Eski günleri bir yana son bir asırda büyük bâdireler atlatan Irak, 2003’deki ABD ve müttefiklerince işgali ve İran’ın kontrolüne girmesinden bu yana kan ve gözyaşının hiç dinmediği bir coğrafyaya dönüştü. Irak’ı güya Saddam zulmünden kurtarmaya gelenler, ülkenin kütüphanelerini, tarihi eserlerini, petrolünü yağmaladıkları yetmiyormuş gibi, huzurunu, kardeşliğini ve refahını da yok ettiler. Bunlar da yetmez olacak ki geleceğini de çaldılar. Şiî İran rejiminin pençesinde kıvranan Irak, huzur, kardeşlik ve barışa hasret. Irak’ın kurtuluşu, Osmanlı’nın kavim, din ve mezhep ayırımı yapmadan yürüttüğü düzenin benzerinin geri getirilmesi ve İran’ın tahakkümüne son vermeye bağlı. Kurtuluş, özellikle ve öncelikle İran’ın siyasî ve mezhep nüfuzu altına giren Şiî liderlerin tarihi hatırlaması ve sağduyulu bir çıkış yapmasına bağlı. Elbette sadece Şiîler değil, Irak’taki herkes benzerini yapmalı. İran’a ‘Irak’ın üzerinden elini çek’ diye çağrının bir mânâ ifade etmediğini bilerek diyoruz ki: Ey Iraklı kardeşlerimiz! İster Arap, Kürt, Türkmen olun! İster de Şiî veya Sünni olun! Memleketinizi Iraklı olmayan hiç kimseye yem etmeyin!
Irak, Ekim ayının başlarından itibaren başkent Bağdat ve çok sayıda diğer vilayette binlerce gencin katıldığı gösteri dalgasına sahne oldu. Bu gösteriler tamamen barışçıl bir havada olmasına rağmen Irak yönetimi gösterileri bastırmak için göstericilere plastik ve gerçek merminin yanısıra göz yaşartıcı gaz ile müdahale etti. Ayrıca internet erişimini keserek muhalif seslerin duyulmasını engellemeyi seçti.
İnsan Hakları Komisyonu’nun açıkladığı rakamlara göre olaylar sırasında ölü sayısı 108 kişiye ulaştı. 4 bin 205 kişi de çeşitli şekillerde yaralandı. Bu rakamlar, güvenlik güçlerinin ve silahlı misillerin (Haşdi Şa’bi) orantısız şiddet kullandığının kanıtı oldu.
Irak’ta hayat şartlarının kötüleşmesi, hükümetin siyasi-iktisadi alanda ve güvenliği sağlamada başarısız oluşu ve vaat edilen reformların bir türlü gerçekleştirilmemesi, halkın en temel ihtiyaçlarının karşılanmasındaki yetersizliklerin oluşturduğu hayal kırıklığıyla birleşince yeni neslin hükümete karşı artan güvensizliği ve öfke, gösterilerde yeni bir döneme girilmesi sonucunu doğurdu.
BİRİKEN NEDENLER
Ekim ayında meydana gelen son gösteriler, aslında öncekilerin bir devamı. Buna dördüncü dalga gösteriler de denilebilir. Daha önce Nuri Maliki zamanında (2006-2014) Irak’ta Sünnilerin bir kenara itilerek ötekileştirilmesi, bütün devlet kademelerine mezhepçi yaklaşımla Şiilerin yerleştirilmesi, Sünnilerin yaşadığı bölgelerde rastgele tutuklanmaların, işkencelerin yaşanması, rüşvetin devletin bütün kademelerini ifsat etmesi sonucunda meydana gelen gösteriler meydana gelmişti. Nitekim 2013 yılında Havice’deki barışçıl gösterilerde yaşanan benzer şekilde tutuklamalar ve öldürme hadiselerini hatırlayalım.
Arkasından 2015 yılında Bağdat’taki Tahrir Meydanı’nında, Basra’da Zikar bölgesinde, Nasıriye’de Temmuz 2015’te kamu hizmetlerin iyileştirilmesi, bilhassa elektrik ve temiz su temini konusundaki halkın talepleri, buna ek olarak üst düzey bürokratların, bakanların ve milletvekillerinin çok yüksek olan maaşlarının düşürülmesi talebiyle gösteriler başlamıştı. Bu dönemdeki gösterilerde Sadr grubu başı çekmiş, Mukteda es-Sadr siyasi ıslahatların yapılması ve yolsuzluk mekanizmasının ortadan kaldırılması sloganıyla taraftarlarını sokağa çıkmaya çağırmıştı.
2016 ekiminde başlayan gösteriler ise en çok ses getiren gösteriler olmuş, ayrıca siyasi ve dini mercilerden bağımsız olarak başlamıştı. Bu gösterilerin odak noktasında hükümetin sunduğu tüm siyasi çözüm önerilerinin reddi, mevcut kabinenin istifası ve de özellikle İran’ın Irak’tan çıkarılması bulunuyordu. Öfkeli göstericiler attıkları sloganlarda ve açtıkları pankartlarda bu talepleri açık bir şekilde ortaya koymuşlardı.
EKİM GÖSTERİLERİNİN SONUCU NE OLDU?
