Mart ayında yapılacak olan yerel seçimlerde her partiden başkan adayları öncelikle iyi bir şehir vaat etmek için vatandaşın karşısına çıkacak. İstanbul gibi dışarıdan yoğun göç alan ve yapılanmasını tamamlamış olan büyükşehirlerin bu anlamda işi zor. Vatandaşın talebi ise, yönetimine katılabildiği bir planlama ve mahalle kültürünü canlandırabileceği bir şehir hayatı. Halkın yaşamak isteyeceği şehirleri vaat eden ve bunun güvenini verebilen adaylar, bu yarışın galibi olacak.
Yerel yönetim deyince 1994 yılı öncesi ve sonrası diye ayırmakta fayda var. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediyesine, birçok arkadaşının da farklı il ve ilçelere başkan olduğu dönemden sonra, belediyecilik anlayışı tamamen değişti. Asgari düzeyde belediyelerin yapması gereken ama yapılmayan birçok alt yapı hizmeti yerine getirilmeye başlandı ve yanı sıra sosyal belediyecilik anlayışı geliştirildi. Şimdi özellikle büyükşehirlerde, sosyal belediyecilik her ne kadar kıymetli olsa da, standartlar yükseldi. Beklenti gittikçe arttı, batının birçok şehrinde olduğu gibi yeşil alanıyla, geniş sokak ve caddeleriyle iyi planlanmış şehirler özlenir oldu.
Şehir planlaması kentlerin gelişimine yardımcı olan sistemlerdir. Gelişmekte olan şehirlerde bu planlamayı yapmak daha kolay ve mümkün olabilirken, yapılanmasını tamamlamış şehirlerde planlama yapmak neredeyse imkansız. En çok göç alan şehir olan ve Türkiye nüfusunun neredeyse yüzde 20’sini barındıran İstanbul ve özellikle de İstanbul’un eski semtleri bu konudan en çok muzdarip olan yerler. Buna rağmen kentsel dönüşüm adı altında binaların depreme dayanıklı bir şekilde yenilenmesi ve çevrenin de bu yenilenme esnasında düzenlenmesi adı altında yapılan çalışmalar var. Bazen yanlış planlama, bazense kişilerin isteklerinin sadece kendine dönük olması kentsel dönüşümün en zor yanları. Uzun yıllar dolaşımda olan kentsel dönüşüm planları, son zamanlarda İstanbul’un belediye başkanlarının en çok başını ağrıtan konuların başında geliyor. Vaatler verilip kağıt üzerinde şık planlar yapılsa bile, uygulamaya dökme konusunda zorluklar yaşanıyor. Kentin birçok nimetinden ve külfetinden nasibini alan halk, yaşadığı yerin de bu ölçüde gelişmiş olmasını beklemekte haksız değil. Ama İstanbul, Ankara gibi dışarıdan yoğun göç alan büyükşehirler, planlamalarını yapmakta geç kaldı.
