FETÖ’cüler Hristiyanlığa sığınıyor: Yeni Sabetayistler

Almanya ve Türkiye arasında son zamanların en önemli gündem maddesi FETÖ’cülerin iadesi. Örgüt mensuplarını Türkiye’ye iade etmeyen, darbenin planlayıcılarından Adil Öksüz, Zekeriya Öz, Şerif Ali Tekalan gibi üst düzey FETÖ’cüler Almanya’da yaşıyor.

Üst düzey olmayan ve iltica sorunu yaşayan FETÖ’cülerse yine Almanya’nın 1960’lardan beri uyguladığı, kiliseye sığınma hakkı olarak da bilinen “Kirchenasyl” uygulamasına başvuruyor.

Almanya’da yaklaşık yüz otuz Hıristiyan cemaati “kilise ilticası” olarak bilinen bu yöntemi uyguluyor. Kilise ilticası, resmî ikametleri olmayan ve tüm hukuki imkânların tükenmesi sonrasında sınır dışı edilmeyle karşı karşıya kalan mültecilerin belirli bir süre için kabul edilmelerini öngörüyor. Bu mültecilerin çoğu, sınır dışı edilmeleri durumunda hayati tehlikeyle karşılaşabiliyor.

Hıristiyan ol sığınmayı kap

Kilise ilticası kapsamında sığınma hakkı veren aslında bizzat kilise değil; ancak mültecileri koruma altına almış sayılıyorlar. Bu da yüzyıllar öncesinden bir geleneğe dayandırılarak “acil yardıma ihtiyacı olan insanlar için koruma mekânları oluşturulması” olarak açıklanıyor. Hukuki açıdan çıkmaz içerisinde bulunan mülteciler de kilise cemiyetlerinden yardım talebinde bulunuyorlar. Bu yardımdan faydalanabilmenin bir koşulu da Hıristiyanlığı benimsemek.

FETÖ’cülerin de başvurduğu bu yöntem bütün Müslümanlarda “işe yaramıyor” elbette. 2014 yılında çocuklarıyla beraber Almanya’nın Bavyera eyaletindeki Augsburg kentinde bir başka Çeçen komşusunun saldırısına uğradığı için kiliseye sığınan bir Çeçen kadın, mülteci polisin kiliseye girmesiyle beraber dışarı çıkarılmış, çocuklarıyla beraber Polonya’ya gönderilmişti.

Almanya’da Suriye’den ve Irak’tan gelen ve iltica talebinde bulunan mülteciler de her zaman bu yöntemden yararlanamıyor. Yalnızca geçen yıl reddedilen 14 bin 844 iltica talebi var. 2005’te 39 kişi kilise iltica talebinde bulunarak kiliseye sığınırken, 2013’de bu sayı 162’ye, 2014’de ise 359’a ulaştı. 2016’da Katolik ve Protestan kilisesi verilerine göre 277 kilise sığınma davası var, 449 mülteci kabul edilmiş. 2017 yılında da bu rakamların arttığı belirtiliyor.

Birileri bu hakkı suistimal ediyor’

Kiliseye başvurduktan sonra vaftiz töreni gerçekleştiriliyor ve Hıristiyan isimlerinden biri alınarak kimliğe işleniyor.

Almanya’da mülteci hakları için mücadele veren Mülteci hakları örgütü Pro Asyl’ün başkanvekili Bernd Mesovic, bu uygulamayı kullananların sayısında 2016’dan itibaren görünen artışı değerlendirirken, bunun bir haksızlık olduğu da vurguluyor:

“Mülteciler için kilise sığınma hakkının kullanılması önemli bir fark. Ancak ayrım yapmadan.”

Die Welt gazetesinde yer alan haberde, Federal İçişleri Bakanlığı sayıları doğrulayan bir açıklama yaptı. Ama Bakanlık bununla yetinmedi, bu hakkın “suiistimal edildiği”ni de belirtti. Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maziere, kilise yönetimlerini diplomatik dille kınayarak,  geçerli devlet yasaları dışında “ikinci bir hukuk” oluşturulduğunu söylüyor. Benzer bir eleştiri yine aynı bakanlığın müfettişlerinden Ole Schröder’den geldi.

