Geçmişte sosyal hayatın tam ortasında yer alan camiler, günümüzde sadece namaz kılmak için kullanılıyor. Bu anlayış öylesine yaygınlaştı ki namaz dışında yapılan uygulamalar zaman zaman tepkilere yol açabiliyor. Günümüzde camilerin kullanımı nasıl olmalı? Sadece ibadet mi yapılmalı yoksa sosyal hayatın kabul edilebilir bütün etkinliklerine kapı mı açmalı sorularının cevabını aradık.
İlk yapıldığı günden itibaren camilerin öncelikli amacı namaz ibadetini topluca yerine getirmek olmakla beraber, camiler aynı zamanda sosyal hayatın merkezinde yer almıştır. Asrı Saadet döneminde bizzat Peygamber Efendimiz (sav)’in örnekliğinde ilim öğrenme, yabancı heyetleri kabul etme, ordugâh, karargâh, hatta bazı esirlerin hapsedilmesinde kullanıldığı bilinen camilerin işlevselliği Osmanlı döneminde etrafına yapılan külliyeler aracılığıyla arttırıldı. Cumhuriyet tarihinde dinden uzaklaşmaların yaşanmasıyla birlikte camilerin ahırlara, depolara, müzelere çevrilmesi, kapılarına kilit vurulması, korku yayarak cemaati camiden uzaklaştırmak ve namaz haricinde dini faaliyetlerin yasaklanması cami ile cemaatin arasını açtı. Günümüze kadar gelen uygulamalar sonucunda artık camiler sadece namaz kılınan mekânlar ve namaz haricinde kapılarına kilit vurulan yerler olarak hizmet veriyor. Bu durum camilerde soğuk bir havanın oluşmasına bu da çocukların ve gençlerin camiden uzak kalmasına sebep oluyor. Oysa laik anlayışın dayatmasının aksine İslam mâbedleri kiliseler gibi hayatın dışında değil, sosyal hayatın tam ortasında yer alması gerekiyordu.
HAYATIN CAMİYE TAŞINMASI
Tüm olumsuz havaya rağmen son zamanlarda sosyal medyada gündem olan bazı gayretli imamların yaptıkları, camilerin namaz dışında da kullanımına yönelik düşünmemize sebep oldu. Bir imamın caminin girişine yerleştirdiği levhaya düğün, nişan, hastalık, ölüm gibi sebeplerle ziyaret edilmesi gereken kişilerin isim ve adreslerini yazarak cemaate sorumluluklarını hatırlatması tam da hayatın camiye taşınmasına bir örnek. Başka bir imamın Camii’nin abdesthane bölümünü duş almaları için evsizlere açması, yine bir başka imamın caminin avlusuna pinpon masası koyması gibi uygulamaları camilerin namaz kılma dışındaki işlevlerinin günümüzde yorumlanmış hali. Camilerin merkeze alındığı bir şehir hayatından, camilerin unutturulduğu bir hayata geçişin ardından bu gibi örneklerin çoğaltılması en başta Diyanet işlerinin asli görevi olmalı.
BULUNDUKLARI YERE RUH VERİRLER
Müslümanlar açısından yeryüzünün herhangi bir köşesindeki cami, Mekke’de bulunan Beytullah’ın / Allah’ın Evinin bir şubesi olarak kabul edildiğini söyleyen Prof. Dr. Saffet Köse, Kur’ân-ı Kerîm, camilerin “Allah’ın adının anıldığı, sabah akşam tesbih edilip namazların kılındığı evler” (Nûr 24/36) olarak tanımlanmasıyla onun işlevini ortaya koyduğunu açıklıyor. “Ancak camiler, bu asli işlevi yanında başka etki ve etkinliklere de sahiptir. Her şeyden önce cami İslam şehrinin sembol yapıtıdır. Bu sebeple camiler merkez alınarak şehir onun etrafında örgülenmiş ve bütün yollar oraya bağlanmıştır. Camiler bulundukları yere ruh veren yapılardır. Bugün Edirne denildiğinde ilk akla gelen Selimiye’dir, İstanbul denildiğinde Sultanahmet, Süleymaniye, Fâtih gibi ecdat yadigârı muhteşem yapıtlardır. Savaşlarda en fazla zararı camilerin görmesi bu ruhun ortadan kaldırılmak istenmesindendir. 1992 yılındaki Bosna savaşında camilerin özellikle hedef alınması ve tahrip edilmesi bu konudaki en taze örnektir.”