Kentsel dönüşüm yoruldu
Mart ayında yerel seçimler var ve her partiden başkan adayları öncelikle iyi bir şehir vaat etmek için vatandaşın karşısına çıkacak. Halkın yaşamak isteyeceği şehirleri vaat eden ve bunun güvenini veren adaylar yarışta öne geçecek. İnsanların nasıl bir şehirde yaşamak istediğini ve bu şehir planlamasının nasıl yapılacağını bu görevi ifa etmiş belediye başkanlarına ve şehir planlamacılarına sorduk. En çok vurgulanan nokta, yereldeki halkın düşüncesini almak veya bir değişiklik yaparken kişileri ikna etmek. Kentsel dönüşüm kelimesi elbette yoruldu artık. Nasıl bir yöntemle şehir planlamasına vatandaşı ikna edecekleri konusu da yeni başkan adaylarının en önemli meselesi olacak. Mustafa Kara’ya göre orta ve uzun vadeli planlar yapan başkanlar öne çıkacak. Çünkü şehir planlaması kısa vadede sonuç veren bir iş değil. İdris Güllüce zaman kontrolünü önemsiyor. Çünkü hız çağında insanların imar almak için veya evine yıkım izni almak için ne kadar bekleyeceğini bilmesi gerekiyor. Hüseyin Bürge ise “mahalle kültürü”ne çokça vurgu yapıyor. “Güzel parklar yaparsınız ama içinde gülen insanlar olmadıktan sonra bir kıymeti olmaz” diyor. Şehir Planlayıcılarından Prof. Dr. Mehmet Çubuk, kent ve komşuluk demokrasisinin geliştirilmesi gerektiği görüşünde. Mahalle meclisleri oluşturarak bu konunun aşılabileceğini düşünüyor. Kent Bilimci Prof. Dr. Ruşen Keleş ise imar planlarının amaç değil araç olması gerektiğini vurguluyor. Ulaşılmak istenen hedef yanlış konulmuşsa, planın teknik bir belge olarak çok iyi hazırlanmış olmasının büyük bir değeri olmaz diyor.
***
İdris Güllüce – Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Eski Tuzla Belediye Başkanı
ZAMAN KONTROLLÜ YÖNETİM
Şehircilik açısından baktığımızda yapılı olan bir şehirde idealleri gerçekleştirmek çok zor. Misal Üsküdar’da cadde belli, sokak belli, binalar belli, siz orada çok geniş caddeler, çok geniş sokaklar oluşturamazsınız. Ama dikey yapılaşmayı durdurarak yatay yapılaşmaya yönelmek mümkün. Batı şehirlerinde olduğu gibi büyük dinlenme yerleri, yeşil alanlar, spor alanları oluşturulabilir. Ama bunlar da yeni yerleşim yerleri için daha kolay gerçekleşecek projelerdir. Yapılmış, bitmiş mekanlarda siz hangi planı yaparsanız yapın, orada maalesef olumsuz kötü bir yapılaşma söz konusu artık. O yüzden bundan sonrası için huzurlu kent diye tabir edeceğimiz, insanların huzur içerisinde yaşayacağı, bazı sıkıntıların fazla olmayacağı, komşuluk ilişkilerinin iyi olacağı kentlere dönüştürmek lazım şehirleri.
Büyükşehirlerin bir sorunu da trafik. Ekonomi geliştikçe otomobil alma arzusu doğuyor ve Büyükşehirlerde otomobil sayısı arttıkça trafik artıyor. Bunun çözümü şehirleri büyütmek değildir. Çok büyükşehirler yerine şehirlerin nüfuslarını arttırıcı göçü önleyici çareleri ortaya koymak lazım. Tabii metronun, toplu iletişim araçlarının, deniz ulaşımının fazla kullanılmasının trafikte büyük bir faydası olur. Ama bunlar sonradan olacak şeyler, öncelikli hedefimiz şehri büyütmemek olmalıdır. Şehri büyütmemenin yolu da küçük şehirlerin insanının memleketinde huzur içinde kalıp, ekonomisini sağlayabileceği, aşını kazanabileceği imkanlar sunmaktır.
Yereldeki insanların düşüncelerini almalı
Türkiye’de nüfusun yüzde altmışının gençlerden oluşmasından dolayı, yerel yönetimde de gençlere yönelik ciddi projelerin ve vaatlerin yapılması lazım. Etnisite ve hemşericilik neredeyse dinin yerine ikame edilir oldu. Gençler hemşericilik yapmayı ve etnisiteyle ilgili problemler oluşturmayı kafalarının içinde suç sayıyor ve ilkel buluyor. Bu bölgede şu hemşeri çok, o yüzden belediye başkanı şu kişi olmalı gibi kavramlar artık gençlerin sempatisini değil nefretini tetikliyor. Bunların dışında bir siyaset düşünmek lazım. Huzur, mutluluk ve sükûnetle ilgili çağımızın insanının sorunları var, bunlarla ilgili projeler ortaya koymalıyız. Şehrin, beldenin veya ilçenin ekonomisini daha iyi hale getirmenin yollarını bulmalı, ticarete, yatırıma nasıl katkı yapacağımızı vaat etmemiz ve böyle bir belediyeye yönelmemiz lazım.
