Çernobil nükleer santrali ve orada çalışacak olan işçi ve ailelerinin kalacağı Pripyat şehrinin inşasına başlandığında, bölgedeki insanların kaderinin 16 yıl sonra değişeceğini kim tahmin edebilirdi? Küçük insan için yeni bir iş umudu, dünyanın süper gücü içinse yeni bir güç dengesiydi belki de orada kurulan. Ama patlamadan sonra dünya süper gücü değil, radyasyonun etkilerini konuşmaya başladı. Hala da konuşmaya devam ediyor. Çernobil, geçmişte kalmış bir olay değil çünkü. Geleceğimiz de tehdit altında.
“Bize radyasyonlu olduğumuzu söylediklerinde aklımıza şunlar gelmişti; bu bir nev’i hastalık, yakalanan hemen ölüyor. Bu yerde duran bir şeydir, toprağın içine de girer ama onu göremezsiniz. Hayvanlar onu görebilir ve duyabilir, ama insanlar bunu yapamaz. Bunlar doğru değil! Ben onu gördüm. O Sezyum denen şey tarlamda yatıyordu, ta ki yağmura karışıp gidene kadar. Mürekkep siyahı rengindeydi. Orada duruyor ve parça parça damlıyordu. Ertesi gün erken saatte yağmur yağdı, öğle vakti parçalar gitmişti. Polis geldi ama onlara gösterecek bir şey kalmamıştı, sadece ne gördüğümüzü anlattık. Radyasyondan çok korkmuyorduk. Onu göremediğimizde ve ne olduğunu bilmiyorken belki biraz korkmuştuk; ama artık gördüğümüze göre korku kalmamıştı” diye anlatıyor Zinaida Yevdokimovna Kovalenko isimli bir köylü, Çernobil günlerini.
Svetlana Aksiyeviç “Çernobil’den Sesler” kitabını hazırlarken birçok şahitle konuşmuş ve neredeyse her söyledikleri sözü kayda almış. Felaketin veri olarak kaydını tutmak kolay, ama yaşananları duygularla birlikte nakletmek belki de en zoru. İşte onlardan biri de Nikolai Fomiç Kalugin isimli bir baba. Şöyle anlatıyor yaşadıklarını:
“Normal bir insansındır; herkes gibi işe gidersin, dönersin, yılda bir kere tatile çıkarsın. Sonra bir gün birdenbire bir Çernobil insanına dönüşürsün.
Herkesin ilgilendiği ama kimsenin hakkında bir şey bilmediği bir hayvana! Sana farklı gözlerle bakmaya başlarlar.
Sorarlar: ‘Korkutucu muydu? Santral nasıl yandı? Neler gördün?’ Bir de … ‘Artık çocuğun olabilir mi? Karın seni terk mi etti?’…
Kızım 6 yaşındaydı. Onu yatağına yatırırken kulağıma; ‘Baba, ben ölmek istemiyorum, daha çok küçüğüm’ demişti. Ama ben onun olacakları anlamadığını sanmıştım. Onu kapının üstüne yatırdık… Neden sonra tabutu getirdiler. Küçüktü, büyükçe bir oyuncak bebek kutusu kadar. Şahitlik etmek istiyorum, kızım Çernobil nedeniyle öldü. Şimdi de bunu unutmamızı istiyorlar.”
BEDELİ AĞIR OLAN DENEY
Bundan 34 yıl önce, 25 Nisan 1986’da öğle yemeğinden çıkan bir mühendis, bir elektrik denemesi için, RBMK tipi reaktörün “acil soğutucu sistemlerini” keser. Bu deney, başta Çernobil çevresi olmak üzere dünyadaki birçok insanın etkilenmesine sebep olacaktır. Gece yarısı saat 01:23’te ardı ardına gelen iki müthiş patlama duyulduğunu söylüyor çevrede yaşayanlar. Santralın 1,016 bin ton ağırlığındaki damı, bir fişek gibi gökyüzüne fırlamış, ardından da, tüm gücüyle santralin üstüne düşmüştür. Yangın, 4 numaralı reaktörün bulunduğu binadan komşu binalara yayılırken, radyoaktif yakıt birikintisi ve reaktör parçaları da bölgenin üstüne yağmur gibi yağar. Esen rüzgâr, toksik gazları ve tozu çevreye taşımakta gecikmez.