FETÖ’cülerin eski taktiği

Dinler arası diyalog çalışması adı altında aşureye alternatif olarak “Nuh puding” fikrini ortaya atan, kiliselerde broşür dağıtan, kadınla erkeğin yan yana namaz kıldığı camiye önayak olan FETÖ’cüler için Almanya’daki bu uygulamayı kullanmak çok da şaşırtıcı değil. Gittikleri ülkelerde görünmez olmak için Türklerin oturdukları yerlerde oturmadıkları, resmi yazışmalarda yabancı isimler kullandıkları, doğan çocuklarına Hıristiyan isimleri verdikleri biliniyor.

Bu duruma ilk olarak Türk hükümetinden Bekir Bozdağ dikkat çekmiş ve “ABD’de FETÖ’cüler Türkçe olan isimlerini değiştiriyorlar. Hristiyan isimleri alıyorlar, oradaki tarikatlara giriyorlar. Kendi devletine kendi milletine ihanet edenler, Amerika’ya başka ülkelere niye ihanet etmesinler” uyarısında bulunmuştu.

FETÖ mensupları gittikleri ülkelerde kilise derneklerinde faaliyet gösteriyor, kiliselerin etkinliklerine katılıyor. Çocuklarına verdikleri isimler arasında Eva, Matt, Abraham gibi iki dinde de karşılığı bulunan isimler var.

***

FETÖ’cüler bukalemun gibi

Taha Gergerlioğlu

Avrupa ülkelerinde kilise, eğitim alanı, sağlık alanı, hapishaneler gibi alanlarla altyapıya yerleştirilmiştir. Sistemin içerisindedir. Devlette ne kadar laiklikten bahsedilse de normalde din, sosyal hizmetler adı altında zaten Batı’da kurumlarda vardır. Hizmet yapısı buyken, olağanüstü bir durum oluyor, faraza Müslümanlar göç ediyorlar, bunların ihtiyacı sivil toplum kuruluşlarınca karşılanıyor. Hükümetlerinin politikalarına dayanarak bir hedef koyuyorlar. Zaten yönetmelikleri de buna göre. Böyle olunca toplumun her sahasındalar ve her an zorluk çekilince bunlara gidiliyor. İmtiyazlıdırlar. Katolik olsun, Protestan olsun, Evanjelist olsun, Ortodoks olsun fark etmez. Bir adam mülteci olarak geldiğinde, “Müslüman olmasan sana bu imkânları da sunarız” dendiğinde hissettirmeden, fark etmeden, mecbur bırakarak bir misyonerlik faaliyeti başlar.

Almanya’da mahkûmların televizyonu yoktur, televizyonu kim verir biliyor musunuz? Kilise. Hapishanede televizyonu mahkûm odalarına kilise koyar. Bir mahkûmun en büyük ihtiyacı toplumu izleyebilmektir. Bu da televizyonla mümkün. Televizyonu da kilise veriyor. Sizi detaylı şekilde inceler. Size her türlü kitabı tarif eder. Sizin normal yaşamınız içinde kilisenin hizmet alanı çok büyüktür. Bu alanlardan birinde karşılaştığınızda sizden bilgi istersen, din hanesine “Hıristiyan yazıver” diyebilir. Veyahut “Senin ne olduğunu biz anlayamadık, buradaki seçeneklerden birini de seçebilirsin, Müslüman olarak yazman şart değil” diye empoze edilebilir. Mağdur insanların bir kısmı bunu kabul eder.

