Çaylak Kral’ın maskesi düştü

Suudİ Prensi Muhammed bin Selman gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın kaybolmasının ardından, “konsolosluktan sağ salim ayrıldığı, dolayısıyla kendisine ne olduğu konusunda bir malumata sahip olmadıkları” yönünde bir açıklama yapmıştı. Sonraki gelişmeler Kaşıkçı’nın konsoloslukta vahşice öldürüldüğünü ortaya koyunca, Veliaht Prensin maskesi düştü. ABD’li PR şirketlerine milyarlarca dolar dökülerek üretilen, genç, zeki, idealist reformcu imajı yerle bir oldu. Muhammed bin Selman tüm dünyanın gözünün önünde eli kanlı, despot ve bir o kadar da acemi bir çaylak krala dönüştü.

Dünya haftalardır Suudi Arabistanlı Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın katledildiğine yönelik iddiaları konuşuyor. 2 Ekim’de Suudi Arabistan’ın İstanbul’daki başkonsolosluğuna girdikten sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Washington Post Yazarı Kaşıkçı’nın akıbetinin belirlenmesine yönelik çalışmaları gazeteci olarak bizler de an be an takip ediyoruz. Neredeyse iki hafta boyunca her gün, saatlerce, bir gazeteci ordusuyla Kaşıkçı’nın öldürüldüğü konsolosluğun önünde, olay yeri incelemesinin yapılmasını bekledim. Kaşıkçı’nın öldürüldükten sonra parçalandığı yönündeki iddiayı, uluslararası bir televizyon kanalının canlı yayınına katılmadan beş dakika önce konuştuğum bir ortak arkadaşımdan öğrendim. Bunu bana söyleyen arkadaşım bu bilginin şimdilik gizli olduğunu da eklemişti. Belli ki o da edindiği bilgiden yüzde 100 emin değildi. Dolayısıyla tavsiyesine uydum ve bir gazeteci olarak zor da olsa çıktığım televizyon programında bu bilgiyi paylaşmadım.

REFORMCU İMAJI DESPOT PRENSE DÖNÜŞTÜ

Tabi yine de bu bilginin basına yansıması fazla zaman almadı. Yayın bittikten sonra tüm dünyayı sarsan cinayet korkunç ayrıntılarıyla birlikte uluslararası basına yansıdı. Ve dünyanın Kaşıkçı’nın kaybolmasına yönelik ilgisi de asıl o zaman katlanarak artmaya başladı. Ulusal ve uluslararası basın bu haberin duyulmasıyla birlikte Kaşıkçı meselesine çok daha büyük bir hassasiyetle eğilmeye başladı. Çünkü bu iddia Suud Prensi Muhammed bin Selman’ın Kaşıkçı’nın konsolosluktan sağ salim ayrıldığı, dolayısıyla kendisine ne olduğu konusunda bir malumata sahip olmadıkları yönündeki açıklamasını doğrudan yalanlıyordu. Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın ülkesini modernleştirmek isteyen genç, zeki, idealist bir reformcu maskesi düşmüştü. ABD’nin en prestijli PR şirketlerine milyarlarca dolar verilerek, Amerikan endüstrisine yüz milyarlar akıtılarak üretilen maskenin düşmesiyle birlikte, Muhammed bin Selman bir anda tüm dünyanın gözünün önünde eli kanlı, despot ve bir o kadar da acemi bir Veliaht Prens’e dönüştü.

DELİLLER TRUMP’I ÇARKA ZORLADI

Kaşıkçı’nın kaybolmasının ardından yaptığı ilk açıklamada Veliaht Prensi kollayan ABD Başkanı Donald Trump da Türkiye’nin elinde vahşi cinayeti belgeleyecek delillerin olduğunun duyulmasıyla birlikte fena halde köşeye sıkıştı. Trump önceleri meselenin insani boyutunu görmezden gelerek olayı ticari bir meseleymiş gibi ele alıp, Suudi Arabistan’ın ABD ekonomisine yaptığı yüz milyarlarca dolarlık anlaşmalardan dem vurdu. Ancak Amerikan basınının korkunç cinayeti bağıra bağıra anlatan, her biri yüzünde patlayan birer tokata dönüşen yazı ve yayınları nedeniyle çark etmek zorunda kaldı. Trump’ın iddiaların doğru çıkması halinde Suudi Arabistan’ın ağır bedel ödeyeceğine ilişkin açıklamasının ardından Avrupa’nın önde gelen ülkelerindeki liderler de bir bir yaptıkları açıklamalarla olayın derhal aydınlatılması, Riyad’ın gerçekleri açıklayarak olayın soruşturulabilmesi için Türkiye’yle işbirliği yapması için seslerini yükseltmeye başladılar.
Bu dönüm noktasının aşılmasıyla birlikte gözler bir kez daha Riyad’a çevrildi. Suudi Arabistan medyası ve güdümünde olan Birleşik Arap Emirlikleri trol orduları derhal savunma pozisyonu aldılar. Türkiye ve Katar’a saldıran trol orduları Kaşıkçı’nın akıbetine hiç değinmeden yaptıkları agresif ve izandan uzak yayınlarla dünyaya maskara oldular.

