Bugün çokça bahsetmek zorunda kaldığımız, kendilerini İslami olarak nitelendiren IŞİD ve Hizbullah gibi örgütleri, siyasetten bağımsız anlamak mümkün değil. Irak işgali ve Suriye olayları bu örgütlerin varlık göstermesini sağladı. 80’li yıllarda, İsrail’i işgal ettiği Güney Lübnan’dan çıkartmak amacıyla kurulan Hizbullah, Müslüman katliamını durdurmak için savaştığı sürece İslam coğrafyasından geniş destek aldı. Hatta 2006 yılında İsrail’in denize giren Filistinli ailelere yaptığı hava saldırısı sonrası, Hizbullah’ın misilleme olarak İsrail askerlerine saldırmasıyla başlayan Lübnan Savaşı esnasında, başarısı İslam coğrafyasının başarısı kabul edilen, kendisine dua edilen bir oluşum haline geldi. Ancak Suriye’de önce bir halk hareketi olarak başlayıp daha sonra iç savaşa dönüşen kriz esnasında Hizbullah’ın oynadığı rol kafa karıştırdı.
İran’la bağ kopmasın
Suriye’de karışıklık başladığında Hizbullah Rejim’in yanında muhaliflere karşı savaşmaya başladı. Başta Hizbullah’ın varlığı inkar edilirken sonraları hem Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah hem de Beşar Esad tarafından açıkça kabul edildi. Suriye’de bazı kaynaklara göre yaklaşık 10 bin Hizbullah mensubu bulunuyor. Suriye ve Irak’ta Rejimin yanında, Sünni Müslümanlara karşı savaşan Hizbullah, Filistin ve Lübnan’ı korumak için Suriye’de olduğunu iddia ediyor. Ancak Hizbullah’ın Suriye’deki varlığı daha çok en büyük destekçisi İran’la arasında bir koridor görevi gören Suriye’yi kaybetmemek olarak görülüyor. Ve tabi ki bir de mezhep mensubiyeti öne çıkıyor.
Batı gündemini meşgul ediyor
Bugün pek çok Ortadoğu uzmanı tarafından Irak ve Şam İslam Devleti adını alan IŞİD’in Irak’ta ortaya çıkma sebeplerinin başında işgalci batılı orduların halka yönelik insanlık dışı uygulamalarının geldiği iddia ediliyor. Hilafet devleti kuracağını ilan eden IŞİD, Irak ve Suriye’de faaliyet gösteriyor. Ancak dünyanın çeşitli ülkelerinde kendisine biat eden silahlı gruplar da bulunuyor. Bugün Irak ile Suriye’de çok büyük bir alanı kontrol altında tutan IŞİD, sivillere saldırmasının yanı sıra kullandığı vahşi yöntemler ve Batılı ülkelerdeki terör eylemleriyle de ön plana çıkarak Batı gündemini meşgul ediyor.
Saldırmazlık kardeşliği
Hizbullah, IŞİD’a karşı da savaştığını ilan etti ama bugüne kadar açık bir şekilde Hizbullah ve IŞİD’in karşılaştığı bölge hemen hemen yok gibi. Sünni mi selefi mi olduğu tartışılan IŞİD, kendi mezhepsel bakışı dışında kalan herkesi kafir ilan ederek savaş açsa da henüz İsrail’e karşı herhangi bir saldırıda bulunmaması sadece Müslümanlara karşı savaştığı algısı oluşturuyor. Keza Hizbullah da İsrail’e karşı durması gerekirken Sünni Müslümanlara karşı tavrı ile dikkat çekiyor. Bugün Suriye topraklarında Suriye Rejimi, İran, Rusya, Hizbullah, IŞİD, muhalifler arasında kalan halkın yaklaşık 4 milyonu mülteci durumuna düştü. Suriye içinde ise yaklaşık 8 milyon kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. Konuyla ilgilenen akademisyenler ve gazetecilerden Suriye’deki durumu değerlendirmelerini istedik. Hizbullah ve IŞİD Suriye’de hangi motivasyonla savaşıyor? IŞİD ve Hizbullah arasında kalan Müslümanlar, tüm bölgeyi kasıp kavuran fakat adı konulmayan bir mezhep savaşının kurbanı haline mi geldi? IŞİD ve Hizbullah’ın benzeşen ve ayrılan yönleri neler? Müslümanlar bu iki uç arasında ne durumdalar?
