İşkencelerin ve utançların darbesi 12 Eylül

Daha 1971’de bir muhtıra ile istifa etmek zorunda bırakılan Süleyman Demirel, iki kez hükümet kurmuş, kurduğu 2. Milliyetçi Cephe hükümetine askeri bir darbe yapılarak yönetime el koyulmuştu. Tabi bu süreci hazırlayan sebepler ne kısa sürede ne de tek bir sebeple ortaya çıkmıştı. 12 Eylül askeri darbesiyle Demirel’in başbakanı olduğu hükümet görevden alındı, TBMM feshedildi. 1961 Anayasası uygulamadan kaldırıldı.Cuntacılar, 13 generali ülke genelinde ilan ettikleri 13 sıkıyönetim bölgesine komutan olarak atadı. Sağ-sol çatışmalarının ekonomik belirsizliklerin gölgesinde suikast ve katliamların olduğu bir Türkiye’de 12 Eylül darbesi gerçekleşti. 1980’de Türkiye güne tank sesleriyle uyandı. Seçimle iktidara gelen hükümet devrilmiş, sokaklarda postal sesleri yankılanıyordu. Türkiye’yi tamamen değiştiren müdahale sonrasında yüz binlerce kişi gözaltına alındı, milyonlarca kişi fişlendi, onlarca insan idam edildi ve işkenceden öldü. İşte şahitlerinin gözünden o karanlık dönem.

NEVZAT ARABACI – 12 EYLÜL TUTUKLUSU, EMEKLİ FELSEFE HOCASI

ÇÖZÜLMEMEK İÇİN İSİM ÖĞRENMEZDİM

Gözaltına alındığımda 32 yaşındaydım. Akıncılar Derneği Konya Şubesi başkanıydım. Konya Anadolu Lisesinde felsefe öğretmeniydim. 12 Eylül’den önce de her hafta karakola giderdim. Her gün olaylar olurdu. Polis derneği basar, bizi götürürdü. 12 Eylül’den önce tutuklanmadım. Karakola çok gittik ama delilsizlikten beraat ettik. Karakolda dayak yerdik ama konuşmazdık.
Beni bazı olaylardan dolayı götürürlerdi. Ben de şöyle bir metot geliştirmiştim, dernekte idare heyetinin dışında gençlerin isimlerini öğrenmezdim. Karakolda dövdüklerinde bir iki gün yatar, isim veremeyince de bir süre sonra bırakırlardı. İhtilal olana kadar tutuklanmadım. 1980 ihtilali olunca işler karıştı. Konya Kudüs mitinginde ben ve arkadaşlarım ülkede propagandası yapılsın gayesiyle, İstiklal Marşı okunurken yüksek binalardan resim çekildiğini görünce bilinçli olarak oturduk. Daha sonra olaysız dağıldık. Bundan dolayı yargılandım ve yattım. Biz arkasından bir ihtilal geldiğini bilemedik. Kenan Evren, “Biz ihtilale sebepler hazırlıyorduk, Kudüs mitingindeki olay istediğimiz şekilde oldu” diyor.

