ulaşmış olsaydı, bir sonraki aşama Selam Tevhit olacaktı. Ana hedef ise yine Erdoğan’dı. Başbakan ile birlikte yürüyen bütün insanlar hapse atılacaktı. Halka çok genişti. Erdoğan’ın danışmanları, hükümete yakın STK’lar, gazeteciler, medya kurumları, büyükelçiler ve Başbakan’ın bizzat kendisiydi. Türkiye, devletin kılcal damarlarına kadar sızan dini bir yapının gerçekleştirmek istediği yargı ve polis darbesinin kıyısından dönmüştü. Devleti milletten çalmaya kalkanlar, siyasi irade tarafından deşifre edilmeseydi yer altına çekilen darbeciler, 2014’teki HSYK seçimlerinde yargıyı tamamen ele geçirip, tek vuruşluk darbe planını devreye sokacaktı.