Irak, tarihi boyunca insanoğlunun medeni varlık âlemine çıkmasının meydana geldiği, dünyanın doğusu ile batısı arasında bir hat oluşturmaktadır. Bundan dolayı tarihi boyunca hem medeniyetlerin oluşmasına beşiklik etmiş, hem de doğu batı arasındaki çatışmaların merkezinde kalmıştır. Irak bulunduğu mevki itibarıyla sanki doğu ile batı sınırının tam ortasında yer almaktadır. Bugün için bilinen en eski yazıyı Irak’ta Sümerler kullanmıştır. Bundan dolayı tarih çoğuna göre Sümerlerle başlatır. Hatta batının, Roma’nın bütün tanrıları Sümer kaynaklıdır. Sadece isim değiştirmişlerdir. Nuh tufanının ilk kayda geçtiği kitabeler yine burada bulunduğuna göre (Gılgamış Destanı), Nuh Aleyhisselamın, daha Sümerler ortaya çıkmadan bu topraklarda yaşadığı da düşünülebilir.
Sümerler, Akkadlar, Asurlular, Perslerin milattan önce hâkim olduğu bu topraklar, Milattan sonra Sasani-Bizans çekişmesine sahne olur. İslam’ın zuhuru ve kısa zaman içinde Arap yarımadasının dışına çıkarak Atlas okyanusundan Çin sınırına kadar eski dünyanın tamamını kontrol altına almasıyla bölge yeni bir döneme girer. Irak Abbasilerle birlikte hem İslam hilafetinin başkenti, hem de o çağa kadar görülmemiş bir tarzda ilmin, felsefenin ve teknolojinin merkezi hâline gelir. Abbasilerin siyasi olarak zaafa uğraması sonucunda Irak Moğol istilasına kadar çeşitli emirlik ve beyliklerin hüküm sürdüğü bir dönem yaşadı. Bu tarihe kadar Abbasiler çeşitli taifelerin hükmü altında sembolik olarak İslam hilafetini temsil etmişlerdi.
HAMDANİLER ŞİİCİLİK YAPMADI
Tahiriler, Büveyhiler, Hamdaniler gibi emirliklerin yönetiminde kalan Irak’ta genel olarak mezhep çatışmalarının yaşanmadığı görülmektedir. Özellikle Hamdaniler (905-1004), Bağdat’taki halifeler üzerinde etkinlik kurdukları ve Şii bir hanedan oldukları halde, Sünni topluma karşı asla mezhepçi bir tutum takınmamışlardır. Musul ve Halep’i yaklaşık yüz yıl yöneten bu hanedan, İslam topraklarını Bizans saldırılarına karşı muhafaza ettiği gibi, Bizans ülkesinin içlerine akınlar düzenlemekten geri kalmamışlardır.
IRAK’TA SAFEVİ KATLİAMI
Irak, 1518 yılında İran’da ortaya çıkan Safeviler tarafından işgal edilmiştir. Safeviler o tarihe kadar Şiilikte pek rastlanmayan bir takım yeni adetler türetmiş ve kendilerinden olmayanları ya zorla Şiileştirmiş, reddedenleri de katliama tabi tutmuştur. Bu yöntemle çoğunluğu Sünnilerin oluşturduğu İran neredeyse tamamıyla Safevi Şii akidesinin hâkim olduğu bir ülke haline gelmiştir.
SULTAN SELİM ZORBA ŞAHI YENDİ
Safevilerin Şii inancını bir ideoloji olarak kullanarak yayılma siyaseti gütmeleri, Osmanlı devletinin doğu vilayetlerini tehdit edince, tamamı Sünni olan Kürtlerin de desteğiyle Safeviler, Yavuz Sultan Selim’in Safeviliğin kurucusu Şah İsmail’i kesin bir mağlubiyete uğrattı ve Doğu Anadolu’dan çıkardı. Safeviler bir daha bu bölgelerde daileri vasıtasıyla da olsa nüfuz kuramadı.