OĞLUMU REJİM DÜŞMANI YAPTIN

İhtilal olunca ben polisin asla bulamayacağı şüphelenmeyeceği kişilerin evinde kalıyordum. Beni 14-15 gün aradılar, evde bulamayınca hamile eşimi alıp karakola götürmek istediler. Ben de gittim teslim oldum. Emniyette 2 gün kaldıktan sonra bizi bir gece vaktinde Uçaksavar denilen herkesin toplandığı askeri kampa götürdüler. Uçaksavar askeri kışlası ahır gibi bir yer. Sabah kalkarsın akşama kadar tuvalete bile çıkamazsın. Hatta izinle çıkarırlar. Bazen tuvaletini yapan insanlar oluyordu, onları da karşımıza getirip tuvaletini buraya yapmış diye hakaret edip dövüyorlardı. Uçaksavar denilen yerde 3 grup vardı. Ülkücüler, Akıncılar ve Komünistler yani solcular. Bu arada bazı silah kaçakçıları da orada bulunuyordu ama onları adamdan sayan yoktu.
En çok duygulandığım hadise, sorguya alınmadan önce Türkiye’nin en iyi hafızlarından Hasan Hüseyin Varol hocamı sorguya götürülürken görmekti. Ne eyleme katılmıştır ne başka bir şeye. O anda hocanın gözleri bağlıydı, elim kolum bağlı olduğu için hiçbir şey yapamadım. Gözüm bağlı sorguya alındım, sorgu odasında kimlerin olduğunu bilmiyorum. Ama kalabalık bir gruptu. Bana çeşitli sorular sordular. Sordukları soruları fikirle mağlup ettim. Ve arkasından ilk söyledikleri söz şuydu, “Sen benim oğlumu okulda rejim düşmanı yaptın, göreceksin sana yapacağımızı” dediler ve ilk sorgum böyle bitti.
Aynı yerde küçük bir işkence ve falakadan sonra Ülkücülerin yanına gittim. Dedim ki “ben İslam nizamını düşündüğüm ve rejim düşmanı olduğum için buradayım. Marksist, komünistler de komünist devlet kurmaktan buradalar. Siz rejimi savunduğunuz halde neden buradasınız?” Onlardan aldığım şu cevap hala kulağımda çınlar, “biz denge unsuru olmak için buradayız.” Onlarla bu konuşmayı yaptıktan bir hafta sonra beni ve arkadaşlarımı Mimar Sinan denen ayrı bir yere götürdüler. Orada bi süre kaldık. İşkence haddinden fazlaydı. İnsanlar geceden sabaha kadar elektrik işkencesine maruz kalıyor, copla dövülüyordu.

BU HALİMİ DE YAZ HAKİM BEY

Bir gün öğle vakti beni içeri çağırdılar. Tabi gözlerim bağlı. O gün akıl almaz işkenceler yaptılar ve ardından konuş dediler. Konuşmadım, “bir şey bilmiyorum” dedim. Onlar “sen hükümet başkanına, devlete tehdit dolu mektuplar yazmışsın” diye iftirada bulundular. Bunların hiçbirini kabul etmedim. Sonra göz bağımı gözümden düşürdüm, karşıma üniformalı askerler ve siviller çıktı. Beni duvardan duvara çarptılar. Üzerime çullandılar, üzerimdeki elbiseleri çıkarmak istediler. Ceketimi yırttılar, pantolonumu çektiler. Anadan doğma beni soydular. Fotoğraflar çekiyorlar, vuruyor ve dövüyorlardı.
Gecenin bir vakti birini çağırdılar. “Şuraları kim bombaladı” diye sordular. “Nevzat Arabacı ve arkadaşları” diye cevap verdi. Oysa hiç alakam yok. Ben kabul etmedim suçlamayı, yine dövdüler. Bir ara bayıldım galiba çünkü hatırlamıyorum. Bir gün bana “şu fotoğrafa bak İstiklal Marşı’nda oturanları tanır mısın” dediler. “Tanırım ama görmem lazım” dedim. Gözlerimi açtılar, baktım, tanımıyorum bunları dedim. Arkasından o arkadaşlara haber gönderdim kaçsınlar diye. Sonra askeri mahkemeye götürdüler beni. Hâkim karşısında şunu dedim, “karakolda verdiğim ifadeleri de kabul etmiyorum.” Ayaklarım, her yerim şiş. Ayağımı kaldırdım hâkime, “Hâkim bey bu halimi de yaz” dedim. Yazamadı.

