‘Çalınan’ seçim nasıl geri kazanılır?

AK Partinin olağanüstü seçim başvurusunu değerlendiren YSK, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin yenilenmesine oy çokluğuyla karar verdi. Kararın verilmesindeki en büyük gerekçe, yeniden sayılan 850 bin oyun sonunda, aradaki farkın 29 binden 13 binlere düşmüş olması. Sonrasında, yapılan usulsüzlükler ve geçerli sayılması gerektiği halde geçersiz sayılan oylarla ilgili örnekler ortaya çıktıkça AK Partililerin, seçimde CHP lehine usulsüzlükler yapıldığına dair inancı güçlendi. Sadece İstanbul’u değil, bütün Türkiye’yi yakından ilgilendiren İstanbul seçimlerinin tekrarı 23 Haziran tarihinde yapılacak. Cumhur İttifakı ve Millet ittifakı 23 Haziran tarihinde yapılacak olan seçim için kolları sıvadı bile.

AK Parti bu süreçte “çünkü çaldılar” sloganıyla organize hırsızlığa vurgu yapsa da, galibi ve hatta oylarının çalınmasından dolayı mağduru olduğu seçimin suçlusu olarak lanse ediliyor. Böylesi bir hırsızlığın CHP’nin oylarına yönelik olması durumunda yer yerinden oynayacakken, AK Parti’nin hem oylarını çalıp, hem de mağduru suçlamak, büyük bir üst akıl işi olsa gerek. 23 Haziran seçim sürecinde seçmenin, medyanın, siyasetçiler ve adayların gündeminde belki onlarca konu olacak ama ‘seçimlerin yenilenmesi’ meselesi, sırası veya ağırlığı zaman zaman değişse bile gündemdeki yerini koruyacağı kesin.

Öte yandan 23 Haziran seçimlerine giderken yapılan hırsızlığı etkili bir dille anlatılamamasının en büyük sebeplerinden birisi de sosyal medyada hızla yayılan algı dili. Yaklaşan seçimlerde AK Parti’nin hem bu algıyı iyi yönetmesi, hem hırsızlığı anlatması ama çok da üzerinde durmaması, hem de olağanüstü gerekçelerle sandığa gidilen seçimden galip çıkmak için yeni stratejiler geliştirmesi gerekiyor. İşte bütün bunları kamuoyu araştırmalarıyla gelişmelerin topluma yansımasını ölçen araştırma şirketleri yöneticileriyle konuştuk. ‘Çünkü çaldılar’ın ötesine geçip, seçimi kazanmak için hangi stratejilerin takip edilmesi gerektiğini anlatan uzmanlar, daha önce farklı zamanlarda da olsa 4 kişiden 3’ünün oyunu alabilen AK Parti, bu seçimde de buna odaklanması gerektiğinin bilhassa altını çiziyor.

SEÇİMİN YENİLENMESİNİN TEK CÜMLELİK İZAHI OLMALI

Argetus Araştırma Danışmanı Erol Erdoğan, seçimlerin yenilenme gerekçelerini seçime katılan partilerin hepsi, özellikle de AK Parti ve CHP sürekli kendilerince izah edeceklerini ve bu konunun da seçmen davranışını etkileyeceğini söylüyor. Yine de tüm kampanyanın buna hasredilmesinin, her iki taraf için doğru olmayacağının altını çiziyor:

“Çünkü seçmenin gündeminde konu çok. Burası İstanbul, kocaman bir şehir, nüfusu en az yüz ülkeden daha çok. Bunun yanı sıra seçimde usulsüzlük olduğu toplumda yeterince anlaşılmış değil. AK Parti, iptal ve yenilenmenin gerekçelerini uzun anlatıyor, oysa akılda kalıcı, bir cümlelik izahı olmalı bunun. Genelde, gerekçeyi hukukçular açıklıyor, onların izahlarında ise detay ve kavram çok. Şu ana kadar AK Parti tarafından yapılan izahların yine de en iyisini Recep Tayyip Erdoğan yaptı. Tabii, Binali Yıldırım Bey’in ‘çalmak’ üzerinden geliştirdiği slogan da iletişim tekniği bakımından başarılı.