Zaman kontrolü vaadinde bulunan bir belediye olmak da zamanla yarışılan günümüz çağında önemli. Yani belediyeye işi düşen herkes her işin ne kadar sürede yapılacağını bilmeli. Binasına ruhsat mı alacak, binasının yıkımı için izin mi alacak, kaç günde ve saatte bu işlemin yapılacağını bilmesi lazım. Zaman kontrollü yönetim diyorum ben buna. Bir de büyük kararlar verirken “yönetişim” denilen bir anlayışla hareket etmek lazım. Yani yereldeki insanların da düşüncelerini alıp veya onları ikna ederek yapmak lazım.
***
Mustafa Kara – Eski Üsküdar Belediye Başkanı
KENTSEL DÖNÜŞÜME HALKIN GÜVENİ KALMADI
Belediye demek yerinden yönetim demektir. Halkın kolay ulaşabildiği, hizmetlerini hızla alabildiği, iletişim araçlarının gelişmesine rağmen en hızlı ulaşabileceği bir kurum olmalı belediyeler. Klasik belediyecilik anlayışını biliyoruz zaten; yol kaldırım, asfalt, bunlar belediyenin temel kuralları. Bunlar artık aşıldığı için, şimdi kolay ulaşıp sorunlarını iletebildiği bir belediye anlayışı var. Vatandaşın asfaltını, yolunu, suyunu zaten yapmak zorunda. Şimdi hayatına dokunur işler yapan, çocuğuna spor alanları oluşturabilen, çocuğunu sosyal alanlara, sanata, müziğe yönlendirebileceği mekanlar oluşturabilen, engelli çocuğu varsa onunla ilgilenen, acı gününde veya mutlu gününde yanında olabilen bir anlayış bekliyor. Beklenti yüksek, yeni dönem başkanlar, iletişim kanallarını açık tuttuğu, sosyal belediyeciliği en üste çıkarttığı zaman başarılı bir belediye olur.
Bunların yanı sıra şehirlerde son zamanların en önemli konusu şehir planlaması. Belediyecilerin aslında birinci görevi bu, zaman içerisinde sosyal belediyeciliğe döndü. İstanbul’a baktığımızda, Anadolu’dan İstanbul’a göçler hızlı olunca, belediyeler daha şehir planlarını tamamlayamadan, halk belediyenin önünde giderek gayrı yasal yapılaşmayı tamamlamış. Eğer biz Osmanlıdaki arazi sistemini almış olsaydık ve fonksiyona dayalı imar vermiş olsaydık, belki bunları yaşamazdık. Biliyorsunuz bizim inancımızda “Mülk Allah’ındır” kavramı var. Osmanlı’da da mülk devletin yani payitahtındı. Siz bir proje götürdüğünüz zaman, projenize göre mülkü 10, 20 veya 30 yıllık, yahut da ömür boyu devirlerini alabilirdiniz. O zaman da şehir planları mülke göre yani arsanın fonksiyonuna göre değerleniyordu. Amerika halen bu sistemi uyguluyor. Arsanın imarı diye bir şey yok, siz bir fonksiyon koyabildiğiniz zaman o arsanın mülkiyeti ona göre değerleniyor.
