Bilindiği üzere Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Medine-i Münevvere’de kurduğu devletten günümüze dek tüm devletler siyasi hedefler zemini üzerinde kurulmaktadır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kurduğu devlet, toplumda âdaleti, merhamet ve şefkat duygularını yaymaya, çeşitli ırk ve toplumları bir arada tutacak karşılıklı güvene dayalı bir toplum zemini oluşturma idealine dayanıyordu. “Dinde zorlama yoktur” ayetine istinaden İslam dininin çok kültürlü, çok dinli bir toplum yapısına izin verdiğini görüyoruz. Müslümanlar o dönemden bu yana çok dinli, çok mezhepli toplumlarda yaşama pratiğini öğrenmişler, sosyal mutabakat konusunda en ileri numuneleri dünya toplumlarına sunmuşlardır.
Sahabeler bu esaslara riayet etmiş, daha sonra gelen liderler de bir arada yaşayabilmek adına İslam âleminde yaşayan bütün farklılıklara saygı göstermişlerdir. İslam devletinde bu ilkeler uzun dönem devam etmiştir. Hiçbir zaman toplum içindeki etnik ve ideolojik farklılıklara müdahale edilmemiştir. Bu farklılıkları korumak İslam dünyasının birliğini muhafaza ve İslam medeniyetini kurma hedefinin kuvveden fiile dönüşmesini sağlamıştır.
İslam dünyasının geçmişi tamamen bu şekildeydi ve çeşitlilik zenginlik olarak görülüyordu. Ancak ne yazık ki, günümüzde söz konusu çeşitlilik toplumlardaki zayıf nokta haline dönüştü, devletlerin endişe kaynağını oluşturmaya başladı. Bu dönüşüm nasıl gerçekleşti? Ortak tarih ve geleceğe sahip gruplar arasındaki mevcut sorunlar birileri tarafından büyüteç altına alınarak fitne ortamı oluşturuldu. Peşinden çatışmalar başladı.
IRAK’TAKİ İDEOLOJİK ÇATIŞMANIN SEBEPLERİ
Amerikan yazar Noam Chomsky Irak’taki Sünni ile Şii gruplar arasındaki çatışmalar hakkında şu cümleleri kuruyor:
“Irak’ta Amerikan savaşının sonuçlarından biri de etnik ve mezhebe dayalı grupların oluşmasıdır. Bu savaşta Irak’taki Amerikan güçlerinin lideri Paul Bremer’in görevi Sünniler ile Şiilerin arasını ayırmak olup aralarındaki diyalogu ve ortak değerlerini yıkmakla işe başlamıştır. Bunun en bariz örneğini Bağdat’ta görebilirsiniz. Mesela Bağdat’ın 2002 yılının haritasına göz attığınızda homojen bir şehir olduğunu göreceksiniz. Sünniler ile Şiiler aynı semtlerde yaşıyor, birbirleriyle evleniyor ve karşı tarafın hangi mezhepten olduğunu fark etmiyorlar bile. Arkadaşlar arasında kimin Sünni, kimin Şii olduğu önemsiz. Bazılarının bundan haberi bile yok. Elbette bazı anlaşmazlıklar var ancak çok da önemli boyutta değil. Toplum zaten bu tür ufak sorunları mesele etmiyor. Ancak 2006 yılındaki hunhar savaş sonucu bugün Şii ve Sünni gruplar arasında keskin mesafeler söz konusu, eski Bağdat’tan bugün eser yok.”