Seçimlerin yenilenmesinin gerekçeleri anlatılırken, sokak dili ve vicdanı bakımından bir hata yapılıyor. Neden sadece büyükşehir belediyesi seçiminin iptal edildiği sorusuna, ‘YSK itiraz edilmeyen konuyu görüşmez’ deniliyor. Hukuki olarak bu doğru olsa da, seçmen vicdanı ve aklında ‘usulsüzlük varsa, itiraz edilmemiş olsa bile YSK’nın bunu görüşmesi gerekmez mi?’ sorusunu doğuruyor. Dolayısıyla, iptal ve yenilenme gerekçesi ‘müessirlik’ bakımından açıklanması gerekir. Yani şu denilmeli: Ortaya çıkan usulsüzlüğün boyutu hiçbir ilçede seçim sonuçlarını etkileyecek boyutta değil.”

KARŞIMIZA FETÖ ÇIKABİLİR

Optimar Araştırma Başkanı Hilmi Daşdemir 31 Mart konusundaki oy çalma hırsızlığı ile ilgili söylenecek her şeyin öncelikle delillendirilmesi ve kamuoyunu ikna edecek şekilde anlatılması gerektiğini ifade ediyor. Ayrıca seçimin iptal sebeplerinin net bir şekilde anlatılması gerektiği konusunda da hem fikir. “Çünkü kamuoyundaki algı, seçimin iptal edilmemesi yönünde idi. Bu süreçte AK Parti ve Binali Yıldırım’ın ‘çaldılar’ söyleminin de bir karşılığı var. Belki de bu çalma ve seçim usulsüzlüğü konusunda karşımıza FETÖ bile çıkabilir. Çünkü onların zihni öyle çalışır. Hırsızlık konusunun belli yerlerde delillendirildiğini AK Parti yetkililerinin sayım döküm cetvellerindeki değişimden, diğer yandan geçersiz oyların ve sandıkların yüzde 10’unun sayılması ile aradaki farkın yüzde 50 oranında düşmesinden görülüyor. Geçen gün AK Parti Adayı Binali Yıldırım açıklamasında doğru bir orantı kurulduğu takdirde 60 bin oyun kendi lehine sonuçlanacağını söyledi. Tüm bunlar böyle bir hırsızlığın olduğunu gösteriyor, ancak hep söylediğimiz gibi İstanbul seçmenine bunu çok net anlayacağı şekilde anlatmak gerekiyor.”

YSK bir hırsızlık olduğunu kabul ediyor ve bu kabul ettiği hırsızlık ile seçimin yenilenmesine karar veriyor diyen MAK Danışmanlık Başkanı Mehmet Ali Kulat, yine de bu süreci çok fazla uzatmamak gerektiğini sözlerine ekliyor. “Bana göre bu konuda çok fazla değerlendirme anlam ifade etmiyor. AK Parti şu anda algıyı yönetmek adına oyların çalınması üzerine sosyal medyada ve diğer medya araçları vasıtasıyla değerlendirmeler yapıyor. Bu süreci çok fazla uzatmamak lazım. Çünkü karşıda farklı projeleriyle ya da farklı vaatleriyle ortada siyasi bir algı var, onun üzerine yoğunlaşmak daha doğru olur. Burada AK Parti için önemli bir muhasebe konusu da, 25 yıllık İstanbul’daki siyasi hareket böyle bir şeye nasıl göz yumdu veya göremedi. Yoğun bir muhasebeye tutup, bir daha böyle bir şey olmaması için çalışma yapması gerekir. Sandık müşahitlerini belirlerken daha dikkatli davranması gerekiyor. AK Parti’ye yakışan 10 bin oyla seçimi kaybetmek veya kazanmak değildi, 100 bin oyla seçimi kazanmaktı. Geçmişte AK Parti girdiği seçimlerde 4 seçmenden 3’ünün farklı zamanlarda oyunu alabilmişti. Bu kadar büyük bir oy potansiyeliniz varken, seçimi velev ki birkaç bin oyla kazanmış olsanız bile, sizin adınıza bir eksiklik. Bunu AK Parti gördü ve bu dönemde biraz daha farklı bir kampanya yürütecek.”