ÖLMEK TIRAŞ OLMAKTAN İYİYDİ

Konya’da bir süre bir yerde kaldıktan sonra Dutlu denen bir yere geldik. Orası felaketti. Sonra bir gece toparlayıp bizi Mamak’a götürdüler. Mamak’a otobüsle elimiz bağlı şekilde gittik. Önce bizi bir yere alıp saç traşı yaptılar. Askerlerin elinde bir kör makine, saçları çekiyor. Makine saçlarımızı çektikçe bizi de yukarıya çekiyor. Biz kalktıkça, askerler “ne var lan” diyor. “Komutanım saçımız” diyoruz, “otur lan” diyor. Bir tıraş olduk o an ölmek o tıraştan daha iyi. Yarım saat bir saat traş olduk. Tıraştan sonra kafes denilen bir yer var, oraya aldılar. Yani kafes 30 kişi alıyorsa, biz 60 kişiyiz, sırt sırta. Etrafımızda 1.90 boyunda askerler, nara atıyorlar “Var mı yüzümüze bakacak” diye. “Niye geldiniz buraya” diyor, ellerimize copla vuruyorlardı. Kadın, erkek karışık.

MUHAMMED’İ PEYGAMBER DİYE ÇAĞIRIYORLARDI

Bir gün Muhammed isimli DEV-SOL’dan bir çocuğa “gel peygamber, git peygamber” diyorlar. Biz “bunu diyemezsiniz” dedik. “Söyleriz” dediler. “Biz buraya bunun için geldik” dedik. Hemen mahkeme kurdular. Mahkemede “Biz Marx’a Lenin’e küfretsek ve duysanız siz ne yaparsınız?” dedik. “Öldürürüz sizi” dediler. “Siz ona peygamber diyemezsiniz biz duyarsak çarpışırız” dedik. O an karar aldılar, çocuğa bundan sonra peygamber denilmeyecek diye.
Tahliye olduktan sonra tekrar tutuklanma kararı çıktı ve 1989’a kadar kaçtım. Özal, 163 sayılı maddeyi kaldırdığı zaman dava dosyamız da düştü, beraat ettik. 1983’te görevime son vermişlerdi, tekrar göreve döndüm, Ankara Mehmet Akif Ersoy Lisesinde felsefe öğretmenliğine başladım. 1996 yılında da emekli oldum.

ÖKKEŞ ŞENDİLLER – 19. DÖNEM MÇP KAHRAMANMARAŞ MİLLETVEKİLİ

HÂDİSELERİ SOL ÖRGÜTLER BAŞLATTI

12 Eylül’e giden süreçte sağ- sol çatışmaları ve bölgesel çatışmaların yanı sıra mesela Malatya, Sivas, Maraş gibi olaylar darbeye giden son virajlardı. Özellikle Maraş olaylarından sonra sıkıyönetim ilan edildi ve darbeye kadar gitti. Biz bu toplumsal olayların arkasında, darbeyi hazırlayan sebeplerin olduğunu düşünüyoruz. Çünkü olaylara müdahale edilmedi. Malatya, Maraş ve Sivas gibi belli yerlerdeki toplumsal olaylara o zamanki iktidarın müdahale etmediğini düşünüyoruz ki mahkemelerde bunlar gündeme geldi, yargılama safhasında dillendirildi.
Mesela Maraş davasında dönemin İçişleri bakanı İrfan Özaydınlı’ydı. O bir açıklama yaptı “Maraş’ta sol örgütler olayları başlattı, kışkırttı” diye. O açıklamadan sonra İrfan Bey’i görevden aldılar. Hasan Fehmi Güneş’in gelişiyle sol örgütlerin üzerine gidilmedi. Bizim üzerimize gelmelerinin sebebi de oydu. Hatta Maraş sıkıyönetim komutanı Tayyar Aygur biz işkenceden çıktıktan sonra bize 12 Eylül sonrası ortaya çıkarılan sol-Marksist örgütlerin hepsini saydı. “Bunların hepsini biliyoruz ama Maraş’ta halkı sokağa kim döktü onu arıyoruz” demişti. Yargılandığımız Adana sıkıyönetimde de paşanın bu ifadesine başvurulmasını, bu olayları çıkaran örgütlere dair bilgi sahibi olduğunu söyledik. Ne mahkemeye çağırdılar ne ifadesine başvurdular. Ama 12 Eylül’den sonra bu dediğim örgütlerin hepsi yargılandı ve ceza aldılar. Olayları tetikledikleri de 12 Eylül’den sonra ortaya çıktı.

