Doğu Türkistan’da Çin’in bitmeyen zulmü

Günümüzde ‘Doğu Türkistan’ olarak isimlendirilen bölge, aslında Büyük Türkistan’ın bir parçasıdır. Türklerin “ana yurdu” şeklinde tanımlanan coğrafya Çin ile hemhudûd olduğundan târih boyunca hâkimiyet mücadelesine sahne olmuştur.
‘Büyük Türkistan’ dediğimiz saha, batıda Hazar Denizi’nden, doğuda Altay ve Altın Dağları’na; güneyde ise Horasan ve Karakurum Dağları’ndan kuzeyde Ural Dağları ve Sibirya’ya kadar uzanmaktadır. Bu coğrafyanın doğusunda kalan kısım ise, Asya kıtasının tam ortasına tekâbül eder ki, bugün “Doğu Türkistan” dediğimiz saha tam da burasıdır. Güneyinde Pakistan, Hindistan, Keşmir ve Tibet, güneybatı ve batısında Afganistan, kuzeyinde Sibirya ve kuzeydoğusunda Çin ile Moğolistan yer alır.
Bu coğrafyada Uygur Türkleri yaşamaktadır ki, takriben otuz beş milyonluk bir nüfusları bulunmaktadır. Çinliler burayı ilk istilâ ettikleri 19. asrın sonlarında bölgeye “yeni toprak” mânâsında “Şin Jiang” demişlerdir. Bölgenin tarihî açıdan en mühim tarafı, İpek Yolu’nun kavşağı olmasındandır. Burada Türklerin ekseriyetini Uygurlar oluşturmakla birlikte, Kazak, Kırgız, Özbek ve Tatarlar da Uygurlarla beraber mevcûdiyetini muhâfaza eden diğer Türk unsurlarıdır.
Kaynakların verdikleri bilgiye göre Türk târihinin en eski devleti Hun İmparatorluğu’dur1 ve bu imparatorluk mezkûr topraklarda vücûd bulmuştur. Yani târih dediğimiz disiplin, insan şuûrunda yer etmeye başlamasından itibâren Türkler, bu coğrafyada zuhûr etmiştir. Bu devletin parçalanmasının ardından Hunların evlâtları olan Töles Boylar Birliği varlıklarını korumuş ve Göktürk ile Uygur Hakanlıkları’nı kurmuşlardır. Bugün Doğu Türkistan’daki Türk nüfûsunun neseben ataları olan Uygurlar, Bumin Kağan’ın 580 yılında kurduğu Göktürk Devleti’nin bünyesinde yer almışlardır.
VII. asrın ilk çeyreğinden sonra zayıflamaya başlayan Göktürk Hakanlığı yalnız Çin’e değil, idâresi altında bulunan bâzı Türk boylarına da söz geçiremez hâle gelmişti. Göktürklere isyan eden Boylar Birliği içerisinde ise Uygurlar başı çekmekteydi.2 Bu dönemde birbirleri ile çekişme hâlinde olan Türk boylarının mücâdelesi Çin’in işine yaramıştı. Öyle ki, Uygurlar Tarduş Boyları ile giriştiği mücâdelede bir dönem Çin’in hâkimiyetini tanır gibi olmuştu. Fakat Uygurların başında bulunan İlteber Tumitu, ülkesini toparlamış ve kendisini “Kağan” ilân etmişti.
Akabinde Uygurlar, tekrar Göktürk idâresini kabûl etse de, kurulan ikinci Göktürk Devleti’nde de Karluklar ve Basmıllarla birleşip isyan ettiler. Başarılı olan boylar bir nev’î federasyon idâresi te’sis ettiler. Çok geçmeden bu federasyon da dağılmış ve Basmılları mağlûp eden Uygurlar, 744 yılında istiklâlini ilân etmişlerdi.3 Bu devletin kurucusu çok uzun yaşamayan Kutluk Kül Bilge Hakan idi. Babasının yerine geçen Moyençor, asıl devletin temellerini atan ve başarıdan başarıya götüren isim olarak yâd edilir. O’nun devrinde Çin vergiye bağlanmış ve yılda iki yüz bin ton ipek vermeyi taahhüt etmişti.
