Geçen hafta yayınlanan 849. sayımızda, Abdülmecit Yücel isminde koca yürekli bir dava adamının hikâyesini anlatmıştık. Çocuğunu doğururken şehit olmuş eşini morga, yeni doğan bebeğini de yengesine emanet ederek Refah Partisi teşkilatında nöbet tutmaya giden bir yiğit adamdı Yücel. Tıpkı Abdülmecit Yücel gibi, davasını kendi hayatının üstünde tutan bu insanların çoğu milletine, memleketine hizmet etmeyi görev bilirken, ümmetin derdiyle dertlenmeyi de ihmal etmezdi. Şimdilerde yoğun saldırılarla itibarsızlaştırılmaya çalışılan İslamcılar, işte böyle bir geçmişe sahip.
Bazen kişiler, bazen de kurumlar üzerinden İslamcıları itibarsızlaştırma saldırıları gün geçtikçe artıyor. FETÖ, PKK, DEAŞ gibi açık düşmanlarla savaşırken, İslamcılar da bu yapıların yanında bir “düşman” gibi dillendiriliyor. İslamcıları hedefe koyanların derdinin ne olduğu merak konusu. Ancak Türkiye’nin geldiği noktada, İslamcıların ne derece fedakârlıklar yaptığını göremeyecek kadar sığlar.
Müteahhitlikten teröristliğe uzanan ithamlar
İslamcılık tartışmaları, MİT krizi sonrasında Ali Bulaç ve Mümtazer Türköne’nin FETÖ’nün yayın organı Zaman gazetesinde yazdığı yazılarıyla gündemimize girmişti en son. Belli bir kasıtla yürütülen tartışmalar, İslamcıları “şimdinin müteahhitleri” konumuna getirip bırakmış, 17-25 Aralık operasyonlarıyla da “hırsızlık” yaftası yapıştırmıştı. FETÖ’nün ardından bayrağı devralanlar, İslamcıları terörist mesabesine eşitlemekle övüne dursun, böyle bir tartışmanın kime ne yararı dokunacağını, kendini genel anlamda “İslamcı” olarak tanıtan yazarlara sorduk.
Vicdanları rahatsız edeceği için İslamcılardan hoşlanılmadığını söyleyen Aydın Ünal, “Her an ceketini alıp gitmeye hazır olan birini neyle korkutacaksınız” diyerek İslamcıları tasfiye meraklarının beyhude bir çaba olduğunu ifade ediyor. İslam’a, geçmişe, değerlerimize saldıramayan, İslamcılara saldırıyor diyen Kazım Sağlam ise mert olmalarını, neyle dertleri varsa onu söylemelerini istiyor.
İslamcıları hedefe koymak Erdoğan’a kötülüktür
Cevat Özkaya, “Kendi tabanı durumunda olan insanların, siyasi iktidardan düşüldüğü zaman asla ve asla arkasında durmayacak birileri tarafından devre dışına çıkarılmasını kabul eder pozisyonda olmak, iktidar için sıkıntılı bir durumdur” diyerek uyarılarda bulunuyor. Ahmet Taşgetiren ise “İslamcıları hedefe koymak, Tayyip Erdoğan’a yapılacak en büyük kötülüktür” diyor. Abdülaziz Tantik, İslamcıları itibarsızlaştırma kampanyalarının, İslamcılığı meşru zemininden uzaklaştırıp üzerinde şaibe oluşturarak, hiç kimsenin İslamcılığı savunacak gücünün kalmamasını sağlamak için yapıldığını söylüyor. Bir nevi İslamcılığı marjinal, radikal, hatta DEAŞ’le benzer gösterip, Amerika’nın ve liberalizmin istediği ılımlı İslam’a mecbur etmeye çalışıyorlar diyor Hamza Türkmen de.
Terörle mücadele için gazileri dövmek nasıl hoş karşılanmazsa, bu insanların da hoş karşılanmayacağını söyleyen Eyüp Gökhan Özekin, 90’lı yıllara benzetme yoluyla günümüzdeki saldırılara ışık tutuyor. Kemal Öztürk ise İslamcılara yönelik tartışmaların hiçbir derinlik taşımadığını vurguluyor.
