80 darbesi sonrası genel sıkıyönetim ilan edilmiş, partiler, sendikalar kapatılmış, insan hakları askıya alınmıştı. İslamcı hareket de bu ortamdan payını aldı. Gençlerin bir kısmı cezaevine girdi, bir kısmı yurt dışına gitmek zorunda kaldı. İslamcılar kabuklarına çekildi ve kendi içlerine dönerek yeni baştan okumalar yapmayı tercih etti. 1980’lerin ikinci yarısına doğru ise her şehirde yavaş yavaş bir kitabevi, bir dernek, bir çay ocağı çevresinde bir araya gelen topluluklar oluşmaya başlıyordu. İnsanlar nefes almak istiyor, inandıkları gibi yaşamak en temel gereksinimlerinden birini oluşturuyor, bu arzuyla benzerler birbirini çekiyordu. Bu şartlar altında, çoğunluğu İzmir’de üniversite okumaya gelen, İslami hassasiyetleri paylaşan gençler arasında kendiliğinden bir dostluk, bir arkadaşlık doğmaya başladı. Herhangi bir cemaat, vakıf veya yapı altında olmadan, tamamen bağımsız bir grup oluştu. İçinde tasavvuf ehli de vardı, tasavvufu reddeden de, milliyetçi muhafazakarı da, Refah partilisi de, MTTB’lisi de. Fakat bu gençler zıt meşreplerine karşın, aynı evlerde kalabiliyordu. Çünkü onlar din kardeşliğini öncelemiş, oturup konuşmanın, tartışmanın, diyaloğun, bir arada iş yapabilmenin formülünü bulmuşlardı. Zamanla kendilerine bir isim de verdiler: “Müslüman Gençlik”
20 bin tirajlı dergi çıkardılar
Pek çok cemaatin taassubunun aksine bir bakış açısına sahip olan bu gençler, her tür kitabı okuyup, değerlendirip, tartışıyor, üstelik edebiyatı da “boş” olarak görmeyip ona da hakkını veriyordu. Belki İzmir Ekolü olarak isimlendirsek, çok da itiraz gelmeyecek bir hareketti İzmir Müslüman Gençlik. Kitaplara ulaşamayınca kendi yayınevlerini kurmuşlar, 22 bin tiraja ulaşan dergiler çıkarmışlar, Türkiye’de ilk kez başörtüsü yasağına karşı eylem yapan grup olmuşlardı. Üstelik yaptıkları çalışmalar İzmir çıkışlı FETÖ örgütünü de rahatsız etmiş, Gülen tarafından “ajan” diye hedef gösterilmişlerdi. Herhangi bir liderleri olmamasına rağmen onlar rahmetli Bahattin Yıldız’ı, Bahattin Yıldız da onları severdi. Sohbetlerinde, eylemlerinde beraberdiler.
Enstitü hayali yarım kaldı
İzmir’de fırtına gibi esen, dogmalarla değil, okuyup, araştırıp, tartışarak doğruya ulaşmayı ilke edinen pek çok gencin yetişmesine vesile olan Müslüman Gençlik hareketi 90’lı yılların sonlarına doğru zayıfladı ve dağıldı. Herhangi bir yere bağlı olmadığı için maddi kaynakları yoktu. Gençlerin enstitü kurmak gibi istekleri, hedefleri de bu nedenle gerçekleşmedi. O günlerden geriye hâlâ devam eden sıkı dostluklar kaldı. Beyazıt Meydanı eylemlerini konu edindiğimiz dosyamızdan sonra ilk başörtüsü eyleminin yapıldığı İzmir gündemimize düştü. Sözü o günün Müslüman Gençler’ine verdik, bize İzmir’i anlattılar.
Selçuk Türkyılmaz:
Türkiye’de başörtüsü eylemlerini başlattık
1980’lerin başında Ege Üniversitesi’nde başörtülü öğrenci yok denecek kadar azdı. 1985’te ben Ege Üniversitesi’ne başladığımda ise farklı bölümlerde bir çok başörtülü öğrenci vardı artık. 1980’lerin ikinci yarısı İmam Hatip Lisesi mezunu öğrencilerin üniversiteye gelmeye başladığı dönemdi. Ancak İmam Hatip Lisesi mezunu olduğumuzu açık bir şekilde söylediğimizde kendimiz bile tedirgin oluyorduk. Namaz kılabileceğimiz herhangi bir yer yoktu. Zamanla İslami bir duyarlılığa sahip arkadaşlarla bir selamlaşma, tanışma, arkadaşlık kurma dönemi başladı.
