İstanbul ‘Hür Araplar’ın başkenti

Cemal Kaşıkçı cinayeti, dünya medyasının dikkatini uzun zamandır İstanbul’a kilitlemiş durumda. Ülkesindeki baskı ortamından kaçarak yurtdışına sığınan Kaşıkçı’nın ev alıp yaşamayı düşündüğü şehrin İstanbul olması tesadüf değil. Cemal Kaşıkçı figürü, İstanbul’da iki milyona yaklaşan Arap nüfusun sosyolojik yapısına dair ciddi ipuçları barındırıyor. Özgür düşünmeyi seven, kapasite sahibi ve üretken beyinler Kahire’den, Şam’dan, Bağdat’tan, Sana’dan, Trablus’dan hatta Kaşıkçı örneğinde olduğu gibi Riyad’dan yola çıkıyor ve yaşamak için rotayı İstanbul’a çeviriyor. İstanbul, bir mıknatıs gibi özgür Arap aklını kendisine çekiyor. İstanbul “Özgür Arap aklının başkenti” unvanını bugün fazlasıyla hak ediyor. Yaşamak için İstanbul’u tercih eden, “Özgür Arap aklını” temsil eden Arap aydınlarına “Niçin İstanbul?” sorusunu sorduk ve şehrin keşfedilmeyi bekleyen yeni yüzüne ışık tutmaya çalıştık.

Dr. Amr Derrac – Mısır Araştırmalar Enstitüsü Başkanı

Bilgi paylaşımının merkezi oldu

İstanbul’a yirmi sene boyunca gerek turistik gerekse iş amacıyla çok kereler gelmişliğim oldu fakat yerleşmek amacıyla İstanbul’a gelişim 2014 yılının Eylül ayında gerçekleşti. Nedenine gelince burada Mısır Araştırmalar Enstitüsü’nü kurdum. Enstitü 2014 yılından bu yana İstanbul’da siyasi, stratejik ve sosyal konulara odaklı bir şekilde faaliyetlerine devam ediyor. Böyle bir enstitü için neden İstanbul’u seçtiğimizi soracak olursanız yakın coğrafyamızda bu tür entelektüel faaliyetler için en uygun yerin İstanbul olduğunu düşündük. Bunun birçok sebebi var. En başta gelen sebebi zikredecek olursak elbette bu tür faaliyetler için olmazsa olmaz sayılacak özgürlük ortamının İstanbul’da mevcut olmasını söyleyebilirim. İkinci sebebe gelince. Evet, daha ziyade kendi ülkemiz Mısır üzerine yoğunlaşan bir kurumuz ancak bölgemizde yaşananlar da bizim ilgi alanımız içerisinde. Bölgede yaşananları en sağlıklı biçimde takip edeceğimiz yer yine İstanbul. Zira şehre baktığınızda pek çok Arap ülkesinden gelen külliyetli sayıda entelektüelin benzer kurumları faaliyete geçirdiğini görüyoruz. Bizim öncelikli olarak kendi ülkemiz Mısır’ı dert edindiğimiz gibi Suriye’yi, Libya’yı, Yemen’i dert edinen kurumlar bunlar. Bütün bu kurumların İstanbul’da üslenmiş olması büyük bir tecrübe ve bilgi paylaşımını da beraberinde getiriyor.