Oyunları bozulduğu için rahatsızlar
Aydın Ünal
“İslamcı” kavramı uzun yıllardır tartışılıyor, konuşuluyor ancak bu kavramın manası ve çerçevesi üzerinde henüz bir ittifak sağlanmış değil. Yapılan teorik tartışmaların ve kavramın tarih içindeki seyrinin ötesinde, 1980 sonrasında “İslamcı” kavramı bir kimlik tanımlama ihtiyacını karşılamak amacıyla kullanıldı. Kendisini “sağcı”, “solcu”, “liberal” vs. gibi kavramlarla tanımlayamayan, siyasi parti mensubiyetlerini ve siyasi tercihlerini kendilerini tanımlamakta yetersiz gören, “Müslüman” tanımlamasını da diğerlerini, sanki onlar Müslüman değilmiş gibi inciteceği için kullanmaktan sakınan; muhafazakâr, mütedeyyin, ümmet bilincine sahip, toplum ortalamasının üzerinde dini hassasiyeti olan kişiler, kimliklerini ifade etmek için “İslamcı” kavramını kullandılar ve kullanıyorlar.
Kavramın bu pratik kullanımı bağlamında bakıldığında, “İslamcı”, her koşul altında Hakk’ı savunan, yanlışa yanlış diyen, haksızlık karşısında eğilmeyen, ilkelerini esnetmeyen, Kur’an ve Sünnet başta olmak üzere temel referanslarının çizdiği sınırların dışına çıkmayan, haramı helal, helali de haram yapmayan kişidir. İslamcı, alışkanlık ve geleneklerle yetinmeyip İslam’ı daha bilinçli şekilde yaşamaya gayret eden, hikmetin peşinde koşan, ama bunu yaparken toplumundan kopmayan, toplumunu da aşağılamayan, hiç kimseyi dışlamayan, ötelemeyen kişidir.
Bu duruşuyla İslamcı “rahatsız edici” kişidir; en başta vicdanları rahatsız eder. Aynı zamanda İslamcı oyunları, hesapları bozan kişidir. Pek tabii olarak da kendisinden hoşlanılmaz. Örneğin, Fetullahçılar İslamcılardan hiç hazzetmediler. Çünkü İslamcı ilkeler ve sınırlar çerçevesinde hareket ederken, Fetullahçı, ilke, sınır tanımadan, kaderi inkâr ederek, Allah’ın takdirini dışlayarak, hedefe ulaşmak için her yol ve yöntemi meşru gören din dışı, hatta İslam dışı bir anlayışla hareket eden kişidir. Ya da, bütün derdi para kazanmak, güç kazanmak, makam, mevki, rütbe kazanmak olan, bunları elde etmek için de her yöntemi kullanmaya hazır kişi, ilkesi ve sınırları olan İslamcıyı sevmez, ondan hazzetmez, onu kendine bir engel olarak görür.
İslamcılara yönelik son zamanlarda artan husumetin altında da böyle bir vicdan rahatsızlığı ve İslamcıları, kendi şahsi hedeflerine ulaşma önünde engel görme kaygısının yattığını düşünüyorum. İslamcılara yönelik husumetin de, onları tasfiye çabasının da son derece beyhude bir meşgale olduğunu özellikle vurgulamak isterim. Para, makam, hatta maişet gibi dünyevi şeylerle irtibatı çok zayıf olan ya da hiç olmayan birini nereden, nasıl tasfiye edeceksiniz? Her an ceketini alıp gitmeye hazır birini, Allah’ın rızasını, hesabı, ahireti her şeyin üzerinde önemli gören birisini neyle korkutacak, nasıl yeneceksiniz? İslamcıları tasfiye konusunda başarı sağladığına inanan birileri varsa, bilsinler ki, galibiyet sandıkları durum, en büyük mağlubiyettir.
Hiç umutsuz olmayacağız, yeise kapılmayacağız. Göreceksiniz, kaybedecekler. Zira kiminle, neyle uğraştıklarını dahi bilmeyecek kadar cahil, zavallılar, yani kifayetsiz muhterisler. O çok değer verdikleri şeylere hiç değer vermiyor oluşumuz daha da çıldırtıyor onları. Tıpkı Fetullahçılar gibi tökezleyip sersefil olacaklar.