Farklı fikirler bir aradaydı
İzmir’deki arkadaş grubumuzun alamet-i farikası, farklı kesimlerden olsak bile, birlikte oturup konuşabilmemiz, tartışabilmemiz ve birlikte hareket edebilmemizdi. Refah Partisi’ne sempati ile bakan, tasavvufi yapılara çok sert biçimde karşı çıkan, tasavvufa eğilimi olan arkadaşlarımız… hepsi bir aradaydı. Birbirinden farklı fikirler taşıyan insanlar, aynı evde kalıp sabahlara kadar konuşabiliyorlardı.
İkinci olarak Ali Şeriati, Seyyid Kutup, Mevdudi gibi İslamcı hareketleri ciddi manada etkilemiş yazarları okurken aynı zamanda şiir, roman, edebiyat ağırlıklı bir okuma da vardı. Ciddi manada şiirle, öyküyle uğraşan arkadaşlarımız vardı aramızda. Hem bu İslami eserleri okuyan hem de sanat, felsefe, edebiyat ile ilgilenen arkadaşlar aynı evlerde oturuyorlardı. Bu da serbest düşünmeyi beraberinde getiriyordu. İnsanlar dünyaya açılıyordu. İstanbul’a, Konya’ya gidip gelen ve oradaki arkadaşlarımızla görüşenler döndüklerinde İzmir’in gerçekten farklı olduğunu ifade ederlerdi. Fikren bağımlı olmaktan ciddi şekilde kaçınan insanlardı. Bunda Bahattin Yıldız abinin de etkisi vardı. O da bizim gibi düşünen biriydi. Arkadaşlarımızın eğilimlerini baskı altına almak bir yana dursun, teşvik ederdi.
45 gün oturma eylemi yaptık
1986-87 eğitim yılı, Aralık ayının 26’sında başörtüsü yasağı başladı. Başörtülü arkadaşlarımız üniversiteyi bırakmak zorunda kaldılar. Arkadaşlarla kendi aramızda görüştük. Herhangi bir cemaat ya da grup bağlantımız yoktu. Bu konuyu medya, siyasi partiler düzeyinde gündeme getirelim, savunusunu yapalım, onları harekete geçirmeye çalışalım demiştik. Böylece Türkiye’deki ilk eylemi biz başlattık. 20-30 kişilik bir öğrenci grubu olarak partilere, medya organlarına gittik. Bu kurumlar arasında gidip gelişimiz bir toplu yürüyüşe dönüştü. Ertesi gün gazetelere manşet olmuştuk.
Sonrasında 1987 yılının Mart ayında Ankara Üniversitesi İlahiyat fakültesinde açlık grevi başladı. Bu açlık grevi çok uzun sürdü ve bütün üniversite öğrencilerinin farklı şehirlerde benzer bir eylem yapma sürecini de beraber getirdi. Bence Beyazıt cami eylemlerine doğru giden süreçte en kritik nokta Ankara İlahiyat’taki bu eylem sonrası Haziran ayından itibaren Türkiye çapında başlayan oturma eylemleriydi. Biz de İzmir’de Hukuk fakültesi önünde İzmirli arkadaşlar olarak geniş katılımlı bir eylem süreci başlattık. İşlenen hukuksuzluğu vurgulamak adına Hukuk fakültesi önünü tercih etmiştik. Aynı zamanda İzmir’in en görünen yerlerinden biriydi. 45 gün oturma eylemi yaptık.
Yenildik ama güçlendik
İslamcılar bu eylemlere destek verirken ne halkımız bu konuda duyarlılık gösterdi, ne de siyasi partiler destek verdi. Hatta şehrin merkezi bir yeri olduğu için gelip giden birçok kişinin hakaret ettiğini, bağırıp çağırdığını, küfrettiğini çok net hatırlıyorum. Arabaların içinden askeri kıyafetli, omzu kalabalık insanlar bile başörtülü arkadaşlara, bize sert sözlerle müdahale ediyorlardı.
