Geçtiğimiz hafta bir şehit haberi ile daha sarsıldık. 26 yaşındaki özel harekat polisi Ahmet Alp Taşdemir, Diyarbakır’ın Kayapınar ilçesinde PKK’lı teröristlere ait hücre evine düzenlenen operasyonda çıkan çatışmada şehit oldu. Genç şehidin ardında bıraktığı 1 yaşında bir kızı ve eşi vardı. Tabi anne, babası ve de kardeşleri… Haberi alan şehidin babası, imam İbrahim Taşdemir, Allah’a sığınmış, Cuma namazı için camiye koşmuştu. Cami çıkışında gazetecilerin kendisine uzattığı mikrofonlara vatan hainlerine ders veren sözler döküldü dudaklarından: “Bu ezan ve bayrak, necip milletin omuzunda yücelmeye devam edecek. Benim oğlum peygamberlerin yanında olan şehadet makamına ulaştı. Doğduğunda Rabbim bizi şereflendirmişti, şehit olarak ölümüyle de yine şereflendirdi. Bunun için ben Rabbimin hükmüne boyun eğdim. Hiç şikayetim yok. Rabbimizden gelen başım gözüm üstüne. Bizim ümmetimiz, milletimiz, vatanımız sağ olsun. Allah bu millete zeval vermesin. Siyonistlerle, kafirlerle, haçlılarla cihat ederken benim oğlum şehit oldu, bundan şeref duyuyorum. Elhamdülillah Rabbim bize böyle bir makamı lütfetti. Şeref duyuyorum.” İbrahim Taşdemir, oğlunun cenaze namazını da kendisi kıldırdı. Şehidin eşi Yeşim Taşdemir de Salihli’de düzenlenen cenaze töreni boyunca aynı metaneti gösterdi. Çevresindekilere, “Dik durun, ezanı susturmadı bayrağı indirmedi. Başınız dik olsun. Ağlamayın, düşmanları sevindirmeyin” dedi.
Şehidin ailesinin acısı acımız oldu. Şehidin babası İbrahim Taşdemir’e Türkiye’nin dört bir yanında taziye mesajları yağdı. Biz de şehit polis Ahmet Alp Taşdemir’i babasından dinlemek ve acısını paylaşmak için İbrahim Taşdemir’i ziyaret ettik. Taşdemir metanetini koruyor ama acısını içinde yaşıyor. Oğlunun cenaze namazını, ‘en zor namaz’ diye anlatan İbrahim Taşdemir, ‘oğlumun sızısı şehadetinden 2 gün önce içime düştü’ diyor. Şehitliğin en büyük makam olduğunu ancak bu haberle karşılaşılan ilk anın çok zor olduğunu söyleyen Taşdemir, haberi ilk duyduğunda gayri ihtiyarı “La ilahe illallah” diye bağırmış.
Oğlunuz 4 çocuğunuzun ilki, yani ilk göz ağrınız. Nasıl bir çocuktu?
Ahmet Alp, 1991 doğumlu. İlk evladım. Manisa Salihli’de dünyaya geldi. Rabbim onun doğumu ile bizi şereflendirdi. Ben hep dua ederdim, “Ya Rabbim. İnşallah alim bir insan olsun. İnsanlara davet anlamında hizmet etsin. Çok yüksek yerlere gelsin. Büyük İslam alimi olsun” diye. Rabbim böyle bir evlat lütfetti. Tabi, oğlum küçükken ben bir hata ettim. 1 yaşlarındayken, bir gün o evde oynuyordu, ben de “Peygamberler Tarihi” diye bir kitap okuyordum. İbrahim Peygamberin, Hazreti İsmail’i kurban etme hadisesini okuyunca, gençliğin de verdiği acemilikle, kendimizi bir şey zannetmişiz ki, İbrahim Peygamberin gösterdiği teslimiyeti sanki gösterebileceğimizi zannetmişiz ki, kendi kendime “Öyle bir imanım var ki, Rabbim bir gün evladımı alsa şükrederim. İsyan etmem ben de evladımı veririm” gibi şeyler söyledim gözyaşları eşliğinde. Bu acemilikten kaynaklanıyordu tabi. Daha sonra bu olayı hiç unutamadım, zihnime kazındı. Daha sonraki yıllar çocuğumuz büyüdü. Elhamdülillah kayınpederim çok müttaki, alim bir insan, aynı zamanda Ahmet Alp’in annesi de dini eğitim almış, hanımefendi bir insan. Onların Ahmet Alp’in kişiliğinde, ahlakının oluşmasında çok büyük katkısı var. Oğlumuz büyüdü. Salihli’de ilkokulu, ortaokulu, liseyi bitirdi. Daha sonra da Polis Meslek Yüksekokulu’na gitti.