PROF. ZEKERIYA KURŞUN
Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü / ORDAF Başkanı
Hizbullah da IŞİD de kendi adına savaşmıyor
İŞİD ve Hizbullah aynı coğrafyada fakat farklı dönemlerde, farklı motivasyonlar ile ortaya çıkan ve birbirinin zıddı iki örgüt olmakla birlikte; ikisi de radikalizmden, şiddet ve terörden beslenmektedirler. Bu yüzden ya terörü bizzat üreten ya da terörün üretilmesi için (devlet terörü dahil) özel gayret sarf eden ve başarısını istikrarsız ve başarısız bölge siyasetlerine borçlu olan iki örgüttür. Hizbullah’ın ortaya çıkış süreci bölgede İsrail’in gayr-i meşru genişlemesine paralel gelişirken, IŞİD ise genel olarak 2003 ABD işgalinden sonra bir türlü istikrarın sağlanamadığı Irak’ta Şii yönetimin yanlışlarından doğmuştur. Her iki durumda, yani Hizbullah’ın ortaya çıkışı ile IŞİD’in ortaya çıkışları arasında bu bakımdan benzerlikler bulunmaktadır.
Hiç kuşkusuz İslam dünyasında geleceği kurgulayacak siyasal bir dilin oluşmaması her türlü haksızlığa meşru biçimde karşı çıkan ile bu haksızlıkları kullanarak terör ve şiddete başvuranların söylemini birleştirmektedir. Güç ve kendilerince meşruiyet kazanmak için geleneksel dili kullanan bu guruplar son kertede ayrılıkçılığı ve mezhep savaşlarını kışkırtmaktadır. Nitekim IŞİD ve Hizbullah bütün Müslümanların asla reddetmeyecekleri ayet ve hadisleri söylemlerinin merkezine yerleştirerek iddialarını tartışmasız kılmaktadırlar. Oysa hayata geçirdikleri ve karanlık ilişkileri onların söylemlerinin uzağında durduklarını göstermektedir. Hizbullah İsrail karşısında durması gerekirken daha ziyade Sünnilere karşı tavır almıştır. Bugün de Esed rejimine destek vermesi ise söylemi ile çelişkiler arz etmektedir. Aynı şekilde IŞİD Sünni bir hareket olarak kendisini niteleyip, Irak’taki Şii uygulamalarına bir tepki olarak çıktığını ilan etmesine rağmen, İran’ın Şii politikalarına doğrudan bir itiraz geliştirmemesi ve Sünnilere yön ve şekil vermeye çalışması dikkat çekicidir.
Şu anda özellikle Suriye’de bu iki gurup da kendi söylemleri adına savaşmamaktadır. Zaten Suriye’de yaşananlar küçültülmüş bir 3. Dünya savaşıdır. Bu guruplar da savaşan büyük aktörlerin vekilleridir. Ancak burada hem vekil ve hem de müvekkil durumunda olanların menfaatleri birleşmiştir. Müslümanlar, kendi siyasal söylemlerini geliştirmedikçe ve bu konuda icma hasıl olmadıkça bu tür gurupların varlığı devam edecektir. Uluslararası çıkar guruplarının oyunları, -komploları- veya çıkarları nasıl şekil alırsa alsın Müslümanlar bu tür guruplara meşruiyet kazandıran bütün söylemleri yeniden yorumlamalı ve bu ifrazatı içinden atmalıdır. Yoksa bölgemiz gelecekte daha büyük mezhep savaşlarına sahne olabilir.
Hizbullah da IŞİD de kendi adına savaşmıyor
YARD. DOÇ. DR. VEHBI BAYSAN
Yeditepe Üniversitesi Tarih Bölümü
Savaş sebebi mezhep değil yöneticilerin çıkarları
Hizbullah, Lübnan’daki varlıklarının bir anlamda garantörü olan Suriye Baas rejiminin devamlılığını sağlamak üzere; İşid ise, Daiş (Devle İslamiyye fi el Irak ve Şam) ünvanıyla oluşturdukları kuruluş konseptinden evrilerek davalarını Dİ (Devle İslamiyye) isimlendirmesiyle yeni bir platforma taşıdıkları motivasyonla savaşıyorlar.
Meseleye birilerinin kurgulayıp her iki örgütün de uygulamaya koyduğu ‘tezgahlar’ savı üzerinden bakarsak, muhtemelen fazla bir ilerleme kaydedemeyiz. ‘Üst Akıl’ avcılığı, genelde özellikle ülkemizde düşülen yanılgıların en önemlisidir ve gerçekle fazla ilintisi yoktur. Ortadoğu’da ülkelerin (ama öncelikle onu yönetenlerin) çıkarları mezhepsel çatışmaların her zaman üstünde olmuştur. Mezhepler teorik olarak birbirinden farklılık arzetse de temelde hiçbiri diğeri için varoluşsal bir tehdit içermez.
