Dersimizi aldık ama yeterli değil

15 Temmuz 2016 halkın destansı direnişi sayesinde durdurulan işgal ve iç savaş girişiminin üzerinden 2 buçuk yılı aşkın bir süre geçti. Tankın önünde duranlar, üzerinden tank geçenler, F16’lara taş atanlar, mermilere kafa tutanlar hafızalarda dipdiri. Şimdi ise “15 Temmuz’u yeterince anlayıp ders çıkardık mı” suâlini hepimizin sormasının vakti.

Türk halkının güçlü direnişi sayesinde bastırılmış olan 15 Temmuz 2016 iç savaş ve işgal girişiminin üzerinden 2 buçuk yılı aşkın bir süre geçti. Halk o gece millet iradesinden başka ortaya çıkabilme ihtimali olan tüm iradeleri tarihin çöplüğüne gönderdi. Tankların önünde durmak, mermilerin üzerine yürümek, F16’lara taş atmak, Google’a girip tankın nasıl durdurulabileceğini araştırmak sıradan şeylerdi o gece için. Pekin’in meşhur Tiananmen Meydanı’ndaki tankın önünde duran adam fotoğrafından onlarca kare çıktı. Bir destandı, muazzam bir refleksle ortaya çıkan, anlatıldığındaysa inanmakta güçlük çekilen…
Sonrasında 1 ay süren demokrasi nöbetlerinin de o gecenin bayram şeklinde kutlamaları yapıldı. İşin gerçeği kutlamaların da o geceden aşağı kalır yönü yoktu. Neredeyse her kesimden insanın çoluğunu, çocuğunu, bayrağını alarak vatan için bir arada tuttukları nöbetler, yine olsa yine aynı ruhla orada olunacağının bir deliliydi. Aradan henüz 2 buçuk yıl gibi kısa bir zaman geçtiği için, bunlar herkesin hatıralarında oldukça canlı. Hâtıra olarak canlı da, ruhunu anlayıp yaşatma konusunda bazı sıkıntılar var. Dünyanın kasıtlı olarak bu zefere kulaklarını tıkadığını biliyoruz, ancak biz dünyanın kulaklarını sağır edecek derecede bağırıp anlatabildik mi, ya da anlayacakları yol ve araçları kullandık mı? En önemlisi çocuklarımıza yeterince aktarabiliyor muyuz? Senede bir sefer anarak, şehitlerin isimlerini duraklara, okullara vererek 15 Temmuz zaferi idrak edilmiş olur mu? Bunlar önemli şeyler, ama herkes bir şeylerin eksikliğinden de söz ediyor. Darbeler özel sayısıyla çıtığımız dergimizde, 15 Temmuz’u değil de, sonrasını konuşalım istedik.
Gazeteci Kemal Öztürk’e göre 15 Temmuz, toplumsal barış imkanı sunuyordu, ama bunu yeterince kullanamadık. 15 Temmuz Derneği Başkanı Tarık Şebik ise hataların, kusurların olabileceğini, ama bunların mücadelenin samimiyetine gölge düşürmeyecek boyutta olduğu görüşünde. Gazeteci Mehmet Acet, 15 Temmuz’la ilgili kısmen dersler çıkartılıp önemli adımlar atıldığını söylüyor, ama bunun yeterli olmadığını vurguluyor. Devamı için sürekliliği olan bir takip mekanizması olması gerektiğini belirtiyor.

HALK ÜZERİNE DÜŞENİ 15 TEMMUZ’DA YAPTI

15 Temmuz’da halkın üzerine düşen vazifeyi fazlasıyla yerine getirdiğini söyleyen gazeteci-yazar Mehmet Acet, sonrasında bu farkındalığı sürdürme görevinin devleti ve siyaseti yöneten kadrolara düştüğünü söylüyor. Acet, iki buçuk yılı aşkın bir zaman dilimi içerisinde yapılanları ve yapılması gerekenleri şu şekilde sıralıyor: “Darbe girişiminden hemen sonra çıkartılan kanun hükmündeki kararnamelerle, darbe kültürünün bertaraf edilmesi adına Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili yapılan köklü reformları önemsiyorum. Yüksek Askeri Şura (YAŞ)’nın yapısının değiştirilmesi, oraya sivil ağırlığın getirilmesi ve bu sivil çoğunluğa nihai söz hakkının verilmesi, kuvvet komutanlıklarının Milli Savunma Bakanlığına bağlanması, Milli Savunma Bakanlığının bir tür (güya) bakanlık olmaktan çıkartılıp, asli fonksiyonuna dönmesi, Genel Kurmay Başkanlığının da aynı şekilde Milli Savunma Bakanlığına bağlanması gibi adımlar çok önemliydi. Bütün gelişmiş demokratik ülkelerdeki modellere uygun bir şekilde yapılmıştı o reformlar.
Ama sadece o şekilde kalmamalı. Önümüzdeki süreçte bir taraftan emir komuta zincirini koruyacak bir taraftan da demokratik denetimin sağlanabildiği bir TSK, herkesin ortak hedefi olmalıdır. Bu anlamda da ülkeyi yönetenlere, devlet kurumlarında görev alanlara böyle bir yükümlülük düşüyor.