Sonraki İslam toplumları için birer referans niteliği taşıyan Hz. Peygamber ve Hulafa-i râşidîn dönemlerinde caminin bir buluşma ve toplanma yeri olarak işlev gördüğünü söyleyen Köse, birbiriyle görüşmek isteyenler cemaate geldiklerinde bu fırsatı yakalayıp duyuruların buradan yapıldığını anlatıyor. Hz. Peygamber’in nikahın aleniyet kazanmasına hizmet ettiği için nikahların o günün tek kamu mekanı olan camilerde kıyılması yönündeki tavsiyesinin tarihte caminin işlevini açıklayan önemli bir örnek olduğunu belirten Köse, günümüzde caminin kullanımına yönelik bazı önerilerde bulunuyor.
YURTDIŞINDA KLASİK CAMİ KÜLTÜRÜ VAR
“Modern insan için caminin en fazla keşfedilmesi gereken özelliğinin i‘tikâf olduğunu söylemek isterim. İ‘tikâfın, günümüz insanına zihinsel kargaşa, stres, yorgunluk, gürültü, keşmekeş altında kalbini boşaltmak, O’nun evinde onun sağlam ve güvenli kalesine sığınmak, kemale ermek için nefis muhasebesi yapmak, kendisinin rabbine yaklaşmasını engelleyen bağlardan kurtulmak için iç kontrolü yapmak, biraz da olsa dünyadan uzaklaşmak, kendini dinlemek, kendisini, ailesini ve çevresini keşfetmek için iyi bir fırsat sunacağını düşünüyorum.
Bugün yapılabilirse mahallelerin merkezinde toplayıcı ve mahalleyi kuşatıcı nitelikte Cuma ve Bayram namazlarının sadece orada kılındığı, küçük seminer salonlarına, kafeteryaya, çok amaçlı büyük bir salona, sanat ve atölye mahallerine, kitaplığa sahip büyük bir merkez camiinin bulunmasının, mahalle derinliklerinde de beş vakit namazın kılındığı küçük mescitlerin inşa edilmesinin cami kültürünü koruyacağını düşünüyorum.
Yurt dışındaki kardeşlerimizin inşa ettiği camilerin tam anlamıyla klasik cami kültürünü yansıttığını söyleyebilirim. İnsanlar camiye geldiklerinde alış-veriş yapabilecekleri marketler, yemek yiyebilecekleri lokanta, helal et alabileceği kasap, çay içebileceği kahvehane, tıraş olabileceği berber, maç izleyebileceği salon, çocuklarını okutabileceği okul, dini sorularına cevap alabileceği din görevlisi bulabiliyor ve diğer sosyal etkinlikleri gerçekleştirebiliyor. Bunda yabancı bir kültürel ortamda yaşamaktan dolayı korunma refleksinin geliştirilmesinin etkisi olduğunu düşünüyorum. Bunun aynı zamanda caminin manevi-kültürel anlamda “koruyucu” özelliğinin de ifadesi olduğunu söylemek istiyorum. Belki de gayr-ı Müslim ülkelerde biz, biz olarak kalabilmiş isek bu tür işlevselliği olan camilerin katkısının büyük olduğunu söylememiz gerekir.”