Özel harekata katılması nasıl oldu?
Oğlum bir çok şeye kendisi karar verirdi. Biz sonradan öğrenirdik. Özel Harekat kursuna gitmiş. 4 tane evladım var. Onlara iman, ahlak noktasında güzel bir yön verdiğimizi düşünüyorum, Elhamdülillah. Yavrularıma hep şunu söylerim: “Allah ve Resulünün razı olmadığı şeylerden ben de razı olmam. Beni utandıracak şeyleri asla yapmayın. Evimde namaz kılmayan insan düşünemiyorum.” Elhamdüllilah hepsi 5 vakit namazında, mükemmel çocuklar. Rabbim herkese öyle evlatlar nasip etsin. Birini Allah’a gönderdim, o da bana bir yetim bıraktı. Şimdi 2 oğlum, bir kızım, bir de yetimim var. Prensip olarak namaz kılan ahlaklı bir evladın seçimleri konusunda serbest olması gerektiğini düşünüyorum. O nedenle oğlumun polisliği ve özel harekatı tercih etmesine saygı duyduk, şeref duyduk. O da başarılı oldu. Diyarbakır’a atandı. 4 yıllık görevini orada bitirdi. Buraya gelecekti artık. İzmir’e tayini çıkmış. Yine bizim haberimiz yokken ibka yapmış yani orada kalmak için dilekçe vermiş.
Sebebini söyledi mi?
Evet. Bana telefon etti. “Baba ben ibka yaptım” dedi. “İbka ne oğlum” diye sordum. Daha önce tayininin İzmir’e çıkabileceğini söylemişti. Çıkmış, Diyarbakır’da kalmaya karar vermiş. Sebebini sorunca, “Benim şehit olan arkadaşlarım var. Onların kanı yerde kalmamalı” dedi. Ben de “Oğlum ben senin kararlarını severim” dedim. Cihat şuuru ile çalışıyordu benim oğlum. Şu bir gerçek ki, bugün Türkiye’mizi karıştırmaya çalışan bütün terör örgütleri kafirlerin birer maşasıdır. PKK, DHKPC, FETÖ… bunların hepsi kafirlerin birer maşası. Amaçları İslam’ı yeryüzünden kaldırmak, İslam’ın itikadını ahlakını, Anadolu’nun mayasını bozmak, bu coğrafyadan bizi söküp atmak… Ben zaten evlatlarımı yetiştirirken bunları hep söylüyorum. Bizim değerlerimize uygun kitaplar okuması için yönlendirdik. Çocuklarımız böyle yetiştiği için Allah’a hamdolsun.
Abdestsiz dışarı çıkmıyormuş herhalde…
Özel harekata başladığı ilk yıllarda, görev yaparken bir gün telefonla görüştüm. “Oğlum nasıl işlerin yolunda mı” dedim. Sonra birden aklıma geldi. “Oğlum operasyonlara giderken abdest almayı unutmuyorsun değil mi? Abdestsiz gitme sakın” dedim. Güldü, “Babacım ben zaten abdestsiz evden çıkmıyorum ki” dedi. Ben tabi buna müthiş memnun oldum. Daha sonra oğlumun vefatının 3. gününde beni bir arkadaşı aradı. Daha önce beraber görev yapmışlar, sonra Kıbrıs’a tayin olmuş. “İbrahim amca ben Ahmet Alp’in arkadaşıyım. Sizi tebrik ediyorum nasıl bir evlat yetiştirmişsiniz. Senin oğlun dünyalar iyisi bir insandı. Hataları görmezden gelir, telafi ederdi. Hep alttan alırdı. Ağırbaşlı, efendi bir insandı” dedi. Gerçekten de öyleydi. Muhammedi bir ahlaka sahipti. Hiç kimseyi kırmaz, incitmezdi. Sonra dedi ki “İbrahim amca senin oğlunun çok güzel bir meziyeti vardı. Bizi geceleri teheccüde kaldırırdı. Gece saat 2’de, 3’te beraber namaz kılardık. Ben Ahmet’i çok seviyorum” dedi. Tabi böylece oğlumun yıllar önce bana söylediği, abdestsiz evden çıkmıyorum sözünü arkadaşının söyledikleri teyit etmiş oldu. Böyle bir evladın babası olmak… Elhamdülillah. Ben nasıl mutlu olmayayım ki! Nasıl şeref duymayayım!