Uygur Devleti 840 yılında Kırgızlar tarafından yıkıldığında, soydaşları tarafından hak etmedikleri bir şekilde sert muâmeleye mâruz kalmışlar ve İç Asya’ya göç edip Ötüken olarak bilinen Orhun Kıyıları’ndan uzaklaşmışlardı. Bunların bir kısmı güneye Kansu bölgesine giderken, diğer kısmı da Turfan’a yani Doğu Türkistan’a yerleşmişti. Tibet ile Batı Türkistan arasında kurulan Turfan Uygur Devleti, fazla yayılma siyaseti gütmemiş ve komşularıyla iyi münâsebetler te’sis etmişti. 10. asrın ortalarına doğru ise Maniheizm’e ilâveten Budizm ve İslâmiyet, Uygurlar arasında yayılmaya başlamıştı.4
Bir müddet sonra İslâm’ı kabûl eden Uygurlar, Karahanlı Devleti’nin etrafında toplanmış ve “kâfir Uygurlarla” mücadele etmişti. Karahanlılarla birlikte olan Uygurlar güçlerini 1209’daki Moğol istilâsına kadar muhâfaza etti.5 Akabinde bölgede Kutadgu Bilig ve Divân-ı Lügâti’t-Türk gibi dev eserleri günümüze mirâs bırakan Karahanlılar rüzgârı esmeye başladı. Daha sonra “Doğu” ve “Batı” olmak üzere bu devlet de ikiye bölündü. Yine de Karahanlılar, hâkimiyetini Cengiz istilâsına kadar devam ettirmişti.

MOĞOL ZÛLMÜNÜN ARDINDAN

Cengiz ile başlayan Moğol zûlmü, Müslümanları canından bezdirmişti. Müslüman bir Türk olarak yükselmeye başlayan Timur, bir umut olacakken; O da bölgeye torunu Mirza İskender’i gönderip Kaşgar, Yarkent ve Aksu’yu yağma ve talan ettirdi. Bu insafsız tutum Doğu Türkistan halkını kayıtsız şartsız itaate sevk etti. Böylelikle Doğu Türkistan, Timur İmparatorluğu’na tâbi oldu. Timur’un vefâtıyla devleti beklenenden çok daha az ömürlü oldu. Doğu Türkistan’daki Çağatay beyleri Timur’un evlât ve ahfâdına isyan ettiler. Bu isyanlar bastırılsa da Timurluların burada çok büyük nüfûz sahibi olduklarını söyleyemeyiz. Timurlular devrinin karışıklıklarından rahatsız olan Türkistan halkının bir kısmı Fergane Vadisi’nde toplandı. Başlarına Özbek Han’ın torunu Ebu’l-Hayr geçti ve onun da oğlu olan Muhammed Şeybânî Han kısa zamanda bütün Türkistan illerine hâkim oldu.
Bu Türk devletinin 1511-1512 yıllarında parçalanarak Buhârâ, Hîve ve Hokand Hanlıkları hâline gelmesinden sonra Buhârâ idârecilerinin Osmanlı pâdişahlarına gönderdikleri mektuplarda, zaman zaman Doğu Türkistan’ı Çin saldırılarına karşı koruyan Hokand hükümdârlarını kendi hâkimiyetleri altındaki Doğu Türkistan’a müdâhale etmekle ithâm etmişler; bu müdâhalelerin durdurulmasını ricâ etmişlerdi.6
Doğu Türkistan için Çin’in gittikçe tehlikeli olması, Çin’de uzun müddet hâkim olan Ming Sülâlesi’nin 16. asrın sonlarına doğru iyice zayıflamasıyla irtibatlıdır. Bu sülâleyi devirerek başa geçen Mançu Sülâlesi, Mançu kabîlelerinin askerî birliği olarak Mançurya’da ortaya çıkmış; çok kısa bir zamanda Mançurya, Kore ve Moğolistan’a hâkim olmuştu. Pekin üzerinde de baskılarını arttıran Mançular 1680’de bütün Çin’e hâkim oldular.
Bu korkutucu yükseliş karşısında ikili münâsebet kurmak isteyen Doğu Türkistan hükümdârı Abdullah Han, Çin imparatoruna hediye nâmı altında haraç vermek mecbûriyetini hissetmişti. Bundan sonra Çin’in Doğu Türkistan’ı istilâsına kadar, mezkûr hükümdarlar Çin’e bağlı bir eyâlet konumuna düştü. İş o hâle geldi ki Çinli elçi ve seyyahlar, Doğu Türkistan ülkesinin yer isimlerini Çince yazmaya başlayıp, sahiplendiler. Haraç vererek başlayan bu sistem, Çin’in emperyalist siyâsetinin temellerini oluşturdu.