Başörtüsü davasında mağlup olduk, bir yere taşıyamadık. Yasaklar kaldırılamadı. Ama bu eylemler nitelik değiştirmeye başladı. Önce sadece başörtüsü yasağından hareketle yapılırken başka eylemlere dönüştü. Filistinli bir çocuğun İsrail askerleri tarafından kolunun kırılması sahnesi bütün Türkiye’yi etkilemişti, bu da İslamcıların harekete geçtiği çok geniş kapsamlı eylemlere yol açtı. Kocaeli’nde yapılan bir eyleme İzmir’den otobüslerle gidip katıldık. İslamcılığın yükselişe geçtiği bir hadiseye dönüştü bu eylemler.
Fikri Cumhur
Birbirimizin okulu olduk
1984 yılında Ege Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı bölümüne başladım. Tipik bir Anadolu delikanlısıydım. Yazları Kur’an kursuna giden, Fatiha’yı, namaz surelerini bilen ve Allah kavramıyla barışık bir delikanlıydım ama bunun dışında dinle, diyanetle hiçbir bağım yoktu. 1986 yılı yazında üniversitede okuyan bir akrabam sayesinde Necip Fazıl’dan haberdar oldum. Başka bir dünyanın da var olduğunu farkettim. Sonrasında bir Türk filmi sahnesi gibi, sabah namazında ezanla uyandım ve bunu bir işaret sayarak namaz kılmaya başladım. Fakat nerede kılacağımı bilmiyordum. Sabah evde kılıyor, akşam eve gelince diğer tüm vakitleri eda ediyordum. Bir gün fakültenin lavabolarında abdest alan birini gördüm. “Burada namaz kılacak yer var mı?” diye sordum. O gün beraber namaza gittik ve sonrasında namazlarımı kılmaya başladım. Sonra farklı farklı insanlarla tanışmaya başladım. Tahmin ediyorum namaza başladığımı duyanlar benimle irtibata geçiyordu. Çok farklı kesimlerden insanlarla tanışmaya başladım. Ülkücüler, FETÖ üyesi olan dönem arkadaşlarımız, Selefi akımlara kendini yakın görenler, geleneksel hiçbir aidiyet hissetmeyenler… Sonra İzmir’de uzun yıllar kalmamı sağlayan bir arkadaş grubu oluştu. Ben Ülkücü, Milliyetçi tabandan gelen bir ailenin çocuğu olarak aralarına katıldım ama Marksist olan arkadaşımız, tasavvuf eğilimi çok yüksek olan arkadaşlarımız, “Tasavvuf da neymiş, o batıldır” diyen arkadaşlarımız da vardı. Bir arkadaşımız, Ercümend Özkan’ı takip eden arkadaşımıza sormuştu: “Fatih ben de mi müşriğim?” O da “Sen hariç. Sen benim kardeşimsin” demişti.
Onlar edebiyat okuyor dini bilmezler
Çok farklı insanlar ciddi zenginlik anlamına geliyordu. Açık yüreklilikle söyleyebilirim, biz hakikaten birbirimizin okulu olduk. Hepimiz okuduğumuz kitapları, birbirimizin okuduğu kitaplardan hareketle çoğalttık. Tefsir, hadis okurduk ama edebiyata da meraklıydık. Başka gruplarda Cemil Meriç okunmazdı ama biz Cemil Meriç’in bütün eserlerini bulup okuduk. Panait Istrati, Exupery’i, bizim klasikler, Tanpınar… Sonradan öğrendiğimize göre diğer gruplardaki arkadaşlar, gençlere bizimle irtibat kurmamalarını söylerlermiş. Sebep olarak da “Onlar dini bilmezler, edebiyat falan okuyor onlar” derlermiş.
Biz elbette din kardeşiydik ama bizimki sanki biraz da huy kardeşliğiydi. Birbirimize olan güvenimizden dolayı beraberdik. Biz bu kadar farklı meşrepten insanların bir araya gelmesi, bir kaçkınlar güruhu haline getirdi bizi. Herkes bir yerden vazgeçmiş ve burada buluşmuştu.
Kendimizi bir grup olarak hissettiğimiz dönemde rahmetli Bahattin Abi’yle tanıştık. Dolayısıyla Bahattin Abi de kendi eski dostlarıyla tanıştırdı bizi. Tevafuken mi birbirimizi bulmuştuk yoksa İzmir’in bunda etkisi var mıydı bilmiyorum. Ama o dönem İzmir’de büyük bir cemaatin ya da diğer cemaatlerin İstanbul, Malatya’daki gibi merkezlerinin olmayışından, ihmal edilebilir gibi görülmüş olabilir. Biz de o boşluğu istediğimiz gibi doldurmuş olabiliriz.