Size evladınızın şehit haberi nasıl ulaştı?
Açıkçası, benim zaten 2 gün önce içime bir sızı düştü. Bir sızı başladı, giderek arttı. Karışık rüyalar gördüm. Perşembe günü yatsı namazını kılarken aramış oğlum. Namaz sonrası baktım, geri aradım, açmadı. “Babacım ben seni arayacağım” diye mesaj attı. Sabaha kadar bekledim aramadı. Sabah namaza giderken “Yavrum Cumanı tebrik ederim” diye bir mesaj attım. Baktım mesajlarını akşamdan beri okumamış gözüküyor. Bunu da okumadı. Sabah namazı dönüşü, hanıma kahvaltı yapalım dedim. Cuma namazı öncesi erken gidip camiye hazırlık yapmam lazım. Baktım oğlum hala aramıyor. Bu defa belki oğlum operasyondadır diye gelinimi aradım. Gelinim de açmadı. Yarım saat sonra bir daha aradım. Bu defa gelinim ağlamaklı bir sesle açtı telefonu. “Kızım hayrola” dedim. “Yok bir şey babacığım” dedi ama o an içimdeki o sızıyla, gelinimin o ağlamaklı sesi tam örtüştü. “Evladım ne var söyle” dedim. O sırada biri telefonu gelinimin elinden istedi herhalde ki, gelinim “Bir dakika baba, bir abi telefonu istiyor” dedi. Telefonu alan kişiye sordum “Nedir durum?” İbrahim Amca “Hemen Diyarbakır’a gelmelisin” dedi. Sonucu söyle dedim. Bana birden, “Başınız sağolsun” deyince dünya başıma yıkıldı. Şehitlik çok yüce bir mertebe. Rabbim bunu bize nasip etti fakat böyle bir acıyla ilk karşılaşmak çok zor. Haber bu şekilde bize verilince gayri ihtiyarı “La ilahe illallah” diye bağırmışım. Hanım hemen bana “İbrahim yavaş ol. Sabahın erken saati” dedi. Tabi söyleyince eşim de ağlamaya başladı. Telefonda haberi veren o kişi beni gerçekten çok üzdü. Ben alıştıra alıştıra, “Buyrun gelin, küçük bir yaralanma var” diye hazırlayarak söylenmesini isterdim. Haberin bana resmi erkan tarafından verilmesini isterdim. Benim kalp rahatsızlığım var, tansiyonum çok düşük. Çocukken de bayılıp bayılıp düşerdim. O haberi aldığımda çok büyük bir felç ya da kalp krizi geçirebilirdim. Onun için böyle durumlarda resmi görevlilerin bu görevi yapmasına izin verilmeli.
Diyarbakır’a nasıl gittiniz?
Başımıza daha önce böyle bir şey gelmediği için insan bilemiyor. Hemen hanıma “Çantayı hazırla, gidip cenazemizi getirelim” dedim. Selçuk ilçe müftümüz daha 2 gün önce tayin olmuştu. Numarası da bende yoktu. İzin almak için gittim, Müftü beye söyledim, sonra bilet almak için hemen karşıdaki acentaya gittim. Baktım arkamdan Müftü bey yetişti. “İbrahim Hocam, sen nereye gidiyorsun” dedi. Girdi koluma, beni aracına bindirip eve getirdi. Ardından Kaymakam Bey, Selçuk Belediye Başkanı geldi. Beni teselli ettiler. “Bu işlerin hepsini hallederiz, merak etme” dediler. Şunu anladım o zaman; gidip oradan cenazeyi almak İbrahim Taşdemir’in işi değil. Bu devletin işi. 80 milyonluk Büyük Türkiye Cumhuriyeti, ben söylerken böyle Büyük Türkiye Cumhuriyeti diyorum, şeref duyarak söylüyorum, Türkiye Cumhuriyetimizin yetkilileri, görevlileri, benim gibi bir garibe bırakırlar mı, böyle peygamber dostu bir şehidin işlerini. Bırakmazlar. Bırakmadılar sağolsunlar. Kaymakamım, müftüm, belediye başkanım, emniyet müdürüm, o günden beri her an yanımdalar. Kime ne görev düşüyorsa yaptılar. Bana, şehidime sahip çıkan bir devletim olduğu için çok mutluyum.