BİRİNCİ NEDEN: IRAK’A AMERİKAN MÜDAHALESİ
Irak’taki ideolojik çatışmaların temel nedeni Amerikan müdahalesine dayanmaktadır. ABD, 2003 yılında Irak’a girdiğinde kıyasıya bir mücadeleyle karşılaştı. Amerikan güçlerinin komutanı John Ebi Zeyd’in sunmuş olduğu bilgilere göre, o dönemde ABD güçleri çeşitli saldırılara maruz kalıyordu. Samarra bombardımanından önce Amerikan güçlerine karşı yapılan eylemlerin sayısı bir günde 102 rakamına ulaşmıştı. ABD çareyi Iraklılar arasında fitne oluşturmakta buldu. Bir Sünni bir Şii’yi tekfir ederek silahını doğrultmalı, Şii de aynı şekilde Sünni’ye kurşun sıkmalıydı. Bu plan 22 Şubat 2006 tarihinde Samarra Camisinin bombalanmasıyla yürürlüğe konmuş oldu. Böylece Sünniler ile Şii gruplar arasında etnik çatışmalar alevlendi. Samarra Camisinin bombalanmasından saatler sonra Sünni camiler bombalanmaya, mezhep milisleri tarafından kimliğe göre vatandaşlar öldürülmeye başlandı. Bu hâdiselerde binlerce mâsum sivil hayatını kaybetti, Irak toplumu içerisinde tamiri zor derin çatlaklar oluştu.
İKİNCİ NEDEN: EGEMEN IRAK YÖNETİMİ
Saddam rejiminin düşmesinin ardından, yeni Irak hükümetinin Irak vatandaşının onurunu koruyan, hak ve özgürlüklerine sahip çıkan demokratik bir ülke oluşturma aşamasına geçtiği söylendi. Oysa gerçekler tamamen ters yönde işledi. Irak hükümeti yeni bir zâlim rejim kurarak demokrasiyi diktatörlüğe dönüştürdü. Çok kültürlü sistemden karşı tarafı tasfiye eden bir sisteme geçiş yaptı. Irak hükümetinin sergilemiş olduğu bu tavırlar, hükümete karşı olan güvenin yıkılmasına neden oldu. Ortada her tarafa eşit mesafede duran bir hükümet olmayınca, taraflar kendi başına hareket kararı aldı ve varlığını koruma psikolojisine büründü.
Nuri El Maliki’nin 2006 yılında yönetime gelmesi başka bir musibet olarak kendini gösterdi.
Şahsına ait yetkileri güçlendirerek parlamentoyu zayıflatmayı hedefleyen Maliki, devletin içindeki bağımsız kuruluşları tasfiye etti,
Orduyu ve emniyet güçlerini kendi kontrolü altına almaya çalıştı.
Diğer yandan yargıyı ele geçirme, siyasi nüfuzunu bütün taraflar üzerinde baskı unsuru olarak kullanma yolunu tuttu.
Irak’ın bütünlüğünü destekleyen, Irak vatanseverliğini önceleyen çalışmalar yapmak yerine bizzat taraf olarak ideolojik çatışmaların önünü açtı. Bu dönemde özellikle mezhepçi milisler aktif haldeydi ve çok kan döküldü.
2006 yılında başlayan Nuri El Maliki’nin döneminde yaşanan mezhep savaşı Irak toplumunu yıprattı. Maliki dönemi 2014 yılında DEAŞ terör örgütünün meydana çıkmasıyla son buldu. Söz konusu örgüt Sünni şehirleri yıktı. Binlerce Sünni ve Şii vatandaşı öldürdü. Maliki’nin Erbil’e ödenen maaşları kesmesi Kuzey Irak ile de sorunlar yaşanmasına neden oldu. Sünniler ve Kürtlerle sorun yaşayan Bağdat merkezi yönetiminin Maliki döneminde uluslararası kamuoyundan ve Amerika tarafından desteklenmesi dikkate değer bir durum teşkil etti.
ÜÇÜNCÜ NEDEN: IRAK’A İRAN MÜDAHALESİ
İran’ın Irak’ı tahrip etme niyeti iki ülke arasındaki savaştan yola çıkarak anlaşılabilir. İran, Irak toplumuna müdahale etmeyi her zaman kendine vazife olarak bildi, milli menfaatleri doğrultusunda zayıf bir Irak görmeyi hayal etti. 2003 yılındaki ABD müdahalesiyle İran’ın bu hayali gerçekleşti. Amerikan yönetimi Irak’ı İranlılara altın tepsi içinde sundu. Saddam yönetimini tasfiye bahanesiyle Sünnileri yeni yönetimden uzaklaştıran ABD, Irak’ı Tahran’a sadık olan parti ve çetelere teslim etti. Bu sürecin gereği olarak İran, milisler, partiler ve din adamları yoluyla Irak’ı tedricen kontrolü altına almaya başladı.