DEVLET GÖZ YUMDU

Sıkıyönetime gitmeden önce 1 ay gözaltında kaldım. Ankara Emniyette de kaldım 17 gün. Orada bizden işkenceci komünist polisler vardı, onların bize dedikleri şey şuydu “Yukarıdakiler emir verdi. Buraya militanlar geldi, komandolar geldi siz bunları karşıladınız olayları bunlar yaptılar gittiler” diye bizim üzerimize geldiler. Biz de dedik ki “Madem bu olayı yapanları biliyorsunuz, o zaman yukarıdakilere sorun” dedik. İrfan Özaydınlı’nın “olayları sol örgütler çıkardı” ifadesini ortadan kaldırmak için bahane arıyordu onlar. Ama bizim yargılanma sürecimizde sol örgütler hiç gündeme getirilmedi. Hatta öyle ifadeler kullanıldı ki biz askeri mahkemelerde yargılandık. Bizim kararlar açıklanmadan Ecevit’in bir açıklaması var “Maraş davasında verilecek kararlar kamuoyunu tatmin etmeli” diye tamamen baskı altına almaya yönelik. İdam cezası alanlar oldu, Özal zamanında çıkarılan infaz yasasından faydalanarak sağdan soldan herkes tahliye oldular. Sol örgütlerle ilgili esas karar ve yakalanmalar 12 Eylül’den sonra çıkarıldı.
Devrimci Savaş Örgütü, Devrimci Halkın Birliği Örgütü gibi 6-7 örgüt, 12 Eylül’den sonraki süreçte toplandı ve hepsi sıkıyönetim mahkemelerinden ceza aldı. Olayların başlamasına sebep olan iki öğretmenin öldürülmesi olayını Devrimci Savaş Örgütü yaptı. Kararların hepsi ortadayken bu tür toplumsal olaylara özellikle göz yumuldu. Toplumsal olayları, çatışmaları ve diğer sebepleri yeterli bulmadılar herhalde, haklılık kazanmak üzere göz yumulduğu gibi bir düşüncem var. Olaylar Maraş’ta 3 gün sürdü. Kayseri’de çok kuvvetli askeri birlikler var. Buralardan asker getirilip olaylara müdahale edilebilirdi. Durdurulmadı. Maraş’ta başlayan sıkıyönetim darbeden 3-4 sene daha devam etti.

KENDİMİZ TESLİM OLDUK

Biz sıkı yönetim var diye geldik kendimiz teslim olduk. Zaten bu olayları başlatan Aydınlık gazetesiydi. Bir yıl öncesinden başladı. Mesela o gün Aydınlık gazetesinde bir manşet vardı “İskenderun’dan Maraş’taki komandolara bir kamyon silah geldi” diye. Şimdi bunu yaptığınız takdirde karşı grubun da silahlanmasını sağlarsınız. O zaman Aydınlık gazetesini köy köy, ev ev dağıttılar. Olaylar biraz daha tahrik edildi. Devletin gözü önünde oldu bu olayların hepsi.
Ben 37 gün gözaltında kaldım. Elektrik işkencesinden tutun Filistin askısına kadar. Bu işkencelere dayandık biz. Ankara’da 17 gün işin uzmanı işkencecilerin elindeydi. “Şu olaylara karıştınız” “bunu yaptınız” deseler kabul edersiniz ama söyledikleri şeylerin akıl ve mantıkla alakası yok. Mesela diyor ki o zaman Muhsin Yazıcıoğlu Ülkü Ocakları Genel başkanı, “Muhsin Yazıcıoğlu oradan insanları göndermiş, biz buradan karşılamışız. Partili göndermiş, biz karşılamışız.” Hiç akılla mantıkla alakası olmayan şeyler bunlar. Mahkeme 2 yıldan uzun sürdü. Bu dedikleri ifadelerle ilgili militanların geldiği, komandoların geldiği, hususunda devlet bir tane bile belge sunamadı. Çünkü yok böyle bir şey.