KRAL KONUŞTU TROLLER ÇARK ETTİ

Suudi Arabistan Kralı Selman, ilk kez oğluna devrettiği koltuğuna geri dönmek zorunda kaldı. Yaptığı ilk iş de ABD Başkanı Donald Trump ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı aramak oldu. Kral Selman’ın Erdoğan ile yaptığı görüşmede kullandığı ‘Türkiye’yle ilişkilerimizi kimse bozamaz’ cümlesiyle kimleri kastettiği anlaşılamasa da basına yansır yansımaz akıllara kazındı. Bu cümlenin duyulmasıyla birlikte Suudi Arabistan medyası ve sosyal medyasındaki Türkiye’ye yönelik hamasi suçlamalar da ülkenin doğasına uygun şekilde hızla kesildi. Bir saat öncesine kadar Türkiye’ye ve Erdoğan’a demediklerini bırakmayan hesaplar bu cümleyle birlikte, yeni sürümle güncellenmiş gibi dostane mesajlar vermeye başladılar.

SENARYO BELLİYDİ

Gelgelelim tatlı sözlerle bu krizin aşılamayacağı da aşikardı. Nitekim Kaşıkçı’nın kaybolması veya öldürülmesi uluslararası bir siyasi meseleden önce bir insanlık ve demokrasiye saygı meselesiydi. Kaşıkçı’nın ölüm emrini verenlerin olayın duyulmasıyla birlikte takındıkları tavır gayet manidardı. Olayın kendisini konuşmak yerine Türkiye’nin pozisyonunun, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dünya liderliğinin ve İslam Dünyası içinde üstlendiği önderlik rolünün tartışmaya açılmak istenmesi, bu vahşi cinayeti işleyenlerin nasıl yanlış bir hesap içinde olduklarını gözler önüne seriyordu. Belli ki Kaşıkçı’nın Türkiye topraklarındaki Suud konsolosluğunda katledilmesi emrini verenler, bu meselenin direkt ve sadece Erdoğan’la 33 yaşındaki Veliaht Prens Muhammed bin Selman arasında bir liderlik yarışına vesile olabileceği hesabıyla hareket etmişlerdi. Olaydan önce kameralar kapatılmış, Türk çalışanlar da 15 kişilik ölüm timi ve Kaşıkçı konsolosluğa gelmeden önce izin verilerek binadan uzaklaştırılmıştı. Kaşıkçı’nın celladı da bu vahşi görevi bitirir bitirmez Türkiye’den kaçtı. Bu operasyonu planlayanların hesabına göre, hal böyleyken Türk polisinin Suud Konsolosluğu’na girdikten sonra ortadan kaybolan Kaşıkçı’nın akıbetini kanıtlama ihtimali de yoktu.
Sonrası için üretildiği anlaşılan senaryo netti. Polisin ve istihbaratın çaresizliği karşısında Erdoğan’ın önündeki mesele Suudi Arabistan’ın çaylak prensiyle bir siyasi atışmaya dönüştürülecekti. İki liderin uluslararası arenada atışmaya başlaması, Veliaht Prens’i İslam Dünyası’nda ve Batı kamuoyunda parlatmaya yönelik PR çalışmasının bir parçası olarak düşünülmüştü. Erdoğan gibi İslam Dünyası’nda tanınan ve sevilen bir liderin, elinde hiçbir delil yokken MBS’yi hedef almaya başlaması çaylak prensin karizma açığını kapatacaktı. Kaşıkçı’ya ne olduğu meselesiyse elde delil olmadığı için zaten bir müddet sonra mecburen unutulacaktı. Artık Kaşıkçı değil, Erdoğan’la MBS arasındaki bölgesel liderlik yarışı konuşulacak, çaylak prensin reformcu, modern, karizmatik bir lider olarak İslam ve Batı dünyasına kabul ettirilmesine yönelik PR çalışması hızlanacaktı. Bu planın işlemesiyle birlikte MBS Sünni Arap dünyasının yeni doğal lideri olacak, kendisini bir proje olarak dünya sahnesine sürüp destekleyenlerin bölge üzerindeki tüm projelerini hayata geçirmesini sağlayacaktı. Böylece İsrail de İran ve Türkiye karşısında, Arap Dünyası’nı istediği gibi yönlendirebileceği bir Truva atına kavuşacaktı.