FETÖ’yü 1989’da teşhis etmiştik
Basını çok iyi takip ediyorduk. Şimdiki gibi “Çekirdek yesek oruç bozar mı” komikliğinde haberler çıkardı, en ufak şey manşet olabilirdi. Bu insanı geriyordu. Öğretim görevlilerinin şimdiki gibi demokrat bir yapısı da yoktu. Patlamaya hazır bomba gibiydik. Bir şey yapmamız gerekiyordu. Akşam oturup konuşup karar veriyorduk, basın bülteni okuyup, slogan atıp, derslerimize dönüyorduk.
Cezayir’de 1992 seçimlerinde İslami Selamet Cephesi en yüksek oyu alıp seçimleri kazandı fakat bir darbeyle yönetim kadrosu tutuklandı. Bunu protesto için Hisar cami avlusunda bir eylem yaptık. Demek ki biri polise iyi ihbarda bulunmuş, bizden çok polis vardı. Kız- erkek ne kadar arkadaş varsa herkes içeri girdi. 2 gün nezarette kaldık. Sonra öğrendik ki Fetullah Gülen Hisar Camii’nde yaptığımız eylemlerle ilgili Kestane Pazarı Camii’nde bir vaaz vermiş. Bir arkadaşımız bu vaazın kasetine ulaştı. “Başörtüsü eylemleri dinimizde yok. Bunların içindeki kadınlar da kadın değil, başına örtü takmış erkekler. Ajan bunlar” diyor bizim için. Bunu görünce İmza dergisine kasetin dökümünü yapıp metni yolladık. Dergi bu vaazın dökümünü ek olarak abonelerine dağıttı. 89’da bu hareketin Müslümanlarla bir ünsiyetinin olmadığını, Müslümanlarla ortak hiçbir duyguya sahip olmadıklarını, kendi yapılanmaları dışındaki tüm İslami düşünceyi yok saydığını belgeleyen bir vesikaydı.
Cemaatteki arkadaşlarla görüştük. “Siz de biliyorsunuz ki bu eylemleri provokatörler değil biz düzenliyoruz. Başörtüsü sorunu var. Hocanız bize ajan diyor. Bunu düzeltmeyecek misiniz” diye sorduğumuzda “Biz ne diyelim abi. Hoca sizden bahsetmiyordur. Başka şehirlerde olabilir” dediler. Biz de onlarla tüm bağımızı kopardık.
Enstitü kurmak istedik olmadı
Bizim tek problemimiz vardı çok fakirdik. Diğer cemaatler maddi rahatlıkları dolayısıyla işler yapabiliyorlardı ekonomik özgürlüklerinden solayı. Biz çok istedik ki bir enstitü kursak izmirden ayrılmasak kültürel anlamda domine decek faaliyetler yapsak diye çok uğratık. Hatta ticarete bile girdik, para kazanıp enstitü kuralım diye ama çok becerikli olduğumuzu söyleyemem. 1989 yılında mezun oldum ama 1992 yılında kadar izmirde kaldım. Orada yerleşmek niyetim vardı arkadaşlarla ama başaramadık.
Tayyip Saraç
İlk İslamcı mizah dergisini çıkardık
İzmir’e, 1979 yılında Çanakkale’den gelerek yerleştim. Ve o günden bugüne bu güzel şehirde yaşamaya devam ediyorum. Okul yıllarımda Çanakkale Milli Türk Talebe Birliği’nde yaptığımız çalışmalarımızı İzmir’de de MTTB ve Akıncılar Derneği bünyesinde devam ettirerek, yeni dostlarımızla sürdürdük. İzmir şubesine geldik.
Türkiye’nin ekonomik ve siyasi açıdan sıkıntılı yıllarıydı. 1980 Darbesi gerçekleşmişti. Baskı ortamı sebebiyle bir çok arkadaşın evini, okulunu bırakmak ve bazılarının da yurtdışına çıkmak zorunda kaldığı dönemlerdi. Türkiye’nin içinden geçtiği, insanların bir araya gelmeye çekindiği bu zor süreçte İzmirli arkadaşlar olarak memleketin ve ümmetin derdiyle dertlenmenin derdiyle kitap okumalarına yoğunlaştık. Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Cemil Meriç ve İsmet Abi (Özel) okumalarıyla birlikte İslam coğrafyasından Ali Şeriati, Mevdudi, Seyyid Kutup ve diğerleriyle devam ettik.