Çernobil santrali, adını aldığı şehrin kuzeybatısına 14,5 km; Belarus-Ukrayna sınırına 16 km ve Kiev’in kuzeyine yaklaşık 110 km uzaklıkta yer alıyor. 1970 yılında santralin, işçi ve aileleri için yapılan evlerin bulunduğu Pripyat şehrinin inşasına başlandığında, bölgedeki insanların kaderinin 16 yıl sonra değişeceğini kim tahmin edebilirdi? Küçük insan için yeni bir iş umudu, dünyanın süper gücü içinse yeni bir güç dengesiydi belki de orada kurulan. Oysa kazadan sonra tüm dünya, süper gücü değil, insan gücünü aşan radyasyon denilen gözle görülmeyen varlığın etkisini konuşur oldu. Hâlâ da konuşmaya devam ediyor.
EN İYİ BİLDİĞİ ŞEY GİZLEMEK
İlk patlama sırasında 30 civarında insan hayatını kaybettiği için, ölüm oranları algısı uzun süre bu rakam üzerinden yürüdü. Ancak açığa çıkan radyasyon gerçekte korkunçtu: Dünya Sağlık Örgütü’nün açıklamalarına göre Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının toplamından 200 kat fazla.
İlk başlarda Sovyet yetkilileri, felaket haberlerini gizlemeye çalışsa da, kısa sürede tüm dünyanın haberi oldu. İtfaiye erleri, yapı içinde başlayan 30 ayrı yangınla mücadele ederken, rüzgâr radyoaktif bulutları İsveç’e kadar taşımakta gecikmedi. Stockholm’deki radyoaktif kirlilik düzeyi 15 kat artınca, oradaki bilim adamları radyasyon seviyelerine ve rüzgârın yönüne dayanarak nükleer felaketin konumunu takribi olarak tespit etti. Bu da Sovyet yetkililerini krizi tüm gerçekliğiyle açıklamaya zorladı.
ÖLENLERİN SAYISI ŞAİBELİ
Kazadan 36 saat sonra insanlar Çernobil’den uzaklaştırılmaya başladı. 30 km’lik çember içinde yaşayan 116.000 kişi bir ay içinde boşaltıldı.
O zamana kadar, şehrin birçok sâkini kusma, baş ağrısı ve diğer radyasyon hastalığı belirtilerinden şikâyetçi olmuştu bile.
Çoğu “gönüllü” olduğu söylenen 600.000 işçinin onarım ve temizlik çalışmalarına katılması ise birçoğunun büyük acılar çekerek ölmesine sebep oldu.
Patlamanın ilk saatlerinde göreve çağrılan itfaiye erleri, radyasyondan insan vücudunun nasıl yandığının deliline dönüştü.
Ve ne yazık ki o sözde gönüllü işçilerin ekserisi de iki hafta içinde öldü. Çinko kaplı tabutlar içerisine konularak beton mezarlara gömüldüler.
Çernobil kazasının kaç kişinin hayatına mâl olduğu oldukça tartışılan bir konu. Zira Çernobil’in etkileri günümüzde de devam ediyor. Yangını söndürmeye çalışan itfaiyecilerin sayısı 30 civarında olması kimseyi aldatmasın. Kaza sonrası yayılan radyasyon nedeniyle ölenleri ayrı ayrı değerlendirmek gerektiğini söylüyor uzmanlar.
Endişeli Bilim İnsanları (UCS-Union of Concerned Scientist)’na göre ölü sayısı 27 bini bulabilir.
Bunların içinde Avrupa’da yaşayan 9 bin kişi de var.
İki İngiliz bilim adamının hazırladığı TORCH raporu, 30 ila 60 bin kanser kaynaklı ölüme işaret ediyor.