Son olarak: Derdi Allah rızası olanın kaybedecek şeyi yoktur.
İslam’a saldıramayan İslamcılara saldırıyor
Kazım Sağlam
Türkiye’nin tarihiyle, coğrafyasıyla, geçmişiyle barışmasından rahatsızlık duyanlar, İslam dinine, tarihe doğrudan saldıramıyor, bunu İslamcılar üzerinden yapıyorlar. Biraz mert olsunlar, neyin karşısındaysalar, açık bir şekilde söylesinler, kamuflajlı saldırmasınlar. Eski dünya ayaklarının altından kaydı, yeni bir dünya oluşuyor. Ve bu dünyada kendilerine daha az yer bulanların rahatsızlıkları bunlar. İslamcıların iç sıkıntıları, yanlışları vardır elbette. Şu adam şu yanlışı yaptı desinler, eyvallah. Ama bunu genelleştirmek, başka rahatsızlıkların bir belirtisidir.
İslamcıların tehdit unsuru olup olmadığı, neyi tehdit gördüğünüze bağlıdır. Siz dine, diyanete bağlanmayı tehdit görüyorsanız, İslamcılar tehdittir. Yok, eğer tarihinizle, coğrafyanızla, dininizle barışırsanız, İslamcıların tehdit olması söz konusu değildir. Batılılaşma sürecinde bir takım insanlar dinle imanla memleketin idare edilmeyeceğini ileri sürdü. Doksan sene bunu yürüttüler. Doksan sene sonra gördük ki, ne kadar üstünü örterlerse örtsünler, kimse dinden kaçamaz. Din bu toplumun gerçeğidir, biz de kendi gerçeğimizi savunuyoruz. Modern dünyadaki şekliyle İslamcılar artık devlete de etki ediyor. Yeni dünyaya ayak uyduramayanlar İslamcılardan korkuyor.
İslamcılık slogana sıkışmış, hayali bir şey değildir. İslamcılığı getirip AK Parti’nin siyasetiyle özdeşleştirirseniz, o İslamcılık yara alır. İslamcılığı herkes keyfine göre tarif ediyor. İslamcılığı İslamcıların tarif etmeye hakkı var. Ben kendimi herkesten iyi bilirim çünkü. Bana göre İslamcılık bu ülkenin geleceğini düşünen, ileriye bir şey bırakmaya çalışan, ahlak, edep, adalet üzerine yürümeye çalışan insanların yapıp ettikleridir. Biz kendimizden olanın da yanlışını söyleriz. AK Parti’nin içindeki bazı yanlış adamları da rahatsız edebiliriz. O da onların problemi. Adam haksızlık yapmışsa, AK Partili diye haksızlığını gizlemeyiz, örtmeyiz, sahiplenemeyiz. Biz Müslümanız, adiliz ve hakkaniyetten yanayız. Futbol taraftarı gibi davranamayız. Siyasetin içindekilerin de bizden rahatsızlıkları bundan. Yanlışlarını yüzlerine vurduğumuz için rahatsız olanlar varsa, yanlış yapmasınlar. Kendilerini düzeltsinler biz de destekleriz. İslamcılar olarak biz rahatız, doğrunun yanındayız, yanlışın karşısındayız. Bunun adı ne olursa olsun.
Elini taşın altına koymayanlar suçlu arıyor
Cevat Özkaya
FETÖ’cülerin hem namaz kılıyor olması hem de terör yapmaları, Müslümanların itibarını düşürmeye dönük bir argüman olarak kullanılıyor. Bürokrasinin içinde de önceden güvenilir olan insanlar, sıkıntılı bir pozisyona girdi. Aynı zamanda medyada da, belli troller, belli insanlar sayesinde, önüne gelen herkesi kötüleyen, her şeyi son derece sığ bir şekilde mütalaa eden ve bunun içine İslamcıları da koyan bir dil giderek artıyor.