İKİNCİ TOKAT KANUNİ’DEN
Rahat durmayan Safeviler 1508 yılında Bağdat ve çevresini işgal etti. Ancak Kanuni’nin düzenlediği sefer sonucunda Bağdat Osmanlı vilayeti hâline getirildi ve bir takım imar faaliyetleri gerçekleştirildi. Bunlardan en önemlisi Kanuni’nin Fırat nehrinden yaklaşık 40 km uzaktaki Kerbela’ya bir kanal açarak su getirmesi olmuştur. (günümüzde Hüseyniye nehri).
OSMANLI ASLA MEZHEPÇİLİK YAPMADI
Osmanlı idaresi bölgedeki Şii unsurlara karşı hiçbir zaman asla mezhepçi bir yaklaşım göstermemiştir. Şiilerce kutsal kabul edilen Kerbela’daki Hz. Hüseyin (R.A)’ın türbesi imar edilmiş, hizmeti için görevliler tayın edilmiştir. Şiilerin Bağdat, Kerbela, Necef gibi şehirlerindeki medreseleri ve Şii topluluğu asla ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmemiştir.
Bağdat bir medeniyet merkezi olduğu halde Irak halkının büyük çoğunluğu göçebe ve yarı göçebe topluluklardan oluşmaktaydı. Dolayısıyla o zamanki devlet mekanizması ile bölgede tam bir hâkimiyet kurmak asla mümkün olmamıştır. Mesela çölde yaşayan bedevi bir aşiret, bir yıl Fırat kenarında sazlardan yapılmış barınaklarda tarım yaparken, bir sonraki yıl Dicle nehrinin bir yerine göçebilmekte, arkasından yine çöle geri dönebilmekteydi.
DÜNE KADAR Şİİ ULEMA YAPICIYDI
Ayrıca Cahiliye döneminden beri Araplar arasında cari olan gazve, yani diğer aşiretlere saldırarak yağma geleneği, yüzyılın başlarında bile bölgede geçerliydi. Ayrıca 18. Yüzyıldan sonra Osmanlı devletinin çöküş sürecine girmesi ile birlikte Irak’ın değişik bölgelerinde çeşitli aşiret isyanları meydana geldi. Bu isyanlarda Necef ve Kerbela’daki Şii ulema daima yapıcı bir rol oynayarak aşiretlerle devletin arasını bulmaya çalıştı.
İNGİLİZLER SAFEVİ ŞİİLİĞİ VE VAHHABİLİĞİ YAYDI
1830’lardan itibaren Irak’ta, bilhassa güney kesimde yeni bir süreç başladı. Basra körfezini kontrolü altında tutan İngilizler bir taraftan Necid bölgesinde Vahhabiliğin yayılmasını desteklerken diğer yandan Bağdat, Samarra, Kerbela, Necef gibi bölgelerde İran’ın gönderdiği Ahondlar (mollalar) Sünni aşiretler arasında Safevi Şiiliğinin propagandasını yapmaya başladı. Osmanlı idaresi her ne kadar bu konuda tedbirler almaya başladıysa da İngilizlerin de arkasında olduğu bu faaliyetleri engellemek konusunda başarı gösteremedi.
Sadece ismen Sünni olan bu aşiretler, din hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıkları için kolayca bu Ahondlar tarafından kandırıldı. Bu şekilde Irak’ın güney kesimindeki aşiretler Şiirleştirildi. Oysa geleneksel Necef ve Kerbela uleması asla böyle bir yola başvurmamış, Sünnilerle uyum içinde yaşamışlardı.
İSYANLAR İRAN KIŞKIRTMASIYDI
Safevi Şiası, yani İran’ın kışkırtmasıyla Irak’ta yaşanan ilk Şii isyan 1842 yılına Kerbela’da yaşanmıştır. Bu isyanda Yerel Şii ulemanın dahli olmadığı gibi, isyanın durdurulması için çaba göstermişlerdir. Bu tarihlerde doğu Anadolu’da, hatta Karadeniz’de (Tuzcuoğlu isyanı gibi) valilerin kötü idareleri, halkın ödeme gücünü aşan vergi tarhları nedeniyle çıkan isyanların benzeri çok sayıda isyan Iraktaki aşiretler tarafından çıkarıldı. Bu isyanlara hem İran, hem de başta bölgede nüfuz kurmak isteyen İngilizler müdahil oldular.