Hizbullah, her daim Lübnan için var olduğunu ve İsrail’in Lübnan topraklarını işgali devam ettiği sürece de savaşlarını sürdüreceklerini savundu. Eylemlerini Lübnan merkezli oluşturdu ve sözlerinin arkasında durdu. Göründüğü kadarıyla ilk kez Suriye’de sıcak çatışmalara dahil oldu ve böylece Lübnan sınırları dışına çıkmış oldu. Irak ve Şam İslam Devleti, yani Daiş ise önce kontrol alanını Bilad al-Şam ile sınırlı tutarken ve örgüt adını buradan alırken, daha sonra stratejik bir kararla liderleri Abu Bekir Bağdadi İslam Halifesi ilan edildi ve örgütün adı İslam Devleti olarak değiştirildi. Buna göre, operasyon ve kontrol alanları Bilad al-Şam olmaktan çıktı, tüm İslam dünyasını kapsar oldu.
DAEŞ propaganda ile destek sağlıyor
Geleneksel Müslümanlar Daiş’in insan hayatını hiçe sayan sansasyonel eylemlerini kesinlikle tasvip etmiyor. Onlara göre tüm bu kafa kesmelerin İslam’da kesinlikle yeri yok ve İslam’a aşırı derecede zarar vermekte. Ancak, özellikle Avrupa’da ikinci / üçüncü kuşak eğitimli Müslüman gençler arasında Daiş’e destek şaşırtıcı derecede yoğun. Bu örgütün propaganda yöntemleri bir şekilde aradıkları desteğe ulaşmalarını sağlıyor. Lübnan Hizbullahı Şii dünyada gayet popüler görünüyor, Lübnan’da ise Şii nüfusu mobilize etmede son derece etkin. 2006’da İsrail’e karşı kazandıkları başarı ve neticesinde İsrail’in güney Lübnan’da işgal ettiği toprakların bir kısmını bırakarak çekilmesi, Şiiler arasında muazzam bir moral kaynağı oldu, Sünni dünyada dahi takdir gördü.
PROF. MEHMET
ALI BÜYÜKKARA
İstanbul Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi
Çok uzun zamandır görülmeyen bir mezhepsel bölünme var
Hizbullah Esed rejiminin ayakta kalması için İran’ın talimatıyla Suriye iç savaşının bir parçası oldu. Esed’in düşmesi demek, İran’ın Doğu Akdeniz’deki nüfuzunun büyük ölçüde ortadan kalkması anlamına geliyor. Bu ise Hizbullah için sonun başlangıcı demek. İran’ın İslam devrimi ihracı politikasının belki de başarılı tek sonucu Hizbullah’ın Lübnan’da yaratılmasıydı. Esed’lerin yönettiği Suriye, hem Lübnan’daki kendi çıkarları hem de stratejik ortağı İran adına bu ilişkide köprü vazifesi görüyordu. Bu köprünün yıkılması istenmiyor.
IŞİD ise 2010 sonrası oluşan siyasal kaos ortamından yararlanarak Ortadoğu’daki mevcut sınırları tanımayan teokratik bir İslam devleti kurmayı amaçlıyor. Selefi ideolojik arkaplanı nedeniyle Şii İran’ı ve Hizbullah’ı gayrimüslim bir düşman olarak görüyor. Zira böyle bir devlet oluşumunun karşısında en önemli engel İran olacaktır.
Bu iki aktörü tam da mezhepsel ‘iki uç’ olarak niteleyebiliriz. Böyle olunca haliyle mezhepler savaşı bir realite oluyor. Fakat şu ilginç durum da gözden kaçmıyor: IŞİD basılı ve görsel yayınlarında İran ve Hizbullah’ı baş düşman olarak göstermesine rağmen, Suriye zemininde bu iki tarafın direkt karşı karşıya gelişlerine yeteri kadar rastlamıyoruz. Anlaşılan o ki, IŞİD ile Esed arasındaki ‘saldırmazlık’, Hizbullah’a da IŞİD karşısında şimdilik bir koruma sağlamış. Aslında IŞİD, en-Nusra ve Ahrâr gibi diğer Sünni örgütlerle savaşarak Batı Suriye’de Hizbullah’ın işini epey kolaylaştırıyor.