Bugüne kadar İslamcılar hiçbir zaman tehdit unsuru olmadı. Gasp edilmiş haklarını aradılar sadece. Bütün grupların içinde suç işleyen, hata yapan olabilir. Bu suçun şahsiliği prensibine göre değerlendirilecek bir şeydir. Kim hata yapıyorsa, kim suç işliyorsa sorumlusu odur. Bir camiayı tümden sorumlu tutamazsınız. Ama bugün İslamcılar Türkiye’de daha önceden siyasetin öznesi olan grupların doldurduğu alanı doldurmaya, en azından o alanda yer tutmaya başladı. Herhalde bir intikam hissiyle, İslamcıları tekrar bu alandan tasfiye etmeye dönük bir eğilimin olduğunu görüyoruz. Siyasi mekanizmanın bu meseleyi görmezden gelmesi veya bu meselenin önemini idrak etmemesi de ayrıca bir sorundur. Bugün İslamcıları suçlayanlar, suçu olmayanlara iftira atar gibi bir pozisyonda medyayı, bilhassa sosyal medyayı kullanarak bu tür şeyleri yapanlar, yarın siyasi iktidar bir sıkıntıya düştüğü zaman aynı usulü siyasi iktidara da yapacaklardır. Çünkü bu troller hiçbir davanın adamı değillerdir. Bunlar tamamıyla nevi şahsına münhasır ve bu memlekette asalak yaşayan insan topluluklarıdır. Bu memleketi sahiplenen insanları dışlayanlar, bu memlekette elini taşın altına koymayan adamlardır.
Kendi tabanı durumunda olan insanların, siyasi iktidardan düşüldüğü zaman asla ve asla arkasında durmayacak birileri tarafından devre dışına çıkarılmasını kabul eder pozisyonda olmak, iktidar için sıkıntılı bir durumdur. İktidar olduğunuz zaman arkanızda duran insan sayısı çoktur, çünkü nimet dağıtacak bir pozisyondasınız. Ama iktidarlar ebedi değil, mahkeme kadıya mülk değildir. Dolayısıyla iktidardan beklenen birinin tarafında olmak değil, adaleti icra etmektir. Büyük bir camiayı hukuksuzluğun muhatabı haline getiren bir takım gruplara iktidar prim veriyorsa, bu ciddi bir sorundur. Ben böyle olduğunu zannetmiyorum, bu işleri hükümetin kotardığını da zannetmiyorum, ama hükümet ve iktidar bu işte dikkatli olmak durumundadır diye düşünüyorum.
İslamcılara vurunca “Evet”ler çoğalır mı?
Ahmet Taşgetiren
“İslamcılar” üzerine spekülasyonlara başlayanlar bana sadece “Dinime dahleyleyen bari müselman olsa” deyişini hatırlatıyor. Bunların, bir referandum öncesinde güya Tayyip Bey’i savunma sadedinde devreye sokulmasını da, Tayip Bey’in tabii dünyasında ayrışmalar oluşturmak kimin işine yarar ve bunlar hangi mahfillerde üretiliyor, anlamak mümkün değil. Ben vaktiyle Erbakan Hoca’yı ve Refah Partisi’ni eleştirdim. Benim adıma da siyaset yapan bir hareket hakkında söz söyleme, kendimce doğruları ifade etme hakkım, sorumluluğum bulunduğunu düşündüm. Günü geldiğinde de “Seni seviyoruz savunan adam”ı yazdım. Tıpkı “Refah”la ilgili sorumluluk gibi, orada, hepimiz adına yargılanan Erbakan’la bütünleşmek de sorumluluktu.
“İslamcılar” diye hedefe konulanlar arasında “Ben” sayılıyorsam, açık söyleyeyim, ben siyasi hiyerarşi içinde değilim ve bendenden mutlak itaatli siyasetçi olmaz. Tayyip Erdoğan ve AK Parti konusunda da eleştirilerim oldu, olur, hatta olsun. Biz kendi dünyamızda da “Seni kılıçlarımızla düzeltiriz” gibi bir celadeti gösteremesek bile yanlış gördüğümüz noktada uyarmayı başaralım. Tayyip Bey için “Ayağına taş değmesin” diye de yazdım, ama bunun da asla yağ çekme gibi algılanmasını istemem. Çünkü bu ne Tayyip Bey’e artı getirir ne bana. Bunlar, şayet “Tayyip Bey’e sadakat ispatı” gibi algılanırsa, kendi adıma hayıflanırım. Tayyip Bey beni o halde görürse, onun da benim haysiyetim adına üzüleceğini düşünürüm.