Okumak ve düşünmek beraberinde varolan problemleri daha iyi görmemizi ve bu problemlere de önerilerde bulunma ve çözüm bulmamızı gerektiriyordu. Bu da bizim ürettiklerimizle yani yazarak, çizerek mümkün olabilecekti. Bu dönemde birçok siyasi ve edebiyat dergisi vardı ve bunlara katkı verdik. Bu sonraları İzmir’de kendi dergilerimizi çıkarma noktasına getirdi bizi. Şimdiye kadar yapılmamış, düşünülmemiş bir şey yapmak istedik ve baskı yönetimlerine karşı toplumsal muhalefeti dillendirmenin gereği bir mizah dergisi çıkarmanın gerektiğine kanaat getirdik.
Mizahın gücüyle gençlere ve kitlelere ulaşmak istedik
Mizahın dili yumuşak gibi görünse de aslında çok serttir. Baskı yönetimlerinde ve devletlerde halkların isyanının güçlü sesidir. 1990 yılında İzmirli öğrenci arkadaşlarla FİT Dergisini çıkarmaya karar verdik. Üç kişilik yayın kuruluyla çalışmalara başladık ve daha sonra mizah dergilerindeki diğer çizer ve yazarların da katılımıyla ekibimiz çoğaldı. Ve profesyonel bir dergiye dönüştük.
12 Eylül Darbe sonrasında özgürlüklerin katledildiği süreçte özellikle de üniversitelerde başörtüsü yasağı uygulamalarına karşı direnişin ifadesiydik. Her sayımızda bu konuyu işledik ve kapaklar yaptık. Bu çalışmalarımız büyük ilgi görürken aynı zamanda dünyamızda ve özellikle de İslam coğrafyasındaki gelişmeleri de çok yakından takip ederek, ümmetin sorunlarına kayıtsız kalamayacağımızı ifade ettik. Cezayir’de seçilmiş hükümetin olan İslami Selamet Cephesinin darbeyle devrilişine karşı sert muhalefet, Filistin intifadasına verdiğimiz destek, en çok işlediğimiz konulardı. FİT mizah dergisi olarak iç ve dış siyasete yoğun ilgimiz sol rakiplerimizce şaşkınlıkla karşılanıyordu. Bu alışılagelen mizah dergiciliğinden öte bir şeydi.
İzmir Güzel Sanatlar Fakültesi Türkiye’de mizah dergilerinin bir çoğunu, çizer bakımından besleyen önemli bir mektepti. Çok sayıda çizer yetiştirmiştir. Bu arada camiamızda bir mizah dergisi konseptine uygun nitelikte çizer ve karikatüristlerin olmadığını fark ettik. Biz de dergi olarak bu karikatürist arkadaşlarla iletişime geçerek bundan faydalandık. FİT, kendisini “İslamcı” olarak tanımlayan ilk ve son mizah dergisidir.
İsmail Dursun
Kitaba ulaşabilmek için kendi kitabevimizi açtık
1984 yılında üniversite için geldim İzmir’e. 86-87 yıllarında arkadaşlarımızla tanışmaya ve bir ortamımız oluşmaya başladı. Bilincimiz yavaş yavaş gelişiyordu. Üniversitede kültürel ağırlıklı çalışmalar yapıyorduk. Arkadaş çevremiz, her konuda oturup konuşabilen, ‘şucu bucu’ diye ayrılmayan insanlardan oluşuyordu. Her şeyi bir tarafa bırakıp Müslüman kimliği ile ümmetçi bakış açısıyla bir araya geliyorduk.
İstanbul’dan kitap taşıdım
Arkadaş grubumuzun diğer çevrelerden ayrılan en büyük özelliği ise kitap okumak ve okuduğumuz kitaplar çerçevesinde tartışmaktı. Ancak İzmir’de kitaba ulaşmak zordu. İslami yayınları bulmak pek mümkün olmuyordu. İstanbul’a geldiğimde arkadaşlar kitap siparişi veriyor, ben de bavulları doldurup geri dönüyordum. Kolilerle kitap getirmeye başladım. Sonra baktık böyle olmayacak, bunu kurumsal bir yapıya çevirmeye karar verdik. Kitapçılık yapmaya başladık. Birlik Dağıtım koyduk ismini. Amacımız kar etmek değildi. Neredeyse aldığımız fiyatlara bu işe başladık. Önce kitabevi açmayı düşünmüyorduk ama bu şekilde de yürümedi. Konak’ta, üst katlarda ofisi olan bir arkadaşımız “Gelin burada kitapçı açın” diye teklif edince orayı kitabevine çevirdik. Hem kitap satıyor, hem de orada toplanıyorduk. Daha sonra kitapçıyı biraz daha ayaküstü bir yere taşıdık. Kitap satışlarımız çok iyiydi. İstanbul’daki hareketliliği İzmir’e taşımış gibi olmuştuk.