IŞİD Sünni-Selefi, Hizbullah ise Şii bir örgüt. Her iki örgütün de de facto devletleri var. Yani bir devlet gibi çalışıyorlar. IŞİD bunun ilanını yaptı, Hizbullah ise bunu fiili olarak yürütüyor Lübnan’da. Her ikisi de dini referanslarla kendini ifade ediyor. Hizbullah bölgede İran’ın vekili. O ne derse onu yapıyor. IŞİD ise kendi başına hareket ediyor görünmekle birlikte, büyük siyasal güçlerle nasıl bir ilişki içinde olduğu hala esrarını koruyor. IŞİD’in bölgedeki hareket tarzı uluslararası siyaset uzmanlarını şaşırtmaya devam ediyor.
Irak ve Suriye Sünnileri Selefi aşırılığı tasvip etmeyen kesimlerden oluşmaktadır. Bu nedenle ta başından beri el-Kaide, IŞİD gibi yapılar bölgede halk tarafından sahiplenilmemiştir. Ama Irak’ta Şii hükümetin yaptığı ayrımcılık, Sünnilerin sahipsiz kalması ve IŞİD’in bu hakları savunacak tek yapı olarak belirmesi Sünni Müslüman halkı IŞİD’e mecbur etmiştir. Öte yandan Hizbullah’ın üç yıl öncesine kadar Sünni kesimlerin gözünde bir kahraman olduğunu unutmayalım. İsrail’e karşı verdiği mücadele, mezhep ayrımının önemsizleştiği bir sevgi ortamı yaratmıştı.
Fakat bugün durum böyle değil. Hizbullah büyük itibar kaybı yaşadı. Basit bir vekalet örgütü seviyesine düştü. Sağduyulu Şiiler için bile durum böyle. IŞİD ise olanca aşırılığına rağmen, Sünni bazı kesimler için Irak ve Suriye’de bir emniyet ve istikrar unsuru olarak görülebiliyor. Rakka’da, Musul’da durum şimdilik böyle. Diğer taraftan bölgedeki Müslümanlar çok uzun zamandan beri görülmedik biçimde mezhepsel olarak bölündüler. Bu kötü durumun ortadan kalkması hiç kolay olmayacak.
TAHA KILINÇ Gazeteci
Bir paranın iki yüzü
Ortadoğu, birbirine zıt cephelerde görünseler de, sıklıkla “İran’ın bölgesel emelleri” ortak paydasına hizmet eden iki silahlı örgütün mücadelesine şahitlik ediyor: IŞİD ve Hizbullah. Resmiyette biri Sünni diğer Şii olan ve birbirine tamamen karşıt tezlerle ortaya çıkmış görünen bu iki yapılanmadan IŞİD, özellikle dünya basını tarafından “Sünniliğin barbar yüzü” olarak ısrarla öne çıkarılırken; Hizbullah, -İsrail’in artık iyice cılızlaşan itirazlarını bir yana bırakacak olursak- adeta görmezden geliniyor.
Hizbullah’ın ve onun destekçisi İran’ın, Suriye’de sadece özgürlük isteyen insanların isyanlarının bastırılmasında üstlendiği kanlı rol konuşulmadan, Ortadoğu’nun mevcut manzarasını tam anlamıyla ortaya koymak imkânsız. Ancak medya marifetiyle, IŞİD’in elinden çıkan vahşetlerle gündem öylesine dolduruluyor ki, ne IŞİD’in durduğu nokta hakkıyla anlaşılabiliyor, ne de bölgemizde en az “Sünni ekstremizm” kadar ciddi ihlallere imza atan “Şii ekstremizm” konuşulabiliyor.
İŞİD’i İran kullanıyor
Yakından bakıldığında ve nihayetinde yol açtığı neticeler analiz edildiğinde, IŞİD yapılanmasının bir bölümünün İran istihbaratı tarafından kontrol edildiğini görmemek imkânsız. “IŞİD dehşeti”, İran tarafından birkaç türlü kullanılıyor: Herşeyden önce, Şii milisler eliyle gerçekleştirilen vahşetler gözlerden kaçırılıyor. Ardından, Esed rejiminin tek alternatifinin “Kafa kesen Sünni cihatçılar” olduğu tezi, dünyanın kafasına kazınıyor. Ve nihai olarak, Şiilerin Ortadoğu’daki kazanımlarının garantilenmesi için, Sünni-Şii uçurumu, -belki de bir daha hiç kapanmamak üzere- sonuna kadar açılıyor.