Önümüzdeki sürecin, üstelik nevzuhur, nerede durdukları bilinmeyen adamlar tarafından herkesi biate zorlama süreci haline gelmemesi lazım. Benim “Bizim” diyeceğim düzen o değil. İslamcıları hedefe koymak, Tayyip Erdoğan’a yapılacak en büyük kötülüktür. Hatta açık söyleyeyim, yarınlarda Tayyip Erdoğan’ı avuçlarına düşürme hesabıdır. Ayrıca şu referandum öncesinde İslamcıları hedefe koymak, doğrudan “Hayır”a hizmet etmektir.
“Pek çok hacının haçı çıktı zir-i bagalde” diye bir söz var. “Zir-i bagal” koltuk altı demek. Onlara baksın herkes, ne zaman nerede durduklarına baksın, hele zihin dünyalarının alt katmanlarına baksın. Hangi kirli hesap saklanıyor orada?
İslamcılığı savunma gücümüz kalmasın istiyorlar
Abdülaziz Tantik
15 Temmuz ile birlikte ülkemizde DEAŞ ve FETÖ örgütleri üzerinden dini cemaatlere ve yapılara yönelik medyada bir saldırı başlatıldı. Bu saldırı öncelikli olarak sol yapılar tarafından dillendirildi. Modernist düşünceye sahip İslamcılar da bu ateşe körükle gittiler. Aslında tam da 15 Temmuz’da ortaya koydukları büyük bir yürek ile birlikte tarihinde ilk kez meşru bir zemini ve psikolojik üstünlüğü ele geçiren İslamcılara geri adım attırmak ve onları devlet aygıtına hâkim bir pozisyona getirmeme cehdi taşıdığını söylemek mümkün… Yani içerde bir iç iktidar mücadelesi ve buna yansıyan pozisyonları gözlemledik. Ayrıca, kendi meşruiyetini kaybeden illegal yapıların pirim yapmak için dillendirdikleri söylemlere balıklama atlayan ve yeni pozisyonda köşe kapma mücadelesi veren kişi ve grupların varlığı da göz ardı edilemez…
Ama büyük resmi görebilmek için biraz daha geri çekilerek ana pozisyonu gözlemlemek şart diye düşünüyorum. Bu resimde ise illegal şiddet unsurları üzerinden elde edilen İslam düşmanlığını FETÖ üzerinden de sürdürerek, İslamcılığı ve dolayısı ile İslam’ın yeniden yorumlanmasının meşru zeminini oluşturma girişimlerinin zorunlu salvoları olduğunu düşünüyorum. Mesele, son yüz yıldır Protestanlaştıramadıkları İslam’ı şiddet ile özdeşleştirerek, sürekli iktidar adayı durumuna yükselmiş İslamcılığı meşru zemininden uzaklaştırmak ve üzerinde bir şaibe oluşturarak hiç kimsenin İslamcılığı savunacak gücünün ve takatinin kalmamasını sağlamak ve mümkün mertebe devlet kurumlarından uzak tutmaya çalışmaktır. Çünkü İslamcılar, modern kültürü içselleştiremedikleri gibi modern kültürün en büyük potansiyel muhalefeti ve alternatifidir.