Faşistlere de solculara da sızdılar

Bu, tablonun bir kısmı. Bir de tersi var. Adam buna hazır. FETÖ örgütü geçmişten itibaren bu konuda çalışma yaptı. Her köşeye, her yere dinli dinsiz demeden her alana insan yetiştirdi ve koydu. Faşist partiye de sol partiye de adam yetiştirdi Avrupa’da. Bu örgüt üyeleri yükselebilmek için kiliseleri zemin olarak görür, Hıristiyanlığı kullanır. O yüzden buralarda “Biz Hristiyanız” mesajını rahatlıkla veriyorlar. Avrupalılarda gelen mültecileri Hristiyanlaştırmak, onları etkilemek zaten vardı, FETÖ de buna gönüllü oldu. Almanya’yı üs seçtikleri için, sivil toplum, kamu, belediyeler ve siyasi partilerin tüm organlarında bunu kullanıyorlar. Geçmişte bu çalışmayı yapmışlardı, zeminleri de hazır. Medyaya da sızdılar. Ticari ve endüstriyel alanlara da sıçradılar.

Hıristiyanlaştırmayı bizzat FETÖ yapıyor

Türkiye’de çok bilinmiyor, hapishanelerdeki intiharlar ve ailedeki çocuklar. 16 yaşına kadar çocuk devletin malıdır. On binlerce Türk evladına, Suriye’den gelen çocuklara el koydular. Almanlar bundan beslenir. Devşirme çocukları yetiştirme metotları gelişti, FETÖ ekibi FEX QGekibi bunlarla da teşriki mesai içinde, Türk ailelerin aleyhine şahitlik yapıyorlar. Buradaki kiliseleri bile ifsat edeceklerini düşünüyorum. Müthiş bir Hristiyanlaştırma politikası vardı, bu şimdi bizzat FETÖ elemanlarınca yapılıyor. Kendileri de giderek Hristiyan oluyorlar. Kiliselere yapılan müracaatlara, eyalet istihbarat verilerine bakılabilir, Almanya’da eyalet kayıtları açıktır, baktığınızda görürsünüz. Geçen senenin ilk günlerinde 470 müracaat vardı. Bunları incelediğinizde FETÖ’cü olduklarını görürsünüz. Belli düzeydekiler yukarıdaki yöneticiler tedbir için bunu yaptılar.

Türkiye’de devleti, batıda dini ele geçirmek için çalışıyorlar. Türkiye’de bu konuda yeterli uzman yok. Bizim çocuklarımız da orada yaşıyor. Diyaneti, DİTİB’i, Almanya’da faaliyet gösteren Türkiye’yle ilgili tüm kurumları inceliyorlar.

Almanlar radikalleşmeye müsait

Yeni bir Protestan dini oluşturacaklar. Luther’in yaptığı şeyi yine Almanlar üzerinden deneyecekler. Dolayısıyla çok farklı gibi görünen şeyler ilerde birleşecek. Türkiye kendi kurumlarıyla ilgili ciddi tedbirler almalı. Türkiye’deki siyasi söylemler siyasete ayrı, devlete ayrı, Alman halkına ayrı olmalı. Almanlarda İslamlaşma yayılmaya başlamıştı ve Alman Müslümanlar radikal olmaya da çok uygundu, Almanya’da İslamiyet son yıllarda hızla yayılmaya başladı, içlerinde DEAŞ’a katılanlar oldu. Almanlar radikalleşmeye müsait bir halk, DEAŞ’ın Hitlerinin de bu halktan çıkması ihtimali vardı. Almanya da bu yakınlaşmayı biraz bunu önlemek için sigorta olarak gördü.

Bukalemun dediğimiz bir mahlûk var. FETÖ bu tabiatta. Bunların tabiatı takiye ve bukalemun. Bunların bozamayacağı hiçbir ilke yok. İslam coğrafyasında fesadı yayma politikası izliyorlar. Sabetayistler gibiler.

***

Türkiyeli yapılara baskı var

Muhterem Dilbirliği

Toplumun kendisine sirayet ettiler. Ev ödevlerıne yardım kursları adı altında, öğrencilere yardım kuruluşları gibi kuruluşlar şehirlerde farklı örgütler altında çalışmaya devam ediyor. Öğrenciler çekilse bile faaliyetler sürüyor.