Uluslararası Nükleer Savaşa Karşı Doktorlar Birliği (IPPNW) ise on binlerce tasfiyecinin ölmüş olabileceğini söylüyor.
2006’da hazırladıkları rapor, 10 bin kişinin tiroit kanseri olduğunu ve 50 bin vak’anın daha görüleceğini belirtiyordu.
IPPNW’ye göre Çernobil, Avrupa’da 10 bin sakat doğuma ve 5 bin ölü doğuma neden oldu. Bazı Sovyet kaynakları da temizliğe katılanlardan 25 bininin öldüğünü söylüyor.
KIRMIZI AĞAÇLAR ORMANI
Çernobil’in etkisini bugüne kadar gerçekleşen ölümlerle sınırlamak doğru değil. Zira çevreye verdiği zarar birçok hastalığın ve dolayısıyla yeni ölümlerin de habercisi. Patlama sonrası santrali çevreleyen ormanlıklardaki ağaçlar yüksek radyasyon seviyeleri nedeniyle katlolurken, kırmızı bir renge bürünmüştü. Bu yüzden bölge “Kızıl Orman” olarak biliniyordu. Ağaçlar nihayetinde buldozerle ezilerek çukurlara gömüldü. En yakın çevre etkisi böyleyken, uzak çevrelerdeki bitki örtüsünün mutasyona uğraması kaçınılmaz.
Çernobil’in kötü şöhretiyle tanınan dördüncü reaktörünün çevresindeki 30 kilometrelik tahliye edilmiş bölge, hâlâ terk edilmiş durumda. Ancak 2 bin kadar yerli halk, Pripyat ve civarındaki terk edilmiş evlerine kendi istekleriyle geri dönüp olumsuz şartlarda yaşamaya devam ediyor. Topraklarını terk etmek istemeyen 90 yaşındaki yerlilerinden biri, 2016 yılında, “Uzun yaşamanın sırrı, zehirlenmiş olsa dahi doğduğun toprakları terk etmemektir” şeklinde bir açıklama getirmişti. Ancak yetkililer, çocukların bu bölgede ikamet etmesine müsaade etmiyor.
TÜRKİYE’YE GELMEKTE GECİKMEDİ
Çernobil’den en çok etkilenen ülkeler kuşkusuz Belarus, Ukrayna ve Rusya. Ancak Çernobil’den yükselen radyoaktif bulutlar tüm dünyayı etkilediği gibi Türkiye’ye de gelmekte gecikmedi.
2 Mayıs sabahı önce Trakya’dan giriş yapan Sezyum-137 yüklü radyoaktif bulutlar,
3 Mayıs sabahı yoğunluğu daha yüksek bir dalga halinde Sinop üzerinden Doğu Karadeniz’e yöneldi.
5 Mayıs günü ise yeni ama daha yoğun radyoaktif bulutlar tüm kuzey kıyısını etkisi altına aldı.
İç Anadolu ve Ege Bölgesi’ne ulaştığında, tüm Türkiye etki altına girmişti bile.
Yağış olan yerlerde etkisinin arttığı, bu yüzden de bol yağışlı Karadeniz bölgesini daha derinden etkilediği, özellikle çaylarda radyasyon ölçümleri yapıldığında ortaya çıktı.
BİRAZ RADYASYON İYİ MİDİR?
Çernobil’de kaza olduğunda Türkiye, Mersin’de nükleer santral kurmak için yoğun bir çaba içindeydi. Kazanın etkilerinin bu yüzden gizlendiği hâlâ yaygın bir inanç.
Halkın isyan etmesini önlemek için dönemin başbakanı Turgut Özal, “Radyoaktif çay daha lezzetlidir” derken
Dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, “Biraz radyasyon iyidir” gibi riski küçümseyen açıklamalar yapıyor, halkın önünde çay içiyordu.
Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren ise “Bize radyasyondan madrasyondan bir şey olmaz!” ifadeleriyle hatırlanacaktı.