Orta veya uzun vadeli planlama yapılmalı
Biz maalesef Fransızlardan parsel düzenini alıp küçük küçük parsellere bölmüşüz, küçük küçük parsellere bölünce de şehir planlanamıyor. Planlansa bile o planlar masada güzel duruyor, duvardaki haritalarda çok güzel gözüküyor ama yerinde inşa etmekte zorlanılıyor. Şehir planları uzun dönemli yapılır ve boş alanlar üzerinde yapılır. 10 yıl veya 20 yıl içerisinde değiştirilmez. Bizde ise tersine olmuş. İstanbul için söylüyorum, vatandaş önden yürümüş, şehri kendine göre planlamış, gayri yasal yapılar yapılmış, şimdi biz yapılan yerleri yeniden planlamaya çalışıyoruz, yeniden caddeler oluşturmaya çalışıyoruz, yeniden kentsel dönüşüm dediğimiz ucube şeyler yapmaya çalışıyoruz. Kentsel dönüşüm dediğimiz kelime o kadar yoruldu ki, son yirmi yıldır hepimiz kullandık bu kelimeyi. Çıkıp güzel güzel cümleler ediyoruz ama halkta bunun güveni kalmadı artık. Çünkü şehrimiz dolmuş, bitmiş. Biz şimdi biten bir şehri yeniden planlamaya çalışıyoruz. Burada da kısa vadede değil, orta veya uzun vadede planlama yapabilen başkanlar başarılı olacaktır.
***
Prof. Dr. Mehmet Çubuk – Şehir Plancısı, Mimar
KENT VE KOMŞULUK DEMOKRASİSİ GELİŞTİRİLMELİ
Her yerel seçim aslında; yerel yönetimlerin, yani il-ilçe ölçeğinde belediyelerin, yeni hedeflerde yeni başkan ve yeni seçilmişlerle yeni bir oluşum ortaya koyması demektir. Bu oluşumda, kararların sorumluluğunu taşıyan siyasal kesim (Seçilmiş Başkan + Seçilmiş Meclis Üyeleri) ve belediyede çalışanlardan oluşan kesim bulunmaktadır. Belediye icraatlarında mecliste bir denge oluşmalıdır. Bugün bence ülkede önemli sorunlardan birisi yerel yönetimlerin ‘Yerel Demokrasiyi Geliştirme’ konusunda yetersiz kalmış olmalarıdır.
Burada belirtmek isterim ki, gelişmiş bazı ülkelerde uygulanan ‘Yakınlık Demokrasisi Yaklaşımı’ uygulanabilir, gerçek anlamda halkın katılımı da sağlanabilir. Yakınlık Demokrasisi Yaklaşımında- en az örneğin 10.000 nüfus baz alınarak ya da daha az- Mahalle Meclisleri oluşturularak, bir ölçüde belediye nezdinde danışma rolü oynayan oluşumlar gerçekleştirilebilir. Kentlilerle Belediye arasında şehirciliği ilgilendiren konularda uyum sağlanabilir. Dolayısıyla Belediyeler, günlük yaşamımızı ilgilendiren sosyal alanda hizmetleri geliştirmeli, yerel ekonomiyi, sosyal yaşamı canlı kılmalı, spor ve kültür alanlarında kamu hizmetlerini geliştirerek, teknik hizmetleri de organize etmelidir.
Kentin yaşam ritmine destek olunmalı
Kent bir yaşam alanıdır. Birilerinin ve diğerlerinin birlikte yaşadığı, ayrımsızlık lehine tek vücut olduğu farklılıklara yanıt veren, kamusal tahsislerin yapıldığı bir mekân olmalıdır. Kent mekânı ve insanların davranışları arasında ilişkilerin yaratılması, kent demokrasisi koşullarının oluşturulmasına bağlıdır. Bu koşullar kent mekânında mekânsal ve mimari ile ilgilidir. Kent demokrasisinin bir eylem olarak var olması da, bu ilişkilerin mekânlar arasında bir bağ kurulmasını, kentin yaşam ritmine destek olunmasını gerektirmektedir.
Bunun için kenti biçimlendirecek demokratik ilişkileri kurmak da politikacılar, şehirciler, mimarlar, mühendisler ve ilgili disiplinlerin ortak görevi olmaktadır. Kent uygarlığının en önemli özelliği olan kent demokrasisi aynı zamanda toplumda şehircilik bilincini de yükseltmektedir. Çünkü kent demokrasisi, kente ilişkin hak hukuk, yaşanabilirlik, barınma, bir iş sahibi olma ve güvenli bir ortam koşulları yaratıldığı zaman ancak vardır. Kentin geleceğine ilişkin politika, kent demokrasisi ve komşuluk demokrasisi oluşturulmasında ve hazırlanmasında da sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, üniversitelerle işbirliği yapılmalıdır.
