Dijital mahşerin üç atlısı

İngiliz siyaset felsefecisi John Gray, ‘Ölümsüzleştirme Kurulu: Bilimin Işığında Kefeni Yırtmaya Dönük Garip Arayış’ adlı kitabında on dokuzuncu yüzyılın sonundan yirminci yüzyılın ilk çeyreğine dek İngiltere ve Sovyetler Birliği’nde kanaat önderleri ve siyasetçiler arasında ortaya çıkan ölümü yenme ve ölümsüz olma saplantısını işlerken önemli bir tespitte bulunur: “Ölümsüzlük peşinde koşanlar kargaşadan bir çıkış yolu ararlar; ama ister tabii, isterse İlahî olsun, bu kaosun parçasıdırlar… Ölememekten daha ölümcül ne olabilir ki?”

Gray’in incelediği dönemin üzerinden yüzyıl geçti ve hâlâ o dönemdekine benzer amaçların peşinden koşanlar mevcut. İşte onlardan üçü…

Yukarıda kitabına vurgu yaptığımız Gray, antik medeniyetler için büyü neyse, çağdaş bilimin günümüzde aynı role büründüğünü söylüyor. Ölümsüzlüğü elde edebilmek için “ne gerekiyorsa onu yapmaya” hazır olanlara günümüzde ‘büyü’ yerine ‘bilim’in umut verdiğini tespit ettikten sonra insanlık tarihinin başından beri aynı “rüyanın” peşinden koşanlara bugün, insanlığı makinelere hapsedecek Singularity fikrinin önde gelen temsilcisi Raymond Kurzweil’i örnek gösteriyor.

Bill Gates’in “yaşayan en zeki gelecek bilimcisi” diye tanımladığı ve Forbes Dergisi’nin ‘en büyük düşünce makinesi’ ilan ettiği Raymond Kurzweil yapay zekâdan finansa, sibernetikten sağlık teknolojilerine birçok konuda uzman. 1999 yılında ABD’nin en prestijli ödüllerinden biri olan Teknoloji ve Inovasyon Ulusal Madalyası’nı bizzat dönemin Başkanı Bill Clinton’un elinden aldı.

Kurzweil, iki binli yılların başından beri gerek konferanslarda yaptığı konuşmalarda, gerekse bilimsel makalelerinde, nanoteknoloji sayesinde 25 yıl içinde “isteyenlerin sonsuza kadar yaşayacağını” öne sürüyor. Ona göre genetik ve bilgisayar teknolojilerindeki gelişmeler, ‘taş devrinden kalma organlarımızı’ yenilememize imkân sağlayacak.

Kurzweil, The Singularity is Near: When Humans Transcend Biology adlı kitabında ise, bilgisayarların 2029 yılında insanlar kadar akıllı olacağını, 2045 yılında ise insan zekâsının milyarlarca katı seviyeye ulaşacağını iddia etti. 2012 yılında Google’ın kurucularından Larry Page tarafından bizzat Google’da “makine öğrenmesi ve dil işleme” konularında yeni projeleri yürütmekle sorumlu pozisyona alındığında, o zamana kadar kendisini “uçuk bir fütürist” olarak görüp ciddiye almayanlara en büyük tokadı vurdu.

İnsanı fizikî bedeninden “kurtarıp”(!) şuurunu dijital bir ortama kopyalayarak ona ölümsüzlüğü vaat eden Kurzweil, dünyadaki bilgi akışını kontrol eden Google’da, elinin altında milyar dolarlık araştırma bütçesi ile dijital mahşeri başlatmaya her zamankinden daha yakın.

San Francisco’da yaşlanmayla beraber ortaya çıkan hastalıklar için hücresel tedavi yöntemleri bulmak amacıyla kurulan Unity Biotechnology adlı firma 2016 yılında yatırımcılardan 116 milyon dolar topladı. Yapılan yatırımda en büyük paylardan biri ise internet devi Amazon’un kurucusu Jeff Bezos’dan geldi. Unity’nin alamet-i farikası, işe yaramayan “vakti dolmuş” hücreleri vücuttan temizlenmesi ve dolayısıyla vücudun yaşlanmasını geciktirmek.

Bezos ilk kez 2014 yılında kanser tedavisi üzerine araştırmalar yapan Juno Therapeutics adlı firmaya yüklü bir yatırım yaparak, biyoteknoloji alanına adım atmıştı. Bezos’un bilgi teknolojileri ve biyoteknoloji dışında yatırım yaptığı üçüncü sektör ise uzay araştırmaları. Elon Musk tarafından kurulmuş rakibi SpaceX gibi uzay araştırmalarının özelleştirilmesinden pay kapmayı hedefleyen Blue Origin adlı şirketin ilk hedefi 2024 yılında Ay’a inmek.