ORHAN MİROĞLU – 26. DÖNEM AK PARTİ MARDİN MİLLETVEKİLİ

CEZAEVİNDE İNSANLAR TERÖRE SÜRÜKLENDİ

Diyarbakır’da gözaltına alındım. Gerekçe, 12 Eylül öncesi kurulan demokratik kuruluşlardan olan Devrimci Halk Kültür Derneklerinin başkanlığı yapmamdı. Kürt kimliği üzerine çalışmalar yürüten bu dernekte ilk operasyonlar yapıldı. 12 Eylül’den önce Diyarbakır’da bağımsız bir arkadaşımızı da aday göstermiştik. 1979 yılına gelindiğinde Güneydoğu’da özellikle terör eylemleri çok yoğunluk kazanmıştı. PKK daha yeni yeni eylemlere başlamıştı ama çok sarsıcı eylemler söz konusuydu. Büyük ailelerde çatışmalar başlamıştı. O aşiretleri karşısına alarak, toplumu ayrıştırıp taraftar kazanmaya çalışıyordu, cinayetler işleniyordu. Benim içinde bulunduğum grubu başta olmak üzere birçok gençlik ve siyaset grubu, şiddet ve terörden uzak duran gruplardı.
12 Eylül’den önce öyle bir konsept kuruldu ki şiddet ve terörü yöntem olarak benimseyenler bir anda öne çıktı. Demokratik zeminde çalışmalar yapan grupların halkla temasının kesildiğini gördük. Şiddeti ve terörü savunan grupların, devletin içinde çöreklenmiş birtakım yapılar tarafından desteklendi ve bu tablo ortaya çıktı. Diyarbakır Cezaevi dünyada zulmün, işkencenin en çok uygulandığı 10 cezaevinden birisi. Mamak, Metris’te de 12 Eylül uygulamaları çok zalimaneydi ama Diyarbakır Cezaevini ayıran farklı hususlar vardı. 2 yıl gibi kısa bir süre içinde 48’e yakın insan işkence, ölüm oruçları ve açlık grevlerinden dolayı orada çok sayıda insan hayatını kaybetti. Bunlardan biri de mesela Altan Tan’ın babası. Bir ihbar sonucu yakalandı ve cezaevinde hayatını kaybetti.
Sıkıyönetim mahkemesinin uyguladığı konsept çok özel bir konseptti. Bu konseptin vitrindeki uygulayıcısı daha sonra öldürülen Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran’dı. Diyarbakır 7. Kolordunun uygulamasıydı esasında. Cezaevindeki pek çok insan terörize edildi. Yani Diyarbakır Cezaevinden tahliye olanların yüzde 80’e yakını, PKK ile ilişkisi olmayan insanlar bile oraya katıldılar. Aslında bu, başından beri böyle bir konseptin yürütüldüğünü ortaya koyuyor.