Kentlerimizde şehirciliğe en çok gereksinim duyulan bu dönemde, büyük dönüşüm-değişim içinde kentleşirken ve yenileşirken sürdürülebilir gelişmenin öne çıkarttığı bir şehircilik hedefinde, çevreci yaklaşım ve hareketle desteklenmiş, ülke, bölge kent çıkarlarını ve kaynaklarını kollayan, sistem anlayışı ortaya koyan bir şehircilik yaratılmalıdır.
Dilerim, yerel yönetim için yola çıkan başkan adaylarının, meclise seçilecek üyelerin ve bunlara kucak açmış destek olan siyasi partilerin hepsinde bu düşünceler egemen olur.
***
Hüseyin Bürge – Eski Bayrampaşa Belediye Başkanı ve Eski AK Parti Milletvekili
MAHALLE KÜLTÜRÜ OLAN ŞEHİRLER İNŞA EDİLMELİ
Kadim medeniyet anlayışımızda belediye başkanları Şehr-ül Emin diye ifade edilir. Şehirler belediye başkanlarının emanetidir. Bu emanete sahip çıkmanın kültürümüzde ne demek olduğunu hepimiz biliriz. Esas olan şey insanların gönüllerine dokunabilmektir. Beşikten mezara kadar bütün insanlarımıza hatta kedisinden köpeğine bütün canlılara hizmet eden bir anlayış olmalı. Şehirler belediye başkanlarının ufkunda şekillenen medeniyetlerdir. Bizim kadim medeniyetimizde eskiden caminin ve çarşının merkeze alındığı, merkezden dışarı doğru açılan bir şehir anlayışı vardı. Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi yatay mimariye biraz daha odaklanmak, biraz daha mahalle kültürünü, sokak kültürünü ortaya çıkarabilmek adına, yeniden bir tazelenmeye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bunu yapan belediyeler var, ama bunu Türkiye’ye hakim kılmak lazım.
Yöresel gün ve geceler yeniden ikame edilmeli
Elbette ki alt yapısı olacak, yolları kaldırımları yapılacak, yeşiliyle insanlar buluşturulacak. Millet bahçeleriyle yeni bir açılım, yeni bir tazelenme olmaya başladı. Bunların hepsi olacak, ama bunların hiçbiri insansız olmaz. Bütün mekanları hazırlıyorsunuz ama gülen insanların, birbirine selam veren insanların, sokak kültürünün, mahalle kültürünün bu yüksek mimariden dolayı biraz uzağında olduğumuzu düşünüyorum. Yöresel gün ve gecelerin yeniden ikame edilmesi insanları birbirine kaynaştırır. İstanbul çok büyük bir şehir, “Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar” diyor ya Necip Fazıl, muhteşem bir şehir İstanbul. Sadece mimari noktasında, mahalle kültürünün, sokak kültürünün örselendiğini düşünüyorum. Onun için de hem TOKİ’nin hem KİPTAŞ’ın mahalle kültürünü öne alan, insanların biraz daha birbirine dokunabileceği, hastası olduğunda, cenazesi olduğunda toplanabileceği alanların olduğu yerler inşa etmesi lazım. Merkezi, çarşısı, camisi, kültürü olan, insanların birbirine dokunabildiği, dertleriyle ilgilenebildiği bir şehir kimin hayalinde olmaz ki?