İslamcıların ve özellikle Müslümanların bu tuzağa düşmemeleri elzemdir. Umarım, bu ülke İslamcılığın bu potansiyel gücünü ortaya koyacak imkanları oluşturur ve dünyaya yeni bir anlamı ve yaşam biçimini oluşturacak kültürü hediye eder…
15 Temmuz’a tekbirlerle salalarla direndik
Hamza Türkmen
AK Parti iradesi değişen konjonktüre göre inişler çıkışlar yaşıyor. Mesela çözüm sürecine yaklaşım iyi gitseydi, daha farklı bir tablo olacaktı. Ama küresel güçlerin ve onun paralelindeki PKK’nın bu olaya çomak sokmasıyla, ister istemez bu sefer sağlanan imkanlara tepki verilmeye başlandı. 2007 ve 2010 referandumları aslında 2017 referandumunu hazırlayan bir unsurdu ama meclis matematiği itibariyle aynı pozisyon olmadı. MHP’nin gücünden yararlanarak referanduma gitme pozisyonu oldu. Arka planda neler konuşulduğunu bilmiyoruz, ama neticede bu pozisyondan vaziyet çıkartan ve pozisyona göre Tayyip Erdoğan’ın yanında durmak isteyen “her dönemin adamı” etkin yazar çizer takımı bu konjonktürü okuyarak, herkesi kucaklayıcı liberal bir görüntü vermek moduna girdiler.
Bu insanları biz 15 Temmuz sonrasında da gördük. Bu tip insanlar televizyonlarda veya köşelerinde sanki 15 Temmuz direnişini o gece meydanlara çıkan ülkücüler veya İslamcılar tekbirlerle karşılamamışlar gibi, sanki salalar ve ezanlar bu direnişin ortak paydası değilmiş gibi, “birlik ve beraberlik içerisinde buna karşı çıkıldı” formatında belki de oradaki Müslümanların kimliğini azaltan, örten bir yaklaşım içerisinde oldular. Bir nevi İslamcılığı marjinal, radikal, hatta Allah’ın hudutlarını çiğneyen DEAŞ’le benzer gösterip, Amerika’nın ve liberalizmin istediği ılımlı İslam’a mecbur etmeye çalıştılar.
Bizim İslamcılıktan anladığımız, bu toplumun tarihten bu yana getirdiği ortak paydadır. O paydada İslami, itikadi, siyasi, ibadi ve sosyal bir bütün olarak kavrama anlayışıdır. Fakat İslamcılığı farklı formata oturtarak, kendini her şeyin üstünde gören, dünya kapitalizmine entegre bir mantığa sahip, liberal eğitimden geçmiş insanların diliyle konuşuluyor. Türkiye normalleşme sürecini yaşarken oluyor bunlar. O normalleşme süreci de, çevrenin önünün açılması, çevrede de Müslümanlar var. Bunu engellemek istiyorlar. Trump da İslamofobi üretiyor, Sarosçu küresel kapitalizm de, Avrupa Birliği de. Bilinç altlarında bunlarla kankalıklarını devam ettirme var. Sürekli İslami kimliğe karşı tavır alma görüntüsündeler. AK Parti’nin temelinde başörtü mücadelesi, İmam Hatip kat sayısını savunmak, insanların inanç ve düşünce özgürlüklerini sağlamak vardır. Bunlar bizatihi İslamcıların tezleri değil miydi? Çok ilginç bir şekilde bu tezleri savunan aktörleri karşıya itmeye, İslamcılığı tehdit olarak göstermeye çalışan insanlar türedi.
Terörle mücadele için gazileri dövmek
Eyüp Gökhan Özekin
Tartıştığımız konu bana gayrı nizami harp unsurlarını bünyesinde barındıran asimetrik savaş konseptini hatırlattı. 90’lı yılların güvenlik anlayışıyla PKK ile mücadelede PKK itirafçılarının kullanılmasını… Silah kullanmayı bilen, cinayet işlemeye müsait, meşru-gayrimeşru sınırı bulunmayan, vicdanı olmayan, terör örgütünü iyi tanıyan, menfaati için her türlü operasyonda kullanılmayı uygun görebilen itirafçılar, bazı ekiplerde istihdam edildiler. Bu şekilde bir terörle mücadele, gelir-gider hesabı yapıldığında, kârlı gözüküyordu. Tamam, uyuşturucu ticaretinden komisyon aldıkları, terör örgütüne destek olanlar listesindeki kimi isimleri belli bir ceza karşılığı affettikleri falan artık çokça konuşuluyordu ama “illegal bir örgütle legalite içinde kalarak mücadele etmek güç”tü ve böyle “illegal enstrümanları kullanmanın bir maliyeti var”dı. Bu maliyet sanırım terörle mücadeleyi menfaatine yontan bu grupların nemalanmasına göz yummaktı. Bu göz yumuş belli bir süre devam etti. Zamanla artık kullanılan yöntemler, menfaat çarkı, halkın rahatsızlığı tahammül sınırlarını zorladı. Maliyeti ağır gelmeye başlayınca bu konsept terk edildi. İyi mi yapıldı kötü mü yapıldı, bunu terörle mücadele uzmanları daha iyi bilir. Ama “saygın bir devlet” ile “illegalite vasıtasıyla huzur arayışı” pek bağdaşmıyordu.