İFRAT VE TEFRİT OLABİLİYOR

FETÖ mantığına baktığımız zaman, 2010 öncesi TSK’daki vesayet sistemini kendi kadrolarıyla tevarüs etmeye çalışan bir anlayıştan söz ediyoruz. Eğer 15 Temmuz başarılı olsaydı, onların mantığı da aynı şekilde işleyecekti. Bu anlamda da önümüzdeki dönemde tekrar FETÖ veya benzeri ulusalcı-Kemalist akımların tekrar vesayet çizgisine geri dönmemeleri, ülkenin selameti açısından büyük önem taşıyor. Bunun için hem dikkatli olmak hem de gerekli zeminde gerekli hamleleri yapmak önem taşıyor. 15 Temmuz’la ilgili kısmen dersler çıkartıldı, önemli adımlar da atıldı ama yeterli değil, devamı için de sürekliliği olan bir takip mekanizmasının olması gerekiyor.
15 Temmuz sonrasında FETÖ ile mücadeleyi, bulundukları konum itibariyle yeterince mücadele edenler ve etmeyenler olarak iki şekilde konuşabiliriz. Kimi zaman sapmalar olmuyor değil. Bu sapmalar bazen tefrit, bazense ifrat olarak karşımıza çıkıyor. Tefrit olarak, FETÖ’nün ne kadar büyük tehdit içeren bir örgüt olduğunu anlayamayan uygulamalara şahit oluyoruz. İfrat olarak ise yanlış kişileri de FETÖ torbasının içine atan uygulamalar yapılıyor. Dolayısıyla burada genelleştirici bir şekilde konuşmak yerine detaylara bakmakta fayda var. Kolay bir süreç değildi. İyi niyetlilerle art niyetliler zaman zaman birbirine karışabiliyor. Örgütün her renge, her çeşit insan kılığına giren kripto bir yapılanma olması da, bu işlerin zorlaşmasındaki en önemli etken diyebiliriz.”

TOPLUMSAL BARIŞ İMKANINI KULLANAMADIK

15 Temmuz’da sadece ülke tarihinde değil, dünya tarihindeki askeri darbelerde de hiç olmayan bir şeyin olduğunu ve halkın sokağa çıkıp darbeyi durdurduğunu söyleyen gazeteci-yazar Kemal Öztürk, bu eşsiz örneğin üzerinde yeterince duramadığımızı ifade ediyor. Öztürk, “Biz düşmanın ne kadar kötü olduğu konusuna daha çok vurgu yapmak gibi eksik bir yöntem seçtik. Oysa ki bu kısım daha kıymetli” diyerek 15 Temmuz sonrasında neleri eksik yaptığımızı şu ifadelerle anlatıyor:
Benim en çok eksikliğini gördüğüm şeylerden biri de, 15 Temmuz toplumsal barış, bir arada yaşama, sorunlarımızı karşılıklı çözme ve ortak bir hayal kurma fırsatını veriyordu bize, ama bunu yeterince kullandığımız, istifade ettiğimiz, hayata geçirdiğimiz kanaatinde değilim. Yenikapı mitingiyle başlayan, yapılmak istenen şey belki buydu biraz. Ama bunun devamını getirmedik.
Darbeyi oluşturan nedenleri de doğru düzgün sorgulamadık. FETÖ diye bir örgüt asker içerisinde örgütlendi, kötü insanlardı, darbe yapmaya kalktılar. Ama o süreci ne oluşturdu? Bunun sosyolojik, felsefi, dini, siyasi sebepleri nedir, bunu da yeterince sorguladığımız kanaatinde değilim. Evet düşmanın ne kadar kötü olduğunu söyleyebilirsiniz, ama onun niye düşmanlaştığını bulmak daha kıymetli ve önemli bir şey. Burada da bir eksiğimiz olduğunu düşünüyorum.