Bu açılardan bakıldığında, ‘Sünni’ IŞİD’in ile Hizbullah başta olmak üzere Şii silahlı yapılanmaların, “bir paranın iki yüzü” olduğunu söylemek, isabetsiz bir tespit sayılmaz.
Gelinen noktada, Suriye’de 4,5 sene önce tamamen silahsız ve barışçıl şekilde başlayan bir hak arama mücadelesi, “IŞİD vahşeti” parantezine sıkışıp kaldı. Zulmün ana odak noktası olan Beşşar Esed rejimini ve onun baş destekçisi İran’ın bölücü politikalarını konuşmak yerine, İslam dünyası bugün IŞİD’i konuşmak, kendini ondan arındırmak için savunma refleksleri geliştirmek ve “cihatçılardan ürken” uluslararası toplumun baskısıyla Esed’e razı olmak durumunda bırakılıyor. Bu da, Suriye’deki dramın en üzücü yanlarından birini oluşturuyor maalesef.
ABDULLAH YEĞIN Seta Dış Politika Uzmanı
Anahtar kelime basiret yokluğu
Hizbullah ve IŞİD’in politik gündem ve ajandalarının ne olduğu çokça tartışılan ve heyecan verici komplo teorilerine de oldukça müsait bir alandır. İki hareketin politik ajandalarına ulaşmak için takip ettikleri yolda hangi unsurlarla motive oldukları ve kendilerini hangi kavganın parçası olarak gördükleri ise nispeten cevabı daha kolay bir konu. Hizbullah kendini birkaç temel araçla motive etmektedir. Bunlar Kudüs sembolü ile Filistin, ehlibeyt sevgisi iddiasıyla Şiilik ve İslam dünyasının özgürlüğü iddiasıyla birleşen antiemperyalizm çizgisidir. Hizbullah bütün eylemlerini olduğu gibi Suriye’deki varlığını da bu söylemler üzerinden savunmaktadır. Yani Hizbullah’a göre bugün Suriye’de verdiği mücadele hem özgür Kudüs, hem bağımsız İslam Dünyası hem de Ehlibeyt değerlerinin savunusu için olmazsa olmaz bir durumdur. Çünkü Hizbullah’a göre Suriye’de olan bitenin bir halkın meşru ve onurlu mücadelesi ile hiçbir ilgisi yoktur. Tersine Filistin mücadelesinde ilk günden itibaren Direniş Ekseni’nin yanında yer almış Suriye yönetimi Batılı aktörler tarafından devreden çıkarılarak direniş cephesinin bu kritik halkası koparılmaya çalışılmaktadır. Hal böyle olunca da Hizbullah Suriye’de bir şer planına karşı Filistin, İslam ve Ehlibeyt için savaşmaktadır.
IŞİD ise İslam dünyasının son 200 yıldır içinde bulunduğu durumun sorumlusu olan hurafeci, mürtet ve kâfirlere karşı İslam’ın ve Müslümanların onur ve izzetini korumak için savaştığını düşünmektedir. Irak’ta ABD’nin işgali ile birlikte Irak’ın Müslüman halkının karşı karşıya kaldığı zulümlere ek olarak oradaki Şiilerin güç ve iktidarı ele geçirmesiyle birlikte Sünni halka yönelik olumsuz tutumlarını da dikkate alınca IŞİD açısından Müslümanların zulümden kurtulmasının yolu batılı emperyalist güçlerin ve Rafızi sapkınların yok edilmesinden geçer. Bu doğrultuda mücadele etmek her Müslümanın birincil görevi ve ödevidir.
Çatışma potansiyeli hep var
Her iki hareketin mensuplarının da öne sürdükleri iddialara sonuna kadar iman ettiklerinden hiçbir şüphem yok. Dolayısıyla da onları ne motive ediyor sorusunun bende ki cevabı çok net: İman! Her bireyinin kolaylıkla intihar saldırısı düzenleyebileceği gerçeği de aynı Sünni cihatçılar” olduğu tezi, dünyanın kafasına kazınıyor. Ve nihai olarak, Şiilerin Ortadoğu’daki kazanımlarının garantilenmesi için, Sünni-Şii uçurumu, -belki de bir daha hiç kapanmamak üzere- sonuna kadar açılıyor.
Bu açılardan bakıldığında, ‘Sünni’ IŞİD’in ile Hizbullah başta olmak üzere Şii silahlı yapılanmaların, “bir paranın iki yüzü” olduğunu söylemek, isabetsiz bir tespit sayılmaz.