Burada AK Parti için önemli bir muhasebe konusu da, 25 yıllık İstanbul’daki siyasi hareket böyle bir şeye nasıl göz yumdu veya göremedi. Yoğun bir muhasebeye tutup, bir daha böyle bir şey olmaması için çalışma yapması gerekir. Sandık müşahitlerini belirlerken daha dikkatli davranması gerekiyor. AK Parti’ye yakışan 10 bin oyla seçimi kaybetmek veya kazanmak değildi, 100 bin oyla seçimi kazanmaktı. Geçmişte AK Parti girdiği seçimlerde 4 seçmenden 3’ünün farklı zamanlarda oyunu alabilmişti.

SEÇMEN BU SEÇİMDE DAHA NAZLI OLACAK

Oyların çalındığı ve bunun da çok fazla uzun cümleler kurmadan seçmene doğru bir şekilde anlatılması gerektiği konusu teoride anlaşmaya varılan konulardan. Fakat bir de 31 Mart seçimlerinde sandığa gitmeyen seçmeni ikna etme meselesi var. AK Parti nasıl bir strateji izlerse CHP’ye de oy veremeyen, bu sebepten dolayı sandığa gitmeyen kitlesinin fikrini değiştirebilir? Bu seçimin yenilenmesini doğru bulmayan 18-30 yaş arasındaki gençleri hangi yöntemlerle ikna edebilir? Veya ne yaparsa, seçmenin yüzde 90’ının oyuna talip olabilir?

23 Haziran seçim kampanyasının ekonomi, özgürlük, hizmet, demokrasi, şeffaflık, paylaşım, adalet, şehirleşme gibi birden çok kavram üzerine bina edilmesi gerektiğini belirten Erol Erdoğan, AK Parti, kendisini en başarısız kabul ettiği alanda bile, yeni sözler söylemeli, ümit vermeli, eksiğinin farkında olduğunu, yanlış yaptığını anladığını hissettirmelidir diyor. En önemlisi de eksiği ve yanlışı telafi edeceğine inandırması gerektiğinin altını çiziyor. “Hem teşkilat, hem genel merkez yöneticileri hem de aday ve çevresi, ‘Şunlar bize oy vermez’ inancından kurtulmalı, her seçmenden, o seçmene uygun yöntemlerle oy istenmelidir. Bugüne kadar AK Parti’ye en az bir defa oy verenlerin oranı yüzde 70’lere yakın. Seçmenin yüzde 80-90’ınını kucaklamaya dönük bir duruş ortaya konulmalı, Türkiye ittifakı söyleminin altı bu anlamda doldurulmalıdır. Parti yöneticileri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul gezilerinde ve etkinliklerinde, trafik akışının olumsuz etkilenmesine sebep olacak davranışlardan dahi uzak durmalıdır. Çünkü seçmen bu seçimde daha hassas, daha nazlı ve dikkatli olacaktır. Toplumda beğenilirliği düşük olan AK Partili yöneticiler veya ilgililer, seçim boyunca ekranlardan olabildiğince uzak durmalıdır.

YARALAYICI ÖTEKİLEŞTİRİCİ İFADELERDEN UZAK OLUNMALI

Binali Yıldırım Bey’in kendi ismi, karizması, projeleri ile alabileceği oyu maksimize edebilmesi için, seçmen nezdinde daha görünür olmalı; daha fazla halkın içinde, çarşı pazarda, gençler ve kadınların ortamında olmalıdır. Binali Bey adına açılan dijital medya hesapları ‘kurumsal’ kullanılmaktan vazgeçilmeli, bireysel biçimde, samimi ve içten bir dil ile kullanılmalıdır. MNP, MSP, RP, FP’de çalışmış, AK Parti’nin kuruluşunda ve ilk dönemlerinde partinin il, ilçe, mahalle teşkilatları ile kadın ve gençlik kollarında görev yapanlar sürece dâhil edilmeli. Vefa duygusunu önemseyen bu kişilerle Recep Tayyip Erdoğan’ın buluşması sağlanmalıdır. Seçimin yenilenmesine soğuk durduğu araştırmalarda gözüken 18-30 yaş seçmenlere yönelik iletişimci bir strateji yürütülmelidir. 31 Mart’ta sandığa gitmeyen yüzde 16’lık seçmen için de, AK Parti’ye oy verme ihtimali olanlara yönelik ikna edici çalışma yapılmalıdır. 2018 seçimlerinde HDP’ye, 31 Mart’ta CHP’ye oy vermiş HDP’li seçmenlere özel çalışma yapılmalıdır. Bu seçmenlere yönelik, özel ve eğitimli çalışma grupları oluşturabilir. Recep Tayyip Erdoğan, HDP ve PKK ile ilgili konuşurken, ilgili seçmenin, bu konuşmaları az veya çok kendi üzerine aldığı akıldan çıkarılmamalıdır. Bu sebeple yaralayıcı, ötekileştirici, kırıcı ifadelerden uzak durulmalıdır. AF ve EYT konusunda yapılabilecek bir şey varsa, bunun hızlıca gündeme alınması gerekir.”