ŞİİLER OSMANLI SAFLARINDA İNGİLİZLE SAVAŞTI
Birinci dünya savaşı Sırasında İngilizlerin Basra’dan başlayıp Bağdat’a doğru ilerlemeleri sırasında, Osmanlı idaresi ile problemi olan, hatta isyan halinde olan birçok Şii aşiret Necef ve Kerbela ulemasının gayretleri sonucunda Osmanlı ordusunun saflarında savaşa katıldı.
Şii ulemanın bir kısmı bizzat cephede bu gruplara öncülük ederek fiili olarak Irak’ın müdafaasına katkıda bulundu. Kürtler ve diğer Sünni Arap unsurlar da İngiliz işgaline karşı Osmanlı ordusuna bütün güçleriyle destek çıktılar. Bu arada İngilizlerin safına geçen aşiretler de mevcuttu, ancak o günkü Necef ve Kerbela uleması blok halinde Osmanlı ordusunun arkasında durmuştu.
KÜRTLER HİLAFET’İN YANINDA DURDULAR
Günümüzde sanki Kürtler bölgede tarihleri boyunca ümmetin hainleri gibi gösterilmeye çalışılıyor. Oysa Birinci Dünya Savaşı sırasında ve Anadolu’nun işgal girişiminde Kürtler küçük istisnalar hariç Osmanlı hilafetinin yanında durmuştur.
Kut el-Amare savaşında İngiliz ordusunu esir alan Halil Paşa, daha sonra Bağdat’ın düşmesi üzerine geri çekilirken, ağır silahları bir Kürt aşiretine teslim etmiş ve aşiret bir süreliğine bu silahlarla İngilizlere karşı direnmeye devam etmiştir. Bunu bizzat Halil Paşa hatıratında yazmaktadır. “Şeyh Mahmud İsminde biri bölgenin hâkimi olabilirdi. Ona bir mektup yazdım. Kendisini oradaki bütün birliklerimize kumandan ve Kürdistan bölgesinine emir tayin ettiğimi bildirdim. Mülki ve Askeri idareyi eline almasını yazdım ve bu istiklalinin İstanbul’a da bildirileceğini, Padişahımızın fermanını da alacağımızı ilave ettim. Şu kadarını söyleyebilirim ki, bu Şeyh Mahmut vazifesini mükemmelen yapmış, oradaki asker ve memurlarımızı şefkatle himaye etmiş ve dağlık bölgeye İngilizleri harbin sonuna kadar sokmamıştı” Bitmeyen Savaşta Halil Paşa’nın Hatıratı: Kut’ül Amare, 2016, s. 195
2003’E KADAR ŞİİLERLE SÜNNİLER KARDEŞTİ
2003 yılında Irak’ın işgaline kadar Irak’ta Şiiler ile Sünniler arasında herhangi bir çekişme olmadığı gibi, bazı ailelerin yarısı Şii iken diğer yarısı Sünni’ydi. Yani iki grup aynı halktı, aynı aşiretti ve bir arada barış içinde yaşayabilmekteydi. Ancak işgalden sonra Amerika’nın Irak’ta kontrolü kaybetmesi üzerine İran’ı devreye sokmasıyla hükümet İran yanlısı hizipçi ve İran mollalarına tabi unsurlara devredildi.Bu unsurların ABD işgaline direnen Sünnilere karşı uyguladıkları katliamlar sonucunda Kuzey Irak bölgesini saymazsak ülke ortadan ikiye bölündü. İşgalin ilk günlerinde Şii-Sünni çatışması çıkarılması ihtimaline karşı iki taraf ulemasının ortaklaşa aldıkları kararlar, yayınladıkları bildiriler maalesef İran ve Amerika’nın entrikaları ile hükümsüz kaldı. Irak bugünkü çözümsüzlüğün içine sürüklenmiş oldu.