27 Ocak 1987’de “Radyasyonun gelecek nesiller üzerinde kalıcı etkiler yapacağı ve özetle sadece çaydan alınacak düşük düzeydeki dozların bile gelecek nesillerde birçok çocuğun ölü ve sakat doğmasına neden olacağı”yla ilgili ODTÜ raporu yayınlandığında gerçekler ortaya çıktı. Çaydaki radyasyonun yüzde 65’leri bulduğu yazıyordu. Bu raporla birlikte radyasyon krizi, televizyon ekranlarında çay içerek espriler yapmanın ötesine geçti ama geç mi kalındı, takdir sizin.
Yine de Çernobil’deki kaza sonrası radyasyonun insanlara vermiş olduğu zarar konusu tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de uzun yıllar ciddiye alındığı söylenemez. Kanser vakalarının artışını nükleer felakete dayandırmanın sonuçları belki de çıkmaz sokak. Güvenilirlik meselesi ise ayrı bir konu. Mesela 2006 yılında yayımlanan, “Çernobil Nükleer Kazası Sonrası Türkiye’de Kanser” başlıklı Tabipler Birliği raporunda; Hopa Belediyesi’yle yapılan ortak çalışmanın sonucu Hopa’da 2006 öncesi üç yılda meydana gelen ölümlerin yüzde 47’sinin kanser kaynaklı olduğunun ortaya çıktığı ifade ediliyor. Bunun ne kadarının Çernobil’e, ne kadarının ise başka sebeplere bağlandığı incelemeye muhtaç.
ZEKÂ GERİLİĞİ DÂHİL BİRÇOK HASTALIK
Dünyaya baktığımızda, yapılan çalışmalar gelecek açısından hiç ümit verici değil. Bunlardan bir tanesi Nükleer Savaşın Önlenmesi İçin Uluslararası Hekimler Birliği (IPPNW)’nin Almanya şubesinin 2011 yılında hazırladığı “Çernobil’in İnsan Sağlığına Etkileri” raporu. Dr. Hilal Adıgüzel’in Almancadan çevirdiği raporda “Çernobil nedeniyle oluşan genetik hasarlar gelecekte uzun bir süre daha dünya sorunu olmaya devam edecektir. Pek çok etki gelecekte, yani ikinci veya üçüncü nesilde görülecektir. Sağlığa etkilerinin boyutu hala tam olarak bilinmese de, Fukushima nükleer felaketinin neden olduğu mağduriyet de benzer büyüklüktedir ve kendisini asıl zaman içinde gösterecektir” ifadelerine yer veriliyor.
Raporda radyasyon mâruziyetinin sonucu olarak; erken yaşlanma, kanser ve lösemi hastalarında artış, sinir sistemi hasarları, psikolojik bozukluklar, kalp ve dolaşım sistemi hastalıkları ve diğer birçok hastalıkta artışa dikkat çekiliyor. Ayrıca geçen yüzyılda bebek ölümleri gittikçe azalmışken, nükleer facia sonrası Çernobil ve çevresinde hatta Avrupa’da bile bebek ölümlerinde artış gözlendiği önemli veriler arasında. Çernobil’i takiben uterusta radyasyon maruziyetinin zekâ düzeyini azaltma etkisi olduğu tespiti de sözü edilen rapordan.
Uzmanlar, değişikliklerin önemli bir kısmının birkaç nesilden önce görülmeyeceği için, genetik hasarı görüntülemenin zor olduğunu savunuyor. Yani bizi, çocuklarımızı, hatta torunlarımızı bekleyen daha birçok sorunla karşılaşabiliriz. Döküldü denilip de depolarda saklanan veya temiziyle harmanlanarak satılan çayları tüketmeyen kaç kişi kalmıştır ki? Küçük zerrecikler halinde bitkilerin üzerine konan radyasyonun etkileri sadece o dönemki meyve ve sebzeleri etkilediğini düşünmek sizi yanıltmasın. Zira toprağın ve tohumların uğradığı mutasyonun etkileri henüz araştırılma safhasına bile girmiş değil.