Ben sonra Cuma namazına gittim. Camiden çıktık ve inanın hiç farkında değilim, gazeteciler gelmiş. Bir anda karşıma çıktılar. Siz şehit babası olarak ne söylersiniz dediler. Ben de “Hilal, ezan, bayrak bu necip milletin omuzlarında yükselmiştir” diye başlayan o konuşmayı yaptım. Ama söyleyene değil söyletene bakmak lazım.
Salihli’ye defnettiniz oğlunuzu…
Gelinimle cenazenin nereye defnedileceğini beraber kararlaştırdık. Ben istiyordum ki şehidimin doğum yerine defnedelim. Ben orada imamlık yaptım. Yavrum da Salihli’yi çok severdi. Akrabalarım var orada. Rahmetli dedem orada medfun. Şehidimin de oraya defnedilmesi benim için çok güzel olacaktı. Gelinim de aynı şeyleri söyleyince Salihli’yi istedik. Oğlumun annesinin memleketi de Salihli. Hepimizin ortak istediği oldu. Diyarbakır’a gece varınca bizi emniyet genel müdürlüğümüzün misafirhanesinde konuk ettiler. Ertesi gün şehidim için bir tören düzenlendi. Askeri uçakla Adnan Menderes havaalanına döndük. Salihli’de mahşeri bir kalabalıkla cenazesini kaldırdık.
Oğlunuzun cenaze namazını kıldırdınız. Çok zor değil mi bu?
Bana göre bir imam hatip için en zor namaz kendi yakınının namazı. Kendi yakınları içinde en zor namaz da evladının namazı. “Evlad acısı gibi koydu” bana derler ya, Allah kimseye evlat acısı yaşatmasın. Merhum Mehmet Akif diyor ya “Allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın” diye, Rabbim kafirlerin, siyonistlerin düzenlerini bozsun da askerlerimiz, polislerimiz, özel harekatçılarımız şehit olmasın. Gönül bunu arzu eder. Ama kıyamete kadar küfür bizimle mücadele ettikçe biz de onlarla mücadele edeceğiz.
Tüm Türkiye tek yürek oldu, acınızı paylaştı. Taziye için çok arayan var gördüğüm kadarıyla. Kimler aradı?
Cumhurbaşkanım beni aradı. Benim için o kadar büyük bir şeref ki. Ben garip bir vatandaşım. Beni arıyor ve acımı paylaşıyor. Milletvekillerimiz aradı. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu arayıp taziyelerini bildirdi. Bu demek oluyor ki benim caminin önünde yaptığım konuşma, Allah’ın bana söylettiği o cümleler doğruymuş. Demek ki biz acıda, kederde, sevinçte, 80 milyon olarak bir ve beraber olabiliyoruz. O cümlelerim medyaya taşınmış. Telefon numaramı da paylaşmışlar. Telefonlarım kilitlendi. Konuşmaya yetişemez oldum. Bu şunu gösteriyor. Gerçekten bizim milletimizin her kademesindeki bürokratlar, memurlarımız, partiler, insanlarımız, hepsi… birlik olduk şehidimin etrafında. Onlar beni, ben onları kucakladım. Allah hepsinden gani gani razı olsun. Beni arayan, yavrum için gözyaşı döken, adını face sayfasında paylaşan, onun için Fatiha okuyan, Rabbim anasına babasına yardım etsin diye dua eden bütün insanlardan Rabbim razı olsun.
Dubai’den beni aradılar başsağlığı diliyorlar. Kazakistan’dan, Almanya’dan, Hollanda’dan, Filistin’den… Bu bizim için büyük şeref ve Müslümanlarda ümmet olma bilincinin halen var olduğunu gösteriyor. Bir Filistinli beni niye arasın? Ama biz aynı coğrafyanın insanıyız, bir bütünün parçalarıyız. Biz Müslümanız elhamdülillah. Onlar için dua ediyorum ve hep etmeye devam edeceğim. Rabbimiz ülkemize, İslam’a acılar göstermesin.
* * *
Cuma çıkışında söyledikleriniz pek kişinin yüreğinde yankı buldu. Evlat acısı yaşayan biri o an bunları nasıl düşünüp söyleyebiliyor?