Gelinen noktada, Suriye’de 4,5 sene önce tamamen silahsız ve barışçıl şekilde başlayan bir hak arama mücadelesi, “IŞİD vahşeti” parantezine sıkışıp kaldı. Zulmün ana odak noktası olan Beşşar Esed rejimini ve onun baş destekçisi İran’ın bölücü politikalarını konuşmak yerine, İslam dünyası bugün IŞİD’i konuşmak, kendini ondan arındırmak için savunma refleksleri geliştirmek ve “cihatçılardan ürken” uluslararası toplumun baskısıyla Esed’e razı olmak durumunda bırakılıyor. Bu da, Suriye’deki dramın en üzücü yanlarından birini oluşturuyor maalesef.
şeye işaret ediyor. İman dışında bir insanı seve seve ölüme gitmeye motive edecek ne olabilir ki? Peki, bir insan, uğruna ölümü göze alacak kadar samimi bir imanla bağlandığı şeye nasıl olup da bu kadar zarar verebilir sorusuna cevap olacak anahtar kelime “basiret” yokluğudur. Bu basiretsizlik dışarıdan tezgâhlanan bir mezhep savaşını pekâlâ mümkün kılabilir. Ancak Müslümanlar arasında bir çatışma potansiyelinin zaten mevcut olduğunun ve bu potansiyelin harekete geçmesi için illa dışarıdan bir kıvılcıma ihtiyaç duyulmayacağının bilinmesi gerekmektedir. Bahis konusu iki örgütün teolojik yaklaşımları bir diğerini ortadan kaldırmayı gerektiriyorken dışarıdan birilerinin ayrıca bir mezhep savaşı tezgâhlamasına gerek yoktur. Kendini bu iki gruba da yakın görmeyen Müslümanlar kanaatimce iki şeyi yapmakla sorumludurlar. Birincisi “ben sizin yapageldiklerinizden hakikaten uzağım” tutumunu ortaya koymaktır. İkincisi de – elbette birkaç asırlık sömürge faaliyetlerini de yok saymadan – iç muhasebe yoluyla hangi marazlarının bu sonuçlara yol açtığını konuşmak ve bu minvalde yeni bir Kelam, Fıkıh, Ahlak ve Siyaset usulü geliştirmek için tartışmaktır.
ABDÜLKADIR ŞEN
Gazeteci / Muş Alparslan Üniversitesi Arşt. Gör.
Ortadoğu’da yaşanan hiçbir şey tarihi arka planı olmaksızın sağlıklı değerlendirilemez. Yaşananların bir sosyolojik sonuç olduğu göz ardı edilmemelidir. IŞİD ve Hizbullah’ın Suriye’deki motivasyonları değerlendirildiğinde ikisi arasında bariz bir fark ortaya çıkar. IŞİD ve ona destek veren (çoğunlukla Irak’lı Sünni aşiretler ve Suriye’deki bağlantılı aşiretler) reaksiyonel hareketlerdir ve temelde İslâmi bir devlet ile Irak savaşı boyunca ABD ile işbirliği yaparak 1 milyondan fazla Sünni’yi katleden mezhepçi Şii kesimlerden intikam almayı amaçlıyorlar. Bu anlamıyla IŞİD bir intikam arayışındadır. Fakat motivasyonları arasında bir asır boyunca ilga edilmiş olan hilafeti yeniden canlandırmak, İslâm dünyasında işgal ve sömürü faaliyetleri olan Batı’lı güçleri engellemek, Ulus devlet sınırlarını zayıflatmak da var. Makul taleplerini hangi yöntemlerle gerçekleştirmeye çalıştığı noktası asıl tartışma konusudur. Hizbullah ise bir mağduriyet hareketi değildir ve İran dini liderliğinin yayılma politikasını gerçekleştirmeye çalışan bir araçtır. Hizbullah’ın amacı büyük Şii imparatorluğunu kurmak için İran ile ortak çalışmaktır.