İRAN NİÇİN IRAK’I ELİNDE TUTMAK İSTER?
Irak, İran’ın bölgedeki nüfuzuna karşı tabii bir engeldir. Farisilerin Arap coğrafyasının içine nüfuz etmesini, yayılmasını Irak’ın varlığı önlemiştir.
Irak önemli bir petrol deposudur. Bu petrol deposu İran kaynaklarına dahil edildiği takdirde İranlıların elinde devasa bir servet oluşacaktır. Irak’ın elindeki ihtiyati petrol miktarı 112.5 milyar dolarlık bir meblağa ulaşmıştır. Irak’ın petrolünü ve gelirini İran’a bölgesel projelerinde önemli bir finans sağlayacaktır.
Irak, İran için stratejik bir derinliktir. Aynı zamanda iç düzenini değiştirme ve müdahale girişimlerine karşı ön savunma hattıdır. Irak, tarihi yönden İran’a karşı girişilen askeri harekatların ana güzergahıdır.
Bölge liginden dünya ligine terfi etmek isteyen İran için Irak bir tür ilave kart, elinde tuttuğu koz konumundadır. Nitekim nükleer konusunda büyük yatırımlar yapan İran, küresel güçlerle masaya oturma, pazarlık yapma imkanı yakalamıştır. Irak bu pazarlıkların anahtar ögesi olmaya devam edecektir.
İran, kendi kontrolündeki zayıf Irak projesini ikame için Irak toplumu içerisindeki etnik ve mezhebe dayalı bölünmeleri güçlendirmeye çalışmıştır. Bu doğrultuda Irak’ta istikrar ve huzuru dinamitleyen tüm siyasi partilere ve silahlı ideolojik çetelere destek vermiştir. İran’ın stratejik hedefi şu cümlede özetlenebilir. “Irak ne kadar zayıf olursa İran bir o kadar güçlü olacaktır.”
SİYASİ ÇÖZÜMÜN ESASLARI
Irak 2003 yılındaki ABD müdahalesinden itibaren Washington’un vizyonu doğrultusunda hareket eden siyasi kadrolar tarafından yönetilmekte, bu nedenle sayısız krizle boğuşmaktadır. Bu krizlerin aşılması için yapılması gerekenleri ivedilikle masaya taşımak zaruret hâlini almıştır.
IRAK MESELESİ NASIL ÇÖZÜLÜR?
Toplumun bireyleri arasında adaleti sağlayacak milli bir planın benimsenmesi. Adaletin tesisi, yolsuzluk ve fitnecilik mevzularında başrolde bulunan yetkililerin yargılanması ve cezalandırılmasını mecbur kılmaktadır. Ve elbette sicili temiz, dış güçlerle ilişkisi olmayan yeni yetkililerin göreve getirilmesini…
Sadece ülkesini ve vatandaşı koruyan millî bir ordunun oluşturulması. Millî ordu belirli kesimlerin adına hareket edemez, dış güçlerin bayraktarlığını yapamaz. Kurulacak millî ordunun ilk hamlesi Irak topraklarında İran nâmına hareket eden ve sayıları 60’ı aşan mezhepçi çetelerle mücadele etmek olmalıdır.
Dış müdahale ve her türlü hileli işlemden uzak, uluslararası denetime açık, nezih ve demokratik bir seçimin gerçekleştirilmesi. Iraklı vatandaş verdiği oyun buhar olduğunu görüyor, seçimlerin artık bir kurgu olduğuna inanıyor. Oy vermek yerine boykot etmeyi tercih ediyor. Halkın verdiği oy değerlidir. Zira halkın seçtiği lider iş başına gelecektir.