Çin orduları 1757’de Doğu Türkistan’ı işgâl ettiği zaman ülke “Hocalar” idâresinde bulunuyordu. Hocalar idâresi aslında bölgeye XVI. asırdan itibâren hâkim olan Kalmukların te’sis ettiği sistemin bir tezâhürüydü. Kalmuklar, Doğu Türkistan şehirlerini doğrudan doğruya idâre etmek yerine, halk üzerinde büyük nüfûz sâhibi Hocalar’ın vâliliğini tercih etmişti. Nakşîbendî Tarîkatı’na mensup Hocalar, bilhassa Altışehir’de güçlenmiş ve siyasî iktidârı ele geçirmişti. 7
Çin’in Mançu Sülâlesi ile birlikte yayılmacı politika benimsemeye başlamasına, “Hocalar”ın arasında görülen gruplaşmalar tuz biber ekti. Doğu Türkistan’daki iç bölünmüşlüğü fırsat bilen Çin orduları, bölgeyi baştanbaşa işgâl etti. Hemen dışarıdan göçmenler getirtilip yerli halkın arazileri ellerinden alındı. 1795 senesine gelindiğinde Çin imparatorunun emriyle câmiler, medreseler, hamam ve vakıflar satıldı. Ancak ağır vergi tahsili ve bölge vâlilerinin sert tutumları Uygurlarda bir aksülâmele sebep oldu. Böylece 1795’ten 1865’e kadar muhtelif yerlerde isyanlar baş gösterdi.
Bu isyanların neticesinde Yakup Bey, Çin idârecilerine karşı muvaffakiyet sağlamış ve Çin’in istilâsına son verip Doğu Türkistan’da İslam Devleti’ni te’sis etmeyi başarmıştı. Fakat ne yazık ki, bu devlet uzun ömürlü olamamış ve Yakup Bey’in vefatından sonra Çin ikinci defa 1878’de bölgeyi tekrar işgâl etmişti. Bu işgâlde Rusya’nın bölgede yayılmasını istemeyen İngiltere’nin de teşviki müessir oldu. Çin’in hem iktisadî, hem de siyasî zulmünden bunalan Doğu Türkistan halkı Hoca Niyaz liderliğinde Şarkî İslam Cumhuriyeti’ni ilân etseler de bu hükümetin de ömrü bir yılı geçmedi. Lâkin kısa hâkimiyetlerine rağmen Uygur millî hüviyetinde derin te’sirler bıraktı. Ardından Çin Milliyetçi Partisi’nin azınlıklara karşı tatbik ettiği asimilasyona bir aksülâmel olarak “İli Ayaklanması” gerçekleştirilip, Ali Han Töre liderliğinde “Doğu Türkistan Cumhuriyeti” ilân edilse de Çin Komünist Partisi’nin 1949’da dizginleri ele almasıyla bölge Mao’nun kontrolüne geçti.
Çin, bu târihten itibâren Uygurları siyâsî, sosyal ve iktisâdî açıdan baskı altında tutarak içtimâî gelişimlerini engellemeye çalışmaktadır. Her ne kadar Mao’nun ölümünden sonra devlet kapitalist modeli benimsese de kendi sınırları içerisinde komünist nizâmı ayakta tutmaya çalışıyor.
Bu, siyasî muhaliflerini hapsetmede, internet kullanımını yasaklamada ve yazılı-görsel basına sansür uygulamada kendisini açıkça göstermektedir.
En son 5 Temmuz 2009’da yaşanan büyük katliam ile birlikte yargısız infazlar, işkenceler, doğum kontrolü politikaları, Uygur dilinin yasaklanması gibi akla hayâle gelmeyecek olan baskı ve zulümler birbirini tâkip ediyor.
Bilhassa Kur’an eğitiminin yasaklanması, câmilerin diğer din mensuplarına da tahsis edilmesi asıl maksadın ne olduğunu ortaya çıkartıyor. Hakîkatte bütün mes’ele İbn-i Sînâ, Kaşgarlı Mahmud, Fârâbî, Şâh-ı Nakşîbend hazretlerinin mayasını oluşturduğu bir medeniyetin izlerini silmek. Unutmamak gerekir ki zulümle iman pâyidâr olmaz ama adâletle küfür pâyidâr olur. Bu sebepten dünyanın gözü önünde icrâ edilen bu zulmün daha fazla sürmemesini Hakk’tan niyâz ederiz.

Benzer konular