Ortak aklı toplayan mıknatıs

Haritaya baktığınızda Libya ile Yemen arasındaki mesafenin ne kadar uzak olduğunu görebilirsiniz. İstanbul, bu anlamda Arap aklını, Arap entelijansiyasını bir araya toplayan bir mıknatıs işlevi görüyor ve bu bizim işimizi oldukça kolaylaştırıyor. Arap aklı dedik, doğrudur fakat sadece Arap dünyasını değil tüm coğrafyayı, mesela Türkiye’yi de yakından takip ediyoruz. Nitekim İstanbul’u tercih edişimizin üçüncü sebebi konuyla alakalı. Türkiye’deki benzer kurumlarla işbirliği yapmayı önemsiyoruz. Bu, her iki tarafa olumlu katkılar sağlıyor. Birlikte programlar, oturumlar gerçekleştiriyor, ortak araştırmalara imza atıyoruz. Ortak araştırmaların konusu gerek Türkiye, gerekse Arap dünyasından herhangi bir ülke olabiliyor. Örnek olarak SETA ile birlikte yaptığımız çalışmaları verebilirim. 2016 yılındaki FETÖ darbe girişimi dâhil pek çok konuda SETA ile birlikte ortak programlar gerçekleştirdik, ortak araştırmalara imza attık. Son aylarda yaşanan Türk lirasının değer kaybını birlikte ele aldık, masaya yatırdık. Bütün bu faaliyetleri İstanbul’u merkez seçmeye borçluyuz. İstanbul’da bulunmak bize her anlamda olumlu pek çok katkıda bulundu, bulunmaya devam ediyor. Bizim İstanbul’da bulunmamız Arap dünyasına da olumlu kazanımlar sağlıyor. Yaptığımız çalışmaları, organize ettiğimiz atölye çalışmalarını, hazırladığımız raporları internet sitemizden paylaştığımız zaman özgürlüğe susamış toplumun bunları adeta içtiğine tanık oluyoruz. Sadece kendi kurumumuz açısından konuşmuyorum. Arap kardeşlerimize ait diğer kurumların çalışmaları da aynı şekilde kendi toplumları tarafından dikkatle takip ediliyor. Mısır’da olsak, Yemen’de, Libya’da olsak bu derece etki yapabilmemiz mümkün değil. Zira bu tür faaliyetleri yapacak ortamları oralarda asla bulamayacağız. İstanbul’un Arap dünyası için ifade ettiği anlamı bir de buradan okumak gerekiyor.

Samir Hafez – Uluslararası Arap Akademisyenleri Derneği Onursal Başkanı

Buraya gelen kendisini vatanında hissediyor

Bugün İslam ve Arap âleminde herkesin kalbinde İstanbul yatar. Çünkü İstanbul İslam tarihinde çok büyük ağırlığı olan bir şehir. Bugün, bilhassa son on – on beş yılda İstanbul’un Türkiye’nin büyük bir sembolü olduğunu herkes fark etti. İstanbul’da her türlü kültürün yaşayabileceğinin de farkına varıldı. Hatta herkes İstanbul’un bir dünya, bir İslam merkezi olmasını istiyor. Bunun için uğraşanlar da çok. Elbette Mekke ve Medine’nin bizim için ayrı bir yeri var ama İslam halkı o bölgelerden çok uzaklaştırıldı. Son olay da üstüne tüy dikti ve çok büyük şeyler kaybedildi. Müslümanlar ve bilhassa Araplar Türkiye’nin güçlü olmasından hoşlanırlar. Zayıf bir Türkiye’yi istemezler. O nedenle Türkiye güçlendiğinde herkes buraya yöneldi. Türkiye herkese kapılarını açtı. Mısır’da zulümden kaçanların tek düşündüğü yer artık İstanbul. Yemen’deki sıkıntılardan, Irak’tan kaçanların geldiği yer İstanbul. Suriye’yi zaten söylemeye gerek yok. Suriye’nin gerçek yarısı Türkiye’de. Gerçek yarısı diyorum çünkü Suriye’nin kuruluşundan bu yana, 1947’den bu yana bütün cumhurbaşkanlarının kökenleri Türk’tür. Soyadları da Türkçedir. Şükrü Kuvvetli, Hüsnü el Zaim, Haşim Atasi, Edip Çiçekli. Bunlar Türkçe. Onun için İstanbul bir hedef oldu. Bu gücü de gördükleri için herkes burada yerleşmek istiyor. Çünkü ötekileştirilmeyecekleri bir ülke. Mısır 1950’lere kadar liderliğini korudu ama son zamanda Mısırlıların elinde olmayan bir ülke oldu. Ama Türkiye bilhassa İstanbul artık merkez. İstanbul’daki Arapların resmi olmayan sayısı 2 milyona yaklaştı. Burada ötekileştirilmedikleri için ve tarihten gelen bağlar nedeniyle İstanbul’a geliyorlar. Bazı arkadaşlarımız Amerika, İngiltere, Fransa gibi ülkelerde okudu. Suriye olayları olunca o ülkelere gittiler ancak içleri rahat değil. Hep “İstanbul’a yerleşmek istiyoruz nasıl gelebiliriz” diyorlar. Türkiye bu kadar yabancıyı bir anda ağırlamaya hazır değil ama hiç rahatsız da olmadı. Fransa, Almanya 18 bin kişiyle sallandı. Avrupa 1 milyon kişi için neredeyse birbirine girecekti. Biz (Türkiye) kapılarımızı çok rahat açtık ve uyum içindeyiz. Onun için inanın, Amerika, Fransa ya da İngiltere’den İstanbul’a gelip yaşamaya başlayan en az 100 kişiden kendilerini vatanlarında gibi, vatanlarına geri dönmüş gibi hissettiklerini duydum.