En popüler dergiden daha fazla satıyorduk
O arada dergi işine de girdik. Edebiyat dergisi çıkarma isteğimiz vardı. Mizah dergisi fikri ortaya çıkınca bir sene FİT dergisini çıkardık. 11 sayı. İkinci sayıda tirajımız 15 bine, üçüncü sayıda 22 bine çıktı. O zamanın en popüler dergisi Mektup’tu ve 17 bin satıyordu. Tirajımız iyiydi fakat tecrübe eksikliğinden kaynaklanan sıkıntılar yaşadık ve ticari olarak işi götüremedik. Dergi kapanmak zorunda kaldı. Daha sonra tecrübesizliğin getirdiği sıkıntılardan dolayı, kitabevini de devrettim. 1991 yılında kitap ve yayın işinden tamamen çekildim. 93 yılından sonra üniversitede etkinliğimiz azaldı. Eski toparlayıcılık yok. Herkes meşrebine ayrıldı. Bizim arkadaşlıklarımız devam ediyor. Hala görüşüp, konuşuyor, tartışıyoruz.
Serdar Kolbaşı:
Bahattin Abi hep yanımızdaydı
Ben Erzurumluyum. İzmir Dokuz Eylül Elektronik Mühendisliği bölümünü kazanınca İzmir’e geldim. Bahattin Yıldız’la o Erzurum’dayken tanışmıştım. Bu sefer İzmir’de bir araya gelmiştik. Üniversite çevresinde aynı İslami duyarlılığa sahip, inancını ve düşüncesini hayatına hakim kılmak isteyen insanlarla doğal bir süreçte tanıştık. O zaman Ege ve Dokuz Eylül üniversitelerinin bölümleri Bornova’daki aynı kampüs içindeydi. Ege Üniversitesi yoğun olarak sol görüşlüydü. İslami duyarlılığa sahip insanlar bilinir olmaktan korkuyordu. 80 darbesi sonrası olduğu için askeri dönemin ağırlığını, baskısını, üniversitelerde YÖK vasıtasıyla hissediyordunuz.
İnandığımızı yaşamak istiyorduk
Arkadaşlarla neler yapmamız gerektiğini konuşurduk. En önemli şey görünür olmaktı. Bizi Müslüman Gençlik olarak tanırlardı. İlk olarak başörtüsü eylemlerini gerçekleştirdik. Dokuz Eylül Üniversitesi’nin rektörlüğünün merdivenlerinde oturma eylemi başlattık. İzmir içinde yürüyüşler yaptık. Okul içinde pankartlar astık. O zamana kadar üniversite içinde mescid açmak kimsenin aklına gelmemişti. Üniversitenin içinde mescid açtık. Solcularla ciddi şekilde mücadele ettik. Müslüman Gençlik olarak tüm bunları yaparken amacımız, eylemlerimiz, sergilerimiz, çalışmalarımızla, neye inanıyorsak onu yaşamaya ve göstermeye çalışmaktı. O zaman Konak Meydanı sadece solculara ait bir mekan gibiydi. Meydanda büyük kartpostal sergileri açılırdı. Tayyip Saraç arkadaşımız da gider, orada kartpostal sergileri açıp İslami marşlar çalardı.
Tamamen kendi düşünceleriyle, özgür İslami düşüncesiyle bir araya gelmiş, mücadele veren insanlardık. Ne bir grubun, ne bir tarikatın ne de bir cemaatin bireyleri değildik. Bu bağlantısızlık bizi çok daha güçlü kılıyordu. Kimseden emir almıyorduk. Tamamen eylemlerimizi, düşüncelerimizi, sohbetlerimizi kendimiz bir araya gelerek gerçekleştiriyorduk. Bahattin Abi de hep bizimle birlikteydi. Sohbetlerimizde hep Bahattin Abi de olurdu. Onunla istişare ederdik. Müslüman Gençlik hareketi 90’larda da devam etti. Sonra etkinliği azaldı. Fakat bizim arkadaşlarımızla olan geçmişteki birlikteliğimiz devam ediyor.