KÜRT SEÇMENİN BİR KISMI SANDIĞA HİÇ GİTMEDİ

AK Parti’nin kendisini net bir şekilde anlatması gerektiğini söyleyen Daşdemir, eski Refah döneminden hatırladığımız yüz yüze ev ziyaretleri ile tüm evlere gidilmesi gerektiğini söyleyerek şunları ekliyor: “Zaman dar ancak yapılmayacak bir iş de değil. AK Parti teşkilatı ve gönüllüleri hızla organize edilmesi gerekiyor. Ki öyle organize ve kapsamlı çalışma şu anda göremiyoruz. Rakip CHP adayına bakıldığı zaman özellikle gençler tarafından oldukça rağbet gördüğü, gönüllü olarak propagandasını yapan bir genç kitlenin olduğunu gözlemliyoruz. Genel olarak bakıldığında ise Cumhur İttifakı tabanının azımsanamayacak bir kitlesi var. Bu kitleyi harekete geçirecek adımlar atılmalı, alternatif mecralarda özellikle YouTube, Twitter ve İnstagram’da etkin olarak yer almaları hatta içerik üretmeleri için ortam oluşturulup bu konuda teşvik edilebilir. Binali Bey gibi teknolojik anlamda Türkiye’nin birçok yatırımına imza atmış birisinin anlatılması daha kolay olacaktır.”

Mehmet Ali Kulat, 23 Haziran seçimlerinde AK Parti’nin ‘Türkiye İttifakı’ diye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı ama hem AK Partili seçmen tarafından hem de MHP tarafından yanlış anlaşılan bir stratejiyi ortaya koyacağını ifade ediyor. “AK Parti Türkiye’nin sadece bir bölgesinin veya belli bir grubun partisi değildir. Türkiye’de her yaş grubundan her ekonomik imkana sahip vatandaştan oy alabilen bir partinin kendisini belli şeylerle sınırlaması doğru değil.
Mesela bu seçimde her zaman AK Parti’ye oy veren yüzde 7-8’lik muhafazakâr Kürt seçmenin bir kısmı sandığa hiç gitmeyerek tepkisini ortaya koydu. Bu tepki haklı mı haksız mı, başka bir araştırma konusu. Belki AK Parti’nin MHP ile özdeş duruşu milliyetçi oylarda artış sağlasa bile, Kürt seçmen konusunda İstanbul seçimlerinde tam tersi etki yaptı. AK Parti seçim stratejisinde muhafazakâr Kürt seçmene yönelik bir dil geliştirmesi gerekiyor. Bu dil, dün söyledikleriyle çatışamayacağı için ‘Türkiye İttifakı’ gibi genel bir söylem ile ancak sağlanabilirdi.