***
Prof. Dr. Ruşen Keleş – Kent Bilimci
İMAR PLANLARI AMAÇ DEĞİL ARAÇTIR
Çağdaş belediyeciliğin iki işlevi vardır. Bunlardan birincisi, halkın yerel düzeyde kendi kendini yönetmesine fırsat veren bir kurum olarak yerel demokrasinin yerleşip gelişmesine katkıda bulunmasıdır. Bunun, halkın yerel karar süreçlerine bilinçle ve etkili bir biçimde katılmasıyla yakından ilgisi vardır. İkincisiyse, belediyelerin yerel nitelikteki kamu hizmetlerini etkili, verimli, çabuk ve ucuz olarak üretip halka sunabilmesidir. Bunlar arasında barınma, ulaşım, sağlık, eğitim, çevre ve temizlik, imar ve planlama ve benzeri hizmetler gelir.
Ülkemizde belediyeciliğin geçmişi çok eskilere gitmez ama deneyimlerimizin çok yetersiz olduğu da söylenemez. Buna karşın, özellikle hızlı kentleşme hareketleri ve kentlerin büyüklüklerine akla uygun bir sınır koymaktaki başarısızlığımız nedeniyle halkın belediyelerden beklemekte olduğu hizmetlerin türünde ve kalitesinde önemli yetersizlikler vardır. Kent planlaması ülkemizde yasalara göre, belediye meclislerinin yetki alanı içindedir. Ne var ki, zaman zaman yürürlüğe sokulan yasalarla, çok geniş bir yelpaze içinde, merkezi yönetimin de kentlerin planlanması çalışmalarına müdahale etme yetkisi vardır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile TOKİ bu durumun akla gelen baş aktörleridir. Çağdaş batı ülkelerinden farklı olarak, halk ülkemizde imar planlama sürecinde devre dışıdır. Oysa halkın arzu, istek ve önerilerini planlama makamlarına yansıtabilmesi yolu her zaman açık olmalıdır.
Katılım yolları açık olmalı ama yeterli değil
Kuşku yok ki, katılım yollarının halka açık olarak bulundurulması, gerekli olmakla birlikte, yeterli değildir. Önemli olan, halkın isteklerinin, çağdaş bir kent oluşturma yönünde katkı yapacak nitelikte olmasıdır. Yurttaş ya da hemşeri, katılım denildiğinde, sadece kendi arsasına çok katlı bir yapı yapılacağına izin koparmanın telaşı içinde olur, kentinin geleceği, güzelliği, çağdaşlığı onu fazla ilgilendirmez ise katılımdan beklenen sonuç elde edilemez.
Kentlerin planlanması konusunda son olarak vurgulamak istediğim bir nokta da, imar planlarının sonuç itibariyle birer araç (vasıta) olduğudur. Önemli olan, planlarla hangi amaçlara ulaşılmak istendiğidir. Amaç, ulaşılmak istenen hedef yanlış konulmuş ise, planın teknik bir belge olarak çok iyi hazırlanmış olmasının büyük bir değeri olmaz. Tarih, kültür, doğa varlıklarımızın ne yazık ki planlar yoluyla da tahribi yönünde atılmış adımlara verebileceğimiz çok örnekler var.
Küreselleşme ve yeni dünya düzeni, artık herkese her şeyi görmek fırsatını sağlıyor. Yurt dışı gezilerde, Roma’yı, Paris’i, Madrid’i, Amsterdam’ı görmek fırsatını bulmuş olanlar, kentlerimizin yaşam düzeyi açısından nerede olduğunu daha iyi görmek şansını elde ediyorlar. Halkımızın, bu değerlere sahip olabilmek bakımından, o ülkelerin halklarından aşağı kalır tarafları yoktur. Planlarla gerçekleştirilen yanlışlara son vermek zorundayız. 30-40 katlı gereksiz yapıların, halkın estetik duygularına değil, rant ve kazanç peşinde koşanların açlık duygularına hitap ettiğini ne yazık ki çok geç fark ettik. Belediyelerimizin olsun, devleti yönetenlerin olsun, halkın isteklerine ve dünyadaki gelişmelerin izlenmesine karşı daha duyarlı olmaları gerekmektedir.