ACIMIZI TAM OLARAK YAŞAYAMADIK

Devletin daha özgürlükçü, daha sisteme dayalı bir yapıya dönüşmesi, daha çok kurumsallaşmamız gerekiyordu. Kurumlarımızı da herkese açık, herkesin rahat erişebileceği, herkese eşit mesafede olan kurumlara dönüştürmemiz gerekirdi ki, bir kesimin eline geçmesin, bir kesimin kontrolü altında olmasın. O gece bayrak tutan her elin değdiği bir devlet mekanizması kurabilirdik.
Evet, darbeler bir travma yaratır. Bu travma devleti içe kapatır. Daha güvenlikçi düşünmesine neden olur. Ama bu akut döneminde olur. Ondan sonraki dönemde daha uzun vadeli, daha sistematik, daha özgürlükçü, daha demokratik ve milletin faydasına, milleti daha çok işin içine çeken bir sisteme dönüşmemiz lazımdı.
Şehit isimlerini kurumlara, caddelere vermek onları yaşatmak adına çok güzel bir şey. Ama bir şeyin eksikliğini de hepimiz fark ediyoruz. O eksikliğin tam olarak ne olduğunu bir türlü tarif edemiyoruz işin enteresanı. Psikologlar yakınını kaybedenlerin acısını sonuna kadar yaşamasını ve içini boşaltmasını isterler. Biz sanırım o acıyı tam olarak yaşayamadık. Çünkü hemen ertesinde referanduma gittik, bu bizi acımızı tam sağıltmadan siyasi bir mücadelenin içine soktu ki, o manevi duygunun ötesinde bir şeydi bu. Sanırım o içimizde kaldı. 251 insanın hayatını kaybetmesi acısını tam anlamıyla yaşayamadık, belki bundan kaynaklanan bir eksiklik var içimizde.”

FETÖ İLE MÜCADELENİN SAMİMİYETİNE GÖLGE DÜŞMEDİ

Devletine olan bağlılığı sürekli istismar edilen, sokağa çıkmadığı için korktuğu sanılan Türk halkının, sabrı zorlanırsa neler yapabileceğini tüm dünyaya bir kez daha gösterdiğini söyleyen 15 Temmuz Derneği Başkanı Tarık Şebik, siyaset ve halk olarak 15 Temmuz’u idrak ettiğimizi, kusurlar olursa da mücadelenin samimiyetine gölge düşürmeyecek nitelikte olabileceğini ifade ediyor.

“Devletin en ücra hücrelerine kadar sızmış bir örgütün, bir gece ansızın darbe teşebbüsünde bulunması gibi büyük bir badireyi atlatan Türk Devleti, yüzlerce yıllık geleneğine uygun olarak kin ve intikam duygularıyla değil, adalet ve hakkaniyet ölçüsünde harekete geçerek mikrobu bünyesinden temizlemeye girişti. 21 Temmuz 2016 tarihinde, Anayasanın 121’inci maddesi gereğince Cumhurbaşkanı Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından tüm Türkiye’de 3 ay süreyle Olağanüstü Hal ilan edildi. 3 ay aralıklarla 7 kez uzatılan Olağanüstü Hal 2 yıl yürürlükte kaldı.

İki yıllık OHAL döneminde çıkarılan 34 Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile, 125 bin 806 kişi kamu görevinden ihraç edilmiştir. Bu sayının dışında olmak üzere işlemleri tekrar gözden geçirilen 7 bin kişi ise görevlerine iade edilmiştir. 1.431 dernek kapatıldı ve terörle bağlantılı olduğu tespit edilen 94 belediyeye kayyum atandı. FETÖ temizliği için Harp Akademileri ve Askeri Liseler kapatıldı. Milli Savunma Üniversitesi kuruldu. Askeri Hastaneler, Sağlık Bakanlığına devredildi. Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlıkları, İçişleri Bakanlığı’na bağlandı. “Dön” ilanına rağmen 3 ay içinde yurda dönmeyenlerin Türk vatandaşlığından çıkarılabilmesinin yolu açıldı.

Kasım 2018 itibariyle 62.730 FETÖ operasyonu gerçekleşmiştir. 15 Temmuz tarihinden bu tarihe kadar yapılan işlemler neticesinde 217.971 kişi gözaltına alınmış, 16.684 kişi hüküm giymiş olup 14.750 kişi ise hâlen tutuklu durumdadır.
Ülke genelinde fiili darbe suçundan yürütülen soruşturmalar neticesinde Kasım 2018 itibariyle toplam 289 dava açılmıştır. Açılan bu davalardan 220’si karara çıkmıştır. 69 davada yargılamalar devam etmektedir.

Tüm bu rakamlar göstermektedir ki devlet-milletin el ele verdiği amansız bir mücadele yürütülüyor. Ama elbette ki böyle devasa bir ölçekte yapılan mücadelede hatasız, kusursuz, eksiksiz iş yapmak mümkün değildir. İnsani olan tabidir ki kusurlu olur, ancak bu mücadelenin samimiyetine gölge düşürecek boyutta bir zaafiyet söz konusu değildir.”

Benzer konular