Yasir Neccar – Suriye Kurtuluş Hükümeti İskân Bakanı / İdlib Üniversitesi Öğretim Üyesi

Türk toplumuyla kaynaşmak istiyoruz

İstanbul çok büyük bir şehir ve hatırı sayılır miktarda Arap mülteci barındırıyor. Arap coğrafyasının durumu malum, perişan vaziyette. Bu nedenle pek çok Arap ülkelerini terk etmek durumunda kaldı. Sayıca bakıldığında Suriyelilerin başı çektiğini görüyoruz. Elimizde net bir rakam yok ancak 750 bin ila 1 milyon civarında Suriyelinin İstanbul’da yaşadığını söylemek mümkün. Kardeş Arap ülkelerinden, Mısır, Libya, Yemen, Filistin hatta son zamanlarda siyasi mülahazalar nedeniyle Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelenler de ciddi bir yekûn oluşturuyor. Sayıca az olmak kaydıyla Suudi Arabistan’dan da bir grup insan ikamet için İstanbul’u tercih etmiş görünüyor. Nitekim rahmetli Cemal Kaşıkçı da bunlardan birisiydi. Türkiye turistik bir ülke olması hasebiyle zaten Arap coğrafyasının ayrıca ilgi odağı. Fakat yerleşmek için Türkiye’nin, özellikle İstanbul’un seçilmesi ayrıca dikkate değer. Tabii burada hem Türk, hem de şehirde ciddi bir nüfus oluşturan Arap toplumunu daha da yakınlaştıracak adımların atılması gerektiğinin altını çizmek lazım.

Geleceklerini Türkiye’de görüyorlar

Türkiye’nin bilhassa son 3-4 yıldır ülkeye yerleşen Arap nüfusa dönük bir strateji geliştirdiğine tanık oluyor ve bunu destekliyoruz. Çünkü buraya yerleşen Araplara bakıldığında davranış biçimlerinin bir Türk vatandaşından farklı olmadığını, kendilerini evlerinde hissettiklerini gözlemliyoruz. İş kuruyorlar, ev satın alıyorlar. Yatırım yapmak suretiyle geleceklerini Türkiye’de gördüklerini böylece ilan etmiş oluyorlar. Türk toplumu için bir sorun, bir kriz oluşturmak istemiyorlar, bilakis katkı vermeyi tercih ediyorlar. Bu durum Türk toplumuyla kaynaşma çabasını da beraberinde getiriyor. Toplumsal kaynaşma noktasında Türk hükümeti oldukça başarılı adımlar attı. Bana kalırsa, en başarılı adımı eğitim konusunda gerçekleştirdi. Suriyeli çocuklara eğitim veren okullar ve derslikler açıldı. Türkiye bu okulları başıboş bırakmadı, müfredat konusunda da oldukça başarılı oldu. Bugün bakıldığında Türk okullarında, Türk arkadaşlarıyla eğitim gören küçücük çocukların anne babalarına tercümanlık yaptığını, kendi ailesinin Türk sosyal yapısına uyum göstermesinde büyük roller ifa ettiğini görüyoruz. Bu çocuklar bedenlerinden büyük işlere soyunmuş durumda. Arap kültürüyle Türk kültürü arasında bir elçi, bir köprü görevini yetine getiriyorlar. Bu çocukların gerek dil öğrenme, gerekse okul ve çevredeki Türk kültürüne adapte olmaya başlaması toplumsal kaynaşmanın çimento unsuru olmalarını sağlıyor. Türk toplumunda Suriyelilere karşı oluşan önyargıların kırılmasında büyük rol oynuyor. Bu anlamda üniversitelerin oynadığı rolü de önemsiyorum. Arapça da üniversiteye “el camiatu” denir. Niçin böyle denir? Çünkü üniversite dediğimiz kurum farklı kültürleri bir havzada cem eder, toplar, bir araya getirir. Farklı görüşleri, farklı yaklaşımları bir potada eritir. Türkiye’nin ilköğretim düzeyinden üniversite seviyesine dek Suriyeli çocuklar ve gençler için uyguladığı sistemin çok başarılı ve verimli olduğunu düşünüyorum.