ALGIYA KARŞI EN İYİ CEVAP HAKİKATTİR

Seçim süreçlerinin klasik yaklaşımlarından olan algı yönetimi konusu, yenilenecek olan İstanbul seçimlerinde de baş köşeye oturmuş durumda. Sosyal medyanın yalan yanlış bilgiyi hızla yayma gücüne karşı, algıyı yönetmek de önemli mesele. Erol Erdoğan, yanlış bilgiler, doğru olmayan veriler, amaçlı dedikoduların anında cevaplandırılması ve yayılmasının önlenmesi gerektiğini söylüyor. “Mesela, Elçin Sangu isimli bir sanatçının “Herkes adreslerini kontrol etsin, mesela geçen seçimde aynı adreste olmama rağmen bugün yaptığım kontrol sonucu adresimde yokum” şeklindeki paylaşımına, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün geç kalmadan “29.03.2019 tarihinde elektronik imza ile adres değişikliği yaptığınız anlaşılmış olup, adres kayıtlarınızda herhangi bir sorun bulunmamaktadır. Ayrıca adres bilgilerinizi https://adres.nvi.gov.tr  üzerinden de kontrol edebilirsiniz” şeklinde cevap vermesi, devletin saygınlığı bakımından önemliydi. Ancak şunun altını çizmeliyim: Algıya karşı en iyi cevap hakikattir, hakikatin maruf hale getirilmesidir. Algı, yalan, çarpıtmaya aynı ile karşılık vermek oyuna gelmektir. Yalan haberlere, sahte verilere, uydurma fotoğraf ve videolara karşı yasal haklar da kullanılmalıdır. Allah, Hud Suresinde “İnnel hasenati yüzhibnes seyyiat” diyor. Kısaca şöyle açıklayabiliriz: İyi olan kötüyü, güzel olan çirkini, doğru olan yanlışı giderir, uzaklaştırır, azaltır kovar. Hakikat çoğalırsa yalan yanlışın alanı daralır. Biz hakikati çoğaltalım.”

 

 

 

Türkiye’de özellikle seçim dönemlerinde ciddi dezenformasyonlar yapılıyor. Mağduriyet algısı en belirleyici husus olacak bu seçimde, ki bu noktada CHP adayı daha avantajlı gibi duruyor. Ancak ana belirleyici unsur, seçimin gerçek mağdurunun kim olduğu konusu olacak. Algıya göre mazbatası elinden alınan CHP Adayı Ekrem İmamoğlu mu? Sandık kurullarının oluşumuyla, sayım-döküm cetvellerindeki usulsüzlükler silsilesi açısından bakıldığında üstelik bu konudaki en yetkili merci olan YSK kararı da gösteriyor ki gerçek mağdur sanki Binali Yıldırım.

 

İLK KEZ AK PARTİ SAVUNMADA

Algı yönetimlerine karşı dezenformasyonlarla ilgili hızlı bir şekilde doğru bilgilerin paylaşılması gerektiğini söyleyen Daşdemir, kendi argümanlarının güçlü bir şekilde iletilmesi gerektiği görüşünde. “Türkiye’de özellikle seçim dönemlerinde ciddi dezenformasyonlar yapılıyor. Mağduriyet algısı en belirleyici husus olacak bu seçimde, ki bu noktada CHP adayı daha avantajlı gibi duruyor. Ancak ana belirleyici unsur, seçimin gerçek mağdurunun kim olduğu konusu olacak. Algıya göre mazbatası elinden alınan CHP Adayı Ekrem İmamoğlu mu? Sandık kurullarının oluşumuyla, sayım-döküm cetvellerindeki usulsüzlükler silsilesi açısından bakıldığında üstelik bu konudaki en yetkili merci olan YSK kararı da gösteriyor ki burada gerçek mağdur Binali Yıldırım. Bunu ve bu süreçleri İstanbul seçmenine doğru anlatmak gerekiyor. Doğru bir şekilde anlatılır, ortadaki dezenformasyon kaldırılırsa, hem 31 Mart’ta sandığa ders/mesaj verme kaygısı ile gitmeyen AK Parti seçmeni ve yine aynı sebeplerle Saadet Parti’sine oy veren AK Parti seçmeni ikna edilmiş olur. Yani burada olay yine seçmenin algısına hitap etmekten geçiyor. Ki ilk kez AK Parti savunmada, bu da işi biraz zorlaştırıyor.