Peki, Bezos neden gözünü Ay’a dikti? Bezos’un kendi açıklamasıyla: “Uzaya gitmemizi zorunlu kılan sebep, dünyayı kurtarmak. Bu medeniyeti geliştireceksek, gitmemiz gerekiyor. Ay, değişik birçok sebepten dolayı, nihai uzay hedeflerimiz açısından mükemmel bir başlangıç noktası teşkil ediyor. Uzayda büyük şeyler yapmak istiyorsak, uzay kaynaklarını kullanmak zorundayız. Ağır sanayiyi dünyadan taşımamız gerekiyor. Uzayda daha iyi olacak.”

Peki, neden dünyayı korumak için terk etmemiz gerekiyor? Bezos CBC televizyonuna verdiği röportajda buna da açıklık getiriyor, dürüstçe: “İklim değişikliği, kirlilik ve ağır sanayiinin etkilerini görmeye başladık. Bu gezegeni yok etmek aşamasındayız.”

Dolayısıyla Bezos aynı anda hem yaşlanmayı geciktirmeye hem de uzay teknolojilerine yatırım yapıyor. Çünkü dünyanın sonuna gelindiğini düşünüyor. Oysa bunda Amazon gibi firmaların dahlinin olduğunu ise eşyanın tabiatı gereği dillendirmiyor. “Bu gezegeni mahvettik” diyemediği için bunun kaçınılmaz bir süreç olduğuna ikna etmeye çalışıyor tüm dünyayı.

Bunun için de Hollywood ile el ele vermiş durumdalar. Son 10 yılda gösterime giren filmlere baktığınızda “dünyanın sonuna gelindiği” temasını işleyen o kadar çok film var ki, bunları seyreden milyonlarca insan için “dünyanın sonuna gelindiği”, insanlığın geleceğinin ya uzayda ya da singularity’de olduğu fikri çok sık şekilde işleniyor. Bezos da tüm bu sektörlere el atarak, şimdiden bu dünyadan umudumuzu kesmemiz gerektiğini dolaylı yoldan işaret ediyor. Yanında milyarlarca dolar kar ederek!

Silikon Vadisi’nin haylaz çocuğu, uzay araştırma şirketi SpaceX ve elektrikli otomobil üretici Tesla’nın kurucusu Elon Musk, bundan birkaç yıl öncesine kadar yapay zekâ konusunda getirdiği eleştiriler ve uyarılarla dünya ve Türkiye gündeminde sık sık kendine yer edindi. “Yapay zekâ alanında yapılan en son çalışmalara, en yeni teknolojilere erişebiliyorum ve insanların bu konuda endişelenmesi gerektiğini düşünüyorum” diyerek başladığı eleştiri dozajını yıllar içerisinde giderek arttırmış. Asıl büyük çekincesinin ağda yaşayan bir yapay zekâ olduğunu söylemişti.

“Ağda yaşayan bir yapay zekâ, sahte haberler yaparak, e-mailleri taklit ederek, sahte basın bültenleri yayınlayarak yani sadece ‘bilgi’ manipüle ederek gerçek bir savaş başlatabilir… Yapay zekânın savunma sanayisine verebileceği zararla veya sadece savunma sanayisinde yapacağı dezenformasyonla bile bir savaş başlatabilir” diyerek yapay zekâ karşısında kurtarıcı rolüne soyunmuştu.

Peki, bunca yıl yapay zekâya karşı insanları uyaran bu “melek yatırımcı” geçtiğimiz hafta ne yaptı? Musk, NeuraLink adlı yeni bir şirket kurduğunu ve insan beynini bilgisayar arayüzlerine bağlayacak teknolojiler üzerinde çalıştıklarını açıkladı. Şirket, geliştirdikleri cihazın beynin belli bir bölgesini takibe alabildiğini vurgularken, cihazı kullanacak olanların zaman içerisinde yapay zekâ ile simbiyotik bir beyne sahip olacağını savundu. İnsan beyninin yapay zekâ ile birlikte çalışması sonucu üstün bir zekânın oluşturulabileceğini söyleyen Musk, bir noktada insanların yapay zekâ ile bütünleşebileceğini ifade etti. Yani bunca yıl insanlığın iyiliğini düşünen bu dahi yatırımcı, kurtuluşu singularity’de buldu.

Özetleyecek olursak, günümüzün Ölümsüzleştirme Kurulu, dünyanın bir süre sonra yaşanamaz hâle geleceğini ve bu yüzden kurtuluşun insanın tamamen dijitalize edilmesinde veya dünyayı terk etmesinde yattığını tek bir ağızdan söylüyorlar. Ancak insanlığın “iyiliğini” düşünen bu grubun söylemeyi ‘unutttuğu(!)’ tek bir şey var:

Başlarında oldukları şirketler ve endüstriler en başta bu dünyayı kirleten ve yaşanamaz hâle getirmeye çalışanlar. Hastalığa karşı uyaranlar, hastalığı yayanlar ve ‘dermanına’ yatırım yapanların hepsi aslında aynı kişiler.

Benzer konular