Suriyeliler Türkçe öğrenmeli

Başka bir önemli konu da belediyeler yoluyla Suriyeli ailelerin sorunlarıyla ilgilenilmesi. İstanbul’da bu konuda çok güzel örneklere tanık oluyoruz. Bilhassa kış ayları geldiğinde, ihtiyaçlar baş gösterdiğinde güzel çalışmalar yapılıyor. Fakat burada çocukların okulda aldığına benzer bir sistem geliştirilebilir. Arap dernek ve vakıflarıyla ortak bazı programlar düzenlemek suretiyle çocuklar ve gençlerde sağlanan o başarı düzeyine bir nebze de olsa yaklaşmak mümkün olabilir. Toplumsal kaynaşma dediğimizde sadece çocukları değil, anne babaları da hesaba katmak gerekiyor. Türk toplumu içerisinde kendi başlarına, kendi ihtiyaçlarını görecek seviyeye gelmeleri bile bir başarı olacaktır. Çok şükür bugün İstanbul’da yaşayan bir Arap hangi kuruma giderse gitsin, hastane veya herhangi bir kamu kurumunda çok rahatlıkla kendisine yardım edecek bir görevli buluyor. Bu, Türk hükümetinin duyarlı tavrını yansıtıyor. Ancak Suriyeli yetişkinlerin de günlük hayatlarında ayakta duracak derecede Türkçe öğrenmelerini sağlamak gerekiyor.

Dr. Said Sabbag – Nükleer Fizik Uzmanı / İTÜ Öğretim Üyesi

Arap entelijansiyasının sinerjisi değerlendirilmeli

Arap entelijansiyası niçin İstanbul’u tercih ediyor sorusunun cevabı çok basit. Çünkü Türkler de İstanbul’u tercih ediyor. Türkiye nüfusunun neredeyse dörtte birini barındıran bir şehirden bahsediyoruz. Her açıdan, ekonomi, eğitim, bilim, İstanbul sadece Türkiye’nin değil coğrafyanın kalbi durumunda. Kendi ülkelerinde rahat edemeyen Arapların İstanbul’u tercih etmelerini bu açıdan gayet doğal buluyorum. İyi eğitim almış bir Arap başka hangi şehirde kendi vasıflarına uygun bir iş imkânı bulabilir? Kendimden örnek vereyim. Bir nükleer fizik uzmanı olarak İstanbul’a gelmeden önce bir müddet İskenderun, Mersin ve Adana’da ikamet ettim. Fakat kendi vasıflarıma uygun bir çalışma imkânı bulamadım. Bu nedenle İstanbul’a yerleşmek durumunda kaldım. Bu aslında Türkiye açısından büyük bir fırsatı ifade ediyor. Düşünüyorum da bu kadar vasıflı Arap nüfusunun aynı şehirde bulunması herhangi bir fayda açısından mobilize olmayı son derece kolaylaştırıyor. Bunu değerlendirmek lazım. Türk hükümetinin Türk toplumuyla Arap toplumu arasındaki ilişkiler açısından elinde hazır bir imkân mevcut şu anda. Arap dünyasının önemli iş adamları, önemli bilim adamları, siyaset ve sanat dünyasını temsil eden pek çok değer bugün artık İstanbul’da ikamet ediyor. Bunlardan çıkacak sinerjiyi bir düşünmek lazım. Bu insanlara gereken önem verilir, doğru bir şekilde kanalize edilirse inanılmaz bir güç ele geçirilmiş olacak. Bu noktada elbette güzel işler yapılıyor. Ancak kaçan pek çok fırsatın olduğunu da görmek gerekiyor. Benim tanıdığım nice değer gerekli ilgiyi göremediği için Avrupa’ya, Amerika’ya kapağı attı. Çünkü oralardan müthiş bir talep var. Değer ifade eden insanlar, burada ilgi görmeyince ister istemez o taleplere meyil edebiliyor. Bunun önüne geçmemiz, burada kalmalarını sağlayacak ortamları oluşturmamız öncelikli konu bence.