TÜRKİYE PLANI BOZDU

Neyse ki Türkiye’nin güvenlik güçleri Kaşıkçı’nın öldürüldüğüne dair delillere ulaşarak vahşi bir cinayetle planlanan bu şeytanca jeopolitik oyunu baştan bozmayı başardılar. Ve neyse ki Cumhurbaşkanı Erdoğan da Kaşıkçı hadisesini olduğu gibi ele alarak meselenin iki ülke yönetimleri arasındaki ilişkilerle karıştırılmasını engelledi. Kabul etmek gerekir ki Türkiye diplomasisi de bu süreçte çok başarılı bir performansla meselenin, tam da olması gerektiği gibi, iki ülke arasında değil, Suudi Arabistan’ın ne yaptığını bilmeyen çaylak prensiyle demokrasiyi savunan dünya arasında bir meseleye dönüşmesini sağlayabildi.
Türkiye müthiş bir zamanlama ve akıl dolu hamlelerle, hem eli kanlı Suudi Arabistan Veliaht Prensi’ni, hem de onun hamisi, İsrail lobisinin has adamı, ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı ve Ortadoğu danışmanı Jared Kushner’i suç üstü yakaladı. Trump damadına uyup Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ı kurtarmaya çalışırsa kendi siyasi kariyerini de tehlikeye atacak. Zira Türkiye yargı sürecinde delilleri tüm çıplaklığıyla ortaya koyma, dünyayla paylaşma yoluna giderse MBS ile birlikte onu savunanlar da savunmasız pozisyonda kalacak. Çok büyük ihtimalle bu barbarca ve akılsızca hamleyle Erdoğan’ın dünyadaki imajını sarsabileceklerini düşünenler çaresiz bir şekilde, vurmak istedikleri liderle uzlaşma yolu aramak zorunda kalacaklar ya da dünya sahnesinde kepazeleşip çaresizce silinmeye razı olacaklar. ABD Başkanı Trump’ın Riyad’a gönderdiği Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun ikinci durağının Ankara olmasına bakılırsa barbarlıkta ittifak edenler düştükleri çaresizliğin de hazzetmedikleri tek çıkış yolu olduğunun da farkındalar.

***

İLKLER VE TUHAFLIKLARLA DOLU BİR CİNAYET

Dış habercilikten önce yıllarca polis muhabirliği yaptım ama bugüne kadar hiçbir suç mahaline olay yeri inceleme ekiplerinin bu kadar geç girdiğini görmedim. Meselenin diplomatik yönü, daha basit bir ifadeyle konsolosluğun Suud toprağı sayılması, dolayısıyla içeri girmeden önce Riyad’ın onayının alınmasına yönelik zorunluluk, olay yeri ekiplerinin kapsamlı ve noksansız bir araştırma yapmasını ne yazık ki 2 hafta geciktirdi. Olay yeri incelemenin Konsolosluğa girmesinden birkaç saat önce temizlik ekiplerinin kolilerce temizlik malzemesiyle, hem de tüm dünya medyasının gözü önünde içeri girmeleri, tuhaf ve komik olduğu kadar suçlu psikolojisiyle Suudi Arabistan’ın çaresizliğini göstermesi bakımından manidardı.

DİLİNİN SÖYLEDİĞİNİ ELLERİ YALANLADI

İki hafta boyunca bu olayı takip ederken tanık olduğum en tuhaf anlardan biri de Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosu Muhammed el-Uteybi’nin Kaşıkçı’nın içeride olmadığını ve kendisinden haberdar olmadıklarını kanıtlamak için binayı gezdirdiği Reuters’a verdiği görüntülerdi. El-Uteybi’nin çekmeceyi ve kütüphanedeki küçük bir dolap kapağını açarak Kaşıkçı’nın binada olmadığını kanıtlamaya çalışması odasında işlendiği iddia edilen vahşi cinayetin inkarından çok itirafı gibiydi. Diliyle inkar ettiğini hareketleriyle itiraf ediyordu.

ÜLKESİNİ SEVEN BİR GAZETECİYDİ

Kaşıkçı’nın öldürülmesinin ardından kendisiyle ilgili pek çok şey yazıldı, çizildi. Hem Arap dünyasında hem de Türkiye basınında ne yazık ki bir gazetecinin öldürülmesini meşrulaştırmaya çalışanlar bile çıktı. Kimileri de Kaşıkçı’nın geçmişte Suudi Arabistan yönetimini destekleyen pozisyonlarına dikkat çektiler. Bu süreçte dinlediğim arkadaşlarının vurguladıkları ortak noktaysa Kaşıkçı’nın ülkesini çok seven bir gazeteci olduğuydu. Geçmişte Suud yönetimini savunup, belki kendisine dahi inandırıcı gelmeyen tezleri savunması da muhtemelen ülkesini çok sevmesinden kaynaklanıyordu.

Benzer konular