İki tarafın da algı yönetimi yaptığını ifade eden Mehmet Ali Kulat, algı yönetiminin algının toplumsal yansıması olduğunu ifade ederek şu açıklamalarda bulunuyor: “Karşı tarafın sanatçılar üzerinden bir algı yönetimi yapma çabası var. Bu AK Parti’nin aslında Cumhurbaşkanlığı referandumu sırasında yaptığı şeyin sol tandaslı yapılma biçimi. Hatırlayın, geçmişte AK Parti böyle bir çalışma yürütmüştü ve başarılı olmuştu. Bu bir seçim taktiğidir. Sanatçıların destekleri ne kadar karşılık görür, doğrusu çok emin değilim, kısır bir etkisi olduğunu düşünüyorum. AK Parti’nin en temel sorunlarından birisi, medyada bu kadar güçlü olup, bu kadar zayıf etki bırakmasıdır.”

ÖNCE HABERİ VER GEREKİRSE YORUM YAP

Muhafazakâr medyaya gelecek olursak, geçtiğimiz seçim boyunca iyi bir sınav veremediği, gerek seçim sonuçlarından gerekse ortada dönen dezenformasyondan anlaşılabilir. CHP adayının olumsuz yönlerini sergilemeye çalışırken, farkında olmadan “İmamoğlu miti”nin yaratılmasına ortak oldu. Öte yandan aynı ekran yüzlerinin ekrana çıkıp, agresif tutumlar sergilemesi ise AK Parti’nin olumsuz hanesine yazıldı. Erol Erdoğan, medyanın önce haberi tam olarak verip, sonra ihtiyaç varsa yorum ve analiz yapması gerektiğini, en sonunda, illa şartsa, haberin mevzu ettiği meselede tarafını doğru bir üslupla beyan etmesi gerektiğini vurguluyor. “Bugün medyanın çoğunda bu süreç tersine döndü. Bazı haberlerde medya önce tarafını ilan ediyor, sonra eksik fazla yorum yapıyor, habere yer ve zaman kalmıyor. Bu durum, insanları başka kaynaklardan haberin detayını aramaya yönlendiriyor. Benim her medya organından beklediğim şudur: Bana haberi tam ver, ben onu yorumlarım. Hakikatin kendine özgü etkisi, letafeti, rayihası, gücü vardır. Hak olanın doğal etkisini, letafetini, rayihasını, gücünü, insan kendi halleri ile eksiltir veya ziyadeleştirir. Medya, hakikati görünür hale getirmeye çalışmalıdır. Mesela seçimde kendi yerini terk edip siyasetçinin koltuğuna oturmamalıdır. Herkes kendi işini yaparsa ahenk, herkes herkesin işini yapmaya çalışırsa kaos olur.”

Bazı programlarda olduğu gibi CHP adayının üzerine çok fazla gidilip, adeta bir savcı edasıyla davranılmasının sonuçlarını yaşadığımızı söyleyen Daşdemir, gerçek gazeteciliğin önemine dikkat çekiyor. “Ayrıca, ötekileştirici bir dilin AK Parti tarzı olmadığı Ve AK Parti’ye yaramayacağı unutulmamalıdır. Birileri kendi kişisel siyasi kariyeri üzerinden siyaset yapma gayreti içerisinde olurken, temsil ettiği yapıya zarar vermekten imtina etmelidir. Medya kendi işine odaklanmalı, belgeye dayalı haberlerle gerçeği ortaya çıkarmalıdır. Gazeteci ve siyasetçi trol gibi davranmamalıdır.”

Mehmet Ali Kulat ise, muhafazakar medyanın seçim sürecindeki tavrıyla ilgili şu ifadeleri kullanıyor: “AK Parti’nin medya dilini AK Parti adına televizyonlara çıkan kişiler belirliyor ve etkisi son derece zayıfladı. Etkili isimler olmadığı için değil, her programa aynı isimlerin çağrılması sebebiyle çok garip bir ortama büründü. Aklınıza gelebilecek her programa 15-20 kişilik bu ekip çıkıyor ve çıktıkları programlarda agresif ve sert bir dil kullanıyorlar. Bu da ciddi derecede bir iticilik oluşturuyor. AK Parti’nin buna dikkat etmesinde fayda var. Bu dönemde medyayı bir elden geçirip toplumsal karşılığı olan isimlerle kendisini ifade ederse çok daha iyi olur.”

Benzer konular