Bu gösteriler yıllarca kandırılan Irak halkının yeni bir bilinç düzeyine ulaştığını ortaya koydu. Sokağa dökülen Irak halkı, gelişigüzel tutuklanmaları, iktidar partisinin yolsuzluklarını, silahlı milis güçlerinin varlığını ve bilhassa İran’daki “Velayeti Fakih” grubunun aşırı tesiri altındaki Haşdi Şa’bi’yi sert bir tavırla eleştiriyordu.
Gösteriler “Irak Ayaklanıyor” sloganıyla başladı. “Defol İran defol, Irak özgür kalacak” şeklindeki sloganlar, Irak halkının İran’ın silahlı milisler vasıtasıyla ülke siyasetine yön vermesinden duyduğu hoşnutsuzluğu yansıtıyordu. Öfkeli Irak halkı, aynı zamanda din adamlarının oluşturduğu devasa bürokrasiye, ülkeyi yöneten hükümetin ihale peşinde koşan ticari şirkete dönüşmesine ve yargı sisteminin rüşvetle işleyen bir mekanizma oluşuna tepki veriyordu.
Halkta geniş bir karşılığı olan protesto gösterilerinin Irak Şiilerinin dini taklit mercii Sistani tarafından görmezden gelinmesi başka bir mesele olarak ortaya çıktı. Yıllardır dini otoriteyi destekleyen, açıklamalarına güvenen geniş halk kitleleri, taleplerinin dikkate alınmadığını, halkın hukukunun korunmadığını farketti.
Buna karşın dini otorite, halk tabanını kaybetmeme adına belirsiz bir üslupla protesto gösterilerini desteklediğini, meydana gelen hadiselerden siyasilerin ve parlamentonun sorumlu olduğunu belirten açıklamalarda bulundu.
Sistani, iki hafta devam eden olayların ardından mesele çığırından çıkmadan akıl ve mantık çerçevesinde çözüm üretilmesi, katillerinden hesap sorulması çağrısı yaptı. Ne var ki, Sistani’nin açıklamaları hükümetin göstericilere uyguladığı şiddettin büyüklüğüyle uyumlu açıklamalar değildi. Halk, meseleye daha esaslı bir yaklaşım istiyordu. Sistani’den beklenti, hükümete kendi halkına kurşun sıkmanın haram olduğunu ilan etmesi ve gösterilerin meşru olduğu yönünde fetva yayınlamasıydı.
Sistani’nin gündemi ise farklıydı. Gösteriler şahsına ilişene dek bir tür kendini koruma refleksi içindeydi. Fakat Irak’ta yaşanan gerçeklikten kaçılamazdı, bu mümkün değildi. Öfkeli halkın sesini duymazdan gelmek, ülkedeki yolsuzlukları görmezden gelmek hiçbir zaman çözüm olmayacaktı.
Irak sokaklarında patlayan öfkenin sebepleri hala olduğu yerde duruyor. Hükümetin gücü sınırlı; ne hırsızlık ve yolsuzlukları, ne de İran’a bağlı silahlı grupların tasallutunu sona erdirebilir. Nuri Maliki gibi büyük yolsuzluklara bulaşmış siyasileri hesaba çekecek durumda değil. Göstericilere kurşun sıkan İran destekli milisleri adalete teslim edemedi, edecek gibi görünmüyor. Irak halkındaki öfke birikimi gelecekteki yeni patlamaların da habercisi.
Saddam Hüseyin’in devrilmesinin üzerinden 16 yıl geçti. Irak, gerek petrol gerekse uluslarası yardımlarla zengin bir ülke haline geldi. Irak’ın günümüzdeki petrol ihracatı günlük 4 milyon varil civarında. Buna rağmen kurulan hiçbir hükümet ülkede çöken altyapıyı yeniden tesis etmek, elektrik problemine çözüm bulmak veya içilebilir nitelikte su temini gibi son derece hayati konularda çözüme odaklanmış değil. Daha vahimi, bütün hükümetlerin yolsuzluk konusunda birbiriyle yarış halinde oluşu. Resim rakamlara göre 2003’ten günümüze kadar heba edillen para dehşet boyutta: Tam 500 milyar dolar. Halkın büyük öfkesini, ülkedeki protesto gösterilerini bu rakamdan okumak mümkün.
Amerika ile İran arasında bir satranç tahtasına dönüşen Irak’ta istikrar Kaf Dağı’nın ardında görünüyor. İstikrarın mevcut olmadığı şu puslu havada yolsuzluğa dayalı sistemin ortadan kalkması da hiç kolay mesele değil.
İş başına gelen hükümetler reform vaatlerini halka karşı uyuşturucu iğneleri gibi kullandığı sürece gösterilerin önünü almak, halkın hoşnutsuzluğunu gidermek bir yana hadiseleri daha da tırmandırabilir. Halkın baskısı artarak devam ederse geriye çare olarak hükümetin düşmesi kalıyor. Oysa gerçek çözüm yolsuzluk sisteminin son bulması. Hükümet bu konuda radikal çözümler üretmek için hızlı davranmak zorunda. Aksi takdirde Irak halkının değişim talep eden protestoları şiddetini artıracak, yeni şiddet dalgalarıysa zaten kaos içindeki ülkeyi çıkılmaz bir girdaba doğru sürüklemeye başlayacak.