O dönem bu “mecburi” enstrümanlara belli bir süre “hadi neyse” dendi. “Büyüklerin bir bildiği” vardı. “Devletin bekası” için bu çirkinlikler sineye çekilirdi falan. Peki bu legal-illegal oranını illegaliteden yana epey bir değiştirsek, legal enstrümanlar marjinal, illegal enstrümanlar asli unsur olsa nasıl olurdu? Mesela bu PKK itirafçılarına tüm inisiyatifi versek, devlet görevlileri onların emrine girmeye zorlansa?.. Eski PKK’lıların “biz devletinizi koruyoruz, biz terörle mücadele ediyoruz” diyerek gazileri, şehit yakınlarını ezmesini, tokatlamasını, özel harekâtçıları meslekten ihraç ettirmesini hoş görmezdik herhalde. Kahramanlar, gaziler, şehit yakınları sürekli hor ve hakir görülse, dışlansa, azarlansa; üstelik tüm bunlar “terörle mücadele” adına yapılsa bunun doğruluğuna inanmak ve hayra yormak epey zorlaşırdı. “Devlet adına” hareket ettiğini söyleyen eski PKK’cıların devlette racon kesmesine itiraz eden, ömrünü devlete, vatana adamış özel harekatçılar, gaziler PKK’lı, kripto PKK’lı, vatan haini, ajan, romantik, İngilizci, Almancı falan ilan edilse herhalde 90’lı yıllarda bile kabul görmezdi.
2017 yılında da kabul görmez… Gündemdeki rahatsızlığın içeriği (iyi niyetli bir okuma yaptığımızda) biraz böyledir.
Dindar insanların tamamını töhmet altında bırakıyorlar
Kemal Öztürk
İslamcılık fikri Tanzimat döneminden beri süregelen bir fikir akımıdır, bu fikir akımını geliştirmek, eleştirmek, farklılaştırmak başka bir şeydir. Bu insanların ne yaptıkları konusunda doğrusu benim kafam çok net değil. Bizim de eleştirdiğimiz şeyler var, ama düşmanlaştırarak yapmıyoruz bunu. Ama bildiğim bir şey şu ki, iyi niyetli değiller. Eleştirileri derinlik, seviye, kalite taşımıyor. Bir çıkar grubunun bir araya gelip bizden başka kuş yoktur, başka bir şey tanımayız demelerinde sorun var. Bu ciddiyette, bu seviyesizlikte, bu kalitesizlikte başka bir şey çıkmaz buradan. Yoksa entelektüel bir İslamcılık eleştirisini, okurum, değerlendiririm, dikkate alırım. Bu öyle bir şey değil, hakaret eden, küfür eden, suçlayan bir garip insan topluluğu bunlar. İslami camiaları, İslamcıları, bu fikri savunanları, bu fikrin içinden geçen insanları tanımıyorlar, AK Parti’nin siyasi felsefesinin temelini oluşturan, entelektüel alt yapısını oluşturan insanlar, İslamcı dediğimiz kişilerdir. AK Parti’nin omurgasını oluşturan muhafazakar dindar insanların tamamı bu iddia ile töhmet altında bırakılıyor. Bu çok tehlikeli bir şey. Partinin içini boşaltan bir şey. Derinlikli bir düşünceye sahip insanların yerini twitter trolleri alacaksa, AK Parti’nin geleceği büyük tehlikede demektir. Ama ben bunun geçici olduğuna inanıyorum. Siyasi çevrelerde de çok ciddi rahatsızlıklar olduğunu biliyorum. Bir süre sonra bu seviyesizliğe dur denileceğine inanıyorum.