Savaş bizim mahallelerimizi yıkıyor
İslâm dünyasında fiilen bir mezhep savaşı yaşandığı ortadadır. Bu savaşın aktörlerinden biri IŞİD diğeri ise neredeyse tüm Şii dünyadır ve liderliğini İran yapmaktadır. Yaşanan savaşı Batı ülkelerinin zevkle izlediğinden şahsım adına hiç şüphem yok. Bu büyük oyunun başrolünde ise kamuoyunda gösterildiği gibi IŞİD değil Hamaney liderliğindeki İran var. Dünyada Ebu Gureyb işkencehaneleri gibi insan aklını ve vicdanını zorlayan vahşetlerin ABD ile işbirliği içinde Şiiler (Özellikle de Maliki ve Bedr Tugayları) tarafından gerçekleştirilmesi, 1 milyon Sünni’nin katledilmesi, 3 milyon Sünni’nin tehcir ettirilmesinin sosyolojik-tepkisel sonucudur. Tıpkı Diyarbakır Cezaevi işkencelerinin PKK’yı doğurması gibi değerlendirebiliriz ve bu konuda Batılı-Doğulu araştırmacıların artık neredeyse hiç şüphesi yok. Ancak Hizbullah Şii dini hiyerarşisine girmiş, Hamaney merciyetine bağlı, uluslararası toplumun da nispeten önünü açıp mezhep savaşına bilerek sevkettiği bir yapıdır. Yani bir Sünni dünyanın kontrolsüz yapısı iken diğer bilinçli bir politika ve liderlik ile mezhep çatışması yürütmektedir. Kontrolsüz, dağınık bir grubu İran gibi bir devletçe yönlendirilen Hizbullah ile kıyaslamak hata olur. Sorumluluk açısından da bu böyledir.
Müslüman toplum köleleştirilmiş ve köleliğinin farkında olmayan, farkında olan, tam köle, yarı köle ve zayıf bırakılmış özgür birey ve kesimlerden oluşan bir ümmettir. Özgür kesimler ve bireylerin sesleri de her araç kullanılarak kesilmeye çalışılıyor. İçinden çıkmaya çalıştığımız buhranda bir mezhep savaşının ümmetin çıkarına olmadığı, asıl piramidin üstünde bulunan ve İslâm toplumuyla sömüren-sömürülen ilişkisi kurmuş olan Anglo-Amerikan (Merkez) güce odaklanıp bağımsızlığımızı tam olarak elde etmeliyiz. Bu ise ümmetin kendi içinde sapkın olarak tanımladığı gruplarla bile çatışması ile olmaz. Enerjimiz birbirimiz ile çatışmada heba oluyor, savaş bizim mahallelerimizi yıkıyor maalesef.
Başrolde İran var
ALI BAKEER
ME Expert
IŞİD diye bir örgüt varsa
sebebi Hizbullah’tır
Bugün Suriye’de IŞİD diye bir örgüt varsa bunun en temel sebeplerinden biri Hizbullah’ın varlığıdır. Hizbullah, Şii ideolojiyi benimsemiş, İran destekli oldukça organize ve harekât gücü yüksek bir örgüt. Esad rejiminin yükselişe geçtiği dönemde İran’ın Suriye, Lübnan ve Irak üzerindeki kontrolünü sağlamaya aracı oldular. Yabancı savaşçıların Suriye’ye gelip büyük insanlık suçları işlemelerine kapı araladılar.
IŞİD vahşetini ortaya çıkaran ise Esad rejimi ile destekçilerinin yarattığı kaos ortamı oldu. Esad rejiminin acı çektirdiği kitleleri savunma iddiasıyla yola çıkmaları ve Şii militanların teröründen korunmak isteyenler tarafından benimsenmeleri kendilerine büyük avantaj sağladı. Fakat bugün görüyoruz ki aslında IŞİD de Esad rejimine sıkıca bağlı ve Suriye halkı şimdi her iki taraftan da zulüm görüyor.
Suriye’de iki uç üzerinden bir mezhep savaşı çıkarıldığı argümanına ise tam olarak katılmıyorum. Bu argüman, tek bir tarafın, azınlığın, Şii milisler ve İran Devrim Muhafızları Ordusu tarafından desteklenen ve neredeyse beş yıldır Suriye halkını katleden Alevi rejiminin varlığını gösteriyor. 49 yıldır Esed ailesine dayanmak zorunda Suriye’nin çoğunluğunu mezhepçilikle suçlamak adil değil. Ama her hareketin karşılığı vardır. Bu yüzden de biz Suriye rejimindeki mezhepçilik dalgasına tanıklık ediyoruz.
Manipülasyon aracı
IŞİD ve Hizbullah radikal silahlı milisler, yapı ve görev anlamında benzersizler, normal milislerin üzerinde ama düzenli bir ordudan azlar, her ikisi de sınır ötesi milis kuvvetleri, her ikisi de (onlara böylediyebilirsek) devlet aktörleri ya da devletin üzerinde aktörler. Vahşiler, kaosa yatırım yaparlar ve her iki taraf da ülkeler tarafından bölgeyi manipüle etmeleri için kullanılan araçlar. Tek fark, Hizbullah’ın İran’a doğrudan bağlı olması ve Hamaney’in Hizbullah ideolojisinin ana lideri olması; İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun ise saha operatörü olarak görev yapması.