EMİR’ÜL MÜ’MİNİN DÖNEMİNDE CAMİ DEVLETTEN AYRILDI
Peygamber Efendimizin kendi mescidini aynı zamanda devlet merkezi yaptığını söyleyen Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma, oradan devleti idare ettiğini ifade ediyor. Heyetleri mescidde kabul ettiğini, toplantıları orada yaptığını söyleyen Sırma, devletle ilgili herhangi bir iş olacağı zaman istişareyi de orada yaptığını belirtiyor. “Hatta heyetlerin kabul edildiği bir sütün varmış, heyetleri orada kabul edermiş. Hapishane olarak kullanılan yer bile varmış” diyen Sırma’nın, camilerin geçmişten günümüze kullanımıyla ilgili görüşleri şöyle:
“Camiler Peygamber Efendimiz zamanında birçok amaçla kullanılıyordu. Ama Peygamber Efendimiz (sav)’in vefatından sonra İslam devleti büyüdü. Değişik ülkelere yayıldı. Camilerin bitişiğinde genellikle mescidler oluyordu. Ulema orada yetişiyordu. Daha sonra bunlar ayrıldı. Fakat genellikle cami ile medrese birbirine yakındı. O medreselerde hocalık yapan büyük zatlar aynı zamanda imamlık da yapıyorlardı. Ama Peygamber Efendimizden sonra caminin fonksiyonu değişti. Devleti idare eden Emir-ul Mü’minin kendi evinde veya kendisine tahsis edilen yerde devleti idare ediyordu. Cami devletten bu süreçte ayrıldı.”
HER KÖŞEDE BAŞKA BİR DERS
Osmanlı döneminde genellikle caminin yanında medrese olduğunu söyleyen Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma, bu medreselerin bugünkü üniversitelere tekabül ettiğini ilave ediyor. “Fatih Camisinin kuzeyinde ve güneyinde iki tane büyük medrese var. Bunlar aynı zamanda öğrencilerin kaldığı yerlerdir. Osmanlının son dönemine kadar özellikle sabah namazlarından sonra Selatin Camii dediğimiz büyük camilerin her köşesinde büyük hocalar ders verirdi. Meşhur Amiş Efendi Fatih camisinde ders vermiştir.”
Camilerin beş vakit namaz kılmak için yapıldığını, ama cami imamlarının namaz dışında da camide oturarak isteyene Kur’an-ı Kerim veya İslami ilimler dersi vermesi gerektiğini belirten Sırma, caminin günümüzdeki kullanımına yönelik şu ifadeleri kullanıyor. “Bugün imkanlar değiştiği için, camilerin medrese olarak kullanılması pek uygun değil. Cumhuriyetin ilk yıllarında din tamamen yasaklandığı için, ibadet yapmak bir yana, camiler tamamen kapatıldı, çoğu ambar yapıldı. Erzurum Ulu Camii’nin 1976 yılına kadar ambar yapıldığını hatırlıyorum. Ben o zaman oradaki üniversitedeydim. O sene cami olarak açıldı. Hatta açılışında Muhammed Hamidullah hoca da bir konuşma yaptı, ben de tercüme etmiştim. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki hutbeleri de devlet tespit ediyordu, imam istediğini söyleyemiyordu.”
Bizim memlekette kadın cumaya gitmez diye bir inanç yerleştirildiğini söyleyen Süreyya Sırma Hoca, bunun yanlış olduğunu sözlerine ekliyor. “Oysaki bütün İslam dünyasında Cuma namazına, bayram namazına kadınlar da çocuklar da gidiyor. Onlara ayrılmış yerler var. Ama bizim selatin camilerinde veya başka birçok camide bayanlara yer ayrılmamış. Yavaş yavaş düzeliyor diye düşünüyorum. Mutlaka kadınların da çocukların da camiye gelmeleri lazım.”