Öte yandan  Diyanet’in Almanya’ya imam göndermesi gibi konular,  suni yaratılan ajan tartışmaları ile yurtdışından imam getirme yasağı çağrıları gibi konuları gündeme taşımaya yönelik., Pek çok defa ifade edildiği gibi Almanya, “kendi Müslümanını dizayn etme” politikasının bir parçası olarak her fırsatı değerlendirmeye çalışıyor. Türkiye kökenli cemaatlerin üzerinde “Türkiye’yle bağlarınızı koparın” baskısı var. Özellikle Diyanet üzerinde böyle bir baskı var. Türkiye’yle bağı koparma, Türkiye’den imam getirtmeme, Türkiye Diyanet’inin Almanya’dan etkisini çekmesi yönünde  baskısı var. Tüm bunlar FETÖ tipi yapılanmaların ekmeğine yağ sürüyor. Almanya’daki örgütlenmeler dağınık ve küçük cemiyetler üzerinde çok etkili. Düzenli takip edilmesi de zor.

DİTİB imamlarına yönelik 2016 Aralık ayında başlatılan “ajan” suçlamalarının hiçbiri davaya dönüşmedi. Ekim ayı itibariyle hepsine takipsizlik kararı verildi. O esnada imamlar Türkiye’ye döndüler zaten. Aralık 2017 ayında yönetim değişikliği oldu, tüzük değişikliği yapıldı. Eyaletler düzeyinde yürütlen faaliyetlerden olan Veliler Birliği gibi faaliyetler  merkeze bağlandı. Bu da iyi bir gelişme. Sosyal faaliyet yürüten dernekleri biraz daha kontrol altına almayı amaçlıyor. Almanya’nın baskısı ne kadar devam edecek onu kimse bilmiyor. Diyanet’in üzerinde Almanya hükümetinin baskısı çok.

***

Sabetayistler kimdir?

1626’da doğan Sabetay Sevi, 17. yüzyılın ikinci yarısında İzmir’de ortaya çıktı. İspanya’dan Osmanlı topraklarına sığınan Yahudileri Filistin’e götürecek mehdi olduğunu iddia eden Sevi’nin ünü kısa zamanda dünyaya yayıldı. Yahudi hahamlarının defalarca Padişah Dördüncü Mehmed’e şikâyet ettikleri sahte mesih Yahudilere göç emri verip ortalığı karıştırınca tutuklandı. Dördüncü Mehmed, Edirne’ye getirilen Sabetay Sevi’den iddia ettiği gibi mucize göstermesini istedi. Sevi gömleğini çıkaracak, okçuların karşısında duracak, okçuların hedefi olacaktır. Yahudiler Mesih’in oklardan, ateşten, kılıçtan etkilenmediğine inanmaktadır. Sabetay Sevi, bu durum karşısında tövbe eder, basit bir haham olduğunu, mehdilik iddiasının bulunmadığını söyler. Tercümanlığını yapan, Yahudi iken Müslüman olmuş Hayatizâde isimli bir hekimin “tek kurtuluş yolunun Müslüman olmasıyla mümkün olacağı” tavsiyesiyle Kelime-i Şahadet getirerek Müslüman olur. Mehmed adını alan ve ismine Aziz’i ekleyen Sevi, Müslüman olarak Filistin’e gitmeyi bekleyen Yahudileri büyük hayal kırıklığına uğratır. Kendini kurtarmak için “Firavun sarayında kalan Hazreti Musa gibiyim” örneğini verir. Bir süre sonra yine çevresinde toplananlarla İstanbul Kuruçeşme’de ayinler yapar. Bunun üzerine 1673’te Adriyatik kıyılarındaki Ülgün’e sürülür. Bir süre sonra taraftarları da Selanik’te toplanır. Sevi’ye inanan Yahudiler, liderleri gibi Müslüman olur ama kabala ayinlerine devam ederler. 1689’da ikiye, 1720’de de Karakaşlar, Kapanîler ve Yakubîler olmak üzere üçe bölünürler. Grup sonradan “Dönme” ismini alır.

Benzer konular