Allah Kur’an’da ne buyuruyor: “Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin” Bunu bir çok ayette de anlatıyor. “Siz onların dinine girmedikçe onlar sizden asla hoşnut olmazlar” diyor. Bir Müslüman hayata Kur’an perspektifinden bakar. Kur’an açısından bakarsak her şey yerli yerine oturuyor. Neden Irak’ı karıştırdılar? Orada bir çok terör örgütü mantar biter gibi bitti. Kim yaptı bunu? Gençlerimiz neden şehit oluyor? Kafirlerin coğrafyamızı talan etmek için kurdukları bu piyon örgütleri, onların maşaları bizim yavrularımızla savaşıyor. Onların iki hedefi var. Bir İslam’ın sancaktarı olan bu necip milleti İslam’dan uzaklaştırmak. İki, İslam’ın beşiği olan Anadolu’yu talan edip her şeyini paylaşmak. Onun için bu savaş, Haçlılarla bizim savaşımız. Hilal Haç savaşı kıyamete kadar devam eder. Bozulmuş Tevrat’a bakın, arz-ı mevuddan bahsediyor. İsrail’in bayrağının altı üstünde iki çizgi var. Nil ve Fırat arasının güya onlara vadedildiğini simgeliyor. Bir Yahudi’nin bir ülküsü var. Benim de ülküm, bir Müslüman, bir Türk olarak, bu coğrafyada İslam’ın bayrağını dalgalandırmaya devam etmek. Bu uğurda oğlum şehit olmuş, ben onur duymamayım da kim duysun? Rabbim bana cennet vadediyor. Rabbim müminleri tarif ederken “Onlar kafirlere karşı şiddetli, birbirlerine karşı merhametlidirler” diyor. Haçlılar gelmiş benim sınırımda, yurdumun içinde bir sürü örgütler kurmuşlar. Bu örgütlerle benim vatanıma, bayrağıma, ezanıma, bayrağıma, haysiyetime, şerefime, askerime, polisime saldırıyorlar. Buna karşı ne diyecektik? Bu saldırıları başka nasıl okuyacağız? Bizim onlarla davamız Anadolu coğrafyasında bağımsız bir ülke olarak 80 milyon birlik beraberlik içinde bayrağımızla, ezanımızla, hilalimizle, Kur’anımızla, her dinden, ırktan meşrepten insanımızla birlikte bir mozaik içinde kıyamete kadar misak-ı milliyi korumak. Benim ülküm bu.
* * *
Camide tebliğ yapıyor
İzmir Selçuk Hristiyanların dini merkezlerinden biri. İncil yazarı St. John’un mezarının bulunduğu kilise Selçuk’ta. Hıristiyanlığın tarihinde belirgin bir yere sahip olan Theotokos Meryem Kilisesi de Selçuk’da bulunuyor. İbrahim Taşdemir’in görevli olduğu İsa Bey camii de tarihi bir cami. Bu nedenle Hristiyan turistlerin yoğun ilgisi var. İsa Bey Cami’ne gittiğimizde, gelen turistlere verilmek için hazırlanmış, İslam’ı anlatan broşürlerle karşılaştık. Öğrendiğimize göre İbrahim Hoca, İslam’ı tanıtabilmek için Ankara’dan getirtmiş bu broşürleri. Ayrıca, İngilizce, Almanca, Çince, Rusça, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce, Gürcüce, Bulgarca… 13 farklı dilde cep Kur’anları da getirtmiş. İsteyen turistlere ücretsiz olarak hediye ediyormuş. İbrahim Taşdemir beye bunları sorunca, merak edip soranları ofisinde ağırladığını, bilgi verdiğini, hatta İrlandalı bir hanımın İslam’la şereflendiğini anlatıyor. İbrahim Taşdemir, görev yaptığı İsa Bey Camii’ni çok sevdiğini anlatıyor: “Camimi çok seviyorum. 642 yıllık bir cami. Böyle bir camide oradan gelip geçen, orada yaşayan, orada ibadet eden insanların hissettiklerini hissetmeye çalışıyorum. Evliya Çelebi gelmiş, binlerce Avrupalı orayı gezmiş. Ülkemizin değişik yerlerinden gelen Anadolu insanlarıyla tanışıyoruz, dostluklarımız kuruluyor. Her anlamda İsa Bey’de kılınan namaz bana farklı geliyor. Tarihi bir özelliği var. Allah temizdir temizi sever, helal kazançla yapılan harcamaları sever. Ben caminin ruhaniyetinin, cami yapılırken para harcayan kişilerin, çalışan işçilerin, ustaların takva sahibi olmalarına bağlıyorum. Bir insan ne kadar takva sahibiyse bu o kadar eserine, davranışlarına, yüzüne yansır. Onların takvasının o caminin maneviyatına ruhaniyetine yansıdığını düşünüyorum. O yüzden hissede hissede namaz kılmayı seviyorum. Bunu bana oraya gelen bir çok insan söylüyor” diyor.