***
HAYATIN KAYNAĞI CAMİ
Yeni caminin geleneksel mimarimizin son temsilcilerinden biri olduğunu söyleyen Prof. Dr. Turan Koç, sonrasında cami mimarisinin uzunca bir süre fetret dönemi yaşandığını aktarıyor. Şu anda geleneksel sanatlarımıza karşı özellikle de cami mimarisine yönelik ilginin arttığını söyleyen Koç, geleneksel sanatlarımızın arkasında yatan iradeyi açıklıyor. “Geleneksel sanatlarımızın arkasında yatan irade estetik bir nesne ortaya koymaktan çok, Allah cc. tarafından gönderilmiş bir dini kendi hayatlarına nakşetme kaygısıydı. Bir başka ifadeyle onlar için estetik ve sanat bir yerde ikinci planda kalıyordu. Kaldı ki cami her şeyden önce bir sanat eseridir. Onun mimari planı, mekân düzenlemesi, şehrin ana hatlarını bağlayacak bir yerde bulunması gibi çok daha başka kaygıları var. Şimdi caminin merkezde olduğu bir şehir hayatının yerine merkeze istasyonlar, spor salonları, alışveriş merkezleri yerleştirildi. Camiler uzunca bir süre ihtiyaç için yapıldı. Yeni yeni bir ilgi uyanıyor. Dilerim ecdadımızın ortaya koyduğu eserler gibi, aynen onların kopyasını yapmak anlamında söylemiyorum bunu, onları da yorumlayarak kendi tecrübemize, kendi çizgimize bürünmüş, onu da yedeğine alan eserler ortaya koyarız.”
***
CAMİDE DÜĞÜN YAPILIR AMA GEREK YOK
Bugün öyle camilerle karşılaşıyoruz ki, alt katta dükkân, üst katta başka bir şey, en üstte namaz kılınıyor. Turan Koç, caminin başlı başına kendi mükemmelliğini izhar edecek bir yapı olması gerektiğini söylüyor. “Paldır küldür camilerimizin içine giriyoruz. Ayakkabıyı nereye koyacağımızı bilmiyoruz. Hemen yanında şarıl şurul şadırvan, oradan ıslak ayaklarla gelenler var, bunları da konuşmamız gerekiyor herhalde. İyi bir mimar camiyi beş metre yüksekliğinde tutsa, bir mahfili hanımefendiler için ayırabilir. Aynı girişten bir takım paravanlarla dönerek gidilmesi yerine onların daha rahat edebileceği bir giriş, yeni bir yorumla daha başka şeyler de yapılabilir. Üst kat veya yan taraf giriş için düşünülebilir. Bugün büyük camilerde bile aynı girişi kullanıp, kadınların mekânını çarşaflarla kapatıyoruz. Cami estetiğine uymuyor.” Camilerin belli dönemlerde günlük hayatın kullanımında aklımıza gelebilecek birçok şey için kullanıldığını söyleyen Prof. Turan Koç, bugün imkânların genişlediğini, camilerde yaptığımız düğünü artık salonlarda yaptığımızı söylüyor. “Eskiden cami avlusunda düğün yapılırdı diye şimdi de camide düğün yapmanın bir anlamı yok. Yapılır ama gerek yok. Caminin son cemaat avlusunda nikâh kıymak veya benzeri şeyler yapılabilir. Bunun yanı sıra camiler, çocuklar ve gençler açısından biraz öksüz. Sadece kütüphane koyarak değil, orayı bir hayat kaynağı, hayatın devamı gibi düşünmek lazım. Mahalleliyi, komşuyu tanıştırma yerleri düşünülebilir. Evlerimizde kabul ettiğimiz misafirlerimizi cami avlusunda güzel bir mekân ayarlanarak kabul edebiliriz. Cami yapımı için içeri girdiğimiz zaman kutlu mekâna giriyormuşuz duygusunu uyandıracak kadar sükûnet içerisinde olan yerler seçilirse iyi olur.”
***
Buluşmalarınızı camide yapın
Bugün özellikle şehir hayatında insanlar çeşitli vesilelerle bir araya gelir. Bunun için de genellikle ya bir çayhane ya da bürolarda buluşulur. Halbuki geçmişte insanlar bunu belirlenmiş bir namaz vaktinde camide gerçekleştirirdi. Gerektiğinde sohbetini camide yapabildiği gibi oradan başka bir mekana da geçebilirdi. Şimdi aynını yapmak pek tabii mümkündür.