Suriyeliler Hizbullah’ı da IŞİD’i de reddediyor; her iki gruptan da çok çektiler ve şimdi ikisinin de müdahalesinin bedelini ödüyorlar. Ama ayrıca pek çok Suriyeli, Esed’i ve bugün IŞİD sorununun temelinde yatan Hizbullah ve İranlı milis güçleri yenmeden kimsenin IŞİD’i yenemeyeceğini düşünüyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın IŞİD raporundan…
IŞİD’in yaptığı terördür
yapan da terörist
“Daiş’in düşünce çizgisi, bir yönüyle tarihte ilmi Selefilik olarak bilinen, İslam’ı en sade ve otantik haliyle anlama ve yaşama çabası olarak nitelenebilecek akımdan ayrılarak şiddet ve tedhişi esas alan politik bir ‘Selefizm’e dönüşmüştür. Zaman zaman medya ve akademyada hareketin bir yönüyle ‘Neo-Haricilik’ olarak vasf edilebilecek bir İslam yorumunu çağrıştırdığı iddia edilse de aslında İslam dininin ve medeniyetinin tarihinde hiçbir yeri olmayan yepyeni bir vaka ile karşı karşıya olduğumuz muhakkaktır.”
“Bugün Daiş markasıyla ortaya çıkan oluşum, kimilerine göre, İbn Teymiye’nin Moğol istilasına karşı o günün şartlarında geliştirdiği bir yaklaşımın el-Kaide tarafından güncellendikten sonra mutasyona uğramış bir hâli ve türevidir. İbn Teymiye’nin Moğol istilası döneminde verdiği bölgesel bir fetvanın, Afganistan’ın Rusya tarafından işgali üzerine el-Kaide tarafından evrenselleştirilerek güncellenmesi, bilahare Irak’ın Birleşik Devletler ve müttefikleri tarafından işgalinden sonra daha da sertleştirilerek yorumlanması ve bizatihi Müslüman halka karşı kullanılması tesadüf değildir.”
“Örgütün bu hızla yayılmasında önemli bir etken de şüphesiz ki ABD’nin 11 Eylül saldırısının ardından Irak’ta uyguladığı, alt kimlikleri, dini inanç gruplarını göz ardı eden ayrımcı politikalarıdır. Öte yandan ‘Arap Baharı’ olarak isimlendirilen dönemde Batılı ülkelerin bu ülkelerde takındığı tavırları özellikle de Suriye iç savaşındaki tutumları dünyanın her yerinde dini hassasiyetleri yüksek olan gençlerin, Batı’yı hedefe koyan Daiş’e sempati beslemelerinde önemli bir sebep olmuştur. Bu öfkeyle motive olan pek çok kişi öfkesini en rahat tepkiye dönüştürebileceği DAİŞ şemsiyesinin altına geçmekte tereddüt etmemiştir. 2014 yılında dünyanın 80’den fazla ülkesinden binlerce yabancı savaşçının Daiş’e katıldığı ifade edilmektedir.”
“Daiş adındaki bu gayrinizami silahlı gücün, uluslararası hukuka ve İslam’ın ahlaki değerlerine aykırı olarak gerek kendilerinden olmayan Müslümanlara gerekse farklı dini inanç ya da ırk veya etnik kökene sahip insanlara karşı yürüttüğü tehdit, öldürme, yaralama, kaçırma eylemlerinin tamamı terör olup, bunları yapanlar da teröristtir. İslam’da cihadın da bir hukuku vardır. İslam dini, savaşta bile olsa kadınların, çocukların ve eli silah tutmayanların öldürülmesine ve eziyet edilmesine cevaz vermez. Bu yapılanlar dinimize göre haksız yere insan öldürmek anlamına gelmektedir. Bu da en büyük günahlardandır. Ayrıca, düşman askeri ya da savaşçıları teslim alındıktan sonra asla öldürülemez veya kafası kesilemez. Çünkü bu durumdaki asker, esir durumundadır; esirlere yapılan muameleye tabi olur. Teslimden sonra da kafa keserek öldürmenin İslam tarihinde bir örneği yoktur. Dolayısıyla Daiş’in Müslümanlarla yaptıklarının da İslam ile hiçbir ilgisi yoktur.’’