En büyük engel dil

Öncelikli bir diğer konu, gerek Arapların gerekse Türklerin dil konusunda tembelliği artık bir kenara bırakması. İki toplumun entegrasyonu konusunda en büyük engeli dil teşkil ediyor. Araplar, Türkçe öğrenme konusunda daha gayretli olmalı. Türkler de karşılıklı ilgi ve anlayışı teşvik babında Arapça öğrenmeye istek duymalı. Şahsen ben üniversitede benimle Türkçe konuşulması veya Arapça konuşulmasını tercih ederim. Fakat burada ortak dilimiz İngilizce. Bilimsel açıdan İngilizceyi kullanmayı sıkıntı etmiyorum. Fakat bütün günümüzü geçirdiğiniz bir ortamda niçin buradaki arkadaşlarla kendi dilimizde iletişim kurmayalım? Buna engel mi var? Bu hem daha sıcak, daha sıkı bağlar kurulmasını sağlar. Aramızdaki bağların daha sıkı olması lazım bence.

Prof. Üsame Hamavi – İlahiyatçı

Buradaki bir yıl başka yerdeki 5 yıla bedel

Araplar açısından İstanbul’un önemini konuşacak olursak bu bence başlı başına bir konferans konusu olabilir. İstanbul, gerek Arap gerekse İslam dünyası açısından her zaman önemliydi, son yıllarda bu önem çok daha arttı. İstanbul, kendisini özgür hissetmek isteyen herkese kucak açan güvenli bir şehir. Herhangi Arap ülkesinden gelen birisi olarak burada istediğiniz sanatı icra edebilir, istediğiniz bilimsel projeyi yönetebilir, istediğiniz ticareti yapabilirsiniz. İstanbul, tıpkı Osmanlı imparatorluğu zamanlarında olduğu gibi bugün Arap kültürünün, İslam medeniyetinin başkenti haline gelmiştir. Genel itibariyle Türkiye, özel olarak İstanbul sadece kendi insanına değil bizlere de imkânlarını sunmuş durumdadır. Bana kalırsa burada geçirilen bir sene, beş senelik bir ilerlemeye tekabül etmektedir. Çünkü dünyadaki gelişmeleri yakından takip eden, değişime ve ilerlemeye açık bir dünya şehrinden bahsediyoruz. Burada müthiş bir etkileşim var. Her sene yaklaşık 10 bin Türk Arapça öğreniyor. Bunda birinci sebep, İstanbul’da çok sayıda Arabın olması. İkinci sebep ise hükümetin Araplara, Arap dünyasına sıcak bir siyaset izlemesi bence. Şahsen bir eğitimci olarak Türk gençlerinin Arapçaya duyduğu ilgiden son derece memnun olduğumu söyleyebilirim. Önümüzdeki on sene içerisinde Türklerin içinde Arapça bilenlerin ciddi bir orana çıkacağını düşünüyorum. Bu durumun Türkiye’yi olumlu anlamda etkileyeceğine, bölgede lider ülke konumunu pekiştireceğine inanıyorum.