KÖPEĞE TEKMİL VERİYORDUK

2 yıl boyunca kimse banyo yapamadı. Bir köpek vardı, herkes ona tekmil verirdi. İşkence yöntemlerinde büyük çeşitlilik vardı. Hatta bu çeşitliliği daha da zenginleştirmek için gardiyanlar tarafından yargıçlar yapılırdı. Gardiyanlar özel seçilmişti. Saf, o zamana kadar kimseye tokat atmayı hayalinden bile geçirmemiş insanlar bir anda o mekân içerisinde zalimleşiyorlardı. Bu zalim resminin dışında kalmayı başarmış insanlar, bir iki gün içerisinde görevden alınıyor ya da başka bir yerlere gönderiliyordu. Büyük isyanlar söz konusu oldu Diyarbakır cezaevinde. 6 Eylül bir milat oldu. Bütün cezaevlerinde isyan oldu. İşkenceler durur gibi oldu sonra tekrar başladı. Aklınıza gelebilecek her türlü aşağılayıcı şey uygulandı.
12 Eylül’ün siyasi sonuçları, Güneydoğu’da ve batıda aynı değildi. Darbe sonrası, Özal’ın seçilmesi 1983 seçimlerinden tek parti olarak çıkması Diyarbakır Cezaevi’nde çok fazla bir şeyi değiştirmedi. Aynı işkencelerle yine birçok insan hayatını kaybetti. Ben 1988’e kadar orada kaldım. 88’de tahliye olduğumda bütün medeni haklarından yoksun bir vatandaş olarak yaşadım. Siyasi yasaklı olarak yaşadım. Siyasi yasaklar 2015’te AK Parti’den Mardin milletvekili adayı olduğum döneme kadar sürdü. Siyasi yasaklıydım. Toplamda 22 yıl siyasi yasak. Oysa benim yargılandığım davada ne bir şiddet ne de bir terör eylemi söz konusuydu. Bir örgüt yaratıldı, Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi adında bu partinin üyesi olarak yargılandım. Bu partinin liderliğini Kemal Burkay yapıyordu.

YURTDIŞINA KAÇANLAR OLDU

Diyarbakır’da Kurtoğlu denilen yerde tutuluyordum. Burası askeri bir bölgeydi ve işkence sırasında yapılan sorgulamalar askeri ve sivil bürokrasiyle yürütülüyordu. Yani sivil polisler de vardı ama asıl soruşturmayı yürütenler sıkıyönetim savcılarıydı. Büyük bir kısmı orduya bağlı subaylardı. Aralarında siviller de vardı. Ben 3 aya yakın işkencede kaldım. 3 ay boyunca göz bağlarımız hiçbir şekilde açılmıyordu. Gece, gündüz gözleri bağlı yaşıyorduk. Kalın, askeri bezden yapılmış göz bağlarımız vardı ve o göz bağlarının açılmaması için baskı yapılıyordu. Uyurken bile göz bağlarını çıkaramıyorduk. Herhalde hem tutunduğumuz mekânı görmemizi bilmemizi istemiyorlar hem de tanınmak, teşhir edilmemek kaygısı söz konusuydu. 1981 Ocak ayında tutuklandım, mart ayına kadar Diyarbakır Cezaevindeydim. Tahliye olanlar, korktukları için gerçeği anlatmak yerine bölgeyi terk etmeyi tercih ediyorlardı. Tutuklanmadan önce benim içinde bulunduğum grup, çeşitli biçimlerde yurtdışına gitmeye başlamıştı.

12 EYLÜL VE 15 TEMMUZ’UN ŞAHİDİ

Suriye ya da İran üzerinden Avrupa’ya gitmeyi deneyen birçok arkadaşımız oldu. Kimisi yolda hastalandı, öldü. Ben kendimi suçsuz hissettiğim için teklif edilmiş olmasına rağmen gitmeyi tercih etmedim. O dönemde birçok arkadaşım, aile çevremden birçok kişi benim doğrusu yurtdışına gitmemi istiyordu. Bazen düşünüyorum gitmeli miydim diye ama iyi ki yapmamışım diyorum çünkü yurtdışına giden arkadaşlarım kayıp bir kuşak oldular.
Evet büyük eziyetler gördük ama bu Türkiye gerçeklerinin bir parçasıydı. Birilerinin bunu yaşaması gerekiyordu, biz yaşadık. Şimdi iddialı bir söz olacak ama aynı şeyleri yine olsa, kaçmayı değil kabullenmeyi ve mücadele etmeyi tercih ederdim. 12 Eylül’de bir edebiyat öğretmeni olarak içerideydim ama 15 Temmuz’da da bir milletvekili olarak meclisin çatısı altında arkadaşlarımızla yaşananlara tanıklık ettik. İyi ki o zaman gitmemişim, kendi yaşadıklarımın yanında başkalarının yaşadıklarına da tanık olmuşum.

Benzer konular