Ragda Zeyn – Araştırmacı / Akademisyen

Komşularımla Kur’an okuyoruz

İstanbul’da çeşitli ülkelerden gelen Araplara ait pek çok STK ve televizyon kanalı mevcut. Zaman zaman televizyonlardaki programlara katılıyorum. Burada aynı zamanda Arap-Türk karışık gruplara konferans veriyorum. Beni dinlemeye Arapça bilen Türkler geliyor. Bu çok sevindirici. Türk komşularımla son derece güzel ilişkilere sahibim. Eyüp semtinde oturuyorum. Komşularımla toplanıp Kur’an okuyoruz. Onlardan Türkçe öğrenmeye gayret ediyorum. İstanbul’un benim hayatımda özel bir yeri var. Burada, bu güzel milletin içinde kendimizi onarma, yaralarımızı sarma fırsatı bulduk. Arap ülkelerinden gelen özgür düşünceye sahip insanlar İstanbul’da kendilerine uygun faaliyet alanları buldular. Burada çok güzel çalışmalara imza attılar. Ancak hala yapılması gereken çok şey var. Çok çalışmamız gerekiyor. İstanbul bize özgür düşünme, düşündüklerimizi özgür bir şekilde hayata geçirme fırsatı sundu. Bu fırsatı iyi değerlendirmek lazım. Türk kardeşlerimizle ortak platformlarda bir araya gelmeyi, bilgi ve birikim noktasında birbirimizi takviye etmeyi bir şekilde başarmalıyız. Bu konuda yeteri kadar iyi değiliz maalesef. İstanbul’daki Arap toplumuna bu konuda eleştiri yöneltmek istiyorum. Hâlihazırda burada bir Arap medyasının bulunması, STK’ların her gün çeşitli etkinlikler yapması kapalı bir toplum olarak kendileriyle yetinmelerine neden oluyor. Bunu aşmalı, Türk kardeşlerimizle ortak programlarda, ortak etkinliklerde bir araya gelmeye daha fazla gayret etmeliyiz.

Kasım Eşmer – Sinemacı

Bu güzel şehir geleni örselemiyor

Ülkemdeki savaşın sert dalgaları beni toprağımdan çok da uzak olmayan bir yere taşıdı. Sadece coğrafi yakınlıktan değil, aynı zamanda kültürel yakınlıktan bahsediyorum. Eğer kendi toprağını terk etmiş bir Arap iseniz ister istemez kendi kimliğinize, dininize, kültürünüze ve Araplığınıza daha sıkı tutunmak istiyorsunuz. Bunu da sanırım ancak İstanbul’da bu denli başarmak mümkün. Bu güzel şehir geleni örselemiyor, olduğu gibi kabulleniyor. İstanbul’un her sokağı insana bir aşinalık veriyor. Geçmişe doğru nostaljik bir yolculuk yaşatıyor. Kaybettiğinizi sandığınız kendi köklerinizi yeniden buluyor ve sımsıkı tutunuyorsunuz. İstanbul, imparatorların, imparatorlukların şehri. Roma’nın, Bizans’ın ve elbet özlemle anılan Osmanlıların. İstanbul’un son zamanlarda Arap medyası için şefkatli bir ana kucağına dönüşmesini belki de bu durum açıklıyor. İmparatorlukların şehri demek bin bir çeşit kültürün buluşma noktası demek aynı zamanda. Sinema sektöründeki birisi olarak yaratıcı fikirlere ebelik yapan bereketli bir vadiye geldiğimi düşünüyorum. Ortak bir tarihi paylaştığım güzel insanların şehrindeyim. Arap mozaiği bugün sadece İstanbul’da değil Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış durumda. Belki dilleri ev sahiplerinin dilinden farklı ama gönülleri herdaim bir. İşte bu yüzden burada, bu güzel şehirde, bu güzel ülkede kendilerini bir yabancı gibi hissetmiyorlar. Dün dedeleri omuz omuza aynı ülkenin bayrağı altında, aynı cepheye doğru yürüyenler bugün aynı yollarda yine omuz omuza yürüyor. Ne mutlu bize!…

Benzer konular